PROF. DR. NÄ°YAZÄ° BEKÄ° HOCAMIZLA Ä°SLAMÄ° Ä°LÄ°MLER VE RÄ°SALE-Ä° NUR ÃœZERÄ°NE

Takdim Kıymetli ziyaretçilerimiz, değerli âlim Niyazi Beki Hocaefendi ile yaptığımız ‘sanal’ bir söyleşimizi istifadenize arz ediyoruz. Aslında amacımız hocamızla şifahi bir muhasebe yapmak idi ama Corona iptilası hayatımızda çok değişiklikler yaptığı gibi, mülakat düşüncemizin de seyrini değiştirdi.


Niyazi Beki(Prof. Dr.)

niyazibeki@gmail.com

2020-06-02 04:52:04

Takdim

Kıymetli ziyaretçilerimiz, değerli âlim Niyazi Beki Hocaefendi ile yaptığımız 'sanal' bir söyleşimizi istifadenize arz ediyoruz. Aslında amacımız hocamızla şifahi bir musahebe yapmak idi ama Corona iptilası hayatımızda çok değişiklikler yaptığı gibi, mülakat düşüncemizin de seyrini değiştirdi.

Niyazi Hocamız hem medrese kökenli, hem tefsir sahası uzmanı olduğundan Risale-i Nur'un medrese ilimleri ile olan yönünü ve bu konudaki bazı yanlış anlamaları ona sormak bizce en isabetli yoldu. Aldığımız cevaplar da bunun böyle olduğunu teyid etti. Kendilerine bize zaman ayırdıkları için çok teşekkür ediyorum. İstifadeye medar olması dileklerimle. Salih Okur/cevaplar.org

 Soru: Muhterem Hocam, Üstad, Şualar'da Risale-i Nur'un 'alet ilimlerine ve bir müderrise ihtiyaç duyulmadan' 'âli ilimlere' ulaştırabileceğini, "herkes derecesine göre o ulûm-u âliyeyi, meşakkat ateşine lüzum kalmadan anlayabilir, kendi kendine istifade eder, muhakkik bir âlim olabilir."(Şualar s. 690) ifadeleriyle anlatıyor, hakeza Lem'alar'da da "Bir sene bu risaleleri ve bu dersleri anlayarak ve kabul ederek okuyan; bu zamanın mühim, hakikatlı bir âlimi olabilir" ifadeleri var. Emirdağ Lahikası 2 (226)'de buna mümasil bir beyan var.  

Sorum şu efendim, alet ve âli ilimleri okumayan birisi nasıl âlim olabilir ve ne âlimi olabilir? Kelam âlimi mi, hadis âlimi mi, fıkıh âlimi mi?"

Cevap: Bu soruyu birkaç madde halinde cevaplamakta fayda vardır:

a)..Risale-i Nur bir muallime ihtiyaç bırakmadan dersini verebilmesi demek, bu asrın çok muhtaç olduğu iman esasları konusunda –medreselerde veya okullarda olduğu gibi- insanlar özel bir muallimden ders almadan –herkes kendi çapında-kendi kendine dersini alabilir demektir. Bir asra yakın Risale-i Nur talebelerinin kendi kendilerine bizzat iman hakikatlerini öğrenmeleri bunun canlı şahididir.

b) Üstadın (Risale-i Nur) müderrislerin/muallimlerin ağzından iktibas olmağa muhtaç olmadan herkes derecesine göre o ulûm-u âliyeyi, meşakkat ateşine lüzum kalmadan anlayabilir, kendi kendine istifade eder, muhakkik bir âlim olabilir." İfadesinde dört nokta öne çıkmaktadır:

Birinci nokta: "Ulum-u âliyeyi" yani yüksek ilimler olan iman esaslarını ve Kur'an'ın hakikatlerini herhangi bir okulda veya bir medresede okuma zahmetine katlanmadan doğrudan kendi kendine okuyup istifade edebilir. Demek ki buradaki ilimlerden maksat Risale-i Nur'un asıl dersi olan "iman esasları ve Kur'an hakikatleridir. Yoksa bütün İslami ilimler değildir.

İkinci nokta: Bu Kur'an derslerini herkes aynı seviyede anlamaz. Bilakis herkes "derecesine göre" bu ilimlerden istifade edebilir. Çok farklı olan istidat, kabiliyet, akıl, irfan, feraset gibi alt yapının gücü nispetinde istifade kapıları açılır.

Üçüncü nokta: "muhakkik bir âlim olabilir" ifadesindeki incelikler penceresinden konuyu okumak gerekir. Önce şunu belirtelim ki, buradaki "muhakkik âlim" den maksat ilimleri yutmuş büyük âlim demek değildir. Bilakis, Risale-i Nur'un "tahkiki iman" mesleğinde yürüdüğü için, meseleleri körü körüne bir taassup içinde değil, tahkik ederek incelemeleri yapan âlim demektir.

Dördüncü nokta: Üstadın ifadesinde yer alan "bir âlim olabilir" cümlesi, âlimlik hükmünü esneten ve kesinlik mertebesinden ihtimal seviyesine çeken bir tespittir.

Bu açıklamadan anlaşılıyor ki, üstadın yukarıdaki ifadelerinden Risale-i Nur'u okuyan herkesin kendi kendine birçok ilimlerde derin bir âlim olacağı manasını çıkarmak hatadır. Aksine "herkes kendi kabiliyeti nispetinde", "iman esasları ve Kur'an'ın hakikatleri konusunda", "bir muallim olmaksızın bağnazlıktan uzak, tahkik mesleğini esas alan bir çizgide", "bir âlim olabilir/olması mümkündür" gibi kayıtları göz önünde bulundurmak elzemdir.

Yoksa Risale-i Nur'u okuyan herkesin bütün/veya İslami ilim dallarında derin bir âlim olma iddiası izaha muhtaç olmayacak kadar açık bir hatadır.

"Ve kavaid-i usûliyedendir ki: Fakîh olmayan, velev ki usûl-ül fıkıhta müçtehid olsa, icma-ı fukahadamuteber değildir. Zira o, onlara nisbeten âmidir"(Muhakemat, s. 28) şeklindeki görüşüne yer veren Üstad hazretleri, uzmanlık alanlarının farklılığına dikkat çekmiş, bir konuda uzman olan bir kimsenin başka bir konuda çok cahil olabileceğini şu sözlerle ifade etmiştir: "Evet bir hasta; tıbbı hendeseye kıyas ederek, tabibe bedelen mühendise müracaat edip gösterdiği ilâcı istimal eder ise; akrabasına ta'ziye vermeye davet ve kendisi için kabristan-ı fenanın hastahanesine nakl-i mekân etmek için bir raporu istemek demektir"(Muhakemat,18)

Soru: "Üstad bir yerde; "Beş-on senede medrese hocalarının tahsil derecelerini, Nur şakirdleri on haftada kazanır." (Şualar, s. 538) diyor. "Yine aynı minvalde; "Risale-i Nur, bu zamanda kâfidir. On sene medresede okuyanlar, Risale-i Nur'la bir senede aynı istifadeyi ettiklerine şahid, binler ehl-i ilim var"(Emirdağ Lahikası-2 ( 26 ) ifadeleri var.. Bunu insaf dairesinde nereye oturtmalı, nasıl anlamalı ve nasıl anlamamalı?

Cevap:

- Bu konuyu da birkaç madde halinde açıklamaya çalışacağız:

a)..Medresede on yılda tahsil edilen ilmi Risale-i Nur on haftada kazandırır. Buradaki karşılaştırılan ilimden maksat Risale-i Nur'un ders verdiği iman esasları ve Kur'an hakikatleri ile ilgili ilimdir. Ve bu bir gerçektir. Çünkü medreselerde yıllarca âlet ilimleri olan sarf, nahiv, bedi, beyan, mantık ve maani ilimleri gibi alet ilimleri okunur. Yüksek ilimlerden olan akide/iman esasları ve Kur'an'ın yüksek hakikatlerine bu yıllardan sonra sıra gelir. Bu sebeple, onların on yıl içinde daha çok meşgul oldukları alet ilimleri, Risale-i Nur'un esas mesleği olan yüksek ilimlerle kıyas kabul etmez.

b). Üstadın bu ifadelerinde aynı ilimler mukayese edilmiyor. Bilakis, âlet ilimlerinin çok önem kazandığı medrese sistemi ile yüksek ilimleri merkezine oturtan Risale-i Nur mesleğinin metodu kıyaslanıyor. Yoksa medresede okunan yüksek ilimlerin muhtaç olduğu zaman ile Risale-i Nur sistemindeki zaman kıyaslanmıyor ki, medrese talebeleri ile Risale-i Nur talebeleri arasında bir çatışma söz konusu olsun.

c)Risale-i Nur'un derslerinde temel maksat, yüksek ilimleri öğretmektir. Medreselerde ise âlet ilimleri yüksek ilimlerden daha çok önem kazanmış ve bunlar adeta ikinci derecede kalmıştır. Sarf-Nahiv gibi alet ilimlerine muhtaç olmadan yüksek ilimleri ders alan Nur talebelerinin bu alanda çok daha kısa bir zamanda bu ilimleri hazmetmeleri ve Risale-i Nur'un bu iman ilimlerinde kâfi gelmesi işin tabiatının gereğidir. Bunun doğruluğuna binlerce insan şahittir.

d). Burada yanlış anlaşılmaması gereken husus, Risale-i Nur'un kâfi geldiği ilim, iman esasları ve Kur'an'ın hakikatleri ile ilgili olandır. Yoksa Üstadın bu ifadesinden Risale-i Nur, Fıkıh, tefsir, kelam ve saire ilimler için de kâfi olduğunu düşünmek, temel İslami kitaplardan 96 eseri ezberleyen üstada açık bir saygısızlıktır."Madem Nur Risaleleri medrese malıdır. Siz de medreselerin hem esası, hem başları, hem şakirdlerisiniz; onlar sizin hakikî malınızdır"(Emirdağ Lahikası-2, 11 ) şeklindeki ifadelerden gerçeğin perçemini yakalamak mümkündür.

e) Şu kaide de konuyu anlamamıza yardımcı olur, diye düşünüyoruz:

"Hem de hakaik-i tarihiyedendir ki: Bir şahıs çok fenlerde meleke sahibi ve mütehassıs olamaz. Ancak ferîd bir adam, dört veya beş fenlerde mütehassıs olabilir. Umuma el atmak, umumu terk etmek demektir. Bir fende meleke, o fennin suret-i hakikiyesidir. Onunla temessül etmek gerektir. Zira bir fende mütehassıs ve malûmat-ı sairesini mütemmime ve meded verici etmez ise malûmat-ı perişanından bir suret-i acibe temessül edecektir(…). Şimdi bu kaide, fenlerde aynen cereyan eder. Çaresi odur ki: Bir fenni esas tutup sair malûmatını avzen ve zenav(çeşitli kollardan suyun aktığı bir havuz) gibi yapmaktır. Hem de âdât-ı müstemirredendir ki; kitab-ı vâhidde ulûm-u kesîre tezahüm eder. Zira ulûm birbirini intac ve birbirinin elini tutmakla teanuk ve tecavüb ettiklerinden o derecede iştibakhasıl olur ki; bir fende te'lif olunan bir kitabda o fennin mesaili o kitabın muhteviyatına nisbeti ancak zekatı çıkabilir."(Muhakemat, 28-29).

Soru: Üstadın "Hem hakaik-i imaniyeyi, ilm-i Kelâm'dan ve medreseden öğrenmek çok zamana muhtaç bulunduğundan bu zamanda o kapı dahi kapandı"(Şualar, s 732 ) sözü şimdi medreselerin her tarafta açıldığı bir zamanda nasıl anlaşılmalı? Konjoktürel midir?

Cevap: Bu sorunun açıklaması şöyle olabilir:

a). Eski ilm-i kelamın düsturları bu asırda yetersiz kaldığı kesindir. Risale-i Nur dersleri bir yandan Kur'an'ın manevi ve mucizevî bir tefsiri, diğer yandan yeni bir ilm-i kelam dersidir. Bunu şöyle formüle etmek de mümkündür: "Risale-i Nur iman esaslarını esas alması cihetiyle ilm-i kelamın konularını açıklayan bir tefsirdir. Bediüzzaman hazretlerinin şu ifadelerinde ilm-i kelamın uzun bir yol takip ettiği açıkça belirtilmiştir:

"İşte şu sırr-ı azîmdendir ki; ülema-i ilm-i Kelâm, Kur'anınşakirdleri oldukları halde, bir kısmı onar cild olarak erkân-ı imaniyeye dair binler eser yazdıkları halde, Mu'tezile gibi aklı nakle tercih ettikleri için Kur'anın on âyeti kadar vuzuh ile ifade ve kat'î isbat ve ciddî ikna edememişler. Âdeta onlar, uzak dağların altında lağım yapıp, borularla tâ âlemin nihayetine kadar silsile-i esbab ile gidip orada silsileyi keser. Sonra âb-ı hayat hükmünde olan marifet-i İlahiyeyi ve vücud-u Vâcib-ül Vücud'u isbat ederler. Âyet-i kerime ise, herbirisi birer asâ-yı Musa gibi her yerde suyu çıkarabilir, herşeyden bir pencere açar, Sâni'-i Zülcelal'i tanıttırır. Kur'anın bahrinden tereşşuh eden Arabî "Katre" risalesinde ve sair Sözlerde şu hakikat fiilen isbat edilmiş ve göstermişiz"( Sözler ( 441 - 442 ).

Medreselerin uzun zamana muhtaç oldukları hususu ise daha önce açıklanmıştır. Bu sebeple, uzun vakti olmayan bu günkü insanlara "Eski Medrese ve eski ilm-i kelam derslerinin kapısı kapanmıştır" açıklaması bir gerçeğin ifadesidir.

b) Üstadın ifadesinde yer alan "bu zamanda o kapı dahi kapandı" sözünü şöyle anlamak icap eder: Medreseler şu anda da resmi kanunlara göre kapalıdır. "insanların zulmettiği aynı yerde kader adalet eder" düsturu gereğince, tedrisat konusunda asrın idrakinden geri kalan medreseler kaderin adaletine boyun eğmek zorunda kalmıştır.

c) "bu zamanda o kapı dahi kapandı" ifadesinden maksat, tecdid kanunu çerçevesinde ön planda olması gereken medreseler –alet ilimlerini yüksek ilimlerden daha önce ve daha önde tuttukları için-bu görevden azledildiler.

Yani, bu asrın müceddidi olan Risale-i Nur mesleğinde tecdid hareketi medrese cenahıyla tatbik sahasına konulması gerekirken, bu liyakatini kaybettiklerinden medreseler Risale-i Nur'un tecdid ve ıslah hareketinde olmaları gereken yerlerini de kaybettiler. Bu sebeple, çok kısa zamanda çok işler başarmak zorunda olan bu asrın insanları için eski medreseler ve eski ilm-i kelam yerine çok kısa zamanda bu başarıyı sağlayan Risale-i Nur'un "Yeni ilm-i kelamı ve yeni medrese sistemi" devreye girdi.

Demek ki, medreselerin kapısı "tevhid-i tedrisat kanunu" çerçevesinde-din ilimlerine olan irtibatından dolayı haksız yere- resmi makamlarca kapatıldığı gibi, âdil kader tarafından da –dini ilimlere gereken hizmeti yapamadığı için, haklı olarak-bu işlem onaylandı. Bunun içindir ki, asrın ıslah ve tecdidi hususunda aktif hizmetteki yerini bulamadı.

Soru: Üstad, Kastamonu Lahikasında ""Risale-i Nur, hakaik-i İslâmiyeye dair ihtiyaçlara kâfi geliyor, başka eserlere ihtiyaç bırakmıyor" diyor. Bu ifadeyi nasıl anlamak gerekir?

Bu ifadelerde ÅŸu noktalara dikkat etmek gerekir:

a) "Risale-i Nur, hakaik-i İslâmiyeye dair ihtiyaçlara kâfi geliyor, başka eserlere ihtiyaç bırakmıyor" ifadesinde görüldüğü gibi, Risale-i Nur'un kâfi olduğu ve başka eserlere ihtiyaç bırakmadığı konu "hakaik-i İslamiye"dir. Başta iman esasları olarak İslami, Kur'anî hakikatlerin Risale-i Nur'da ders verilmesi gerecekten mükemmeldir. Risale-i Nur'da işlenen konular yalnız iman ve Kur'an hakikatleri olduğu ve bütün himmetini onlara teksif ettiği cihetle, diğer eserlerden oldukça farklıdır.

b) Teşbihte hata olmasın; altın, gümüşle beraber, bakır, çelik ve kömürü de satan bir dükkân ile yalnız altın, gümüş ve elmas satan bir mücevherat dükkânı arasındaki farkı herkes bilir. Böyle bir kuyumcu ve sarraf dükkanı dururken, merdiven altı atölyelere fazla müracaat edilmez. Üstadın yukarıdaki ifadelerinden bu ciheti kavramaya çalışmak gerekir. Yoksa diğer dükkânlardaki- bakırla karışık da olsa- altın ve gümüşüne hiç itibar edilmez demek değildir.

c) Bidatları içinde barındıran bazı eserlerin bulunması veya bulunacağı ihtimali de Nurların dışındaki mallara rağbet edilmesinin önü kesilmiştir.

d) Müteşabih bazı ayet ve hadislerin eskiden yanlış yorumlanmasının verdiği zararın yolunu kapatmak, İsrailiyattan gelme bazı hurafelerin önünü almak ve Risale-i Nur'un akıl ve kalbe hitap eden mantıkî mizanlarına uygun olmayan bazı eski menkıbelerin Nurların bir parçası gibi algılanmaya sebep olmamak için bu kapı özellikle ilk yıllarda kapatılmıştır.

e) "Mesleklerinde elbette çok mühim ve bizim de malımız hakikatlar var. O hakikatların intişarına bize ihtiyaçları yoktur. Binler o şeyleri okur, neşreder adamları var" ifadesinde belirtildiği gibi, Risale-i Nurdaki güzel hakikatleri ihtiva eden binlerce İslamî eser vardır. Onları neşreden ve ders veren binlerce adamları vardır. Bize hiç de ihtiyaçları yoktur. Ortak malımız olan hakikatlerin bir kısmını ders veren o kardeşlerimize yardım etmeye koşarsak elimizdeki hakikatlerin zayi olmasına sebep oluruz.

Demek ki, İslam'ın hakikatlerini ders vermekte –bir tarafı yok saymaya değil-"taksimu'l-mesaiye"/ iş bölümüne ihtiyaç vardır. Bu prensibi zedelemek, hizmetin bir kısmını zedelemek demektir.

Burada İslam camiasındaki diğer âlimleri, diğer eserleri, başka meşrep ve meslekleri beğenmemek gibi bir yanlışın düşünülmemesi gerekir.

Bu konuyu şöyle izah edebiliriz:

a)..Asr-ı saadette mevcut olan ok ve kılıç kullanmakta ısrar etmek, bu asrın silahlarını göz ardı etmek ne kadar mantık dışı bir tavır olduğu açıktır. Bunun gibi, "asrın silahı ile silahlanmayı" ders veren hadis-i şerife de uyarak kılıç yerine top-tüfek, ok yerine mitralyöz kullanmaya karşı çıkmanın izahı olamaz.

Risale-i Nur mesleğinde o eski üstatlarımızı ve eserlerini beğenmemek değil, belki bütün kuvvetiyle onların takib ettiği mesleği ehl-i dalaletin hücumundan kurtarmak ve muhafaza etmek en büyük gayedir.

"Fakat her birimizin birer kafası, birer eli, birer dili var; karşımızda da binler mütecaviz var. Vaktimiz dar. En son silâh, mitralyöz gibi Risale-i Nur burhanlarını gördüğümüzden, mecburiyetle ona sarılıp iktifa ediyoruz" şeklindeki nurani ifadede konuyla ilgili meydana gelen şüpheleri izale edecek güçte olduğunu düşünüyoruz.

b) Kılıç yerine modern silahları kullanmaya karşı çıkmayanlar, en son silâh, mitralyöz gibi Risale-i Nur burhanlarının ön saflarda, ilk mevzilerde, öncü birliklerde kullanılmasına da karşı çıkmamaları gerekir.

c) Burada evleviyet prensibi ön plana çıkarılmıştır. Yani, önceliği olan iman esasları gibi konuları ders vermek, diğer konuları ikinci derecede önemsemek "önceliği olan işleri öncelemek" gibi mukarrer bir düsturun gereğidir. Hatta bu konuda "fıkhu'l-evleviyat"(önceliği olan konuları kavramak ve ona göre bir sıraya tabi tutmak) unvanıyla eserler de yazılmıştır.

Demek ki, Üstadın Risale-i Nur mesleği için tahşidat yaptığı ifadelerinde, onun tabiriyle "kutsi eserler"i-hâşâ- değersiz kılmak değil, "Risale-i Nuru öncelemek" vardır. Birinci derecede önceliği olan eserlerin varlığı, ikinci derece önem arz eden eserleri saf dışı etmez.

d) Şu da bir gerçektir ki, iman esaslarını ders veren Risale-i Nur eserlerinin bu konuda önceliği olduğu gibi, yerine göre başka eserlerin de başka konularda önceliği olabilir. Mesela, fıkhi meseleler söz konusu olduğunda, elbette öncelik sırası Fıkıh eserlerinindir. Nikâh, talak, rehin, alış-veriş, cezai müeyyideler, miras gibi konularda fıkhi eserlerin Risale-i Nurdan öncelikli olduğunu kabul etmemek ciddi bir taassuptur. Üstadın Risale-i Nurları öncelerken "hakaik-i imaniye, hakaik-i Kur'aniye" kayıtlarını koyması körü körüne bir taassuba yol vermemeye yöneliktir.

Soru: Üstad Mektubat'ta ehl-i ilmin bir kısmında bir ilmi enaniyet bulunabileceğini, bunu için Risale-i Nur'u takdir ettiği halde o cihetten bir vartaya düşebileceğini beyan ediyor(bkz Mektubat, s.426) Bu ifadeleri nasıl anlamalıyız?

Cevap: Bu ifadeleri şöyle anlamak mümkündür:

a). "Ehl-i ilmin bir kısmında bir enaniyet-i ilmiye bulunur" ifadesinden, ehl-i ilmin hepsinde değil yalnız bazılarında enaniyet-i ilmiyenin bulunabileceğini anlıyoruz. Bu sebeple, bu ifadeden hareketle ehl-i ilmi olduğu gibi enaniyet-i ilmiye ile itham etmek büyük bir hata olur.

b) "enaniyet-i ilmiye" kaydı, "ehl-i ilimde diğer hususlarda, meziyetlerde enaniyetlerini silebilirler. Fakat ilim cihetiyle bir imtiyaz isteyebilir olduklarını" nazara vermektedir. Ayrıca bu kaydı şöyle de okumak mümkündür: Ehl-i ilim birçok hakikati bildikleri için enaniyeti kamçılayan birçok cahillikten uzak durabilirler. Yalnız bazılarında ilim cihetiyle gelen ilmi enaniyetleri devam eder.

Yoksa, prensip olarak âlimlerin enaniyetli, cahillerin ise mütevazı olduklarını çıkarsamak çok yanlıştır. Demek ki insanlarda enaniyet-i ilmiye olduğu gibi, "enaniyet-i cehliye" de vardır ve hatta daha da fazladır. Çünkü ilm-i enaniyetin menşei yalnız ilimdir. Enaniyet-i cehliyenin unsurları ise binlercedir. Denilebilir ki, İslam öncesi dönem bir "Cahiliye devri", İslam dönemi ise bir "ilmiye devri"dir. Kur'an'ın ifadelerinden Cahiliye dönemi adamları olan müşriklerin çok enaniyetli, İslam dönemi adamları olan sahabenin ise oldukça mütevazı olduğunu anlayabiliriz.

c) Üstadın ilgili ifadelerinden şunu da anlıyoruz ki; Enaniyet, bir önyargı fanatizmi gibi insaf ve adalet ölçülerini tamamen devre dışı bırakan bir unsurdur. Bu gibi insanların "Kalbi risaleleri sevdiği ve aklı istihsan ettiği ve yüksek bulduğu halde; nefsi ise, enaniyet-i ilmiyeden gelen kıskançlık cihetinde zımnî bir adavet besler…" Demek enaniyetin en çirkin bir meyvesi haset ve kıskançlıktır. "Sözler'in(Risale-i Nurların) kıymetlerinin tenzilini arzu eder tâ ki kendi mahsulât-ıfikriyesi onlara(Kur'an'dan mülhem olan Risale-i Nurlara) yetişsin, onlar gibi satılsın."

Soru: Hocam son sorumuz; ehl-i ilim Risale-i Nur'da yeni olarak ne bulabilirler? Sizin bu manada medrese talebelerine tavsiyeleriniz nelerdir?

Cevap: Bu konuda şunları söylemek mümkündür:

a).. Bir hastalığı teşhis etmek tedavisini kolaylaştırır. Risale-i Nur bu asrın "fen ve felsefeden gelen dalalet" hastalığını teşhis etmiş, tedavisini de ona uygun ilaçlarla yapmaktadır. Onun için bu asrın tedavisi bu ilaçlarla olur. Yani ilim kisvesine bürünmüş dinsizlik ve dalalet hastalığına en uygun ilaç iman esasları ve Kur'an'ın hakikatleridir.

c)Her asrın irşat üslubu kendine mahsus bir çizgide cereyan etmek zorundadır. Kur'an'ın etrafındaki surların yıkıldığı, doğrudan Kur'an'a hücumların yapıldığı bu asırda hem akıl ve kalbe hitap eden güçlü bir ilim, hem de müspet hareket etmeyi üslubunun merkezine yerleştiren Risale-i Nur hizmeti, bu asrın irşad hizmetlerini gereği gibi teçhiz eden bir meslektir. Ona müracaat etmek hizmet ehli için rotayı tayin eden bir pusula hükmündedir.

d) Risale-i Nur'un ufuk açıcı geniş perspektifi, medrese ilimlerine değer üstüne değer katacaktır. İşaratu'l-İ'caz, 25. Söz, Zülfikar, Münacat, Asa-yı Musa gibi eserlere bakan bunu tasdik edecektir.

e) "Madem Nur Risaleleri medrese malıdır. Siz de medreselerin hem esası, hem başları, hem şakirdlerisiniz; onlar sizin hakikî malınızdır"(Emirdağ Lahikası-2 -11 ). Yani Nur talebeleri, Medresenin talebeleri gibi birer medrese unsuru olarak akide ve iman esasları konusunda Medrese arkadaşlarına bir muallim olduğu gibi, Medresenin diğer ilimlerinde de onlara talebe olabilirler.

f) Medrese hocalarının bir kısmı Risale-i Nur'dan uzak dururlar. Bir zaman bunun sebebini soranlara irticalen şu cevabı vermiştim: Bunun iki sebebi vardır:

Birincisi: Üstadın "nur talebelerinin alim olabileceklerini" vurgulayan ifadelere dayanarak bazı nur talebeleri "biz de Medrese alimleri gibi birer alimiz" derler ve onlara ihtiyaçlarını hissetmezler. Hocalar da yıllarca okuduğumuz ilimleri okumadan kısa zaman içinde bizim gibi âlim oldukları iddia eden Nur talebelerinin yanlış bir kanaat taşıdıklarını düşünür ve biraz küsmüş gibi uzak durmayı tercih ederler.

İkincisi: Medrese talebesi bazı hocalar da: "Bediüzzaman'ın okuduğu ilimler bizim medrese ilimleridir. Onun yazdığı eserler de bu ilimlerin bir tezahürüdür. O halde, Bediüzzaman gibi aynı ilimleri okumuş olan bizlerin Risale-i Nurlara ihtiyacımız yoktur" derler. Böylece Kur'an'dan mülhem olan ilmi ve İlhami keşfiyatı öğrenmeye ihtiyaçları olmadığını düşünebilirler. Nur talebeleri ise, bu tavırları yanlış buldukları için onlar da onlara karşı bir küskünlük vaziyeti alabilirler.

Bize göre hakikat şudur: Nur talebelerinin ilimleri iman esasları ve Kur'an hakikatleri sahasıyla ilgilidir. Diğer İslami ilimlerde uzman olmadıkları gün gibi açıktır. Diğer taraftan Medrese hocaları da sahip olduğu çok değerli ilimlerle beraber, Risale-i Nur'un verdiği hakaik-i Kur'aniye dersleri konusunda Nurlara ancak talebe olabilirler. Üstadın "funun-u medeniye ve ulum-u İslamiye…" konusunda yaptığı karşılaştırma gibi, denilebilir ki; "Ulum-u Medrese ile Ulum-u Nuriyenin bir arada okutulması ile hakikat tecelli eder, barış takarrür eder, iki ırmak da aynı havuzda karar kılar. Birer buz parçası gibi olan enaniyetler kırılır, eneler Nahnuya dönüşür, tevazu ve iman kardeşliği havuzunda birleşmeye, serkeş nefisler cemaatin potasında erimeye başlar.

-Hocam Allah razı olsun, çok güzel bir şekilde bitirdiniz. Çok teşekkür ederiz..

-Estağfurullah, ben teşekkür ederim..

 

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DÄ°ÄžER YAZILAR

O gün Allah onların hepsini diriltecek ve yaptıklarını kendilerine haber verecektir. Allah onları bir bir saymıştır. Onlar ise unutmuşlardır. Allah her şeye şahittir.

Mücadele,6

GÃœNÃœN HADÄ°SÄ°

Allah'ım! Bizi sevgin ve bizi sana yaklaştıracak olanların sevgisiyle rızıklandır.

Tirmizi, Daavat:72-73

TARÄ°HTE BU HAFTA

*Kanije müdafaası(18 Kasım 1601) *Hz.Fatıma'nın(r.anha) Vefatı(22 Kasım 632) *İstanbul'un Müttefikler Tarafından İşgali(23 Kasım 1918) *Alparslan'ın Şehadeti(24 Kasım 1072) *Öğretmenler Günü(24 Kasım)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SÄ°TE HARÄ°TASI