BAKIŞ AÇISI-1
Ehl-i Sünnet olduğunu söyleyen Müslümanların, ilmî ve itikadî konular hakkında önyargısız davranmaya ve ince eleyip sık dokumaya her kesimden daha fazla itina göstermesi gerektiğini düşünüyorum. Zira bizim ayırd edici vasıflarımızdan birisi de önyargısız davranmak, insaf ve hakkaniyet ölçülerinden zerre miktarı ayrılmamaya özen göstermektir
Takdim
Kıymetli ziyaretçilerimiz, yeni bir hizmetimizi size arz etmekten memnun ve mesruruz. Değerli hocamız Ebubekir Sifil beyefendi'nin 2003-2007 seneleri arasındaki gazete, dergi yazıları ve söyleşilerini okuyarak, bir konu ve şahıs indeksi hazırlamıştım.
Kendime özel olarak hazırladığım bu notları sizlerle paylaşmak arzu ettim. Zira âcizane görüşüm, maddi manevi savrulma ve fırtınaların çok yaşandığı bu modern zamanlarda, insanlar güvenli liman arayışı içerisindeler. Ebubekir hocam da senelerdir fikri ve ahlaki istikameti, Ehl-i Sünnet'i titizlikle ve önyargısız(bazen, kendisini Ehl-i Sünnet'in yegane temsilcisi gören kimi zevat ve gruplara karşı da) savunması yönüyle, bu hususta çok dikkat çekici bir sima..
Bu çalışma sırasında bilgisayarımda dört senelik yazıları vardı. Bu Korona iptilası zamanında her gün azar azar da olsa okuyarak, dikkatimi çeken yerleri iki ayrı dosyada topladım. Ama inşallah hocamızın şu ana kadar ki diğer yazılarını da okuyarak ileride bu iki dosyayı genişletmek arzu ediyorum- Cenab-ı Hak tevfikini refik ederse-
Notları bitirdikten sonra, muhterem Ebubekir beye Ramazanın son günlerinde telefon açıp, yayınlama konusunda iznini rica ettim. Hocamız-Allah razı olsun kendisinden- büyük bir incelikle kabul ettiler. Bu vesileyle iki dosyayı da eş zamanlı olarak yayınlıyoruz.
Bu bölüm "Bakış Açısı" adını taşıyor, şahıs indeksi de "Benim Gözümle" başlığı altında yayınlanacak kısmetse.
Son olarak İmam-ı Malik'in(rahimehullah) Hz. Peygamberin(aleyhissalatu vesselam) kabr-i şerifini göstererek dediği meşhur sözle takdime son verelim;
" İnsanların sözü hem alınır hem de reddedilir. Ancak şu kabrin sahibi Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)'in sözü başka… O reddedilmez."
Saygılarımla. Salih Okur/cevaplar.org
Ehl-i Sünnet olduğunu söyleyen Müslümanların, ilmî ve itikadî konular hakkında önyargısız davranmaya ve ince eleyip sık dokumaya her kesimden daha fazla itina göstermesi gerektiğini düşünüyorum. Zira bizim ayırd edici vasıflarımızdan birisi de önyargısız davranmak, insaf ve hakkaniyet ölçülerinden zerre miktarı ayrılmamaya özen göstermektir. Milli Gazete - 9 Ocak 2003
Burada bir noktanın altını çizmemiz gerekiyor: Gerek Tarih kaynaklarında gerekse başka eserlerde yer alan malumatın değeri, nakledildikleri senetlerin durumuyla doğru orantılıdır. Bir haber veya rivayetin Hadis kaynağında mı yoksa Tarih kaynağında mı nakledildiği hususu tek başına onun güvenilirliği ile ilgili bir kriter teşkil etmez. Bir başka ifadeyle, Hadis kaynaklarında yer alan rivayetlerin tümünü sırf Hadis kaynağında zikredilmiş olduğu gerekçesiyle sahih addedemeyeceğimiz gibi, Tarih kaynaklarında yer alan haberleri de sırf Tarih kaynağında yer aldığı için güvenilmez sayamayız. Her iki durumda da yapılacak şey, rivayet kritiğinde uygulanan yöntemlere başvurmaktır. Eğer bu kriterler bize söz konusu haberin "güvenilebilir" olduğunu söylerse, onu kabul etmekte ve kullanmakta –sırf Hadis kitaplarında nakledilmediği gerekçesiyle– tereddüt göstermenin tutarlı bir yanı yoktur. Milli Gazete - 11 Ocak 2003
Tenkidin fayda hâsıl etmesi için, tenkide muhatap olan kimsenin bunu bir katkı olarak görüp istifade etmekten ve tesbit edilen eksiklik/yanlışlıkları itirafı bir fazilet bilerek düzeltme yoluna gitmekten sarf-ı nazar etmemesi gerekir. Ne ki, bu kültürün bizim ilmî çevrelerimizde yerleşmemiş olduğu da hepimizin malumu. Eleştiriye muhatap olanlar (burada haklı ve makul eleştiriyi kasdettiğim belirtmeliyim) bunu bir "karalama" olarak algılamayı ve tahammülsüzlük göstererek karşı tarafa cevap yetiştirmeyi tercih ediyor. Oysa ilim hiç kimsenin tekelinde değildir ve haklı, seviyeli ve makul eleştiri ilmi ancak artırır. Milli Gazete - 21 Ocak 2003
İslam dünyasının son iki yüz yıldır "değerler" bağlamında yaşadığı aşınma ve çürüme, İslam'la ilişkimizi "hissederek yaşama" seviyesinden, "öğrenmeye çalışma" seviyesine indirgedi. Bu, meyvenin tadını posasından almaya çalışmak gibi bir şey. Bin bir türlü operasyona maruz bir zihin ve bulanık bir kalp, neyi ne kadar "sağlıklı" duyabilir? Tarihi, kültürü, dini, bu kadar filtrenin arkasından "olduğu gibi" görmek mümkün olabilir mi? Bütün bunların üstüne, varisi kılındığımız şeyin ağırlık ve ihtişamını taşıyacak sıkletten mahrum bulunuşumuzu da ekleyince, bu "minicik gövde"nin "kaf dağını" değil yüklenmeye, idrak etmeye bile güç yetiremeyişini açıklamak biraz daha kolaylaşıyor. Babasından kalan altın külçesine bakıp, "yarım ekmek arası döner veren çıksa da şu yükten kurtulsam" diyen toy delikanlının tavrı neyse, bizimki de o... Milli Gazete - 23 Ocak 2003
İlmî ve hele de itikadî bir mesele hakkında konuşuyorsak, duyguların değil, "ilkelerin" belirleyici kılınması gerekir. Milli Gazete - 25 Ocak 2003
Miraç diye bir hadisenin hiç vuku bulmadığını söylemekle, bu olayın "ruhen" gerçekleştiğini söylemek arasındaki farkı burada uzun uzadıya izaha girişmenin gereksiz olduğu açık. (Bkz. Abdülganî el-Meydânî, Şerhu'l-Akîdeti't-Tahâviyye, 75) Konuyla ilgili hemen her eserde Mirac'ın ruhen gerçekleştiği görüşünün Hz. Aişe (r.anha) validemiz, Hz. Mu'âviye (r.a) ve Tabiun'dan Hasan-ı Basrî (rh.a)'e nisbet edildiğini biliyoruz. Her ne kadar bu görüşün onlara nisbeti tartışılmış ise de (bkz. İbn Dıhye, el-İbhâc, 78-9; Ali el-Karî, Şerhu'ş-Şifâ, I, 410 vd.), şahsen Mirac'ın ruhî olarak gerçekleştiğini söylemenin Mirac'ı –ve dolayısıyla İsra ayetini– inkâr anlamına geleceğini söyleyen bir âlim bilmiyorum. Milli Gazete - 4 Şubat 2003
Tarihinin en müşevveş bilinç durumunu yaşayan bizler, modern zamanların Müslümanları, birçok meselede "ölçünün tayininde" veya en azından "okunması"nda sıkıntılar yaşıyoruz. Burada bunun sebeplerine ayrıntılı olarak dalmak niyetinde değilim. Hiç olmazsa "ölçü"nün ne olduğu konusunda görüş birliği içinde olanların birbirlerini ithamdan uzak durmalarını bekliyor insan. Milli Gazete - 6 Şubat 2003
"Yazmak", düşüncenin kalıcılaştırılmasını temin eden en önemli unsur olmakla, yazan için son derece önemli bir riski de beraberinde taşır. Eğer yazdıklarınız meyanında şu veya bu şekilde birtakım yanlışları da kalıcılaştırmışsanız, daha sonra yapacağınız düzeltmenin, o yanlışın doğurduğu sonuçları tamamen ortadan kaldıracağından hiçbir zaman emin olamazsınız. Bu, konuyla ilgili istisnasız herkesin, hepimizin ortak problemidir. Milli Gazete - 13 Mart 2003
Tartışmalarda genellikle görülen, kendi doğrularını karşı tarafa toptan kabul ettirme gayreti olunca, kimsede "hakkı kabul"e yanaşma niyeti görülmüyor. Tartışmadaki bir tarafın dile getirdiği "bazı" doğrular olsa bile, öbür taraf bunları kabul ettiğinde "yenilgiyi kabul etmiş" görüntüsü doğacak. Böyle olunca aidiyetin ürünü olan kimlik ve onun üzerine kurulmuş bulunan değerler sarsıntıya uğrayacak. Sıkıntılı bir iş anlayacağınız... Milli Gazete - 15 Mart 2003
Ne yazık ki, İslamî bilinç üzerinde yürütülen çok boyutlu operasyonlar sonucunda kitlesel duyarlık, zedelene zedelene hassasiyeti son safhaya ulaşmış bir dokunun en küçük bir müdahalede sonucunda yaraya dönüşmesini andırır duruma geldi. İmajinatif ve kurgusal söylemlerin en doğru, haklı ve güçlü ilmî izahatı bile mahkûm edecek güce eriştiği bir ortamda tıpkı Kur'an ve Sünnet'in olduğu gibi Ehl-i Sünnet'in içinin boşaltılması da işten değil. Milli Gazete - 20 Mart 2003
Bağdat... Medinetu's-Selâm... Barış ve Esenlik Şehri... Bizim şehrimiz... Hz. Ömer tarafından bütün Ümmet'in malı olarak vakfedildiği için bizim olan ve bizim kalması gereken toprakların incisi... Milli Gazete - 25 Mart 2003
Osmanlı toprakları da öyle değil miydi? Ağırlıklı olarak Tanzimat'la başlayan Modernleşme hareketi boyunca Avrupa'nın, Osmanlı devletine vakıfların ilgası için yaptığı ısrarlı telkinlerin altında Gayrimüslimlerin savaşla alamadıklarını parayla satın almasını sağlamaktan başka ne vardı ki!.. Milli Gazete - 25 Mart 2003
Kısaca ifade etmem gerekirse, "ilim talebi" bir "hayat tarzı"dır ve "bilgilenmek"ten yahut "malumat edinmek"ten çok çok farklıdır. Günümüzde sık sık "okumayan bir toplum" olduğumuzdan şikâyet edilir ya; şartlar elverdiğinde yoğun bir yönlendirme ve teşvikle, okumayan bir toplumu "okuyan" bir toplum haline getirmek mümkündür. Ancak, cahil bir toplumu âlim bir topluma dönüştürmek, hiçbir zaman mümkün olmamıştır, olamaz da. Milli Gazete - 23 Mart 2003
"Edebe riayet", sadece "ulum-i diniye" tahsil/tedrisi esnasında değil, hayatın bütün alan ve safhalarında şiarımız olmak gerekir. Bireysel ve toplumsal hayatımızda somut/gözle görülür bir iyileşme göremeyişimizi, "edep"ten başlayarak sıralayabileceğimiz bir dizi "soyut" "değer"e burun kıvırışımızda aramalıyız önce... Milli Gazete - 25 Mart 2003
İslamî ilimler sahasında cereyan eden ve kitle iletişim vasıtaları marifetiyle kitleyi de içine çeken yoğun tartışmaların yol açtığı fikrî ve hatta "itikadî" bulanıklık, ancak yine aynı vasıtalar yoluyla yerini "durulma"ya bırakacaktır. Özellikle çekirdek kadrosunu akademisyenlerin oluşturduğu dergiler –ki önceleri bir anlamda "kapalı devre" yayın yaparken, bilahare geniş kitleleri yönlendirici bir özelliğe kavuşmuşlardır– böyle bir ortamın oluşmasına inkârı mümkün olmayan bir katkı bahşetti! Milli Gazete - 27 Mart 2003
Din-kültür ilişkisi bakımından bizim için açıklayıcı olabilecek en yakın ve canlı örneği Osmanlı'dan Cumhuriyet'e yaşadığımız modernleşme serüveninde bulabiliriz. Bu süreç içinde resmî bir "din değiştirme" öngörüsü olmadığı halde, kültürel sahada yaşanan dönüşüm, neticede dinin toplumsal bilinç ve toplumsal hayat bakımından icra ettiği fonksiyonu gözle görülür biçimde etkilemiştir. Bir diğer deyişle, bizde bir "din değişmesi" değil, "kültür değişmesi" hadisesi yaşandığı halde kültür ve medeniyet boyutu dumura uğratılmış bir dinin, salt "ruh" olarak birey ve toplum hayatında dönüştürücü etki yapması yolundaki gayret ve beklentiler şu ana kadar kayda değer bir sonuç doğurmamıştır. Milli Gazete - 19 Nisan 2003
 Bizim geçmişimizde toplumun önemlice bir kesimi "okuma" faaliyetinin uzağında değilse, içinde de değildi. Ama bu durum herhangi bir "arıza"ya yol açmıyordu. Toplumun belli ve sayıca az bir kesimi "ilim" peşindeydi. Onlar tarafından en yüksek seviyede ve kesintisiz biçimde gerçekleştirilen ilmî faaliyet neticesinde geniş toplum kesimlerine ancak ihtiyaç kadar bilgi aktarımı yapılıyordu. O da "rafine edilmiş" bilgiydi.
Bence işin burası son derece önemli. Her türlü bilgiyi her seviyeden insanın "kullanımına" açık hale getirmek en başta bilginin kendisinden bekleneni gerçekleştirmesine engeldir. Böyle olduğu içindir ki, bizim geçmişimizde "kimi okuyalım, ne okuyalım" türünden sorular sorulmuş değildir. Bu her şeyden önce bir "sistem" işi... Milli Gazete - 29 Nisan 2003
Günümüzde birey, "bilgi toplumu"nu oluşturma gerekçesiyle biteviye okumaya teşvik edildiği halde –kimin neyi okuması gerektiğine karar verecek ve "bilgi" adına dolaşımda bulunan "malzeme"yi denetleyecek bir mekanizma bulunmadığı için– kafa karışıklığının önüne bir türlü geçilemiyor. Milli Gazete - 29 Nisan 2003
Bizde "bilgi" bir "emanet"tir ve asla onu taşıyamayacak olanların eline bırakılmamalıdır. Onunla ancak, hayatını ona "vakfeden" insanlar iştigal edince maksat hasıl olur. Aksi halde ortaya, herkesi her şeyi bilmekle yükümlü kılmak gibi kabul edilemez bir durumun çıkmasının kaçınılmazlığı bir yana, bilginin "işlevselliği" konusunda da bugün yaşadığımız türden sıkıntılar baş gösterir... Milli Gazete - 29 Nisan 2003
Modernitenin meydan okumaları karşısında Müslümanlar'ın "İslam mani-i terakki değildir" türünden, çaresizlik içinde ve alelacele kotarılmış savunmacı söylemlerinden biri olarak dikkat çeken "Gerçek özgürlük Allah'a kulluktadır" önermesi, sizi bilmem ama bana oldum olası saçma gelmiştir. Bu cümleyi telaffuz edenler, ya ne söylediğini bilmeyen veya "özgürlük" ve "kulluk" kavramlarının içini boşaltmak suretiyle kaş yapayım derken göz çıkaran kimse olarak nitelendirilmeyi hak etmişlerdir. Zira bu iki kavram, barışması asla mümkün olmayan iki temel tercihi kristalize ediyor. Kur'an'ın tabiriyle insan, hakikat karşısında ya kulluğu/mükellefiyeti tercihle "şekûr" veya özgürlüğü/isyanı tercihle "kefûr" olarak pozisyon alır... Milli Gazete - 1 Mayıs 2003
Yaygın kanaat, insanın ruh ve beden ikilisinden mürekkep olduğu tarzındadır. ed-Devvânî ise, peygamberlerin mucizelerini ve evliyanın kerametini muarızlara aklî bir yaklaşımla ispat maksadıyla 5 yıllık yorucu bir mesai sonunda kaleme aldığını söylediği mezkûr risalede (ki naşirin önsözü, el-Kevserî'nin takdim ve ta'likatıyla sadece 19 sayfalık bir hacme sahiptir) insanın üç unsurdan mürekkep olduğunu söyler: Kesif cisim, latif cisim ve ruh. Milli Gazete - 3 Mayıs 2003
ed-Devvânî'ye göre ölüm hadisesi, ruh ile latif cismin bedenden ayrılmasıyla vuku bulur. Beden uykuda olduğu halde insanın (rüya âleminde) uzak mesafelere gitmesi, aslında bu "latif cisim" tarafından gerçekleştirilen bir faaliyettir. İnsan uykudan uyandığı zaman, ölümden sonra kabir suali için ve sualden sonra "haşr" için "latif cisim" bedene tekrar hulul eder. Nitekim pek çoğumuzun, rüyasında gördüğü mekânları daha sonra maddî gözleriyle müşahede ettiği zaman aradaki benzerlikten, hatta aynılıktan hayrete düştüğü vakidir... Milli Gazete - 3 Mayıs 2003
 M. Enver şâh el-Keşmîrî'nin, hadislerde geçen "neseme" kelimesi hakkındaki yorumunu, ed-Devvânî'nin bu yaklaşımını destekler mahiyettedir. el-Keşmîrî, şehitlerin ruhları hakkındaki hadiste, "rızıklanma, yeme, içme" gibi hususlardan bahsedilmesi dolayısıyla, bu eylemlerin toprakta yatan beden hakkında söz konusu olamayacağını, keza ruh için de böyle fiillerin söz konusu olmayacağını belirterek "neseme"nin beden ve ruhtan farklı bir unsur olduğuna dikkat çeker. Milli Gazete - 3 Mayıs 2003
Bir zaman teknolojik icatların Kur'an ayetlerinde 1400 sene önceden haber verildiğini söyleme modası yaygındı. Bu moda bilahare yerini daha "alımlı" bir söyleme bıraktı: Kur'an'ın hermenötik yöntemiyle okunması... Milli Gazete - 6 Mayıs 2003
Hakkında "yeterli" bilgiye sahip olmadığımız hususlarda susmayı tercih etmek, hüküm vermeyi ertelemek ya da meseleyi bilenlere havale etmek sadece bir "hak" değil, aynı zamanda "görev" olarak telakki edilmelidir diye düşünüyorum. Hele üzerinde konuşulan şey, bir yönüyle de olsa Din'i ilgilendiriyorsa, bu davranışla sadece edebe uygun hareket etmiş olmakla kalmaz, aynı zamanda vebalden de kurtulmuş oluruz. Zira inancımız bize, söylediğimiz her sözün bir hesabı olduğunu söylüyor. Milli Gazete - 8 Mayıs 2003
-devam edecek-
Â
Bu yazıya yorum yazın
Bu yazıya gelen yorumlar.
DÄ°ÄžER YAZILAR
"Rabbimiz Allah'tır" deyip sonra da dosdoğru yaşayanlara korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir.
Ahkaf,13
GÃœNÃœN HADÄ°SÄ°
Kim, rızkının Allah tarafından genişletilmesini, ecelinin uzatılmasını isterse sıla-i rahim yapsın.
Müslim, 2318
SON YORUMLAR
- Bütün beytlerin tercümesini gönderebilir misiniz? sitede sadece son birkaç...
- Fıtrat, namaz, tevafuk, sırlar ve tüm bunların sahibi zişanı İlahi kusur...
- Selamünaleyküm Ä°nternette mütalaalı risale i nur dersleri diye arama yaptÄ...
- bu kıymetli yazıdan dolayı ahmed izz kardeşimize teşekkür ederiz çok mani...
- selamün aleyküm Ahmed kardeşimizi tebrik ediyor ve bu faideli tercümelerin...
- Yanında okuyan diğer öğrencileri; Molla Muhammed Kasori Molla Muhammed Era...
- Benim merhum babam Molla İbrahim Azizi de onun yanında icazeti tamamlamıştı...
- Teşekkürler. Sanırım Envar neşriyat idi.Tam hatırlayamıyorum.....
- Çok güzel bir çalışma Rabbım ilminizi arttırsın bu çalışmalarınızı...
- Merhaba, Ben Foliant yayınlarından uğur. Sizinle iletişim kurmak istiyoruz ...
TARÄ°HTE BU HAFTA
*Kanije müdafaası(18 Kasım 1601) *Hz.Fatıma'nın(r.anha) Vefatı(22 Kasım 632) *İstanbul'un Müttefikler Tarafından İşgali(23 Kasım 1918) *Alparslan'ın Şehadeti(24 Kasım 1072) *Öğretmenler Günü(24 Kasım)
ANKET
Sitemizle nasıl tanıştınız?
Yükleniyor...