MUHAKEMAT NOTLARI-7
Ders: Muhakemat-7.Ders, (1.Makale, 2. Mukaddime) İzah: Prof. Dr. Ahmet Akgündüz *“Mazide nazarî olan bir şey, müstakbelde bedihî olabilir.”(Muhakemat, s.16) Arkadaşlar bu cümle, ezberlenmesi gereken bir cümle..Yani geçmiş zamanlarda, asırlar önce ancak akıl yoluyla, delillerle, zorla anlaşılan bir mesele
Ders: Muhakemat-7.Ders, (1.Makale, 2. Mukaddime)
İzah: Prof. Dr. Ahmet Akgündüz
*"Mazide nazarî olan bir şey, müstakbelde bedihî olabilir."(Muhakemat, s.16) Arkadaşlar bu cümle, ezberlenmesi gereken bir cümle..Yani geçmiş zamanlarda, asırlar önce ancak akıl yoluyla, delillerle, zorla anlaşılan bir mesele, veya teorik bir mesele, gelecekte çok açık bir şey olabilir. Mesela İbn-i Sina gibi bir dâhinin zamanında bilinmeyen birçok mesele, şu an bir çocuğun dahi malumu. Bunu bilmemekle o zamanın dahi ve âlimleri kınanamaz, çünkü herkes kendi zamanının çocuğudur. Tefsir alimlerinin bazı izahlarına da böyle bakmak lazım..
Not: Bu hususa dikkat edilmezse, bazı müfessirlerin kendi zamanlarına göre yaptıkları bazı izahlarına karşı tanu teşnie yol açılabiliyor. Mesela merhum Abdülaziz Çaviş "Esrar-u Kur'an" adlı tefsirinin mukaddimesinde böyle bir yola girmiş ve haklı olarak merhum Ömer Nasuhi efendi kendisini şöyle tenkit etmiştir;
"Bugünkü cereyanlara tekabül edecek müdafaa vasıtalarını, tarzlarını tamamen eski âsâr içinde aramak muvafık olamaz. Vaktiyle İslâm ordularında bulunmuş kahraman mücâhitleri, bugünkü günde mevcûd olan tayyarelerden, diritnotlardan, makineli tüfeklerden mahrum bulunmuş olduklarından dolayı tahtıeye(hatalı görmeye), kimsenin hakkı olamayacağı gibi, eski âlimleri de şimdiki efkâra karşı lâzım gelen müdâfaâtı yapmamış olmakla ittihâm etmek doğru görülemez.
Bugünkü efkâra karşı lâzım gelen müdâfaaları yapmak, hazırlamak ise, bugünkü âlimlerin zimmetine terettüp eden bir vazifedir. Bugünkü yazılan tefsirlerde bu bakımdan bir hususiyet bulunması içtimaî ve fikrî tahavvüllerin bir neticesidir. Eğer o, tezyif edilmek istenilen muhterem müfessirîn-i sâlife, bugünkü asırda yaşamış olsa idiler, ihtimâl ki, muhterem Abdü'l-Azîz Çâviş'ten daha rengin bir kalem kullanır, içtimâi dertlerimize daha müessir devalar bulur, tavsiye ederlerdi."(Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük Tefsir Tarihi, Cilt; 2, s. 778, Bilmen Yayınevi, İst. 1974)
* "Âlemde meyl-ül istikmal vardır." Muhakemat (s:16 ) Meyl-ül İstikmal; kemâle erme meyli, isteği..bunu en güzel misali; ilk üretilen Ford arabaya bakın, 1900'lerde üretilen.. Şu an bedava verseler almayız. Bir de şimdi Mondeo'ya binin yani..
*Kâinatta devamlı bir kemale gidiş mevcut olduğu gibi, onun meyvesi olan insanda da devamlı bir ilerleme, bir terakki düşüncesi mevcuttur. Bir asır öncesine göre teknik ve bilim sahasında ilerleme ne kadar arttı.
Bu ilerleme ise telahuk-u efkârdan, geçmiş fikirlerden destek alınarak, onlar basamak yapılarak sağlanıyor. İbn-i Sina'nın "Kanun" kitabı olmasaydı, bugünkü Tıp kitapları ortaya çıkar mıydı?"
Bugün Avrupalılar batıdaki ilmi gelişmelerinin iki yerden kaynağını aldığını kabul ediyor; Birisi Endülüs, diğeri Osmanlı diyorlar.
Not: Mesela Fransız fizikçi P.Curie diyor ki: "Endülüs'ten bize otuz kitap kaldı, atomu parçalayabildik. Eğer yakılan bir milyon kitabın yarısı kalmış olsaydı, çoktan uzayda galaksiler arası geziniyorduk."
* "Telahuk-u efkâr ise; tekemmül-ü mebadi ile inbisat eder."(Muhakemat, s. 16) fikirlerinin birbirine katılımı temel esasların, alt yapının kemâl ermesiyle, açılır, genişler. Mesela yerçekimi kanununu keşfeden Arşimet neden değerli? Sonuçta bulduğu temel esaslardan biri, ama onsuz olmuyor telahuk-u efkâr.
* "Tekemmül-ü mebadi ise; fünun-u ekvanın tohumlarını sulb-ü hilkatten zamanın terbiyegerdesi bir zemine ilka' ile telkîh eder. O tohumlar ise tedricî tecrübeler ile büyür ve neşv ü nema bulur."(Muhakemat, s. 16) Mebadi; bir ilmin temel esasları demektir. Bunların gelişmesi ise kâinatta mevcut olan fen tohumlarının, zamanı geldiğinde bulunması ve keşfedilmesi ile mümkün olur.
Burada "sulb-ü hilkatten" derken bir istiare var. Bir insanın evladının doğmasına vesile olan o meni nereden geliyor?
مِن بَيْنِ الصُّلْبِ وَالتَّرَائِبِ
"arka kemiği(sulb) ile göğüs kemikleri (teraib) arasından"(Tarık:86/7) Aynen öyle de, o ilimleri doğurtmaya vesile olan temel prensipler, kâinattan, yaratılıştan geliyor.
Not: Akgündüz Hoca 1990'larda aynı dersi yaparken şöyle izah ediyor; "Bütün teknik gelişmeler hilkat sulbünden geliyor, oradan örnek alınıyor. İlk hali basitken zamanla mükemmelleşiyor. Mesela uçaklar, kuşların uçma sanatından örnek alınmış, ilk saatler nasıl, şu andaki seviyeye gelmesi..Hakeza otomobiller… İlk Ford marka arabaları şimdi görseniz, gülersiniz ve şimdi ulaştığı seviyeye bakın..
İlmi gelişmeler; fikirlerin birleşmesi, bir önceki buluşun bir sonrakine merdiven olması ve o bilimin temel kaideleri diyeceğimiz mebadi'nin mükemmelleşmesi ile oluşur."
Not:2- Prof. Dr. Şadi Eren Bey "Muhakemat Notları" adlı eserinde diyor ki; "Bilim ve teknolojinin gelişmesi bir çekirdeğin tekâmülüne benzetilebilir. O küçük çekirdek, bir gün gelecek koca bir ağaç olacaktır. Ama bunu hemen ilk günlerde beklememek lazımdır.
Bilim ve teknolojide "aşılayıcı fikirlerin" çok özel bir yeri vardır. Hatta denilir ki; "medeniyet, tekerleğin keşfiyle başlar." O tekerlek başlangıçta basit bir şekilde kağnıda dönüyordu. Günümüzde ise arabalarda, fabrikalarda dönüyor.
Benzer bir şekilde, eski zamanda söylenmiş bir fikir uygun bir ortamı bulduğunda –rahme bırakılan insan tohumunun sevimli bir bebek olarak doğması gibi-teorik olmaktan çıkar, adeta bir ceset giyerek gözler önüne arz-ı endâm eder." (Prof. Dr. Şadi Eren, a.g.e, s. 58)
Kısa açıklama; "mehaliki iktihamına bedel" Muhakemat (s. 17) ibaresi Akgündüz Hocanın takip ettiği Söz Neşriyat'ın Muhakemat'ında "mehalik-i iktihamına"(s. 27) diye geçiyor. Akgündüz Hocamız da haklı olarak duraksıyor ve "bana göre "mehaliki iktihamına" göre olmalı diyor. Ben elimde olan Sözler Yayınevi ve RNK Neşriyat'ın Muhakematlarına baktım, ikisinde de"mehaliki iktihamına bedel" olarak geçiyor.(Salih Okur)
*"Fakat bununla beraber şimdi gelecek bir hakikati nazar-ı dikkate almak lâzımdır."(Muhakemat, s. 17) Arkadaşlar, Bediüzzaman bir kaide koydu; "geçmişte nazari olan şeyler bugün çok açık olabilir. Ama bunun istisnası var. (Buradaki izah var ya, bugünkü modernistler ve reformistlere verilecek en önemli cevaptır. Bunu bütün ilahiyatçılara ezberletmek lazım.)
Diyor ki her meselede değil. Meseleler iki kısımdır; bir kısmında keşiflerin, fikirlerin birleşmesinin, senelerin, asırların geçmesinin faydası vardır. Örnek olarak Coğrafya, Astronomi, Geometri..
Ama bir kısım ilimler var ki orada daha eskiye gittikçe kıymetlidir. Ona biz "teabbüdi hükümler" diyoruz. Üstadın ibarelerine dönelim;
*"Mesail iki kısımdır: Birisinde telahuk-u efkâr tesir eder. Belki ona mütevakkıftır. Nasıl ki maddiyatta büyük bir taşı kaldırmak için teavün lâzımdır.(Muhakemat (s.17) Bunlar yukarıda belirttiğimiz gibi zamanın gelişmesi, insanların fikirlerinin bir araya gelmesi ile ilerleyen maddi ilimlerdir.
* "Kısm-ı diğerîde esas itibariyle telahuk ve teavün tesirsizdir. Bin de, bir de birdir. Nasıl ki hariçte bir uçurum üzerinden atlamak veyahut bir dar yerden geçmekte küll ve küll-ü vâhid birdir. Teavün faide vermez.(Muhakemat, s: 17)
Diğer kısımda yani maneviyatta ve ilahiyat ilimlerinde fikirlerin birleşmesi, yardımlaşması tesirsizdir. "Gel namazı daha makul bir hâle getirelim" Yok, kusura bakma, orada fikirlerin birleşmesi yok. Her ne kadar bu sahada fikirlerin bir araya gelmesi manevi ve ilahiyat sahasındaki ilimlerin "mahiyetini tağyir ve tekmil ve tezyid edemez ise de; bürhanların mesleklerine vuzuh ve zuhur ve kuvvet verir.(Muhakemat, s. 17) yani delillerin mesleklerine açıklık, görünürlük ve kuvvet verir. Yani mesela Allah'a iman hususunu değiştirmez, o husustaki delilleri artırır.
Not: Bundan dolayı allame Muhammed Zâhid el-Kevserî merhum Makâlât'ında, "Selef'in nasslardan anladığı neyse, anlaşılması gereken odur" derken, Üstad da İçtihad Risalesinde "İslâmiyet'in nazariyat kısmında ve selefin içtihadat-ı safiyane ve hâlisanesiyle, bütün zamanların hacatına dar gelmeyen efkârları olduğu halde, onları bırakıp heveskârane yeni içtihadlar yapmak, bid'akârane bir hıyanettir.(Sözler, s.480) demektedir.
Buna ilaveten 20. Asrın en büyük âlimlerinden, merhum Mevlana Eşref Ali Tehanevi'nin Eşref'ul Cevap'taki şu müthiş izahını nakledelim; "Dört mezhepten birine uyulmasını gerekli görmeyen bazıları diyorlar ki; "Acaba içtihadın kesildiğine dair Hanefilere vahy mi indi?"
Oysa, doğa prensibi her şeyin vaktinde ve ihtiyaç anında olmasını gerektiriyor. Mesela yağmur genelde ihtiyaç duyulduğu mevsimde yağar. Aynı şekilde rüzgâr ihtiyaç duyulduğu anda eser. Çok soğuk olan memleketlerdeki hayvanların kılları, bedenlerini terletecek bir şekilde uzun olur. Bu kaide için daha birçok örnek var.
Aynı şekilde, hadislerin kaydedilmesine ihtiyaç duyulunca, eşi benzeri olmayan öyle zeki âlimler yetişti ki günümüzde onlar gibisine tesadüf edilemez. Muhaddislerin içinde de hadisleri isnadları ile ezberleme hususunda İmam Buhari ve İmam Müslim gibisi çıkmadı.
Öyle de dinin tedvinine ihtiyaç duyulduğu müddetçe mutlak müctehidler yetişmiştir. Artık din iyice tedvin olduğunda, usul ve kaideler hazır olduğunda artık içtihad yapmaya gerek kalmadı. Ancak içtihad yapma gücü, ihtiyaç duyulduğu kadarıyla halen âlimlerle devam eder. Yani âlimler geçmiş büyük müctehidlerin koyduğu kurallar çerçevesinde yeni ortaya çıkan cüz'i meseleleri çıkarmaya ve cevaplarını bulmaya devam ederler."(Salih Okur)
*" Hem de nazar-ı dikkate almak lâzımdır ki: Kim bir şeyde çok tevaggul etse; galiben başkasında gabileşmesine sebebiyet verir. Bu sırra binaendir ki: Maddiyatta tevaggul eden, maneviyatta gabileşir ve sathî olur. (Muhakemat, s.18) Tevaggul; çok uğraşma, meşgul olma, bir işin çok ilerisine varmak demektir. Bir ilim dalında derinleşen çoğu zaman başka bir alanda anlayışsız olabilir. Mesela siyaset meselelerinde zirvede olan, yıllardır siyasetle uğraşa uğraşa o sahada başarılı olan bir devlet adamı fıkhın sahasına giremez, orada vereceği hüküm gabice, anlayışsızca bir hüküm olabilir.
Öyle de maddiyatla çok iştigal, maneviyat sahasında gabileşmeyi, bönleşmeyi sebebiyet verir. Dünyevi işlerde çok muvaffak olan bir iş adamı manevi ve fıkhi alanlarda çok bön olabilir, yanlış hükümler verebilir. O konuda söz sahibi değildir.
Bazen bana soruyorlar; "hocam, bu doktorlar ki, insan denilen ilahi makineyi inceliyor, bu kadar harikaları görüyor, neden iman etmiyor?" Sebeplerinden biri bu, maddi meselelerde uğraşa uğraşa akılları maneviyatta kör hale geliyor.
Not: Üstadın bu meseledeki diğer izahlarına da yer vermek isterim; "Bir şeyden uzak olan bir kimse, yakın olan adam kadar o şeyi göremez. Ne kadar zeki olursa olsun, o şeyin ahvali hakkında ihtilafları olduğu zaman yakın olanın sözü muteberdir. Binaenaleyh Avrupa feylesofları maddiyatta şiddet-i tevaggulden dolayı iman, İslâm ve Kur'anın hakaikından pek uzak mesafelerde kalmışlardır. Onların en büyüğü, yakından hakaik-i İslâmiyeye vukufu olan âmi bir adam gibi de değildir. Ben böyle gördüm, nefs-ül emir de benim gördüğümü tasdik eder. Binaenaleyh şimşek, buhar gibi fennî mes'eleleri keşfeden feylesoflar, Hakkın esrarını, Kur'an nurlarını da keşfedebilirler diyemezsin. Zira onun aklı gözündedir. Göz ise, kalb ve ruhun gördüklerini göremez. Çünki kalblerinde can kalmamıştır. Gaflet o kalbleri tabiat bataklığında çürütmüştür."(Mesnevi-i Nuriye, s. 239)
"Bir fennin veya bir san'atın medar-ı münakaşa olmuş bir mes'elesinde, o fennin ve o san'atın haricindeki adamlar ne kadar büyük ve âlim ve san'atkâr da olsalar, sözleri onda geçmez, hükümleri hüccet olmaz; o fennin icma-ı ülemasına dâhil sayılmazlar. Meselâ; büyük bir mühendisin, bir hastalığın keşfinde ve tedavisinde bir küçük tabib kadar hükmü geçmez. Ve bilhâssa maddiyatta çok tevaggul eden ve gittikçe maneviyattan tebaüd eden ve nura karşı gabileşen ve kabalaşan ve aklı gözüne inen en büyük bir feylesofun münkirane sözü, maneviyatta nazara alınmaz ve kıymetsizdir.(Şualar, s. 102)
*" Yüz binler ehl-i hakikatın ittifak ettikleri, tevhidî ve kudsî ve manevî mes'elelerde, maddiyatın en dağınık ve kesretin en cüz'î teferruatına dalan ve sersemleşen ve boğulan feylesofların sözleri kaç para eder ve inkârları ve itirazları, gök gürültüsüne karşı sivrisineğin sesi gibi sönük olmaz mı?(Şualar, s: 102)
* "Kezalik hakaik-i mahza ve mücerredat-ı sırfeden olan maneviyatta, maddiyyunun hükümlerine müracaat ve fikirleriyle istişare etmek, âdeta latife-i Rabbaniye denilen kalbin sektesini ve cevher-i nuranî olan aklın sekeratını ilân etmek demektir. Evet, herşeyi maddiyatta arayanların akılları gözlerindedir. Göz ise maneviyatı göremez...(Muhakemat, s. 18)
Not: Bu meselenin izahında merhum Mehmed Kırkıncı Hocamızın "Nasıl Aldanıyorlar?" adlı eserinden bir paragrafı nakletmek isterim, ruhu şâd olsun;
"Günümüz insanı ilmî ve fennî sahalarda haklı olarak, ehl-i ihtisasa müracaat etmektedir. Bu hassasiyeti dini mes'elelerde çok daha fazlasıyla göstermesi gerekirken, böyle yapmayıp ya kendi aklı ile iktifa etmekte yahut bu sahada ehliyetsiz kişilerin sözlerine itibar etmektedir.
Hâlbuki dinde ehil olmayan kişi başka sahalarda mütehassıs bile olsa, onun sözü dinde hüccet olamaz. Malûmdur ki, bir fende cahil olabilir. Onun sözü bu fende geçerli değildir. Mesela bir doktor tıp ilminde ne kadar terakki ederse etsin, sözü mimarlık ilminde delil kabul edilmez. Bu sahada ona müracaat edilmez.
Hakikat böyleyken, mücerred akıl ile kavranılması mümkün olmayan "imanî, Kur'anî ve dinî hakikatlar"da insan ne kendi aklına güvenebilir ve ne de bu sahada ehil olmayan kimselerin sözüyle hareket edebilir. Bu hususta ona düşen: Dinde ehil zâtlara bizzat müracaat etmek yahut onların yazdığı eserlere başvurmaktır. Bunu yapmayanlar çoğu zaman kendi arzularını, vehim ve hayallerini fikir ile iltibas etmekle aldanıp, hakikattan uzaklaşmaktadırlar."(Mehmed Kırkıncı, Nasıl Aldanıyorlar? s. 33, Cihan Yayınları, İst. 1992)
Bu yazıya yorum yazın
Bu yazıya gelen yorumlar.
DİĞER YAZILAR
Allah'ın ayetlerine küfredenler, peygamberleri haksız yere öldürenler ve insanlardan adaleti emredenleri öldürenler; işte onlara acıklı bir azabı müjdele.
AL-İ İMRAN, 21.AYET
GÜNÜN HADİSİ
"Kelimetan hafifetan alellisan. Sakiyleten filmizan. Habiybetan ilerrahman: Subhanellahi ve bi hamdihi, subhanellahi'l-azim."
"İki kelime vardır ki, dile hafif, mizanda ağırdırlar: Sübhanellahi ve bi hamdihi, sübhanellahi'l-azim." (Buhari, Deavat: 11/175)
SON YORUMLAR
- Bütün beytlerin tercümesini gönderebilir misiniz? sitede sadece son birkaç...
- Fıtrat, namaz, tevafuk, sırlar ve tüm bunların sahibi zişanı İlahi kusur...
- Selamünaleyküm İnternette mütalaalı risale i nur dersleri diye arama yapt...
- bu kıymetli yazıdan dolayı ahmed izz kardeşimize teşekkür ederiz çok mani...
- selamün aleyküm Ahmed kardeşimizi tebrik ediyor ve bu faideli tercümelerin...
- Yanında okuyan diğer öğrencileri; Molla Muhammed Kasori Molla Muhammed Era...
- Benim merhum babam Molla İbrahim Azizi de onun yanında icazeti tamamlamıştı...
- Teşekkürler. Sanırım Envar neşriyat idi.Tam hatırlayamıyorum.....
- Çok güzel bir çalışma Rabbım ilminizi arttırsın bu çalışmalarınızı...
- Merhaba, Ben Foliant yayınlarından uğur. Sizinle iletişim kurmak istiyoruz ...
TARİHTE BU HAFTA
*Kanije müdafaası(18 Kasım 1601) *Hz.Fatıma'nın(r.anha) Vefatı(22 Kasım 632) *İstanbul'un Müttefikler Tarafından İşgali(23 Kasım 1918) *Alparslan'ın Şehadeti(24 Kasım 1072) *Öğretmenler Günü(24 Kasım)
ANKET
Sitemizle nasıl tanıştınız?
Yükleniyor...