MUSTAFA ÖZCAN İLE A’DAN Z’YE-28

Tecdit Kimileri cihadı kital manasına indirgenmiş olarak algıladıklarından, Gazali gibilerini gevşeklikle ve sorumsuzlukla suçlamışlardır. Bununla birlikte yenileme veya tecdit görevi sadece manevi veya sadece siyasi değildir. Tecdit bir alana hasredilemez. ‘Acı neredeyse can oradadır’ misali yanlış anlama veya gevşeklik neredeyse takviye oraya yapılır. Âlimler birçok alanda tecdit yapmışlardır. Lakin onların tecdidi genelde içtimai tecdittir.


Mustafa Özcan

mustafaahmetozcan@gmail.com

2020-03-13 16:11:45

Tecdit

Kimileri cihadı kital manasına indirgenmiş olarak algıladıklarından, Gazali gibilerini gevşeklikle ve sorumsuzlukla suçlamışlardır. Bununla birlikte yenileme veya tecdit görevi sadece manevi veya sadece siyasi değildir. Tecdit bir alana hasredilemez.  'Acı neredeyse can oradadır' misali yanlış anlama veya gevşeklik neredeyse takviye oraya yapılır. Âlimler birçok alanda tecdit yapmışlardır. Lakin onların tecdidi genelde içtimai tecdittir. Bununla birlikte siyasi tecdidin de zeminini hazırlarlar. Siyasi tecdidi Ömer Bin Abdülaziz, Salahaddin Eyyübi ve Yavuz Sultan Selim gibiler yapmışlardır. Ömer Bin Abdülaziz devlet yönetme anlayışını peygamberlik metoduna irca etmiştir. Ötekiler de ittihad-ı İslama hizmet etmişlerdir. Bu itibarla, siyasal İslam (indirgemeden) külli dirilişin bir parçasıdır. Bununla birlikte, zorlamalı olanlar isabetli olmayabilirler.

Tekfir

Tekfir aslında inançlar arasına sınır koymadır. Bütün inançlar arasında sınır vardır. Bu sınır külli olduğunda sınırı belirlemek için tekfir yapılır yani öteki tanımına başvurulur. Tekfiri kaldırmak ise inançlar arasında sınırların kaldırılmasıdır. Bu inançları karıştırma ve sınırlarını belirleme cüretkârlığına girer. Tekfir meselesini ortadan kaldırmak dinin veya inançların sınırlarına müdahaledir. İmam Gazali İhyau Ulumiddin adlı eserinde tekfirin gerekliliğine dair fasıllar yazmıştır. Keza Hindistanlı allame ve muhaddis Enver Şah Keşmiri ' İkfaru'l Mülhidin Fi Daruriyat ed Din' başlıklı bir risale kaleme almıştır. Bununla birlikte tekfir meselesinde iki uç vardır; Hariciler ve Mürcie. Birisi günahı küfür kapsamına sokarken, diğeri de hafife almaktadır. Hiç mesabesine indirmektedir. Bütün İslam fırkaları Hazreti Peygamberi tekzip edenleri tekfir etmekte ittifak etmiştir.

Tevrat

Bilindiği gibi, 1990 yıllarda kitapçı raflarına Tevrat'ın Şifresi diye bir kitap düşmüştü. Kehanet yüklü idi. Tevrat'ın kehanet veya matematiksel şifrelerini serrişte ve afişe ediyordu. Lakin kehanetler çıkmadı. 1997 yılında kehanetler veya şifreler, yazarı Michael Drosnin ile anılır oldu. Beş yıllık çalışmalarının ürününü 1997 yılında "The Bible Code" (Tevrat Şifresi) ismiyle kitaplaştırmıştı. Drosnin, Allah'ın varlığının ilk seküler delili olduğuna inandığı kitabına olan bu ilgiyi Rabb'in ilahi bir armağanı olarak görmektedir!

*Drosnin'in eserine olan talep, temelde Tevrat Şifresi'nin geçmişle alakalı olduğu kadar gelecekle alakalı bilgiler de içermekte olduğu inancıdır. Kitabın içerdiği gelecekle ilgili verdiği, ama çıkmayan bazı kehanetler şöyle: Libya'nın finanse ettiği Arap teröristler ellerine geçirdikleri nükleer silahlarla İsrail'de büyük bir Nükleer Soykırım gerçekleştirirler. Netanyahu bir savaş sırasında daha başbakanlık dönemini tamamlayamadan öldürülür. Esad'ın askerleri Ye'cüc Mecüc olarak İsrail topraklarını istila ederler. 2000, 2006 ve 2010 yıllarında yeryüzünde büyük depremler olur vs... Okuyucuları Tevrat Şifrelerinin her insanın hayatının en küçük ayrıntılarını bile kapsadığına öylesine inanırlar ki, Drosnin'in internette açtığı tartışma sayfasına "Yakında İsrail'e gitmeyi düşünüyorum. Şifre bu konuda ne diyor? Gideyim mi?"ye kadar varan sorular bile gönderilir.

*M. Drosnin'in eserini Grant Jeffrey'in The Signature of God (Rabb'in İmzası) ve daha kapsamlı bir yaklaşım olan Jeffrey Satinover'in Cracking the Bible Code (Tevrat Şifresini Kırmak) adlı eserler takip eder. Kehanetler fos çıkınca itibar ve ilgi de azalır.

Toplumlar

*Toplumların öfkesi ve dünyanın ateşi yükseliyor.

*Ehl-i dünya da, ehl-i diyanet de adeta zıvanadan çıkmış görünmektedir.. Dini alandaki liderlerin bir kısmının tek kerameti, cemaat veya hareket olarak büyüme kaydetmeleridir.

*Dünyayı kimin yönettiğine dair birkaç tez var. Bunlardan birisi dünyayı delilerin yönettiğine dair olanıdır. En meşhuru budur. Yazılarımda birkaç defa temas ettim, Reagan döneminde bu tez meşhurdu. Kaddafi gibi liderler çılgınlar mangasını temsil ediyorlardı. Reagan da son dönemlerinde etah getirmişti ya da bunamıştı. Kızıyla karısı arasında zavallı durumuna düşmüştü. Dedemin döneminde alzaymır diye bir hastalık türü bilinmezdi. Vardı da, o adla bilinmezdi. Zira dilimizde bunu karşılayan birçok ifade vardı. Dedem etah getirmekten söz ederdi. Arapça ismi faili matuhtur ve bu dilde köklü bir kavram ve ifadededir. Lakin lokanta yerine restaurant ifadesine alıştığımız gibi ateh yerine de alzaymırı aldık. Araplarda öyle yaptı zahir. Hâlbuki Arapçanın ve Frenkçenin dışında kendi dilimizde de öz karşılığı var. Bunamak tabir edilir. Yalın olduğundan dolayı yele ve sele verdik bu kelimeleri..

*Reagan döneminde ABD, Yeltsin döneminde ise Rusya, falcılar tarafından yönetiliyordu. Dünya deliler tarafından yönetilmiyorsa bile aslında hastalar tarafından yönetiliyor. Bir diğer tez de bu.

*Felsefi ağırlıklı bir başka tez daha var. Dünya hayvanlar tarafından yönetiliyor. Bu da Erzincan ağırlıklı bir tez.

*Ortadoğu'yu saran savaş çemberi, Avrupa'da yok olan inanç sistemi, kapitalist sistemle gelen bencil ve yalnız yaşama duygusu, şükretmek yerine daha fazlasına ulaşmayı hedefleyen kitlelerin varlığı, doyumsuz bir insan türünü üretti.

*Çocukluğumda Hamdi Mert Beyin kaleme almış olduğu 'Bizi Yaşatanlar' kitabını okumuş ve çok etkilenmiştim. Bir iyiliksever üzerinden iyilik damarlarımıza hitap ediyor ve onları yeşertiyordu. Bir iyiliksever veya yardımsever insanın neler yapabildiğini ve nelere kadir olduğu anlatılıyordu. Antalya'nın muzla veya Rize'nin çayla tanışması böyle müteşebbis insanların gayretiyle olmuştur. İçimizdeki iyilik damarları giderek kuruyor. Toplum bir yandan öteki yana savruluyor. Lakin biz kendimizi makro dengelere, rakamlara veya dijital dünyaya kaptırmışız. İnsanlar üzerinden değil rakamlar üzerinden konuşuyoruz. 'El haküm et tekasür' sırrını yani kemiyetin ve niceliğin esareti altında yaşıyoruz.

*Tevfik İleri'nin dediği gibi, toplumda kötülük yüzde 10 barajını aşınca yaygınlık kazanır (şuyu bulur) yani önü alınamaz. Ancak bunun üstesinden iyilik seferberliği ile gelebiliriz. Bunun için de sağlam referansa ve iyilikte yok olma (tefani) sırrına ihtiyacımız var.

*Bugünkü kadar kötülüğün ittifak kurduğu başka bir döneme rastlanamaz. İyilik derinlere inmiş ve yapayalnız görünüyor. Kötülük ise organize ve ittifaklarla zincirini ve halkalarını genişleterek; muhkem hale gelmiş. Kötülük çıkar ilişkisine bürünerek şirketleşmiş ve büyümüş. İyilik hasbi kaldığından dolayı gelişemiyor ve yardımcısı yok.

*Eski milli eğitim bakanlarından Tevfik İleri bir toplumda ahlaksızlık yüzde onu geçtiğinde yaygınlık kazanacağını ve engellenemeyeceğini söylemiştir. Bunun garantisi emri bi'l maruf ve nehyi ani'l münkerdir. Günümüzde ise bu sigorta 'benim özelime karışamazsın' mantığı üzerinden engelleniyor. Bununla birlikte kimse kendi özelinin toplumun genelini yıktığını, istikametini saptırdığını göremiyor. Özellerin toplamı geneli belirler. Özel zamanla çığır haline gelir. Özel olmadan hiçbir davranış genelleşemez. Özel ve özellerin toplamı geneli yıkar. Kişinin özeli zamanla özenti ile toplumun direğini ve kalıplarını aşındırır, yıkar.

*Dünya ve toplumlar uçlarda dolaşıyor. Biri diğerinin ayağına basıyor. Dolayısıyla aşırılık ve şiddet birbirini besliyor.

*Çağımız sığlık hastalığıyla maluldur. Bilgi artmış ama sağlam bilgi azalmış ve hikmet kaybolmuştur. Bilgi üretim mekanizmaları hadis diliyle faydasız ilimler üretiyor. Fıtrata paralel bedihi yani A priori (temel) bilgi kalmamıştır.

*Sosyolojik bir gerçek olarak, devrim devlet olunca statikleşir. Kendisini merkeze alır ve buna mukabil herkesi derkenar ve preferi olarak telakki eder. Hareket, kurum veya devlet olunca muhafazakârlaşır. Bu İslami bir mesele değil, sosyolojik ve daha doğrusu insani bir meseledir. Sünnetullaha ait meselelerden birisidir. Bununla mücadele için büyük cihada( nefsi terbiye) ihtiyaç vardır. Bu gerçek, Fransız Devrimi için de, Bolşevik devrimi için de fazlasıyla geçerlidir. Bununla birlikte bu tespit sadece devlet düzeyinde değil, iktidarın görüldüğü her yer için geçerlidir. İnsan parayla imtihan olunca değişmiyor mu? Değişmeyen de var, ama değişen çok. Dolayısıyla bunu-yanlış olmamakla birlikte- sadece iktidarı suçlama makamında kullanmak seçicilik olur. Yoksa Hazreti İsa'nın Mecdelli Meryem'e taş atmak isteyenlere söylediği gibi,' ilk taşı günahsız olanınız atsın' demek zorunda kalacağız.

*Belaların defi toplumun duyarlılığına bağlıdır. Hürmetine bağlıdır. Hürmetin kırılması belalara davetiye çıkarmakta ve toplumsal çözülmeyi artırmakta ve imanın halâvetini gölgelemektedir. Şaşaa, ucup ve riyadan kaçınmalı ve yüzümüzü insanlara, gönlümüzü yaratıcısına çevirmeliyiz.

Tunus

*Tunus'un önündeki en büyük sıkıntılardan birisi ekonomik durgunlukla birlikte güvenlik açmazlarıdır. Bununla birlikte Yasemin Devrimi dünyada ve Arap dünyasında bir başarı hikâyesi olarak değerlendiriliyor.

*Arap Baharı ülkeleri arasında Tunus şimdiye kadar karşı devrim veya darbe badiresini atlatan tek ülke olarak sivrilmektedir. Mısır ise karşı darbe veya devrime sahne olan yegâne ülke olarak öne çıkmaktadır.

*Türkiye'de CHP'nin sahillerde tutunmasına mukabil AKP'nin karasalda tulum çıkarması gibi, Tunus'ta da İslamcılar güneyde, laikler de deniz sahillerinde varlık gösteriyorlar. Böylece İslamcı- anti İslamcı veya laik-anti laik kutuplaşması üzerinden Tunus'ta jeopolitik faylar ortaya çıktı.

*Pragmatik olan Gannuşi yamalarla, pazarlıklarla veya koalisyonlarla kendisine ve partisine bir gelecek ararken Nahda'da idealist çizgiyi temsil eden Hammadi Cibali siyasete veda etti, gitti. Deniz bitmiş olmalı.

*28 Şubat sürecinde olduğu gibi bahar ülkelerinde basın çok olumsuz bir rol oynamıştır. Basına ilaveten 'harbu'l işaat' denilen fısıltı veya söylenti savaşları da hükümeti, Nahda hareketini yıpratmıştır. Adeta Uludere vakasını hatırlatmaktadır. Güvenliği ve ekonomiyi kırılgan hale getirmiştir. Bir de Arap Baharının kabuğuna çekilmesi ve darbeler sürecine sürüklenmesi Tunus'u çevre desteğinden mahrum bırakmıştır. Gannuşi'ye göre güç dengeleri aleyhlerine geçmiştir. Bu, doğrudur. Bu doğru olmakla birlikte bunda kendilerinin de payı, kabahati var.

*Tunus'ta İslami kesimlerin katıldığı çoğulcu demokratik deneyim veya tecrübe sonunda solduruldu, söndürüldü, sıfır noktasına kadar geldi. Çeşitli tesellilerle bu da geçiştirilmeye çalışılıyor. Teselli babından en azından Mısır'daki gibi kanlı bir felaketin yaşanmadığı hatırlatılıyor. Doğru ama Arap Baharının üzerine bina edilecek olan ümmetin çatısı daha çatılmadan uçtu gitti. Demek ki Arap Baharının aktörleri fecri kazibi temsil ediyormuş. Nahda hareketinin ilk Başbakanı Hammadi Cibali beşinci halifeden veya altıncı halifeden bahsettiğinde neredeyse kıyamet kopacaktı. Hâlbuki Gannuşi hareketi çokluk içinde birlik, ortak bir dil ve çatı arıyordu. Bununla birlikte karşı cephe sistematik bir çalışma yürüterek sonuç itibarıyla Arap Baharının getirdiği İslamcılara dayalı çoğulcu modeli yıkmış ve sallantıdaki cılız kazanımları iptal etmiş oldular. Bunun ötesine söylenecek bütün laflar teselli makamını geçmeyecek ve lafu güzaf boyutunda kalacaktır. Bununla birlikte Cenab-ı Hak sebr ve taksim modeli uygulayarak, olmayacakları eleyerek geride olacakları bırakmaktadır. Buna ilahi seleksiyon diyebiliriz.

*Arap Baharı Tunus'ta başlamıştı, Tunus'ta soldu, nihayete erdi. Genel seçimleri eski rejimin adamı olan El Baci Kaid Sisi yüzde 38 oranında oyla kazandı. Nahda hareketi ise yüzde 31 seviyesinde kaldı. Seçimlere katılım düşüktü. Çalkantılı geçiş döneminin sonunda kalıcı baharın ve ikinci cumhuriyetin yakalanması umut ediliyordu. Heyhat! Sandıktan birinci cumhuriyet çıktı. Birinci cumhuriyetin adamları çıktı. 26 Ekim 2014 tarihinde yapılan seçimlere bir ikilem damgasını vurmuştur. Bu ikilemi İslami gelenekten gelen Nahda hareketi ile eski rejimi temsil eden ve laik gelenekten gelen Tunus Çağrısı ( Nidau Tunus) hareketi temsil ediyordu. Seçimler ikisinin yarışına sahne olmuştur. Bu yarışı Zeynelabidin Bin Ali cephesi kazandı. Böylece Arap Baharı doğduğu yerde söndü. Yasemin Devriminin solmasıyla, soldu. Umut vadeden Tunus modeli de sona erdi. Böylece Arap Baharı sıfır noktasına gelmiş oldu. 

 

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DÄ°ÄžER YAZILAR

Şu insanlar, çarçabuk geçen dünyayı seviyorlar da önlerindeki çetin bir günü (ahireti) ihmal ediyorlar.

Ä°nsan, 27

GÃœNÃœN HADÄ°SÄ°

Ebû Malik'in babası şöyle dedi: Ben Rasûlullah'(S.A.V.)den işittim, şöyle buyuruyordu: "Her kim Allah'dan başka hak ilah yok eder, ve Allah'dan gayri ibadet olunan şeyleri tanımazsa onun malı ve kanı haram (dokunulmaz) olur. Hisabı da Allah'a aiddir."

(Müslim, Kitabu'l-İyman,37)

TARÄ°HTE BU HAFTA

*Kanije müdafaası(18 Kasım 1601) *Hz.Fatıma'nın(r.anha) Vefatı(22 Kasım 632) *İstanbul'un Müttefikler Tarafından İşgali(23 Kasım 1918) *Alparslan'ın Şehadeti(24 Kasım 1072) *Öğretmenler Günü(24 Kasım)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SÄ°TE HARÄ°TASI