MUHAKEMAT NOTLARI-8
Ders: Muhakemat-8.Ders, (1.Makale, 3. Mukaddime) İzah: Prof. Dr. Ahmet Akgündüz *“İsrailiyatın bir taifesi ve hikmet-i Yunaniyenin bir kısmı, daire-i İslâmiyet'e duhûl etmeleriyle, din süsüyle görünerek, efkârı ihtilâle verdiler.(Muhakemat, s.18)
Ders: Muhakemat-8.Ders, (1.Makale, 3. Mukaddime)
İzah: Prof. Dr. Ahmet Akgündüz
*"İsrailiyatın bir taifesi ve hikmet-i Yunaniyenin bir kısmı, daire-i İslâmiyet'e duhûl etmeleriyle, din süsüyle görünerek, efkârı ihtilâle verdiler.(Muhakemat, s.18)
Not: İslâm'a, özellikle Kur'an'ın tefsirine girmiş olan Yahudi, Hıristiyan ve diğer dinlere ait kültür kalıntılarıyla, dinin gerek lehine gerek aleyhine uydurulup Hz. Peygambere ve O'nun çağdaşları olan sahabeler ve sonraki nesillere izafe edilen her türlü haber, "İsrailiyyat" kavramı içine girer. (Dr. Abdullah Aydemir, Tefsirde İsrailiyyat, Ankara 1979, s. 6, 7). Diğer dinlere nispetle, Yahudilikten gelen haberler ve Müslümanların onlarla teması daha fazla olduğundan, bu kelimenin tağlib tarikiyle tahsisi uygun düşmüştür.(Prof. Dr. İsmail Cerrahoğlu, Tefsir Tarihi, Cilt.1, s. 120, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara, 1988)
Not:2: Prof. Dr. Şadi Eren bey diyor ki; "Bediüzzaman, Muhakemat, Üçüncü Mukaddime'de İsrailiyat ve Yunan Felsefesini beraberce değerlendirir. Çünkü dinin meselelerinin hem nakle hem de akla bakan kısımları vardır. Bunlardan İsrailiyat nakli konularda, Yunan Felsefesi ise akli konularda İslam kültürünü etkilemiştir. Ama bunlar gerçekte İslam'ın malı değillerdir.
Bediüzzaman "İsrailiyatın bir taifesi ve hikmet-i Yunaniyenin bir kısmı" demek suretiyle, hem İsrailiyatın hem de Yunan felsefesinin bir kısmının İslam'a ters düşmediğine dikkat çeker."(Prof. Dr. Şadi Eren, Muhakemat Notları, s. 63, İzmir, 2014)
Not: 3: İsrâiliyyatı İslâm'a uygunluğuna göre üç kısımda mütalaa etmek mümkündür:
1- Sıhhati bilinip Kur'an'a uygun olanlardır. Bunlar kabul edilir.
2- Yalan olduğu bilinip Kur'an'a ters düşenler; bunlar asla kabul edilmez, rivayeti caiz değildir.
3- Sıhhatini tam olarak bilmediklerimiz. Bunlar ne kabul edilir ve ne de reddedilir (Prof. Dr. İsmail Cerrahoğlu, Tefsir Tarihi, Cilt.1, s. 126, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara, 1988)
*'Hikmet-i Yunaniye' denilen Yunan felsefesi özellikle Abbasiler devrinde Yunan filozoflarının eserlerinin Arapçaya tercümeleri ile kendisini göstermeye başlamış. Biliyorsunuz, Abbasiler döneminde İhvan-ı Safâ diye bir grup kurulmuş. Elli risaleleri var onların..(Resâilu İhvâni's Safâ' denilen 52 tane risale. Salih Okur)
Bir de Dar-ul Hikme kurulmuş. Yani Felsefe evi. Ve orada genelde Yahudi ve Hıristiyan bilginlere, Süryanice ve Yunanca bildiklerinden eski Yunan felsefesinin eserlerini Arapçaya tercüme ettirmişler. Bu da çok önemli..İlk defa Aristo mantığı da orada tercüme ediliyor. Ve üzülerek ifade edelim, İslam hikmetine yani İslam felsefesine de doğrudan etkili olmuş.
Not: Akgündüz hoca Fatimiler devrinde Mısırda kurulan Dar-ul Hikme ile Abbasiler devrinde Bağdat'ta kurulan Beytül hikme'yi karıştırmış. Bu vesileyle Mahmud Kaya hocanın şu izahını nakledelim; "Dârülhikme, bazı fasılalarla 167 yıl hizmet verdiği halde mezhep taassubunu aşamadığı için Bağdat'taki Beytülhikme kadar verimli olamamıştır. Beytülhikme'de sınırsız bir düşünce ve inanç hürriyeti mevcuttu; burada tercüme yapan ve ilmî araştırmada bulunanlar arasında Müslümanlarla birlikte Hıristiyan, Yahudi, Brahman, Sâbiî ve Mecûsîler de bulunuyor, devlet bunlara maddî ve mânevî her türlü imkânı sağlıyordu. Hâlbuki Dârülhikme'de İsmâiliğin dışında hiçbir din ve mezhebe yer yoktu. Gerçi Hâkim-Biemrillâh 1009 yılında siyasî sebeplerle Ehl-i Sünnet'ten bazı âlimlerin burada ders vermelerini istemiş ve üç yıl süreyle Dârülhikme'de Mâlikî fıkhı da okutulmuştu. Fakat bazı gelişmelerden kuşkulanan Hâkim-Biemrillâh ulemâ ile birlikte Sünnî halktan birçoğunu öldürtmüş ve bu olaydan sonra İsmâilîler'den başkasının buraya girmesi yasaklanmıştı. Bu sebeplerle Dârülhikme'nin İslâm ilim ve kültürüne istenilen ölçüde katkıda bulunduğunu söylemek güçtür." (bkz. Diyanet İslam Ansiklopedisi, Cilt, 8, s.538)
*Üstad, İsrailiyatın İslami eserlere girmesini şöyle izah ediyor; "O necib kavm-i Arab(çok kıymetli olan Arap milleti) zaman-ı cahiliyette bir ümmet-i ümmiye idi.(Cahiliyye döneminde ümmi bir millet idi, okuma yazma bilmezlerdi) Vaktaki içlerinden hak tecelli edip(Rasulullah çıkıp) hissiyatları uyandı da(duygularına ait kabiliyetleri uyandı) meydanda yol açan din-i mübini gördüklerinden(her şeyi açıklayan İslamiyet'i gördüklerinden) umum rağabat ve meyilleri(bütün arzuları) yalnız dinin marifetine inhisar eylediler.(dini öğrenmek için bütün arzularını odakladılar)
Fakat kâinata olan nazarları(bakışları) teşrihat-ı hikemiye nazarıyla değil(yani müsbet ilimlerin ve felsefenin yaptığı gibi meseleleri teker teker açıklaması tarzıyla değil, yani derinlemesine değil) belki istitraden(ikinci derecede, yani dipnot tarzında) yalnız istidlal için idi(yani dinlerindeki bir hakikatı isbat etmek içindi)
Onların o hassas zevk-i tabiîlerine ilham eden(yani onların tabii olan hassas zevklerine ilham veren) yalnız onların fıtratlarına münasib olan(yaratılışlarına uygun olan) geniş ve ulvî muhitleri ve safi ve müstaid olan fıtrat-ı asliyeleri(yaratılıştaki asli halleri) talim ve terbiye eden yalnız Kur'an idi..
Bundan sonra kavm-i Arab sair akvamı bel'ettiği gibi,(diğer milletleri yuttuğu gibi, öyle değil mi, hepsini içine aldı) milel-i sairenin malûmatları dahi( o milletlerin bilgileri dahi) müslüman olmaya başladığından(mesela Abdullah bin Selam gibi veya Vehb Bin Münebbih gibi bir Yahudi allamesi Müslüman olunca onun bilgileri dahi Müslüman olamaya başladı) muharrefe olan İsrailiyat ise(aslında tahrif edilmiş olan İsrailiyat ise) Vehb, Kâ'b gibi ulema-i ehl-i kitabın İslâmiyetlerinin cihetiyle(Müslüman olmaları yönüyle) Arabların hazain-i hayalâtına(hayal hazinelerine) bir mecra ve menfez bularak(bir delik ve kapı bulup) o efkâr-ı safiyeye karıştılar(o Arapların doğrudan Kur'andan aldıkları saf fikirlerine karıştılar) Hem sonra da ihtiram dahi gördüler. Zira ulema-i ehl-i kitabdan İslâmiyet'e gelenler, İslâmiyet şerefiyle gayet celalet ve tekemmül ettiklerinden(şeref kazanıp yüceldiklerinden, kemâle erdiklerinden) malûmat-ı müzahrefe-i sâbıkaları (geçmişteki dışı süs, içi pis bilgileri) makbule ve müselleme gibi oldular, reddedilmedi. (Makbule ve müselleme mantıkta bir tabir. Bir kısım öyle kaideler var ki, kimse izah ve ispatına bile gerek görmüyor. Çünkü söyleyen kimseler çok yüksek bir makamda. Mesela göz hususunda dünya çapındaki bir mütehassısın bir sözü nakledildiğinde; "o öyle söylemiş ama sen bu hükmü laboratuarda inceledin mi? diye sorulmaz.)
Çünkü İslâmiyet'in usûlüne müsadim(ters) olmadığından, hikâyat(hikâyeler) gibi rivayet olunur iken, ehemmiyetsizliği için tenkidsiz dinlenirler idi. Fakat hayfâ!(yazıklar ola) Sonra hak olarak kabul edildiler, çok şübeh(şüphe) ve şükûkata(şeklere, tereddütlere) sebebiyet verdiler."
Not: Bu konuda merhum İbn-i Haldun'un Mukaddimesinde izahları da paraleldir. Diyor ki; "Araplar ehl-i kitap ve ilim olmadıklarından, bedevi bir milletti. Kâinatın hilkatine, hilkatın ibtidasına(yaratılışın başlangıcına) esrar-ı vücuda(varlığın sırlarına) dair insan nefsinin meraklı olduğu şeyleri öğrenmek istedikleri zaman, bunları kendilerinden önce kitap sahibi olanlara sorarlardı. Onlar da Yahudi ve Hıristiyanlardı. Böylece Kâ'bul Ahbar, Vehb bin Münebbih, Abdullah bin Selam ve emsalinin nakilleriyle tefsirler doldu. Onların yüksek mevkii olduğundan kabul olundu. Bunlar ahkâma dair olmadıklarından bu hususta göz yumdular, "hikâye değil mi, ne olacak?" dediler. Fakat ilimde rusûh sahibi olanlar işin doğrusunu aradılar, sıhhatine delil olmayanları tezyif ettiler..(İbn-i Haldun Mukaddime, s. 439, Beyrut baskısı, tarihsiz)
*"Hem de vaktaki şu İsrailiyat, Kitab ve Sünnet'in bazı îmaatlarına merci ve bazı mefahimlerine bir münasebetle me'haz olabilirler idi. Fakat âyât ve hadîsin manaları değil.(Muhakemat, s.19) Kur'an ve hadiste sarih manalar var, bunlarda kimsenin şüphesi yok. Ama imalı manaları da var. Mesela;
ق وَالْقُرْآنِ الْمَجِيدِ
"Kaf ve Kur'an-ı Mecîd hakkı için"(Kaf: 50/1) Acaba buradaki Kaf'ın manası ne? Adamlar tutmuşlar Kaf dağıyla alakalı eski İsrailiyattaki bütün malumatları nakletmişler.
Not: Merhum Abdullah Aydemir diyor ki; "Sûrenin başında bulunan bu (ق) harfi ile ilgili pek çok manâlar ortaya atılmıştır Bunlardan biri de bunun "Kaf" dağı olduğu ifâde etmektedir. Umumiyetle masallara konu olan bu muhayyel "Kaf" dağının yeryüzünde vücudu yoktur. Rivayete bakılacak olursa Kaf, yerküreyi kuşatmış olan yeşil zebercedden bir dağdır ve semânın etrafı onun üzerindedir; kökleri, dünyanın üzerinde durduğu "kaya" ya ulaşır ve zelzelelerin kaynağı bu dağdır.
Bu tür rivayetler, Ehl-i Kitap'tan her duyduğunu nakle özenen, söylenenleri akıl, mantık ve İslâm'ın esasların ışığında tahlile tabî tutmayan kimselerin naklettikleri hurafe ve isrâîliyyattandır."(Dr. Abdullah Aydemir, Tefsirde İsrailiyyat, Ankara 1979, s. 312)
Yani o İsrailiyat bilgilerinden usule ters olmayanları bazı ayetlerinin imalarının anlaşılmasında bir karine olabilir, uygun gelen bir misal(masadak) sayılabilirdi. Ama Kur'an ve hadisin manası kesinlikle budur denilemezdi. Zamanla maalesef kaynak gibi sızdılar.
Not. Allame, merhum Ebul Kelam Azad, Fatiha Tefsirinin mukaddimesinde bu konuda diyor ki; "Hemen hemen başlangıçtan itibaren, yeni İslam'a girenlerin bilgilerinden aktarılan hikâyeler ve menkıbeler muntazaman Müslüman çevrelerde gündeme geldi. Onlardan büyük bir kısmı Yahudi kaynaklıydı ve Müslüman zihnine kuvvetli bir etkide bulundular. İlk müfessirler onları kullanmaktan kaçındılar. Fakat onlardan sonra yazılan Kur'an tefsirlerinde menkıbeler etkilerini kabul ettirmede başarılı oldular." (Ebul Kelam Azad, Fatiha Tefsiri, tercüme; Orhan Bekim, Bir Yayıncılık, İst. 1984)
*"Hâlbuki Kur'anı tefsir edecek, yine Kur'an ve hadîs-i sahihtir. Yoksa ahkâmı mensuh olduğu gibi, kısası dahi muharrefe olan İncil ve Tevrat değildir. (Muhakemat, s; 19) Bu iki kitabın hükümleri İslam şeriatı ile nesh olduğu gibi kıssaları dahi tahrif edilmiş olduğundan Kur'an'ı tefsir ederken onlara müracaat edilmemelidir.
Not: Konunun bir nevi özeti sayılabilecek şu ifadelerle meseleyi bitirelim; "Kur'ân'ın yaratılış, peygamberler ve geçmiş milletlerle ilgili mücmel hususlarını tefsir etmek için bir gayret başladı. Kur'ân'ın kısaca -belki bir âyet veya bir cümle ve hatta îmaen- temas ettiği hususlar, Tevrat ve İncil'de bulunan veya bunlara inanan çevrelerde şifahî olarak yaşayan mufassal bilgiler ve hurafelerle aydınlatılmaya çalışıldı.
Bu arada, kassasların (cami ve benzeri yerlerde halka hikâye anlatan kişiler) oynadığı rol de küçümsenemez. Kur'ân müfessiri olarak ortaya çıkan bu kişiler -nereden olursa, olsun- buldukları malûmata hayalhanelerinden çok şeyler ilâve ettiler. Kur'ân'ın beyânları ve hadîslerle yetinmediler. Küçük çapta da olsa sahabe asrında îsrâîliyyat muhtelif yollarla İslâmî çevrelere girdi. Bu rivayetler tabi'îler devrinde daha da arttı. Tebe'u't-tabi'în zamanında en geniş hudutlarına ulaştı.
Kur'ân'ın mücmellerini, kısa ve kapalı yerlerini vuzuha kavuşturmak için daha evvel başlayan hırslı gayret hareketlendi ve Ehl-i Kitâb'dan geniş çapta nakiller yapıldı. Halkın İsrâîlî kıssalara tepki göstermemesi, her söylenenin doğru farz edilmesi ve hatta teşvik görmesi bu işi kamçıladı.
Tedvin devrine kadar senedli bir tarzda rivayet edilen bu haberler kolayca kitaplara aktarıldı; senedlerin Ebû Hüreyre, İbn-i Abbas, Abdullah İbn Amr, Abdullah İbn Selâm v.s. gibi mümtaz ve islâmî muhitlerde büyük hürmete mazhar olan şahıslara müntehi olması, kabulün en büyük şartı telâkki edildi. Bu isimlerin de istismar edilebileceği hususu çoklarınca hesaba katılmadı.
Taberi'den itibaren yetişen bazı müfessirler, kendilerinden önce tedvin edilmiş eserlerde ne buldularsa aynen benimsediler. Bir kaç isim istisna edilirse müfessirler, israîliyyattan olan merviyyatın kaynağını araştırmadılar. İslâm'a uygun olup-olmaması üzerinde durmadılar. İslâm'a yüzde yüz zıt olanlar bile bazı tefsirlerde yer aldı. Asırlar boyunca İslâm âleminde yetişen birçok din bilgini, (vaiz, hatîb müderris, mürşid v.s.) veya kendilerini irşada memur görenlerin büyük bir ekseriyeti tefsirlerde buldukları İsrâîliyyatı cemaat ve talebelerine, meclislerinin müdavimlerine gözyaşları içinde ve büyük bir aşkla anlattılar. Dinleyiciler bunlarla coşturuldu, ağlatıldı.
Efsanevî şeyler dinlemeye alıştırılan cemaatler ciddî şeyleri dinlemez oldular. Bu hal bir ölçüde mü'minleri ciddî şeylerden ve sahîh senedlerle bize ulaşan Hz. Peygamberin hadîslerinden alıkoydu. Dînin ikinci kaynağı durumunda olan Sünnet bazı kimseler yanında âdeta metruk hâle geldi. Kur'ân'dan alınması gereken ibret dersleri bir kenara itildi. Bunlar düşünülmez oldu. Böylece bazı hakikatler efsane ve isrâîliyyat içinde boğuldu.(Dr. Abdullah Aydemir, Tefsirde İsrailiyyat, Ankara 1979, Önsöz'den..)
)
Bu yazıya yorum yazın
Bu yazıya gelen yorumlar.
erkan, 2020-01-20 11:09:17
video dersini yazıya aktardığınız için teşekkür ederiz Allah razı olsun.ilerde kitap olarakta yayınlanır tanıtılırsa seviniriz
Bu yoruma katılıyor musunuz ?
DİĞER YAZILAR
MUHAKEMAT NOTLARI-26
Ders: Muhakemat, Birinci Makale, Üçüncü Mesele İzah: Prof. Dr. Ahmet Akgündüz *Üçüncü
MUHAKEMAT NOTLARI-25
Ders: Muhakemat, Birinci Makale, İkinci Mesele(devam) İzah: Prof. Dr. Ahmed Akgündüz *“Rah
MUHAKEMAT NOTLARI-24
Ders: Muhakemat, Birinci Makale, 2. Mesele İzah: Prof. Dr. Ahmed Akgündüz *Bu ikinci mesele, bi
MUHAKEMAT NOTLARI-23
Ders: Muhakemat, Birinci Makale, Birinci Mesele İzah: Prof. Dr. Ahmed Akgündüz *Bu meselenin me
MUHAKEMAT NOTLARI-22
Ders: Birinci Makale, 12. Mukaddime(devam) İzah: Prof. Dr. Ahmet Akgündüz İzah edilen kısım:
MUHAKEMAT NOTLARI-21
Ders: Birinci Makale, 12. Mukaddime(devam) İzah: Prof. Dr. Ahmet Akgündüz *“Fahr olmasın; za
MUHAKEMAT NOTLARI-20
Ders: Muhakemat, 20. Ders (1. Makale, 12. Mukaddime) İzah: Prof. Dr. Ahmet Akgündüz *“Lübb
MUHAKEMAT NOTLARI-19
Ders: Muhakemat, 19. Ders (1. Makale, 11. Mukaddime) İzah: Prof. Dr. Ahmet Akgündüz *“ Kelâ
MUHAKEMAT NOTLARI-18
Bir kelâmda, her fehme gelen şeylerde mütekellim muaheze olunmaz.” (Muhakemat, s. 44 ) Bir kela
MUHAKEMAT NOTLARI-17
Ders: Muhakemat (17. Ders), Birinci Makale, 9. Mukaddeme ’den devam İzah: Prof. Dr. Ahmet Akgün
MUHAKEMAT NOTLARI-16
Ders: Muhakemat, 1. Makale, 9. Mukaddime İzah: Prof. Dr. Ahmet Akgündüz *Bana göre bu 9. Muka
- MUHAKEMAT NOTLARI-15
- MUHAKEMAT NOTLARI-14
- MUHAKEMAT NOTLARI-13
- MUHAKEMAT NOTLARI-12
- MUHAKEMAT NOTLARI-11
- MUHAKEMAT NOTLARI-10
- MUHAKEMAT NOTLARI-9
- MUHAKEMAT NOTLARI-8
- MUHAKEMAT NOTLARI-7
- MUHAKEMAT NOTLARI-6
- MUHAKEMAT NOTLARI-5
- MUHAKEMAT NOTLARI-4
- MUHAKEMAT NOTLARI-3
- MUHAKEMAT NOTLARI-2
- MUHAKEMAT NOTLARI-1
Sizi topraktan yarattık; oraya döndüreceğiz ve oradan tekrar sizi çıkaracağız.
Tâ Hâ, 55
GÜNÜN HADİSİ
SABAH İLE YATSI NAMAZLARINI CEMÂATLE KILMANIN FAZÎLETİNE DÂİR EBÛ HÜREYRE HADÎSİ
Münâfıklara sabah ile yatsı (cemâat) namazlarından daha ağır hiç bir namaz yoktur. (Halbuki) bu iki namaz(ın cemâatin)de olan (ecir ve fazîlet)i bilseler emekliye, emekliye (sürtüne, sürtüne) de olsa onlara gel(ip hâzır ol)urlardı. (Ebû Hüreyre)
SON YORUMLAR
- Bütün beytlerin tercümesini gönderebilir misiniz? sitede sadece son birkaç...
- Fıtrat, namaz, tevafuk, sırlar ve tüm bunların sahibi zişanı İlahi kusur...
- Selamünaleyküm İnternette mütalaalı risale i nur dersleri diye arama yapt...
- bu kıymetli yazıdan dolayı ahmed izz kardeşimize teşekkür ederiz çok mani...
- selamün aleyküm Ahmed kardeşimizi tebrik ediyor ve bu faideli tercümelerin...
- Yanında okuyan diğer öğrencileri; Molla Muhammed Kasori Molla Muhammed Era...
- Benim merhum babam Molla İbrahim Azizi de onun yanında icazeti tamamlamıştı...
- Teşekkürler. Sanırım Envar neşriyat idi.Tam hatırlayamıyorum.....
- Çok güzel bir çalışma Rabbım ilminizi arttırsın bu çalışmalarınızı...
- Merhaba, Ben Foliant yayınlarından uğur. Sizinle iletişim kurmak istiyoruz ...
TARİHTE BU HAFTA
*Kanije müdafaası(18 Kasım 1601) *Hz.Fatıma'nın(r.anha) Vefatı(22 Kasım 632) *İstanbul'un Müttefikler Tarafından İşgali(23 Kasım 1918) *Alparslan'ın Şehadeti(24 Kasım 1072) *Öğretmenler Günü(24 Kasım)
ANKET
Sitemizle nasıl tanıştınız?
Yükleniyor...