MAHMUD TOPTAŞ HOCAMIZDAN GÜLDESTE-8

Peygamber Efendimiz Müslüman topluluğu “bir binayı meydana getiren taşlara” benzetir. Temel taşı ile tepe taşının yapısı ve görevi aynı değildir. Köşe taşı ile ara malzemede bir değildir. Ama hepsi bir araya gelince iyi bir mimarın planı, iyi bir ustanın eliyle güzel ve sağlam bir yapıya dönüşür.


Mahmud Toptaş

.

2020-06-01 17:26:37

Peygamber Efendimiz Müslüman topluluğu "bir binayı meydana getiren taşlara" benzetir. Temel taşı ile tepe taşının yapısı ve görevi aynı değildir. Köşe taşı ile ara malzemede bir değildir. Ama hepsi bir araya gelince iyi bir mimarın planı, iyi bir ustanın eliyle güzel ve sağlam bir yapıya dönüşür.

Yapıları, yerleri ve görevleri ayrı olsa da aynı yapının malzemesidirler.

Bu Müslüman gruplarımız bir kubbeyi taşıyan dört direk gibidirler. Bunların birlikteliği ayrı durmalarındadır.

Siz bunlar arasında ayırım yapmadan yardım elinizi uzatınız.

Bu guruplar sazın telleri gibi ayrı dururlar ama aynı nağmeyi, İslam'ı terennüm ederler.

Siz bunların akordunu yapanlara yardım ediniz. Rejim bunlardan birini tutuyor diğerini dövüyorsa, dövdüğünü pekiştirerek sağlamlaştırıyor, tuttuğunu da imkânlar vererek güçlendiriyor.

*Bugün bizim, birbirimiz hakkında hoşa gitmeyen sözler söylememiz, farklılıklarımızı düşünmediğimizden, herkesin kendi kalıbımıza göre dökülmesini, ya hep temel taşı veya hep tepe taşı olmamızı istememizden kaynaklanmaktadır.

Bu binanın korunması için kalem kullananlar, kılıç sallayanlar, kan verenler, gözyaşı dökenler, alın teri akıtanlar, güzelim İslam binasına bulaşan bidatları temizleyenler, amelle süsleyenler hepsi aynı görevi yapmaktalar.

*Türkiye'de ve dünyanın çeşitli yerlerindeki Müslüman gruplar hangi isim altında birleşirse birleşsinler, hepsini kardeş kabul etmeli. Bizler cephede bozulup dağa sığınan askerlere benzeriz. Birbirimizle bağlarımız kopuk. Karanlıkta birbirimizi düşman bile zannedebiliyoruz. Hepimiz ayrı yerlerde aynı gaye için çalışıyoruz. Mevzii metotlar geliştirilmiş durumda. Hepsinin kulağı seste. İçlerinden hepsinin tanıdığı, güvendiği bir sesi beklemekte..

*Hiçbir kimse İslâmi hizmetlerin tarihini kendisiyle başlatmamalı ve bu dava benimle kaim dememeli. Hz. Âdem'le başlatılan bu İslam binasının son taşı olduğunu Peygamber Efendimiz şöyle ifade ediyor: "Benim ve benden önceki Peygamberlerin durumu güzel bir bina yapıp bir tuğla eksik bırakan insanın durumuna benzer. İnsanlar o evi dolaşıyorlar ve bundan daha güzelini görmedik ancak bir şu tuğla eksik olmasaydı derler. İyi bilin ki işte o tuğla benim."(Buhari K. Menakıp Hadis n.3300) Efendimiz bu hadisiyle bize, geçmişte yapılan hizmetleri takdir etmemizi, bir gediği kapatıp güzelleştirmemizi öğütlüyor.

* 'Türkiye'de İslami hareketler, siyasi faaliyetler on senedir, yirmi senedir, otuz senedir, hızla ilerliyor' diyenler, kendilerinin İslâmi hizmetlere giriş tarihini söylemektedirler ve kendileriyle başlatmaktadırlar. İslâmi hizmetin tarihini kendisiyle başlatanlara göre, kendilerinin ölümüyle hizmet biter. Oysa Hz. Âdem'le başlayıp binlerce Peygamber ve onun varislerince sürdürülen bu hizmete katılıp bir yer tutanlar kıyamete kadar gelecek müminlerin rahmet ve mağfiret dileklerinden faydalanacaklardır.

*Efendimize birisi gelerek kalbinin katı olduğundan şikâyette bulunmuş. Efendimiz ona: "Yetimin başını okşa, fakirin karnını doyur" (Mecmau-z Zevaid ve Menbeu'l Fevaid 8/160) buyurmuş. Demek ki insan ruhunun ve nefsinin tedavi yollarından bir tanesi de fakire yardım. Aslında burada yardım eden kişi kendisine yardım etmektedir. Böyle bir tedavi usulü günümüzde henüz tavsiye edilmiyor. Ancak, Avrupa'da "ihtiyarlıyorum, hayranlarım birer birer etrafımdan kaçıyor" diye sinir krizleri geçirenlere, hayvan beslemeyi tavsiye ediyorlar. Efendimiz ise insanın tedavisinin insandan olduğunu bildiriyor.

*Vermek için zaman da yoktur. Her an verilebilir. Verecek bir şeyi olmayan tek lokmanın yarısını vermeli, o da yoksa selam versin, doğru söz söylesin. Kimseye zarar vermesin, insanlara su ikram etsin, karşılaştığı Müslümana gülümsesin. Bunlar da sadakadan sayılmıştır Efendimiz dilinden.

* Tefsir yazmak, okumak ve onunla amel etmek ibadet olduğu gibi Allah'a, peygamberine ve Kur'an'a iman eden bir insan Fizik, Kimya, Biyoloji, Deniz bi­limleri, Yıldız bilimleri, Bitki bilimleri, Maden bilim­leri, Tıp, Eczacılık gibi bütün ilim dallarıyla uğraşmak farz-ı kifaye olduğundan ibadet sayılır.

* Yakında ilim adamları koparılan bir yaprağın veya çiçeğin, kırılan bir dalın çığlıklarını bize dinletirse, biz şaşmayız. Ayetler, hadisler ve bu yolda yürüyen şairler bizi hazırladılar.

*Gökyüzünden yağan rahmet, yeryüzünden biten çiçekler, sebzeler, meyveler, güneş ısısı ve ışığı, hava­mızı tazeleyen rüzgarlar, hepsi Rabbimizin tabiat ayetleri..

*Gönül aynası lekesiz berrak bir şekilde dünyaya gelir. Sonra sevilmeyen ve yasaklanan her söz ve davranış gönül aynasına konan bir leke olur. Lekelerin küçüklüğünü önemsemeyen kişinin aynası nasıl bir sene sonra toz tabakasından görünmez hale gelirse, gönül aynası da kapanabilir. Gönül aynası, en ufak toza bile tahammül edemez. O daima Rahman'ın rahmet damlalarıyla ve istiğfar suyuyla silinip paklanmalıdır ki, yıldızları içine alan teleskop gibi, kâinatı içine alan gönül aynasından da kâinatı rahatlıkla seyredilebilsin.

*Kelimeler, toprağa düşen tohum gibidirler ama tohum gibi çürümezler. Bazen anında çiçeklenirler. Bazen de elli sene gönülde durur ve elli sene sonra meyve verirler.

*Bazı insanlara yaptığınız konuşmaların faydasız olduğu kanaatine varmayınız. O anda reddettiği kelimeler, düşünceler, imani doğrular, zaman içinde işlemeye devam ederler ve iyi sonuç alınır. Bazen siz o konuşmanızın faydalı olduğunu öğrenmeden gidersiniz.

Ahirette sevap hanenizde hiç işlemediğinizi zannettiğiniz sevaplarla karşılaştığınızda sizin etkilediğiniz insanların yaptığı iyiliklerden de size sevap yazıldığını göreceksiniz.

* Batılı bir yazar "Kim icat etti bilmiyorum ama dünyanın en büyük icadı selamdır" diyor.

*Ashab'dan biri "Rasulullahdan daha güleç yüzlü birini görmedim" (Mişkat, hadis no:4748) buyurur. Kendini helak edercesine çalışıp insanları doğru yola çekmeye çalışırken, bütün belalara göğüs gererken, yaraları sararken güleç yüzlü, tatlı dilli olmaya çalışacağız.

*Ege denizinin kenarındaki şirin bir kazaya vaiz olarak gittiğimde camide parmakların sayısı kadar cemaatle karşılaştım. Bazı aklı erenlerle görüşüp konuştuğumda "Hocam, biz bu kadar değildik. Bir vaiz vardı. Kürsüye çıkınca sırtını cehenneme dayar, ağzından üzerimize ateş lavları, kaynamış katranlar akardı. Temmuz sıcağında caminin serinliğine sığınanlar içeride kebap olur, çıkardı. Onun için millet dağıldı, gelmeyiverdi" diye cevap verdiler.

* En kederli, kızgın anınızda; kardeşinizin, eşinizin, çocuğunuzun, anne-babanızın veya arkadaşınızın gülümseyen yüzüne bakınız. Göreceksiniz ki, kederiniz durulacak ve mutluluğa dönüşecektir.

* Yavrusunu bağrına basarak seven anne, çocuğunun hiçbir mektepte öğrenmeyeceği şeyleri onun şuuraltına yerleştirmektedir. Ancak neleri yerleştirdiğini anne dâhil bilmemektedir.

* Karşınızdakinin sözleri sizi rahatsız ediyorsa ve onun gönlü küf bağlamışsa, onunla ilgiyi kesip kurtulmak iş değil. Sen onu kendi haline bırakırsan, küfün demiri yeyip bitirdiği gibi peygamberimiz ve Âdem babamızın torununu ölüme terk etmiş ve bir başkasının zehirlenmesine göz yummuş oluruz.

*Çok yiyenlerin geğirtisi ile aç gezenlerin karın gurultusudur toplumumuzun günlük hayatını cehenneme çeviren..

* Kalp, Rabbimizin rahmetine tutulan bir ayna gibidir. Gönül aynası çabuk kirlenir. Bazen kötü bir bakış kişinin kalbini karatır. Tıpkı nefesin aynada buğu yapıp göstermediği gibi.

* Kalp Arabın dilinde değişmek, şekilden şekle girmek manasına gelir. O daima değişkendir. Bazen kaskatı kesilir, taşlardan daha katı olur. Bazen de Rabbimin rahmetiyle yoğrulur, münbit bir araziye döner. (K. Kerim 57/16). Bazen yaptığı kötülükler nedeniyle kalbi küf bağlar (K. Kerim 83/14), cenk çalmış bakır gibi olur etrafını zehirler, bazen de Allah'ın zikriyle yumuşacık olur (K. Kerim 39/23) . Onun içindir ki peygamber efendimiz bir duasında "Ey kalpleri evirip çeviren Allah'ım! Benim kalbimi dininde sabit kıl" (Şerhu Ayne'l İlim 2/129) diye yalvarmıştır.

*Çocuk ilk konuşmaya başladığında doğru konuşur. Yalan konuşmaz. Ne zaman doğru konuştuğundan dolayı anne veya babasından tokat yerse, ondan sonra "bardağı sen mi kırdın?" denildiğinde o kırdığı halde "Kırmadım" der. Böylece Yahudilikten bir şey öğretilir çocuğa. İşte o İslâm fıtratı bu tür pisliklerle kapatılmaya başlanır.

* Annesinden yeni doğan bir çocuğa yüz gram korku verilmiş olsun. Bu yüz gramın yirmi gramı çocukluğunda annesi onu karanlık gecelerde uyutamadığında; "sus öcü geliyor, böcü geliyor" diyerek harcanıyor. Biraz daha büyüyünce 'amir geliyor, memur geliyor, biraz daha büyüyünce "sesini çıkarma, diploma alamazsın, iş tutamazsın kazanamazsın, memur olamazsın" derken, yüz gramlık korku bitiyor. Böylece kişi de Allah korkusu kalmıyor.

* Gönül dünyası küfürle kararan insanların mü'minlerden korkması tabiidir. Hâlbuki iman ışığı yanıverse, onun kardeş olduğunu görecektir.

* İnsanlar arasındaki duyu farklılıkları, dünyayı renklendirmiş yeknesaklıktan kurtarmış ve insanları bir yarışa başlatmıştır.

*Karıncanın incecik belindeki çelik kuvvet, bülbülün minnacık göğsünden şakıyan ve hiç tekrarı olmayın musiki, aynı toprakta biten mor menekşe, kırmızı lale, beyaz gül, şeker kamışı, acı biber, bir damla kanda milyonlarca canlı ve her canlıya verilen rızk, kendi iç dünyasında meydana gelen değişimler. Bütün bunları evirip çeviren birinin ilmini ve kudretini gösteriyor.

* Batıda yapılan araştırmalar insanları Rabbine biraz daha yaklaştırdı. Deniz altında yaşayan milyarlarca canlının doğumu, yaşamı ve ölümünde tesadüfe yer olmadığı, aynı topraktan meydana gelen şeker pancarıyla bir kazanı acıtacak acı biberin oluşumunda tesadüfe rastlanmadığını, bizim yaptığımız gibi tuz yerine şeker, şeker yerine tuzun atılmadığını, şeker pancarının yanlışlıkla acı, acı biberin şekerli çıkmadığı görülünce, bütün bu elementleri birleştiren, fotosentezi oluşturan ve keşfedilen bu kanunları koyan biri arandı ve Allah inancına dönüldü.

* Allah'a iman onun sıfatlarını bilmekle olur. Eski filozofların yaratılış konusunda akılla açıklayamadıkları yerleri Allah'a havale edip akıllarının erdiğini zannettikleri yerlerde "Allah'ın bu işlerde etkisi yoktur" dedikleri gibi bir imana sahip olanın, imanının kabul olmayacağını, Allah'a sıfatlarıyla beraber iman edilmesi gerektiğini, sıfatlardan birini inkar edenin mü'min olamayacağını görüyoruz.

* Güneşte yedi rengin olduğu gibi "Allah" (c.c.) lafzı da bütün Esma-ül Hüsna'nın manasını kendinde toplamıştır.

* Her şeye onunla başlanır. Yani "Bismillah" diyerek başlanır. Her şeye onun adıyla son verilir el-Hamdülillah denir. Çaresiz kalan herkesin en son sığınağı Allah diye bağırmasıdır. Bu ismin diğer bütün esma-i ilahinin manalarını kendinde toplamasıdır. Hiçbir insan kendisine Allah ismini vermeye cesaret edememiştir. Hiçbir topluluk Allah'ı inkâr etmemiştir. Ancak esmasında ve sıfatlandırma da yanılmışlardır.

* ALLAH ismi celilinde elif'i kaldırsan Lillah kalır yer ve gökler Allah'ındır (K. Kerim 24/42) manasına gelir. Lam'ı kaldırsan leh kalır her şey O'nundur (K. Kerim 25/2) manasına gelir. İkinci lam'ı da kaldırsan Hu kalır. İhlâs suresinde bildirildiği gibi "O Allah tekdir" (K. Kerim 112/1) manasına gelir. (Kurtubi, Şerh-i Esma ül Hüsna, Varak 191/b Süleymaniye no:448)

-devam edecek-

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DİĞER YAZILAR

Ey iman edenler! Allah'a karşı gelmekten sakının ve doğrularla beraber olun.

Tevbe, 119

GÜNÜN HADİSİ

"iman bakımından müminlerin en mükemmeli, ahlâkça en güzel olanlar ve ailesine en güzel davrananlardır."

Tirmizi

TARİHTE BU HAFTA

*Kanije müdafaası(18 Kasım 1601) *Hz.Fatıma'nın(r.anha) Vefatı(22 Kasım 632) *İstanbul'un Müttefikler Tarafından İşgali(23 Kasım 1918) *Alparslan'ın Şehadeti(24 Kasım 1072) *Öğretmenler Günü(24 Kasım)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SİTE HARİTASI