NÜKTELER-13

TABİAT Tekvinî şeriat Kanun iş göremez. Mutlaka her kanunu tatbik eden bir hâkim olacaktır. Kanun kendiliğinden bir iş görebilseydi, mahkemelerde hâkime lüzum kalmazdı. Tabiat kanunları, Cenâb-ı Hakk’ın kâinatın sevk ve idaresinde hükümferma olan bir nevi şeriatıdır ki, buna tekvinî şeriat denir. Kur’an esaslarının Şârii olan Allah (C.C.)


Mehmed Kırkıncı

.

2020-02-02 10:21:56

TABİAT

Tekvinî şeriat

Kanun iş göremez. Mutlaka her kanunu tatbik eden bir hâkim olacaktır. Kanun kendiliğinden bir iş görebilseydi, mahkemelerde hâkime lüzum kalmazdı.
Tabiat kanunları, Cenâb-ı Hakk'ın kâinatın sevk ve idaresinde hükümferma olan bir nevi şeriatıdır ki, buna tekvinî şeriat denir. Kur'an esaslarının Şârii olan Allah (C.C.) bu kanunların da Şârîidir. Ağacın ve meyvenin ayrı zatların hâkimiyetine havalesi mümkün olmadığı gibi, insanla kâinatın hareketlerini de ayrı zatların tanzim etmesi imkân haricidir. Evet, Kur'an kâinat ağacının meyvesi olan insanın hareketlerini; tekvinî şeriat ise, kâinat ağacının hareketlerini tanzim etmektedir.

Tabiat hakkında

Yıldızlardan zerrelere ve insanlardan nebatata kadar her şeyi tabiatın yaptığı iddia edildiği takdirde, şöyle bir muhal ortaya çıkar. Tabiat bu saydığımız şeylerin tamamına denildiğine göre, bunları tabiatın yaptığının iddia edilmesi, tabiatın kendi kendisini yaptığı mânasına gelir. Bunun muhaliyeti zâhirdir.

Diğer taraftan, her eserin mutlaka bir ustası olduğu ve maddî olan eserlerin de bir usta tarafından muhtelif hammaddelerden yapıldığı malûmdur. Buna göre, insan bedeninin hammaddeleri olan unsurlar, umum kâinattan süzülmüş olduğu cihetle insan bedeni, bu unsurların tamamını ifade eden tabiattan yapılmaktadır.

Tabiat hammadde kaynağı, insan ise eser olduğuna göre, elbetteki bu eserin sânii, Sultan-ı Kâinat olan Zat-ı Zülcelâl olacaktır.

TAASSUP

Taassub ve salâbet

Taassupla salâbeti iltibas etmemek lâzımdır. Taassup, batıl ve yalancı bir dâvada cahilâne ve hiç muhakeme yürütmeden ısrar etmek ve inad göstermek demektir. Hak olan bir şeye, hak olduğuna tam kanaat getirdikten sonra bütün varlığıyla bağlanmaya ise salabet denir. Yani yalancı memede ısrar etmek taassup, gerçek memeden ayrılmamak ise salâbettir.

Hıristiyanlıkta veya öküze tapmakta inad göstermek taassuptur. Fıtrat dini olan İslâm'a sımsıkı sarılmak ise salâbettir, (hâşâ) taassup değildir.

TEBLİĞ-İRŞAD

Kavga ile mi?

İmanı zayıf olan bir kimseyle kavga etmek, onun imanını elbette ki kuvvetlendirmez.
O adamın inanmayan veya imanda zafiyeti olan tarafı onun eli, yüzü veya ayağı değildir ki, onlara hücum etmekle dava halledilmiş olsun. Mes'ele akıl ve kalp mes'elesi olduğuna göre, kalbi ve vicdanı nazara alıp, akla hitap etmek iktiza eder.

Temelden hareketle

Temeli sağlam, fakat duvarları çatlamış bir binanın üzerine yeni katlar inşa edilmez. En sağlam yol, temele kadar olan kısmı bir tarafa bırakarak, o temeller üzerine yeniden bir bina kurmak olacaktır.
İşte asrın müceddidi, tarikat berzahına bu sebeple uğramamış ve İslâmiyet'in temeli olan âyet, hadîs, icma-ı ümmet ve kıyas-ı fukaha üzerine yepyeni bir hizmet metodu inşa etmiştir. Bedenin ruha göre adım atması gibi, insanın da hareketlerini iman kuvveti nisbetinde İslâm'a uydurduğu hakikatını esas alarak, bu asırdaki İslâm'dan uzaklaşmanın, iman zaafiyetinden ileri geldiği teşhisini koyup, bütün kuvvetiyle bu dâvaya teveccüh etmiş ve bereketli ömrünü bu sahada feda etmiştir.

Zahmetin neticeleri

Kuvvet, zahmetten doğmaktadır. Bir kimse ilim uğrunda gece gündüz çektiği zahmetlerin neticesinde âlim olduğu gibi, bir ticaret erbabı da o sahada çektiği zahmet ve meşakkatin sonunda, servete kavuşmuştur.
Bugünkü içtimaî hayat, imanlı gençliği ziyadesiyle ezmekte ve onlara mânen çok ve çeşitli ızdıraplar vermektedir.
Hazret-i İbrahim (A.S.)'ın ateşe atıldığı halde yanmaması gibi, bugünün imanlı gençliği de bu içtimaî ateş içinde yanmayıp, bilâkis mücâhede ile kuvvet kazanacak ve rakibi olan dinsizlik kuvvetini inşaallah zîr ü zeber edecektir.

TEFEKKÜR

Kâinat Sarayı ve İnsan

Topkapı Sarayı'nı her gün binlerce insan ziyaret etmektedir. Bir tek gün olsun, bu sarayın kapısından içeriye bir devenin girdiği ve boynunu uzata­rak antika eserleri temaşa ettiği görülmemiştir. Zira deve, antika eserlerden anlamaz. Onun anlayacağı şey, Topkapı Sarayı'nın bahçesinde otlamaktır.

Topkapı Sarayı kâinata misaldir. Bu kâinatın develer için yaratılmadı­ğı ve semavât ve arzdaki san'at mu'cizelerinin onların temaşasına takdim edilmediği bedihîdir. Bu saray, insanlar için yapıldığına göre, hakikî insan; bu sarayı temâşa ve tefekkür edebilen, yaptığı temâşa ve tefekkürden te­feyyüz edebilen ve bu tefeyyüzle kemâlatın şahikalarına yükselebilen in­sandır. Yoksa sadece dünyevî maişeti ve zevkleri peşinde koşan insanın, bu kâinat sarayının bahçesinde otlayan develerden pek farkı olmaz.

TEVAZU

Tevazu

Güneş toprağa, toprak da havaya tenezzül etmeseydi bizler dünyaya gelemezdik.
Aynen bunun gibi, hayırlı neticelerin elde edilmesi için de insanların tevazu ile elele vermeleri ve birbirilerine yardımcı olmaları lâzım gelir.

Kalp katılığı

Bir kaya, sertliğini muhafaza ettikçe çiçeklere ve çimenlere menşe olamaz. Sadece bir kaya olarak kalır. Ne zaman güneş, yağmur ve rüzgâr gibi vesilelerle parçalanır ve erirse, kayalığını terkedip toprak haline gelirse, o zaman, onda renk renk çiçekler, sünbüller, lâleler, ayrı ayrı tad, koku ve renkte hadsiz meyveler yetişir.
İnsan da, kalbinin katılığını ubudiyet, marifet ve muhabbetle eritmezse, onda tevazu, mahviyet, fedakârlık, fazilet, ihsan, sehavet, müsamaha, hamiyet gibi ulvî seciyeler büyüyüp gelişemez. Eğer insan, gurur ve enaniyetini eritse, toprak gibi mütevazı olsa, o zaman kalb ve ruhunda binlerce kemalât çiçekleri açar. 

TEVBE

Lûtfun böylesi

Bir padişah, iltifat-ı şahanesiyle ahalisine müjde verse ki; Ne kadar suçlu olursa olsun, her kim suçundan veya cinayetinden pişmanlık duyup, benden özür dilerse onun suçunu affedeceğim.

Böyle bir lûtuftan istifade etmeyenlerin ne derece büyük bir hasarete düşecekleri malûmdur.
İşte, Rahîm-i Zülcemâl olan Cenâb-ı Hakk'ın mukteza-i mağfireti olan tevbeye tevessül etmeyen kimselerin hasaretini bu misâle kıyas edebilirsiniz.

TEVEKKÜL

Sebeplere teşebbüs ve tevekkül

Gemimizi mükemmel olarak yaptıktan sonra okyanusu aşarak sahile vardığımız takdirde bunu Allah'ın (C.C.) bir lûtfu bilecek ve O'na hamd ve şükredeceğiz. Zira, o dağ gibi dalgalara ve muhtemel fırtınalara geminin mükemmeliyeti, kaptanın ustalığı karşı koyamaz.
Gemimizi mükemmel yapmak, sebeplere teşebbüse misâldir. Bu teşebbüsü yaptıktan sonra sahile selâmetle çıkmaktan ibaret olan neticeyi, sırf gemiye bağlamayarak, Allah'ın (C.C.) lûtfundan beklemek de tevekkülün ta kendisidir.

TEVHİD Saat kimin ise Bir zatın bir saate sahip olması halinde, artık ona bu saatin camı da senin mi? Akrebi de senin mi? Şu veya bu çarkı da senin mi? gibi sorular sorulmaz. Saat kimin ise saatin cam, akrep, yelkovan gibi levazımatı da onundur. İşte, bu kâinat da misâldeki saat gibidir: Kâinat kimin ise, güneş sistemi de O'nun, galaksiler de O'nundur.

Bir âdi resim dahi...

Bir kâğıt üzerindeki alelâde bir gül resminin dahi mutlaka bir ressamı olacağını idrak eden insan, nasıl oluyor da zemin sahifesindeki hayattar gülleri nakkaşsız zannediyor?

Ruhu halkeden kim ise..

Bir insanın parmakları eline, eli de koluna ve nihayet bütün bedeni de ruhuna bağlı oluyor. Artık, ruh neye bağlı? şeklinde bir soru sorulmaz. Bu halde teselsüle gidilir.
Öyleyse, ruhu halk eden kim ise, bütün bedenin Hâlikı ve Mâliki de O'dur.

Ya bu avize

Dolmabahçe sarayındaki dört buçuk tonluk tarihî bir âvizeyi hayranlıkla temaşa eden insanlar, bu ışıksız cisme sırf tarihî oluşu ve san'at değeri itibariyle büyük ehemmiyet verdikleri halde, dünyadan bir milyon defadan ziyade büyük olan, dünya tavanındaki güneş âvizesine neden bakamıyorlar; takdir ve istihsan edemiyorlar?

Düşünülmesi gereken

İnsan bir heykele bakınca hemen heykeltıraşı hatırlıyor. Buna mukabil âyinede kendisine bakınca, sadece kendisiyle alâkadar oluyor. Hâlbuki bu halde kendisinin yaratıcısı ve sânii olan Allahu Teâlâ'yı hatırlaması icab etmez mi?

Usta, eserle kıyaslanmaz

Bir sobayı şuurlu farz ederseniz, ona atılan kömürler onun rızkı, ısı vermesi ise onun faaliyeti olur. Böyle bir soba, kendi ölçüleriyle ustasını bihakkın anlamak istese, ustasını kendisine kıyas ederek, onun da her gün kömür yediğini ve ısı verdiğini zannetmekle haddini tecâvüz edecek ve dalâlete düşecektir.

Ustanın eserle kıyas edilmesinin ne derece divanelik olduğunu böylece nazara aldıktan sonra, kendilerinin mahlûk olduğunu unutarak, Hâlik-ı Zülcelâl hakkında bâtıl hayâlata sapanların hallerini buna kıyas ediniz.

Trafik kazası

Bazen trenlerin çarpıştığını duyuyoruz. Bunun sebebi hareket memurlarının farklı oluşudur. Her iki tren de aynı zattan hareket emri alsalar çarpışma olmayacaktır. Aynı şekilde, otobüslerin çarpışmasına da her iki otobüsün farklı kimseler tarafından idare edilmesi, uçaklarınkine ise pilotların farklılığı sebep olmaktadır.
Şu kâinatta hiçbir trafik kazası olmuyor. Ne küremiz bir seyyareye ve ne de herhangi bir yıldız, küremize çarpıyor. Demek aynı zattan emir alıyorlar ve tek bir Zat-ı Zülcelâl'in idaresi altındadırlar.

Saat kimin ise..

Bir zatın bir saate sahip olması halinde, artık ona bu saatin camı da senin mi? Akrebi de senin mi? Şu veya bu arkı da senin mi? gibi sorular sorulmaz. Saat kimin ise saatin cam, akreb, yelkovan gibi levazımatı da onundur. İşte, bu kâinat da misâldeki saat gibidir: Kâinat kimin ise, güneş sistemi de O'nun, galaksiler de O'nundur.

Kalbe gelen

Kalb mahlûk olduğu gibi, kalbe gelen her şey de mahlûktur. Cenâb-ı Hakk'ın Zat-ı Akdes'i (hâşâ) kalbe gelemez ve tefekkür edilemez. Allah-ü Azîmüşşân'ın mü'minlerin kalbinde olmasının mânası, iman-ı billâh, mârifetullah, muhabbetullah ve mehâfetullahın, insanın ancak kalbinde tezahür ve inkişâf ettiği mânasındadır.

Nasıl ki, güneşin Allah'a (C.C.) imanından bahsedemiyoruz, aynı şekilde insanın elinin, yüzünün ve sair âza ve cihâzatının da imanından bahsedilemez. İnsan bu âzalarıyla değil, kalbiyle Allahü Azîmüşşân'a iman etmektedir. Meselâ, bir âyine güneşe iman edip ona müteveccih olduğu takdirde, güneş o âyinede tecelli eder. Bu halde Güneş ayinenin kalbindedir denilse, bunun mânâsı: Güneş âyinede tecelli ediyor, demektir. Yoksa güneşin zatıyla âyinede olmadığı aşikârdır.
Şems-i ezelînin insanın kalbinde olması mes'elesine de bu misâlin dürbünüyle bakılmalıdır.

Bu kemalât nereden geliyor?

Bir buğday tanesi topraktan, havadan, sudan yapılıyor. Buğday bunlardan daha mükemmel olduğuna göre, bu kemali nereden alıyor? Bu buğdayı bir hayvanın yemesi halinde buğday hayvana inkılâb ediyor. Hayvan da buğdaydan mükemmel olduğuna göre o bu kemâli kimden alıyor? Aynı şekilde, bir hayvanı insan yediği takdirde, o hayvanın eti, insan vücudunda vazife alıyor. İnsan, hayvandan daha mükemmel olduğuna göre, insana bu kemâl nereden geliyor?

Mes'ele bu hakikatın zıddıyla tezahür etseydi, yani hayvanlar insanlardan, nebatat hayvanlardan, toprak da nebatattan yapılsaydı, belki bu mahlûklardaki kemallerin bir önceki mahlûktan geldiğine zehab edilirdi.

Hakikat, bildiğimiz tarzda tezahür ettiğine göre, bütün kemâllerin Sâni-i Zülkemâl'den geldiği, hiçbir şüpheye yer vermeyecek kadar berrak olarak ortaya çıkıyor.

Madde mânâya göre hareket ediyor

Kâinattaki her şeyde madde ile mânâ yan yana veya iç içe bulunmaktadır. Hayvanların yavrularına süt vermeleri fiilinde, sütle şefkat beraber akmaktadır. Hattâ süt şefkat dolayısıyla veriliyor, yani madde mânâya göre adım atıyor. Sütün maddesi de yine içindeki vitaminlerle kıymet kazanıyor.

Sedefi kıymetlendiren içindeki inci olduğu gibi, mürekkep şişesinin ehemmiyeti de içindeki mürekkepten ileri geliyor. Kasaya içindeki altınlar sebepiyle teveccüh edildiği gibi, insana kıymet kazandıran da, ruhu oluyor. Yani insandaki madde de bir mânânın emrinde bulunuyor.

İçerisindeki her şeyin bir mânâya göre adım attığı şu koca kâinatın kendisi, elbette ki başıboş hareket etmiyor. O da, bir mânâya hizmet ediyor. Bu mânâ bizim yememiz ve içmemiz, büyüyüp gelişmemiz ve neticede ölmemiz olamayacağına göre, diğer bir ifadeyle kâinatın gayesi bizim maddemize hizmet etmek olamayacağına göre, bizden istenen mânâ nedir? Bu öyle bir mânâ olacaktır ki, hem kâinatı, hem de onun içindeki umum faaliyetleri alâkadar etsin ve onların bahasına deysin.

Madde asıl değil ki?

İnsan vücudunda madde, mânânın hizmetinde bulunuyor. Yani madde, mâneviyata göre adım atıyor. Şöyle ki:
İnsan hangi istikamete bakmak istese, göz o tarafa bakıyor. İnsan nereye gitmeye karar veriyorsa, ayaklar oraya müteveccih oluyor. Ve insan neyi yemek istiyorsa, el onu ağzına götürüyor ve mide de onu hazmediyor.
İnsan bedeninde madde, mânânın emrinde olduğu gibi, kâinattaki maddeler de bir mânâya göre adım atıyorlar. Semâvat ve arzdaki bütün hareketler netice itibariyle insana teveccüh ediyor ve onun ihtiyacını görüyorlar.
Bu hareketlerin hâkimi, insan olmadığına göre, bu kâinat tabakalarını insana hizmetkâr eden, elbetteki kâinat cinsinden olmayan ve mahiyeti kâinat mahiyetine mugayir bulunan Sâni-i Kâinat'tır.

ZULÜM

Zulüm nedir?

Zulüm, başkasının hak ve hukukuna tecâvüz etmek demektir.
Mâlikü'l-mülk-i Zülcelâl zulümden münezzehtir. Zira, mülk umumen O'nundur.

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DİĞER YAZILAR

AFETLER VE KURTULMA YOLLARI

AFETLER VE KURTULMA YOLLARI

A-ZAHİRİ AFAT: -İflas. Müslümanların çoğu iflasla kuşatılmasının sebebi: bilgi azlı

TEŞRİK TEKBİRLERİ

TEŞRİK TEKBİRLERİ

Teşrik tekbirlerinin ve ihlas suresinin Arefe gününde 1000 defa okunmasının bazı hikmetleri:

İSTİKBAL İSLAM’INDIR-3

İSTİKBAL İSLAM’INDIR-3

Bediüzzaman’ın Müdellel Ümidi: Bediüzzaman hazretleri, (31 Mart hadisesinden bir müddet son

İSTİKBAL İSLAM’INDIR-2

İSTİKBAL İSLAM’INDIR-2

II. HZ. PEYGAMBERDEN GELEN BEŞARETLER Hayatı boyunca ümmetine karşı gösterdiği ilgi, şefkat

İSTİKBAL İSLAM’INDIR-1

İSTİKBAL İSLAM’INDIR-1

Gelecekte İslamiyet’in hâkimiyetine işaret eden beşaretler: Kur'an-ı Kerim'in istikbalin hâ

ÖLENLER EŞİT DEĞİLDİRLER

ÖLENLER EŞİT DEĞİLDİRLER

İnsanların ölüme negatif düşüncelerle bakmalarındaki sıkıntılardan biri de şudur ki, onu

CENNET VE CEHENNEM SADECE MANEVİ DEĞİLDİR

CENNET VE CEHENNEM SADECE MANEVİ DEĞİLDİR

Cennet ve Cehennem iki yurttur; birisi sevaba birisi azaba, birincisi muttakilere, ikincisi kâfirle

ACBU’Z ZENEB HADİSİ

ACBU’Z ZENEB HADİSİ

Bir sorunun cevabı; “Müzedeki bir insanın iskeleti 2.000 senedir var olduğu söyleniyor. Halbu

NAMAZDA 17 SIRRI

NAMAZDA 17 SIRRI

İslam Literatüründe “el-Mabud” kelimesi hakiki mabud olan Allah’ın bir vasfıdır. Ebced d

İNSANLARIN AYIBINI GİZLEMEK

İNSANLARIN AYIBINI GİZLEMEK

Kişi kendisine nasıl davranılmasını istiyorsa, başkalarına da öyle davranmalıdır. Bu minva

CEHENNEM NEREDEDİR?

CEHENNEM NEREDEDİR?

Soru: Cehennem Nerededir? Cevap: Cennet ise Kur’an-ı Kerim'de zikredildiği gibi yüksektedir ve

Kim Rabbine kavuşmayı arzu ediyorsa güzel bir amel işlesin ve Rabbine kullukta hiç bir ortak koşmasın.

Kehf, 110

GÜNÜN HADİSİ

Bir kimseye şer olarak bir müslüman kardeşine hakaret etmesi kafidir.

Riyazü's Salihin, 3/1605

TARİHTE BU HAFTA

*Cumhuriyet'in ilanı(29 Ekim 1923) *Sütçü İmam Maraş'ta direnişi başlattı(31 Ekim 1919) *I.Dünya Harbine girdik(1 Kasım 1914) *İmam-ı Rabbani Hz.lerinin İrtihali(2 Kasım 1624) *Hz.Ömer(r.a.)'in Şehadeti(3 Kasım 644)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SİTE HARİTASI