MUHAKEMAT NOTLARI-11
Ders: Muhakemat-11.Ders, (1.Makale,5. Mukaddime) İzah: Prof. Dr. Ahmet Akgündüz *Aynı manayı delaletindeki açıklık veya kapalılık itibarıyla farklı şekillerde ifade etmeyi anlatan ilme biz İlm-i Beyan diyoruz.
Ders: Muhakemat-11.Ders, (1.Makale, 5. Mukaddime)
İzah: Prof. Dr. Ahmet Akgündüz
*Aynı manayı delaletindeki açıklık veya kapalılık itibarıyla farklı şekillerde ifade etmeyi anlatan ilme biz İlm-i Beyan diyoruz.
Bildiğiniz gibi, kelimelerin bir ilk kendi manaları var, biz ona hakikat manası diyoruz. Bir de ikinci manaları var, biz ona kinaye diyoruz. Kinayelerde birinci mana doğru olmasa da, ikinci mana doğru olsa yeterli. Mesela "adamın eli delik" dendiğinde, adamın eli gerçekte delik olmasa ama israfçı olsa, bu doğru bir ifade oluyor.
Not: "Kinaye birden çok anlamı düşündürtmek amacıyla kullanılan bir sanat olmakla birlikte sözün açıkça söylenmesinin uygun olmadığı durumlarda da kendisine başvurulan bir sanattır. Alay, şaka ve sitem de çoğunlukla kinaye yoluyla dile getirilir. Bu kullanımda sözün gerçek anlamından bir sonuç çıksa da geçerli olan mecaz anlamıdır. Gerçek anlamın tam zıddını dile getirmek amacıyla yapılan kinayeler de vardır. Bu kullanımda kinaye tariz anlamına gelir. Kinayenin kullanıldığı diğer bir şekil de belli bir olayı anıp hatırlatma yoludur. Kinayenin bu çeşidi de telmihle çakışır. Deyimler de çoğu kere mecaz anlamıyla kullanıldıkları için kinayeli sözlerdir.
Kur'an'da kinayenin çeşitli biçimlerde kullanıldığı görülür. Sözgelimi "Elbiseni temizle, pislikten kaçın" (el-Müddessir, 74/4-5) âyetleri maddi pisliklerden arınmayı ve kaçınmayı dile getirdiği gibi, şirk gibi manevi pisliklerden arınmayı, kaçınmayı da anlatmaktadır. "Elini boynuna bağlanmış yapma, tamamen de açma" (el-İsra, 17/29) âyeti ise açık anlamının yanı sıra cimrilik ve savurganlığın yasaklığını da bildirmektedir. "Hasta yahut yolcu iseniz yahut biriniz tuvaletten gelmişse, ya da kadınlara dokunmuş ve su bulamamışsanız temiz toprağa teyemmüm edin..." (el-Maide, 5/6) âyetinde ise abdest bozma ve cinsel ilişkinin doğrudan anlatımı uygun görülmediğinden "tuvaletten gelme" ve "dokunma" kelimeleriyle dile getirilmiştir."(İbrahim Sarmış, Kinaye maddesi, Şamil İslam Ansiklopedisi)
* Bir de mecaz ve teşbih var. Teşbih benzetme demek. Mesela "Yunus Emre sen cesarette Arslan gibisin" diyorum. Burada ben Yunus Emre'yi Arslan'a benzetiyorum. Arslan müşebbehün bih(benzetilen) diyoruz. Yunus Emre de müşebbeh (benzeyen) Bir de teşbih(benzetme) edatı var; "gibi." Bir de teşbih ciheti var ki vech-i teşbih diyorlar. O da burada cesarettir.
Bir de mecaz var. Mecaz, herhangi bir münâsebetle, asıl mânâ (sözlükteki mânâ) sından başka bir mânâda kullanılan ve kendi mânâsında kullanılmasına «Karine-i mani'a» bulunan lafızlardır. Meselâ "Falan adam, incilerle konuşuyor" sözünde, fasih kelimeler mânâsına kullanılan kelimesi gibi. Bu kelime, asıl mânâsı dışındaki bir mânâda kullanılmıştır. Çünkü aslında, gerçek inciler için vazedilmiş, sonra aralarındaki güzellik münâsebetiyle fasîh kelimeler için kullanılmıştır. Mecazla ilgili bu misâl de «Dürer» kelimesinin hakikî mânâsını kasdetmemize engel olan karine (maksadı gösteren alâmet), "konuşuyor" kelimesidir. Mecaza bazı misâller: "Hatip, incileri saçtı" "Tembel, vakti öldürdü" "Avrupa cehaletle savaştı" "Her koğucuyu, dinleyen kulak olma!" "Çiçek, tebessüm etti" "Çalışkan, yorgunluğunun meyvelerini topladı"(Not: Mecazla ilgili açıklamayı Nusret Boselli hocamızın "Belagat" adlı eserinden kısaca naklettim. Marmara İlahiyat Vakfı Yayınları(Salih Okur)
"Mecaz, ilmin elinden cehlin eline düşse hakikate inkılab eder, hurafata kapı açar." (Muhakemat, s 25)
Not: İmam Gazali(rahimehullah) mecaz-hakikat konusunda şu misali veriyor; "Falanı hınzırların boyunlarına inci kolyeler takarken gördüm" cümlesinde ehil olmayanlara ilim ve hikmetten sırlar söylemek kastedilmiştir. Bu sözü duyanlardan bazıları zahire takılıp kalır. Muhakkik olanlar ise, işin sırrını ve içyüzünü anlarlar."(Gazali, Kavaidu'l Akaid, s. 125)
Prof. Dr. Şadi Eren Bey diyor ki; "Pencereye bakmakla pencereden bakmak aynı şeyler değildir. Ama pencereden baktığımızda güzellikleri seyrederiz. İşte mecaz cama benzer. Bazıları ondan ilerisine bakarken, bazıları da camın kendisine takılır, ileriye geçemez.
Mesela suları bol olan ülkemizde "sudan ucuz" tabiri "çok çok ucuz" anlamında kullanılır. Ama suyu az ve bundan dolayı pahalı olan bir ülkenin diline bu deyimi tercüme ederken, bir dipnotla ne manaya geldiğini açıklamak gerekir, yoksa kastedilen mana o dilde tam tersine anlaşılabilir." (Prof. Dr. Şadi Eren, Muhakemat Notları, s. 91-92)
Doç Dr. Cüneyt Eren beyefendi de; "Kur'an dilinin mecazi yönü göz ardı edilerek yapılan tefsir okumaları güdük kalmaya mahkumdur. Kur'an'ın özellikle gayb âlemi ile ilgili olan ayetlerinin anlaşılması bu hususun idraki ile mümkün olacaktır" demektedir." (Doç Dr. Cüneyt Eren, Tefsir Okumalarına Giriş, Külli Kaideler, s. 123 Ensar Neşriyat, İst. 2013)
* Üstad "Mecazat ve teşbihat, ne vakit cehlin yesar-ı muzlimanesi, ilmin yemin-i nuranîsinden kaçırıp gasbetse " ifadesiyle Muhakemat ( s: 25 ) birçok mecaz kullanıyor. "Cehlin yesar-ı muzlimanesi" diyor, yesar sol el demek, ama sol genelde uğursuz ve karanlık olduğu için, cehaletin karanlık olan sol eli diyor. Diğer yandan "ilmin yemin-i nuranîsi" diyor. İlmin nurani sağ eli diyor..
"veyahut mecaz ile teşbih bir uzun ömür sürseler(Muhakemat s. 25) yani mesela asırlar önce bir mecaz yapılmış, zamanla insanlar arasında gerçekmiş gibi yerleşmiş.
Not: Ayetlerde mecazın kullanılmasına bir misal verelim;
وَقَالَتِ الْيَهُودُ يَدُ اللّهِ مَغْلُولَةٌ غُلَّتْ أَيْدِيهِمْ وَلُعِنُواْ بِمَا قَالُواْ بَلْ يَدَاهُ مَبْسُوطَتَانِ يُنفِقُ كَيْفَ يَشَاءُ
"Yahudiler, Allah'ın eli bağlıdır (sıkıdır), dediler. Hay dedikleri yüzünden elleri bağlanası ve lânet olasılar! Bilâkis, Allah'ın elleri açıktır, dilediği gibi verir."(Maide:5/64)
Ayette geçen "eli bağlı" cimrilikten, "eli açık" nimet ve kudretten kinaye olarak kullanılmış bir mecazken tarihte Mücessime ekolu mensupları ayeti maddi el olarak anlamışlar, selefi ekolü ise Allah kendisi için el nispet etmişse, ona inanırız. Fakat keyfiyetini O'na havale ederiz" demişlerdir." (Prof. Dr. Şadi Eren, Muhakemat Notları, s. 91)
*Üstad "Lâkin bu tahavvül bir kanun-u fıtrîdir"(Muhakemat, s.25) demekle, mecazların zamanla hakikate dönüşmesinin insan yaratılışının bir kanunu olduğunu dile getiriyor. Ve diyor ki; "Buna şahid istersen lügatin teceddüd ve tegayyüratını(Muhakemat (s.26) diyor. Mesela kul kelimesi, eskiden hizmetkâr manasına kullanılırken şimdi o manada kullanılmaması gibi. Azerbaycan'da hâlâ bu manada kullanılıyor.
Veya "salât" kelimesi dua manasına gelirken mecazen namaza denmiş, sonra zamanla şer'i anlamda hakikat haline gelmiş, bunu Belagat kitaplarında izah ediyor.
Ahmed Cevdet Paşa da; "Salât lafzı lugatte dua manasına olduğu halde, şeriat ıstılahında namaz manasına vaz olunmuş olmağla, dua manasına kullanıldığı takdirde lügate nazaran hakikat, ama şeriata nazaran mecaz olur" diyor.
"iştirak ve teradüfün sırlarına müracaat et." Muhakemat (s. 26 ) Buradaki iştirakten kasıt müşterek lafızlardır. Ne demek müşterek lafız? Mesela bir mal çalmak, bir de çan çalmak. İkisinde de çalmak manası mecaz değildir, hakikattir. Mesela ayn(göz) de böyle müşterek bir lafızdır; Baştaki göz, suyun çıktığı yer, diz, altın gibi yedi sekiz müşterek manası var. Hepsi de hakikat manasıyla kullanılmış, mecaz değil. Teradüf dediği de eş anlamlılar. Mesela devenin Arap dilinde yetmiş adı varmış.
Not: Arslan'ın daha garib. Merhum Kemaleddin Demiri "Hayatu'l Hayavan" adlı meşhur eserinde Arslan'ın Arapçada 500 ismi olduğunu söyleyip, Lügat âlimlerinden Ali bin Kasım bin Cafer'in ise bunu 1300 isme çıkardığını dile getiriyor.(bkz. A.g.e, Cilt: 1, s. 8)
"Selefin zevklerine giden çok kelimatı veya hikâyatı veya hayalâtı veya maâni, ihtiyar ve zînetsiz olduklarından halefin heves-i şebabanelerine tevafuk etmediklerinden meyl-i teceddüde ve fikr-i icada ve cür'et-i tağyire sebeb olmuşlardır.(Muhakemat s. 26) Önceki devirlerde yaşayan insanların zevklerine giden çok kelimeler ve hikâyeler ve hayaller ve manalar yaşlanmış ve süssüz olduklarından, yeni kimseler eski manasını anlamadıklarından yeni manasında anlamışlar ve kendi gençlik heveslerine uygun gelmediklerinden yenilik meyline ve icat fikrine ve değiştirme cüretine sebep olmuşlardır.
*"Öyle ise her şeye zahire göre hükmetmemek gerektir" (Muhakemat s. 26)
Not: : Prof. Dr. Şadi Eren bey diyor ki; "Bazı şeyler zahirine göredir. Hatta "nasslar zahirine göredir" şeklinde bir usul kaidesi vardır. (Teftazani, Şerhu'l Akaid s. 189) Ama her kuralın istisnaları olabildiği gibi, bunun da istisnaları vardır. Dolayısıyla bütün nasslar zahirine göre değildir. Nice ayet ve hadiste, metni zahirine göre anlamak, o metni anlamamak demektir. Mesela "Ahirzamanda Mehdi geldiğinde, Ashâb-ı Kefh mağaralarından çıkacaklar" rivayeti geçer. Bunu zahirine göre anlarsak, üç yüzyıl mağarada uyuyup sonra uyandırılan ve ardından da vefat eden Ashab-ı Kehf'in yeni bir uyandırılma hadisesiyle karşılacaklarını zannederiz. Ama bunu bir sembol olarak anlamak daha sağlıklı olacaktır. Kur'an-ı Kerim'de Ashab-ı Kehf nazara verilirken onların genç kimseler oldukları nazara verilir. Demek ki Mehdi geldiğinde üç yüz yıldır uykuda olan gençliği uyandıracaktır."
Peygamber Efendimiz ahirzaman deccalını anlatırken bir yönünü şöyle bildirir; "Deccal bir beldeye gider, onların kendilerine tabi olmasını ister. Onlar da tabi olurlar. O da onlara bol bol yağmur yağdırır. Sonra başka bir beldeye gider, onlar ise tabi olmazlar. O da onlardan yağmurunu keser"(Müslim, Fiten: 110) Bu rivayeti zahirine göre değerlendirdiğimizde, deccalın bulutlara bile hükmedecek bir kudrete sahip olduğunu zannedebiliriz. Ama bunu devletin imkânları şeklinde ele alırsak, mesela hallolur. Yani deccal, kendisine tabi olanlara devletin imkânlarını yağmur gibi yağdırır. Tabi olmayanları ise bu imkânlardan mahrum bırakır." (Prof. Dr. Şadi Eren, Muhakemat Notları, s. 91-92)
Not: 2: Şadi Eren beyin dediklerini te'yiden merhume Meryem Cemile'nin bir yorumunu nakletmek isterim; "Bugün "teknik yardım" adı altında, "azgelişmiş" denen ülkelere yapılan yardımlar sadece batı medeniyetinin "geri kalmış" ülkelere yayılması demektir. Yüce peygamber bunu aynen haber vermiştir; "Deccal, muhtaç Müslümanları doyuracak, fakat onları imansız yapacaktır" buyurmuştur."(Mevdudi- Meryem Cemile, Mektuplaşmalar, s. 57, terc. Ebubekir Doğan, Akabe Yayınları, İst. 1986, 1. Basım)
*"Muhakkikin şe'ni;(araştırmacı insanların şanı) gavvas olmak(dalgıç olmak, meselelere iyice nüfuz etmek) zamanın tesiratından tecerrüd etmek,(kendi zamanındaki bir takım etkilerden sıyrılmak) mazinin a'makına girmek,(geçmişin derinliklerine girmek) mantığın terazisiyle tartmak, her şeyin menbaını bulmaktır." Muhakemat (s: 26)
* "Mana-yı hakikînin bir sikkesi olmak gerektir. O sikkeyi teşhis eden, makasıd-ı şeriatın müvazenesinden hâsıl olan hüsn-ü mücerreddir. (Muhakemat, s. 27) Bir ayet veya bir hadisi acaba mecaz mı, yoksa hakiki manasında mı, bunu ayırmak için şeriatın ana maksatlarını kullanacaksın. Bir kelamdan maksadın mecaz mı hakikat mi olduğunu bilmenin yolu Arap dili ve edebiyatını ve dinin makasıdını( haciyat, zaruriyat tahsiniyyat gibi) bilmek gerekiyor.
*Evet, her şeyi zahire hamlettire ettire nihayet Zahiriyyun meslek-i müteassifesini tevlid etmek şanında olan meyl-üt tefrit" Muhakemat (s. 27)
Meslek-i müteassife; Zorlamacı meslek..Her şeyi zahiri manasıyla anlamaya çalışıyor, mecaza hiç bakmıyor. O zaman da zorlama tevil ve yorumlara giriyor. Mesela hamamda arslan gördüm ibaresini," he demek ki hamamda arslanlar için de bir yıkanma yeri yapılmış" anlıyor.
İslam fıkhında Zahiri mezhebi diye bir mezhep var. Bunun kurucusu Davud-u Zahiri..Meşhur Fıkıhçılarından birisi de İbn-i Hazm..Onun el Muhalla adlı 12 ciltlik fıkıh kitabını incelerseniz, bu tür zorlamalarını çok rahat görebilirsiniz.
*Her şeye mecaz nazarıyla baktıra baktıra nihayette Bâtıniyyunun mezheb-i bâtılasını intac etmek şe'ninde olan hubb-u ifrat" (Muhakemat (s.27 ) Batiniler, Kur'an ve hadislerin her kelimesinde gerçek manasının dışında gizli bir mana vardır ve gerçek anlamı da bu derinde olan manadır diye iddiada bulunan ve özellikle Miladi 9. Asrın son çeyreğinde ortaya çıkan sapık bir güruh..
* "Hadd-i evsatı gösterecek, ifrat ve tefriti kıracak yalnız felsefe-i şeriatla belâgat ve mantık ile hikmettir (Muhakemat s: 27 ) burada felsefe-i şeriatla kasıt, şeriatın hikmeti ve şeriatın maksadları olarak anlamak lazım. Bu konuda usul-i fıkıhla alakalı İmam Şâtıbî'nin dört ciltlik "Makasıdü'ş- Şerîa" adlı bir eseri var. Orada uzun boylu olarak İslami hükümlerin maksadlarını ele almış..
Burada hikmetten kasıt müsbet ilimlerdir. Genelde hikmet denilince felsefe akla gelir, ama burada müsbet ilimlerdir.
Bu yazıya yorum yazın
Bu yazıya gelen yorumlar.
Eymen Akça, 2020-04-20 16:25:32
Güzel, faydalı bir çalışma. Sahasında mütehassıs bir ağabeyimizin ilmî bir dersi. Allah hepinizden razı olsun. Âmin. Âmin. Âmin.
Bu yoruma katılıyor musunuz ?
DİĞER YAZILAR
Hala mı Allah'a tövbe etmezler ve O'ndan bağışlanma istemezler? Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.
Maide, 74
GÜNÜN HADİSİ
Diğer bir kişi katılmaksızın, iki kişi aralarında fısıldaşmasın.
Buhari
SON YORUMLAR
- Bütün beytlerin tercümesini gönderebilir misiniz? sitede sadece son birkaç...
- Fıtrat, namaz, tevafuk, sırlar ve tüm bunların sahibi zişanı İlahi kusur...
- Selamünaleyküm İnternette mütalaalı risale i nur dersleri diye arama yapt...
- bu kıymetli yazıdan dolayı ahmed izz kardeşimize teşekkür ederiz çok mani...
- selamün aleyküm Ahmed kardeşimizi tebrik ediyor ve bu faideli tercümelerin...
- Yanında okuyan diğer öğrencileri; Molla Muhammed Kasori Molla Muhammed Era...
- Benim merhum babam Molla İbrahim Azizi de onun yanında icazeti tamamlamıştı...
- Teşekkürler. Sanırım Envar neşriyat idi.Tam hatırlayamıyorum.....
- Çok güzel bir çalışma Rabbım ilminizi arttırsın bu çalışmalarınızı...
- Merhaba, Ben Foliant yayınlarından uğur. Sizinle iletişim kurmak istiyoruz ...
TARİHTE BU HAFTA
*Kanije müdafaası(18 Kasım 1601) *Hz.Fatıma'nın(r.anha) Vefatı(22 Kasım 632) *İstanbul'un Müttefikler Tarafından İşgali(23 Kasım 1918) *Alparslan'ın Şehadeti(24 Kasım 1072) *Öğretmenler Günü(24 Kasım)
ANKET
Sitemizle nasıl tanıştınız?
Yükleniyor...