MUHAKEMAT NOTLARI-10

Ders: Muhakemat-10.Ders, (1.Makale, 4. Mukaddime) İzah: Prof. Dr. Ahmet Akgündüz *“Şöhret, insanın malı olmayanı da insana mal eder. Şöyle ki: Beşerin seciyelerindendir(insanoğlunun huylarındandır) , garib(benzeri çok az görülen bir şeyi) veya kıymetdar bir şeyi asilzade göstermek için o kıymettar şeylerin cinsiyle müştehir olan zâta nisbet ve isnad etmektir


Salih Okur

nedevideobendi@gmail.com

2020-02-21 09:13:10

Ders: Muhakemat-10.Ders, (1.Makale, 4. Mukaddime) 

İzah: Prof. Dr. Ahmet Akgündüz

*"Şöhret, insanın malı olmayanı da insana mal eder. Şöyle ki: Beşerin seciyelerindendir(insanoğlunun huylarındandır) , garib(benzeri çok az görülen bir şeyi) veya kıymetdar bir şeyi asilzade göstermek için o kıymettar şeylerin cinsiyle müştehir olan zâta nisbet ve isnad etmektir."(Muhakemat, s. 23)

Buna dair –çok anlattığım- bir misali vereyim; bir köye gelen bir öğretmen, bakmış ki kendisinin sözlerine bir ehemmiyet verilmiyor. Köy odasında kendisi konuştuğunda kimse dinlemiyor, köy imamı sohbet edince, oda doluyor. O da "ben de bugün bir dini sohbet yapacağım" diye köylüleri davet etmiş. Dini konularda da çok cahil olduğundan, sohbete şöyle başlamış; "Muhterem Müslümanlar, Yüce Allah bir hadis-i şerifinde buyuruyor ki; "zaman sana uymuyorsa, sen zamana uy!" Bir kere hadis-i şerif Allah'a isnad edilmez. İkincisi böyle bir hadis yoktur.

Not: Şu anda internet denilen "bilgi çöplüğünde" meşhur zatlara isnad edilen ama onlara ait olmayan birçok söz dolaşıyor, insanların ekseriyetinde müsbet tenkid fikri gelişmediğinden yayılıp durmaktadır. Bir ara Necip Fazıl merhuma isnad edilen bu uydurma sözleri onlardan sakındırmak için Büyük Doğu Yayınları neşretmişti. (Salih Okur)

Mesela Kemalistler "Adalet mülkün temelidir" sözünü Mustafa Kemal'e isnad ediyorlar. Ne kadar kendilerince güzel söz varsa o söylemiş diye naklediyorlar.

Not: Kemalistlerin Mustafa Kemal'e dayandırdıkları ama ona ait olmayan en meşhur sözler şunlardır; "Vergilendirilmiş kazanç kutsaldır" "Beni Türk Hekimlerine emanet ediniz." "İstikbal Göklerdedir" "Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur" "Mesele vatansa, gerisi teferruattır." Ayrıca uydurma bir Bursa nutku, 1930'lu yıllarda Amerikalı General Mc Arthur'la görüşüp, İkinci Dünya Savaşı ile ilgili kehanetlerde bulunması gibi..

Bu vesileyle Prof. Dr. Toktamış Ateş'in yıllar önce bir radyo programında anlattığı bir hatırasını nakletmek isterim; Toktamış bey bir zaman Sinop'a gitmiş. Şehrin meydanında Atatürk'ün Sinop'u öven bir sözüyle(Sinop Dünyanın Cennetidir) karşılaşmış. Toktamış Hoca beraberinde bulunan şehrin idari yetkililerine Gazinin böyle bir sözünün mevcut olmadığını söylemesi üzerine, şöyle pişkin bir cevapla karşılaşmış; "Görseydi, mutlaka böyle söylerdi."

Bunlar gibi çok misaller var. Resmi tarih yazılırken Mustafa Kemal'in babası diye Selanik'te Asakir-i Milliye taburundaki gönüllü bir subayın fotoğrafını bulup "işte Ali Rıza bey" diyen işgüzar bazı Kemalistlerin 80-90 senedir milleti kandırması gibi. Halen bu fotoğraf Ali Rıza bey diye biliniyor çoğu kimse tarafından..Falih Rıfkı Atay'ın meşhur eseri Çankaya'nın ilk sayfalarında, Mustafa Kemal'in bu fotoğraftan bahisle, "bu bizim peder değildir" dediğini nakletmesi de, kimsenin umurunda değil gibi..Bir yalan ortaya atıyorsunuz, bari Falih Rıfkı'nın kitabını yasaklayın da, biraz inandırıcı olsun.. Bkz. Falih Rıfkı Atay, Çankaya, s. 20 (Salih Okur)

*"zalimane ve istibdadkârane, bir milletin netaic-i efkârını(fikirlerinin neticesini) veya mehasin-i etvarını(tavırlarının güzelliklerini) bir şahısta görüp ondan bilirler."(Muhakemat, s.23) Bediüzzaman bu mesele üzerinde eserlerde çok duruyor.

Not: Kısaca Üstadın bu meseledeki bazı sözlerini nakledelim; "o üç-dört inkılabçı adamın pek az hisseleri bulunan ve millet ve ordunun kuvvet ve himmetiyle vücud bulan haseneleri o üç-dört adama verilse, o üç-dört milyon iyilikler, üç-dört haseneye inhisar edip küçülür, hiçe iner; daha dehşetli kusurlara keffaret olamaz."(Emirdağ Lahikası-1, s: 219)

"Hakikat ise, müsbet şeyler, haseneler, iyilikler cemaate, orduya tevzi edilir ve menfîler ve tahribat ve kusurlar başa verilir. Çünki bir şeyin vücudu, bütün şeraitin ve erkânının vücudu ile olur ki; kumandan yalnız bir şarttır. Ve o şeyin ademi ve bozulması ise, bir şartın ademi ile ve bir rüknün bozulması ile olur, mahvolur, bozulur. O fenalık başa ve reise verilebilir. İyilikler ve haseneler, ekseriyetle müsbet ve vücudîdir. Başlar sahib çıkamazlar. Fenalıklar ve kusurlar, ademîdir ve tahribîdir. Reisler mes'ul olurlar. Hak ve hakikat böyle iken nasılki bir aşiret fütuhat yapsa "Âferin Hasan Ağa", mağlub olsa "Aşirete tuh" diye aşiret tezyif edilse, bütün bütün hakikatın aksine hükmedilir.(Şualar, s.360)

"Bir dehşetli kumandan deha ve zekâvetiyle ordunun müsbet hasenelerini kendine alıp ve kendinin menfî seyyielerini o orduya vererek, o efrad adedince haseneleri, gazilikleri bire indirdiği ve seyyiesini o ordu efradına isnad ederek onların adedince seyyieler hükmüne getirdiğinden dehşetli bir zulüm ve hilaf-ı hakikat olmasından..(Şualar, a. 378)

*"Halbuki o adamın şanındandır, o hediye-i müstebidaneyi reddede.."(Muhakemat s. 23) Kendisine abartılı şeyler, makamlar isnad edilen adam gerçekten olgun bir kimse ise bu despotça hediyeyi red etmesi gereklidir. Meşhur fizikçi Newton(ö: 1727)'un buluşları karşısında Lagrenge adlı bir meslektaşı şöyle demişti; "Kimse Newton'un şöhretine ulaşamayacak. Çünkü keşfedilecek yanlız bir evren var."Onun bu mübalağalı ifadeleri Newton'a ulaşınca o, gerçek bir bilim adamına yakışır şekilde demiş ki; "Herkesin beni nasıl gördüğünü bilmem. Fakat ben kendimi deniz kenarında oynarken önünde hiç keşfedilmemiş gerçekler okyanusu yayılmış duran ve cilalı bir çakıl taşı veya güzel bir istiridye kabuğu bulmakla zevk duyan bir çocuk gibi görüyorum." (bkz. Prof. Dr. Şadi Eren, Muhakemat Notları, s. 86)

* Bir mantık kaidesi: "bir şey sabit olduğunda levazımatı ile sabit olur." Mesela desen ki "şu genç arslan gibi. Sadece başı 40 kilo." O zaman, vücudunun da 400 kilo olması gerekir. Bir insanı abartarak anlatmaya başlayan, abartının oturması için ona öyle vasıflar ilave eder ki, sonunda hayali bir destan kahramanı olarak zihinlerde şişer..

Üstad bu konuda bir misal veriyor.(Not: Akgündüz hoca Van'da diye hatırlıyor ama değil, Bitlis'te geçen bir hadise.) Üstadın ağabeyi merhum Molla Abdullah Efendi, Nurşin'li meşhur Ziyaeddin efendi'nin has bir müridi imiş. Abdullah Efendi ilmi icazesesini ise Şeyh Fethullah Verkanisi hazretlerinden almıştır. Hatta Şeyh Asım Ohini merhumun Birket'ül Kelimat adlı eserinde yazdığına göre, Şeyh Fethullah Efendi'nin Bitlis'te ilk icazet verdiği talebesi, Molla Abdullah efendi'dir.)

Üstad diyor ki; "O merhum kardeşim, evliya-i azîmeden olan Hazret-i Ziyaeddin (Kuddise Sırruhu)nun has müridi idi. Ehl-i tarîkatça, mürşidinin hakkında müfritane muhabbet ve hüsn-ü zan etse de makbul gördükleri için o merhum kardeşim dedi ki: "Hazret-i Ziyaeddin bütün ulûmu biliyor. Kâinatta, kutb-u a'zam gibi her şeye ıttılaı var." Beni, onunla rabtetmek için çok hârika makamlarını beyan etti.

Ben de o kardeşime dedim ki: "Sen mübalağa ediyorsun. Ben onu görsem, çok mes'elelerde ilzam edebilirim. Hem sen, benim kadar onu hakikî sevmiyorsun. Çünki kâinattaki ulûmları bilir bir kutb-u a'zam suretinde tahayyül ettiğin bir Ziyaeddin'i seversin; yani o ünvan ile bağlısın, muhabbet edersin. Eğer perde-i gayb açılsa ve hakikatı görünse, senin muhabbetin ya zâil olur veyahut dörtte birisine iner. Fakat ben o zât-ı mübareki, senin gibi pek ciddî severim, takdir ederim. Çünkü sünnet-i seniye dairesinde, hakikat mesleğinde, ehl-i imana hâlis ve tesirli ve ehemmiyetli bir rehberdir. Şahsî makamı ne olursa olsun, bu hizmeti için ruhumu ona feda ederim. Perde açılsa ve hakikî makamı görünse, değil geri çekilmek, vazgeçmek, muhabbette noksan olmak; bilakis daha ziyade hürmet ve takdir ile bağlanacağım. Demek ben hakikî bir Ziyaeddin'i, sen de hayalî bir Ziyaeddin'i seversin."

Benim o kardeşim insaflı ve müdakkik bir âlim olduğu için, benim nokta-i nazarımı kabul edip takdir etti.(Kastamonu Lahikası, s. 89)

*İranlılar tarihte mübalağayı en çok seven ve yapan milletlerden olmuşlardır. İşte onların destan kahramanı Zal oğlu Rüstem, mübalağalar ile şişerek onların bütün tarihi mefahirlerini sanki yutmuş, bir heyulaya dönüşmüştür.

"Ey hakikatı çıplak görmek isteyen zât!.. Bu mukaddemeye dikkat et; zira hurafatın kapısı bu yerden açılır. Ve bab-ı tahkik dahi bunun ile seddolur. Hem de kıssadan hisse ve meyl-üt terakkiyle mütekaddimînin esasları üzerine bina ve seleflerin mevrusatında tasarruf ve ziyadeye cesaret bu şûristanda mahvolur.(Muhakemat, s. 24)

Selefi gözümüzde haddinden ziyade, ulaşılmaz derecelerde görmemiz, çalışmaya ve yeni şeyler üretmeye şevkimizi kırmış, tahkik kapısını bize kapatmış ve gelişmenin asırlarca önünü tıkamıştır. İslam âleminin perişaniyetinin önemli sebeplerinden biri de budur.

Not: Aynı hususa merhum Mevlana Ebul Kelam Azad da tefsirinin mukaddimesinde değiniyor ve diyor ki; "Sonuçta çok az kimsenin yeni tefsir yazma eğilimi belirdi. Herkes mevcut olan tefsirlere haşiyeler yazmakla yetindi. Beydavi ve Celaleyn tefsirlerinin haşiyelerini okuyun ve başkaları tarafından yükseltilen duvarları kaplamak için onlarca harcanan enerjiyi görün." (Ebu'l Kelam Azad, Fatiha Tefsiri, Türkçe tercüme; Orhan Bikim, s. 28, Bir Yayıncılık, İst. 1984)

*İhsan-ı İlahîden fazla ihsan, ihsan değildir. Bir dane-i hakikat bir harman hayalâta müreccahtır. İhsan-ı İlahî ile tavsifte kanaat etmek farzdır. Muhakemat (s: 25 )

Yine Erzurum'da bir arkadaş, bir hocaefendiyi övmek babında dedi ki, "mevcut bütün hadis kitaplarını ezbere biliyor.." Dedim ki, "ya insaf et, sen o hocaefendiye bir sor bakalım, falan kitabı okumuş mu?" Arkadaş bir süre sonra geldi. Dedi ki; "Ya, herhalde o kitap hadis ilmiyle alakalı değil."

Çünkü bahsettiği hocaefendiyi mübalağa ve hayallerle gözünde öyle büyütmüş ki, o hadis kitabını bilememesini havsalasına sığıştıramıyor, kitabı inkar yoluna gidiyor..

* Cem'iyete dâhil olan, cem'iyetin nizamını ihlâl etmemek gerektir. Muhakemat (s:25 ) Mesela desem ki "şu arkadaş göz mütehassısı.. Şaşılıktan iyi anlar. Retinayı çok iyi bilir.." Bakın nizam ihlal olmadı. Ama eklesem, "böbrek hususunda dünyada eşi benzeri yoktur." Meselenin nizamı bozulmaya başlar. Bir de desem ki; "Apandisit ameliyatında zaten Türkiye'de tek." Konunun nizamı alt üst olur..

*Tergib veya terhib için avamperestane tervic ve teşvik ile bazı ehadîs-i mevzuayı İbn-i Abbas gibi zâtlara isnad etmek büyük bir cehalettir. (Muhakemat, s. 25)

Not:1: Merhum Abdülfettah Ebu Gudde, Mevzu Hadisler adlı kıymetli eserinde bu tip uydurmaları nakletmiş, bir tanesini zikredelim. "Büyük abdest veya küçük abdestin akıp gittiği yere düşmüş bir lokmayı alan ve onu yıkayıp yiyen mağfiret olunur."

Not:2: Burada bir hususu da tashih edelim; Akgündüz hoca bu vesileyle İmam Münziri'nin Tergib ve Terhib adlı eserini merhum İbrahim Canan hocanın tercüme ve şerh ettiğini söylüyor. Hâlbuki İbrahim Canan merhumun tercüme ve şerhini yaptığı ve Akçağ yayınevince "Kütüb-ü Sitte Muhtasarı" adlıyla basılan eser, İbnu Deybe eş Şeybani ez Zebidi'nin "Teysiru'l Vusul ilâ Câmi'ul Usûl" adlı eseridir.(Salih Okur) 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DÄ°ÄžER YAZILAR

Ramazan ayı, insanlara yol gösterici, doğrunun ve doğruyu eğriden ayırmanın açık delilleri olarak Kur'an'ın indirildiği aydır.

Bakara, 185

GÃœNÃœN HADÄ°SÄ°

Allah'ın en sevdiği isimler

Resulullah (sav) buyurdular ki: "Allah'ın en ziyade sevdiği isimler Abdullah ve Abdurrahman'dır." Müslim-Edeb:2 Ebu Davud-Edeb:59

TARÄ°HTE BU HAFTA

*Kanije müdafaası(18 Kasım 1601) *Hz.Fatıma'nın(r.anha) Vefatı(22 Kasım 632) *İstanbul'un Müttefikler Tarafından İşgali(23 Kasım 1918) *Alparslan'ın Şehadeti(24 Kasım 1072) *Öğretmenler Günü(24 Kasım)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SÄ°TE HARÄ°TASI