DENİZDE YOLCULUĞU YAPMAMA İLE İLGİLİ HADİS
Hadis inkârcılarının sünnet/hadislerin itibarını düşürmek için cımbızla çektikleri bir diğer hadis de Ebû Davûd’un rivayet ettiği şu hadistir:
Hadis inkârcılarının sünnet/hadislerin itibarını düşürmek için cımbızla çektikleri bir diğer hadis de Ebû Davûd'un rivayet ettiği şu hadistir:
وهو ما رواه أبو داود عَنْ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ عَمْرٍو رضي الله عنهما قَالَ : قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ : (لَا يَرْكَبُ الْبَحْرَ إِلَّا حَاجٌّ أَوْ مُعْتَمِرٌ أَوْ غَازٍ فِي سَبِيلِ اللَّهِ ، فَإِنَّ تَحْتَ الْبَحْرِ نَارًا ، وَتَحْتَ النَّارِ بَحْرًا(
Resûlullah buyurdular ki: "Hac veya umre veya Allah yolunda cihat maksatları dışında (kimse)deniz yolculuğuna çıkmaz. Zira denizin altında ateş, ateşin altında da deniz vardır."(1)
Hadis inkârcıları, bu hadisin ilme, akla, mantığa uygun olmadığını hatta Kur'ân'a ters olduğu ve dolayısıyla bu hadisin uydurulmuş olduğunu iddia ederler. Böylece bu gerekçelerle tüm hadislerin kabul edilemeyeceğini, sadece Kur'ân'la iktifa edilmesi gerektiğini sürekli olarak söylerler.
Daha önce de çeşitli vesilelerle belirttiğimiz gibi, bir hadisin akla ve mantığa göre değerlendirmek için, belli kaide ve kurallara ihtiyaç vardır. Her şeyden önce belirtmekte fayda vardır ki bir nassın akıl ve mantık ilkelerine göre değerlendirmek dini bir zorunluluktur. Hiçbir Müslüman buna itiraz edemez. Zira Yüce Allah, çeşitli âyetlerde aklı kullanmayı emretmektedir. Bir Müslüman için İslam'ın akıl ve mantık dini olduğunu belirtmek bile usûl ve mantık açısından hatalıdır. Çünkü arife tarif gerekmez. Ancak şu husûsu belirtmek konunun anlaşılmasına vesile olacaktır: Bediüzzaman'ın da belirttiği gibi akıl ve nakil/nass tearuz ettiğinde nass akla göre tevil edilir; ancak aklın da 'akıl' olması gerekir.(2) Ama hangi akıl? Bizim gibi nakıs insanların aklı mı? Yoksa modernistlerin -teşbihte hata olmasın- adeta peygamber(!) gibi kabul ettikleri antik çağ filozofların aklı mı? Ya da sürekli olarak övdükleri ve onlara karşı kompleks duydukları Batının materyalist bilim adamlarının aklı mı? Ya da kendilerinin akıl ve fikir hocaları olan oryantalistlerin aklı mı? Peki ya ilahi vahiyden süzülmüş nübüvvet destekli aklın fonksiyonuna neden ihtiyaç duymuyorlar?! İster âyet olsun ister de hadis olsun, dini bir metnin anlaşılmasında neden "İslami Akl'ın" kriterlerine göre değil de 'la dini', şirke ve küfre bulaşmış aklın hezeyan ve saptırmalarına müracaat ediliyor? Burada ya büyük bir cehalet vardır, ya ezilmişliğin ve sömürülmüşlüğün neticesi olan aşağılık kompleksi ya da büyük bir ihanet vardır.
İkinci olarak da bu hadis düşmanlarının, kendi akıl ve mantıklarına uymadığı gerekçesiyle hadisleri Kur'ân'a arz etmeleri gerektiğini söylüyorlar. Bu görüşlerini temellendirmek için harici, zındık ve Rafızîlerin uydurdukları şu sözü kullanıyorlar:
وحديث :"إنكم ستختلفون من بعدي فما جاءكم عني فأعرضوه على كتاب الله وما خالفه فليس مني" موضوع. وضعه الزنادقة والخوارج.
"Benden sonra ihtilafa düşeceksiniz. Benden rivâyet edilen (hadisi) arz ediniz. Şâyet Kur'ân'a muhalif ise benden değildir", şeklindeki hadis mevzu (uydurulmuş bir) hadistir. Zındıklar ve Hariciler uydurmuşlardır.(3)
Hadis düşmanlarının bu tutarsızlıklarını akıl ve mantık kisvesi altında dile getirmeleri trajedi-komik bir durum değil de nedir? Mevzu ve zayıf hadisler üzerinden tüm hadislere saldırarak peygamberimizin konumunu tartışmaya açmak ne ilmî, ne akademî, ne insani, ne de ahlakîdir. Zerre kadar akıl, vicdan ve iz'an sahibi biri bile bu hakikati idrak eder. Demek ki bu hadis münkirlerin amacı İslam'a hizmet değil, tam aksine İslam düşmanlarına hizmettir. Bunun başka açıklaması da yoktur.
Ayrıca, hadis düşmanları âyet ve hadisleri bağlam ve mefhumundan kopartarak kendi ideolojik eğilimlerine göre tevil ediyorlar. Müktesebatımıza yerleşmiş bir kaide var: "Tefsirsiz Kur'ân, Şerhsiz de Hadis anlaşılmaz" diye. Ayetleri anlamak için nasıl sebeb-i nuzûla ihtiyaç varsa, hadisleri anlamak için de hadislerin sebeb-i vürûduna bakmak gerekir. Bu ilmi hassasiyetleri göz ardı ederek kendi düşüncelerini temellendirmek için adeta cımbızla hadis çekmek ancak cahil demagojicilerin işidir. Boş tenekeden çok ses çıkar misali…
Bu açıklamadan sonra söz konusu hadisi maddeler halinde ele alalım:
1. Bu hadisi Ebû Davût rivâyet etmiştir. Üstelik Ebû Davût, bu hadisin ravilerinin meçhul olduğunu ve Buhârî'nin de, bu hadisi sıkıntılı bulduğunu belirtir. Hattâbî de bu hadisin isnadının zayıf olduğunu ifade eder. Öyleyse zayıf bir hadisi bahane ederek tüm hadislere saldırmanın İslami hassasiyetin neresine sığar? Bu, hadise karşı kin ve önyargının dışa vurumu değil mi?
2. Ebû Davût bu hadisi 'Savaşta Denizde Yolculuk' babı altında zikretmiştir. Buradan da anlıyoruz ki savaş ve hac gibi önemli durumlar dışında peygamberimiz riskli ve tehlikeli durumlarda denizlerde yolculuğa çıkılmaması gerektiğini söylemiştir. Çünkü Peygamberimiz zamanında teknoloji şimdiki gibi gelişmiş değildi. Yolculuklarda özellikle de deniz yolculuğunda riskler vardı. Hattâbî, bu hadiste Rasûlullah'ın deniz yolculuğunda ciddi riskler bulunduğuna dikkat çekip şöyle der: "Deniz yolcusuna afet çabuk gelir, selametinden hiçbir zaman emin olunmaz. Tıpkı ateşle iştigal olup ona yaklaşma halinde, onun felaketine uğramaktan emin olunamayacağı gibi..." Modernistler, söz konusu hadisi, ahlakî olarak bu anlamda değerlendirmeleri gerekirdi. Ancak onlarda 'ilmin ahlakı' ve 'ilmin namusu' ne yazık ki yok!
3. Bu hadis "لاترْكَب الْبَحْر" ile değil de " لايَرْكَبُ الْبَحْر" şeklinde yani malûm muzârî bir fiille başlamıştır. Bu anlamda hadiste mutlak emir yoktur. Bu da, modernistlerin kendi fikirleri için hadisleri ne kadar saptırdıklarını ve tahrif ettiklerini açık bir şekilde göstermektedir. Ayrıca nehy anlamında olsa bile her nehy, mutlak anlamda yasaklamak değil; tavsiye niteliğinde de olabilir. Zira Fıkıh metodolojisinde emirlerin vücûba delalet ettiğini, ama her emrin de vücûba delalet etmediğini; keza nehiylerin de harama delalet ettiği gibi, ama her nehyin de harama delalet etmediğini biliyoruz. Buradan da anlıyoruz ki bu hadis düşmanları, metodoloji ilminden de yoksundurlar.
4. Üstelik Kur'ân-ı Kerim'de de gemi ile ilgili birçok âyet vardır:
"Şu bir gerçek ki göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde, insanların yararı için denizde yüzüp giden gemilerde… Aklını işleten bir topluluk için sayısız izler-işaretler-ibretler vardır."(4)
"Allah odur ki, gökleri ve yeri yarattı. Gökten bir su indirdi de onunla size rızık olarak türlü meyveler çıkardı. Emriyle denizde akıp gitmeleri için gemileri hizmetinize verdi. Irmakları da emrinize verdi."(5)
"Rabbiniz odur ki, lütfundan nasip arayasınız diye sizin için denizde gemiler yürütüyor. O, size karşı gerçekten çok merhametlidir."(6)
İşte bu âyetlere rağmen Peygamberimizin mutlak anlamda gemilere binmeyin diyeceğine inanmak akıl kârı değildir. Üstelik Peygamberimizin şu hadisi bu hadis münkirlerine verilen güzel bir cevaptır:
وعَنْ أَنَسِ بْنِ مَالِكٍ عَنْ أُمِّ حَرَامٍ وَهْىَ خَالَةُ أَنَسٍ قَالَتْ أَتَانَا النَّبِىُّ -صلى الله عليه وسلم- يَوْمًا فَقَالَ عِنْدَنَا فَاسْتَيْقَظَ وَهُوَ يَضْحَكُ فَقُلْتُ مَا يُضْحِكُكَ يَا رَسُولَ اللَّهِ بِأَبِى أَنْتَ وَأُمِّى قَالَ « أُرِيتُ قَوْمًا مِنْ أُمَّتِى يَرْكَبُونَ ظَهْرَ الْبَحْرِ كَالْمُلُوكِ عَلَى الأَسِرَّةِ ». فَقُلْتُ ادْعُ اللَّهَ أَنْ يَجْعَلَنِى مِنْهُمْ قَالَ « فَإِنَّكِ مِنْهُمْ ». قَالَتْ ثُمَّ نَامَ فَاسْتَيْقَظَ أَيْضًا وَهُوَ يَضْحَكُ فَسَأَلْتُهُ فَقَالَ مِثْلَ مَقَالَتِهِ فَقُلْتُ ادْعُ اللَّهَ أَنْ يَجْعَلَنِى مِنْهُمْ. قَالَ « أَنْتِ مِنَ الأَوَّلِينَ ». قَالَ فَتَزَوَّجَهَا عُبَادَةُ بْنُ الصَّامِتِ بَعْدُ فَغَزَا فِى الْبَحْرِ فَحَمَلَهَا مَعَهُ فَلَمَّا أَنْ جَاءَتْ قُرِّبَتْ لَهَا بَغْلَةٌ فَرَكِبَتْهَا فَصَرَعَتْهَا فَانْدَقَّتْ عُنُقُهَا (صحيح مسلم.(
Hz. Peygamber (a.s.) Efendimiz uykudan gülümseyerek uyanınca Ümm-ü Haram: "Ey Allah'ın Resûlü! Sizi güldüren şey nedir?" diye sordu. O da: "Ümmetimden bazı insanlar deniz üstünde hükümdarların tahtlarına kuruldukları gibi (yahut tahtlarına kurulmuş hükümdarlar gibi) binerek Allah yolunda deniz harbine gider halde gösterildi de ona gülüyorum" buyurdu.(7)
Buna göre Efendimiz, deniz yolculuğunu yasaklamıştır, demek için kırk dereden su getirmek gerekir.
5. Önceden de belirttiğimiz gibi şarihler, bu hadisin zaafına dikkat çekmekle birlikte, İslam hukukçuların bazı hükümler çıkardıklarını belirtirler: Hacca gitme imkânı sadece deniz yoluyla mümkün ise, hacc yine de farz olur. Ebû'l-Leys Semerkandî "deniz seyahatinde selamet ihtimale galip ise hacc konusunda muhayyerdir. Dilerse tehlikeyi göze alıp deniz yoluyla hacca gidebilir. Dilerse gitmez." Hattâbî de "Bu hadiste hacca gitmek için başka yolu olmayanlara gemiye binmeleri gerektiği husûsunda delil vardır" demiştir. Fukahanın çoğu bu görüştedir.
4. Hadisin devamındaki "Zira denizin altında ateş, ateşin altında da deniz vardır" cümlesi bilimsel bir hakikati ihtiva ediyor. "Kaynatılmış denize yemin olsun ki,(8) ve "denizler kaynatıldığı zaman"(9) âyetleri buna işaret etmektedir.
Rivâyet edildiğine göre Hz. Ali, Yahudilerden bir adama: "Cehennem nerededir?" diye sormuş, Yahudi adam: "denizdedir." diye cevap vermiştir. Hz. Ali ona: "senin doğru konuştuğunu düşünüyorum." demiş ve "kaynatılmış denize yemin olsun ki" âyeti ile "denizler kaynatıldığı zaman" âyetini tilavet etmiştir(10) ve "denizler kaynatıldığı zaman, ateşe döner" demiştir.(11)
Tantavî de "denizler kaynatıldığı zaman" âyetini, denizlerin tutuşturulup ateş haline geldiği zaman şeklinde yorumlamıştır.(12) Ayrıca, ateşin tutuşturulmasıyla denizde suyun çekileceği de söylenmiştir.(13)
Görüldüğü gibi Hz. Ali de kaynatılmış denizin ateşe dönüşeceğini söylemiştir. Hz. Ali'nin bu yorumu çağımızdaki bilimsel verilerle uyumluluk göstermektedir. Çünkü su; iki hidrojen ve bir oksijenden (H2O) oluşmaktadır. Hidrojen yakıcı, oksijen de yanıcı özellik taşımaktadır. Oksijen buharlaştığında veya çekildiğinde geriye ateş olan hidrojen kalır.
Hadis inkârcıları yüzeysel konuşacaklarına ilah haline getirmiş oldukları akıl ve bilime gerçekten önem vermiş olsalardı eleştiri yerine bilimsel araştırmalar yaparlardı. Aslında hadis inkarcılarının ne kadar akla ve bilime göre hareket ettikleri belli olmaktadır! Davaları kuru bir iddiadan öteye gitmemektedir.
Deniz yolculuğu konusunda yukarıya da yansıttığımız fakihlerin görüşüne Arapça olarak yer vermek istiyoruz.
( إلا حاج أو معتمر أو غاز في سبيل الله ) : فيه رد على من قال : إن البحر عذر لترك الحج ، والصواب ما قاله الفقيه أبو الليث السمرقندي من أنه إذا كان الغالب السلامة ففرض عليه ، يعني وإلا فهو مخير كذا في المرقاة وقال الخطابي : في هذا دليل على أن من لم يجد طريقا إلى الحج غير البحر ، فإن عليه أن يركبه. وقال غير واحد من الفقهاء : إن عليه ركوب البحر في الحج إذا لم يكن له طريق غير . وقال الشافعي : لا يبين لي أن ذلك يلزمه ، وقد ضعفوا إسناد هذا الحديث انتهى )فإن تحت البحر . . . إلخ ) : قيل : هو على ظاهره فإن الله على كل شيء قدير. وقال الخطابي : تأويله تفخيم أمر البحر وتهويل شأنه ، وذلك أن الآفة تسرع إلى راكبه ولا يؤمن الهلاك عليه في كل وقت ، كما لا يؤمن الهلاك في ملابسة النار ومداخلتها والدنو منها انتهى . قال المنذريفي هذا الحديث اضطراب روي عن بشير هكذا ، وروي عنه أنه بلغه عن عبد الله بن عمرو ، وروي عنه عن رجل عن عبد الله بن عمرو ، وقيل غير ذلك.وقال أبو داود : رواته مجهولون ، وذكره البخاري في تاريخه ، وذكر له هذا الحديث وذكر اضطرابه ، وقال : لميصح حديثه وقال الخطابي : وقد ضعفوا إسناد هذا الحديث (14)
Dipnotlar
1-Ebû Davûd, Cihad, IX, 2489.
2- Nursi, Bediüzzaman Said, Muhakemat, s.12
3-Zehebî, et-Tefsîr ve'l-Müfessirûn, II, 272.
4-Bakara, 2/164.
5-İbrahim, 14/32.
6-İsra, 17/66.
7-Sahih-i Müslim, Hadis No: 3535.
8-Tûr, 52/6.
9-Tekvîr, 81/6.
10-Kurtûbi, a.g.e., XVII, 61.
11-Mâverdî, a.g.e.,VI, 213.
12-Tantavî, Cevherî, el- Cevâhir fî Tefsîri'l-Kur'âni'l-Kerîm, Dâru'l-İhyai't-Turasi'l-Arabî, Beyrut, 1991, XXV, 81.
13-Tabâtabâî, a.g.e.,, IXX, 7.
14-es-Sıddıkî,Muhammed Eşref b. Emîr b. Ali Haydar Avnu'l-Ma'bûd Şerhu Sünen-i Ebu Davût, Dâru'l-Kutûbu'l-İlmî, Beyrut, 1415 h., VII, 120.
Bu yazıya yorum yazın
Bu yazıya gelen yorumlar.
DİĞER YAZILAR
Herhangi birinize ölüm gelip de: Rabbim! Beni yakın bir süreye kadar geciktirsen de sadaka verip iyilerden olsam! demesinden önce, size verdiğimiz rızıktan harcayın
Münafikün, 10
GÜNÜN HADİSİ
"Kelimetan hafifetan alellisan. Sakiyleten filmizan. Habiybetan ilerrahman: Subhanellahi ve bi hamdihi, subhanellahi'l-azim."
"İki kelime vardır ki, dile hafif, mizanda ağırdırlar: Sübhanellahi ve bi hamdihi, sübhanellahi'l-azim." (Buhari, Deavat: 11/175)
SON YORUMLAR
- Bütün beytlerin tercümesini gönderebilir misiniz? sitede sadece son birkaç...
- Fıtrat, namaz, tevafuk, sırlar ve tüm bunların sahibi zişanı İlahi kusur...
- Selamünaleyküm İnternette mütalaalı risale i nur dersleri diye arama yapt...
- bu kıymetli yazıdan dolayı ahmed izz kardeşimize teşekkür ederiz çok mani...
- selamün aleyküm Ahmed kardeşimizi tebrik ediyor ve bu faideli tercümelerin...
- Yanında okuyan diğer öğrencileri; Molla Muhammed Kasori Molla Muhammed Era...
- Benim merhum babam Molla İbrahim Azizi de onun yanında icazeti tamamlamıştı...
- Teşekkürler. Sanırım Envar neşriyat idi.Tam hatırlayamıyorum.....
- Çok güzel bir çalışma Rabbım ilminizi arttırsın bu çalışmalarınızı...
- Merhaba, Ben Foliant yayınlarından uğur. Sizinle iletişim kurmak istiyoruz ...
TARİHTE BU HAFTA
*Kanije müdafaası(18 Kasım 1601) *Hz.Fatıma'nın(r.anha) Vefatı(22 Kasım 632) *İstanbul'un Müttefikler Tarafından İşgali(23 Kasım 1918) *Alparslan'ın Şehadeti(24 Kasım 1072) *Öğretmenler Günü(24 Kasım)
ANKET
Sitemizle nasıl tanıştınız?
Yükleniyor...