MUHAKEMAT DERSLERİ-2

Ders: Muhakemat(2. Ders) İzah: Prof. Dr. Şener Dilek İzah Edilen Kısım; Cümle tahiyyat, ol Hâkim-i Ezel ve Hakîm-i Ezelî ve Rahman-ı Lemyezelî'ye elyaktır ki: Bizi İslâmiyetle serfiraz ve şeriat-ı garra ile sırat-ı müstakime hidayet etmiştir. (Muhakemat s. 7 ) vd..


Serkan Çakır

serkancakir82@hotmail.com

2020-06-08 08:58:50

Ders: Muhakemat(2. Ders)

İzah: Prof. Dr. Şener Dilek

İzah Edilen Kısım; Cümle tahiyyat, ol Hâkim-i Ezel ve Hakîm-i Ezelî ve Rahman-ı Lemyezelî'ye elyaktır ki: Bizi İslâmiyetle serfiraz ve şeriat-ı garra ile sırat-ı müstakime hidayet etmiştir. (Muhakemat s. 7 ) vd..

* Şereflerin en büyüğü, en kıymetlisi; İslamiyet nimetine mazhariyettir. Günde kırk kere Fatiha okuyoruz ve

اهدِنَــــا الصِّرَاطَ المُستَقِيمَ

diyoruz. İstikamet, müminin dünyasında farz-ı daimidir. Son nefese kadar istikametle müstakim gitmek için Cenab-ı Hak şeriatı, ahkâm-ı Kur'aniyeyi göndermiş.. Ahkâma mutabık ve muvafık hareket eden, Cenab-ı Hakkın rızasına muvafık olur, ebediyeti, cemal-i rüyeti kazanır..

Hz. Üstad, Cenab-ı Hakkın nimet ve ikramının tabakatını anlattı; Şeriat-ı garra ile bize hidayet verdi. Burada bir tavsif geliyor. Nedir peki o?

*"Öyle bir şeriat ki; akıl ve nakil, dest be-dest ittifak vererek ol şeriatın hakaikinin hakkaniyetini tasdik etmişlerdir.(Muhakemat s. 7) Öyle bir şeriat ki, akıl ve nakil el ele vermiş. Nakil; şeriatın emirleri, akıl ise, o akıl olmalı ki, müçtehidlerin aklıdır. Burada akıl ve kalbin mutabakatı esastır. Mücerrret feylosofların aklı değil. Kur'an'a tâbi, kudsi hikmete medar bir aklın tasdiki ve her ikisinin el ele vermesi ile, tasdiki ile Allah bize böyle bir şeriat ve ibadeti ikram ve ihsan etmiş.

*Öyle hakaik ki; kökleri hakikat zemininde rüsuh ile beraber dal ve budakları kemalâtın göklerine yükselip, intişar edip.. öyle füruat ki; meyveleri saadet-i dâreyndir. Ve bizi Kur'an-ı Mu'ciz ile irşad eylemiş...(Muhakemat s. 7) kademe kademe gidiyor. Şeriat-ı garrayı anlattı. Şeriatın hakikatinde akıl ve nakil ittifak ediyor. Üstad burada aslında bir şerhe gidiyor. Nedir bu hakikat? Allah haktır. Kur'an da hak olan Allah'ın kelamıdır. Kâinatta en büyük hakikat Allahın varlığıdır. Hak olan Allahın kelamı hakikatı da, hakikat noktasında intişar ettiği zaman, insan arşa kadar yükseliyor..

* "Öyle füruat ki; meyveleri saadet-i dâreyndir."(Muhakemat, s. 7) Bir mümin Kur'an'ın füruata medar; ibadet, taat, ahlak ile ilgili ve bunlara mutabık muamelat adabı ile ibadetini, faaliyetini, ticaretini yaparsa, onun da karşılığı saadet-i dareyndir. Müslüman, şeriatın füruatla ilgili küçük meselelerine dahi müraat etse, buradan çıkan mana, saadet-i dareyndir.

وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَالْإِنسَ إِلَّا لِيَعْبُدُونِ

"Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım. (51/56) ayetindeki hükme göre, insan iki mana için yaratılmış; biri marifet ve diğeri de ibadettir. Bilgisayar dili ile ifade edersek, insana iki tane format atılmış, kader insana iki format yüklemiş; biri marifet, biri ibadet. Demek insan bu formatı değiştirmezse, hem dünyada hem ahirette saadetli olur. Bu formatın dışında kendi bir format atsa, âlemi kilitlenir, sistem kapanır ve işi biter.

Burada bir sırr-ı azim var. Senin formatın, fıtratın budur. Senin fıtratının kemali marifet, artı ubudiyettir. Marifet ve ubudiyete teveccüh-ü tam ile yönelirsen, sen fıtratındaki kanala girmiş olursun. O kulvara girmiş olursun. O mecraya girmez ve bandını değiştirirsen, nasıl bazen radyoda geziyorsun, parazitler başlıyor, ses gidiyor ya da televizyon ise suret gidiyor, kararıyor ve patlıyor. Manevi dünyamız da aynen böyle… Müslüman hayatının sonuna kadar bunu temel esas ve umde olarak kabul edecek. Senin fıtratının mecrası nedir? Marifet ve ubudiyettir. Açıkçası, sen Allah ı tanımak için yaratılmışsın.

*"Ve bizi Kur'an-ı Mu'ciz ile irşad eylemiş...(Muhakemat, s.7 ) Cenab-ı Hak bizi Kur'anla irşat etmiş. Üstad her söylediği cümlenin arkasını açıyor, şerh ediyor. Teknik olarak bakarsak, her cümleye bir delil getiriyor, sonra o delili açıyor ve zihne yakınlaştırıyor.

*"Öyle kitab ki: Kaideleri ile hilkat-ı âlemin kitabından dest-i kader ve kalem-i hikmet ile mektub ve cari olan kavanin-i amîka-i dakika-i İlahiyeyi izhar ettiğinden; ahkâm-ı âdilanesiyle nev'-i beşerin nizam ve müvazenet ve terakkisine kefil-i mutlak ve üstad-ı küll olmuştur." (Muhakemat, s.7 ) Kur'an öyle derin ve ince hakikatler getirmiş ki, bu hakikatler hem adil hem fıtrata mutabık, âlemin nizamına, tesis ve tekmiline kuvvet veriyor. Burada iki nokta çok önemli; Kur'an beşerin nizam ve adaletine, muvazenesine, maddi ve manevi terakkisine kefil-i mutlaktır ve üstad-ı küll'dür.

Üstadın İşaratü'l İ'caz'da manaya mutabık mealen şöyle bir cümlesi var; Bir insan teklifi, Allahın emirlerini iradesi ile omuzuna alsa, yani "Rasulullah ne diyor, Kur'an ne diyor, ne getirmiş, ben bunları âlemime giydireceğim, ruhuma nakş edip, hayatıma yansıtacağım" derse, Allah'ın ahkâmını iradesiyle haml ve hazm ederse, cin ve insin medar-ı iftiharı olur(bkz. İşarat-ül İ'caz, s. 164)

Mesela velayet âleminde Şah-ı Geylani (k.s), Şah-ı Nakşibend (k.s) , İmam-ı Rabbani (k.s), İmam-ı Gazali (k.s) insan nevinin bir medarı iftiharı olmuşlar. Mimaride Mimar Sinan nevinin medar-ı iftiharı olmuş.

Kuran kefil-i mutlak.. Yani sen Kur'an'a tam teslim ol, cihat-ı siteni, vechini Kur'an'a çevir, Kur'an senin maddi ve manevi hayatında terakkine, adaletine, hayatının tanzim ve tertibine kefil-i mutlaktır. Peki, bugün niye âlem-i İslam perişan? Tek kelime ile, biz Kur'an'ı küstürdük, Kur'ani hayattan uzaklaştık ve onu terk etmenin belasını çekiyoruz.

İkinci bir nokta ise, Kur'an-ı Kerim üstad-ı küll'dür. Üstad-ı küll ne demek? Hem imanda, hem amelde, ahlak ve muamelatta, maddi ve manevi, dünyevi ve uhrevi terakki ve tekâmülde mutlak üstad Kur'an-ı Kerim'dir. Mutlak referans Kur'an ve sünnettir.

Beşer tarihinde birçok ideoloji ve düşünceler gelmiş. Peki, ne yapmışlar? Eğer muvaffak olmuşlarsa, insanın bir cihet ve cephesini, bir tarafını yükseltmişler. Ama diğer tarafları çukurda kalmış, boş, muallâk ve yetersiz kalmış. Fıtrata tam mutabık olmadığı için, fıtrat fıtri olmayanı kusar ve kusmuş. Beşerin medeniyetinde zulüm, adaletsizlik, katl, ahlaksızlık vb. ne kadar pislik varsa, bugün batı medeniyetinde mevcut…

*" Salâvat-ı bînihaye, ol Server-i Kâinat ve Fahr-i Âlem'e hediye olsun ki: Âlem, enva' ve ecnasıyla onun risaletine şehadet ve mu'cizelerine delalet ve hazine-i gaybdan getirdiği metâ-ı âlîye dellâllık ediyor. Güya âleme teşrif ettiğinden herbir nev', kendi lisan-ı mahsusuyla alkışladığı gibi; Sultan-ı Ezel, zemin ve âsumanın evtarını intak edip herbir tel başka lisan ile mu'cizatının nağamatını inşad etmekle, o sadâ-yı şirin bu kubbe-i minada ilelebed tanin-endaz etmiştir (Muhakemat, s. 8)

Kâinattaki bütün neviler, cinsler hakikat-ı Muhammediyenin risaletini hal dili ile tasdik ediyorlar. Üstadımız, peygamber efendimiz aleyhissalatu vesselam için hayatındaki mucizeleri muhtasar bir özet yapıp, risalete deliller getirecek. Kâinat hal dili ile nasıl tasdik ediyor, ispatına gidecek. Dikkatle baktığımızda, İslam tarihinde bu mananın açılımını açık bir şekilde görmek mümkün…

*"Güya âsuman, kendi mi'rac ve melek ve kamerin elsine-i semaviyesiyle risaletini tebrik"(Muhakemat, s. 8) Bunlardan biri asuman, gök ve gök ehli nasıl tasdik ediyor? Üç kelime ile; biri miraç, biri melek, biri kamer. Peygamberimiz aleyhissalatu vesselam miraca çıktı. Miracın çok hikmetlerinden birisi, Allah Teâlâ, Hz Âdem'i (aleyhisselam) yarattığı zaman, melekler "ya rabbi yeryüzünde kan dökecek, fesat çıkartacak, bir mahlûk mu yaratacaksın? Eğer Âdem'i yaratmaktan maksat ibadet ve taat ise, biz Sana secde ediyoruz" dediklerinde, Cenab-ı Hak -ayette geçtiği gibi- Âdem'i yaratmakta bir hikmetim vardır, siz bilmezsiniz" buyurdu.(bkz. Bakara sûresi, 2/30.)

İşte hikmetlerden birisi bu; Nefis ve nefes taşıyan bir kul, iman ve amel-i salihle, marifet ve kulluk şuuru ile öyle bir yükseliyor ki, melekleri geride bırakıyor. İşte Cebrail aleyhisselam, işte Rasulullah aleyhissalatu vesselam. İşte Sidretü'l Münteha ve Kab-ı Kavseyn. Kulunu, resulünü meleklerine gösterdi. 'Bakın siz hani itiraz ettiniz ya, işte beşerin medar-ı iftiharı Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi ve sellem.." Melekler de, tüm gök ehli de onun kemalatını temaşa ettiler.

Miraçla ilgili hadisi şeriflere baktığımızda, birinci tabaka semadaki vazifeli melek Cebrail'e sordu; "yanındaki kimdir?" O da "salih bir kul, Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) dedi ve kapılar açıldı, Yedi kat semayı ve bütün peygamberlerin makamını gördü. Gök ehli kemalat-ı Muhammediyeyi aleyhissalatu vesselam gözleri ile gördüler. Girilmeyen menzillere girdi. Semada açılmayan ufuklara ulaştı. Sidretü'l Münteha'da Cebrail (a.s) durdu; "ya Rasulullah, bir adım daha atarsam, yanar kül olurum" dedi. Cebrail'i aştı, ta rüyete, cemaline, kelamına doğrudan doğruya perdesiz muhatap oldu.(bkz. İbni Hişam, Sîre, c. 2, s. 50; Buhari, Sahih, c. 2, s. 328; Müslim, Sahih, c. 1, s. 101)

Mevlid yazarı merhum Süleyman Çelebi Hazretleri, gayet nezih bir tarzda o ânı şöyle tasvir eder:

Söyleşirken Cebrail ile kelâm, Geldi Refref önüne virdi selâm.

Aldı ol şahı cihanı ol zaman, Sidre 'den götürdü vü gitdi heman

Bir feza oldu o demde runüma, Ne mekân var anda, ne arzü sema

Kim ne hâlidir ne mâlî ol mahal, Aklü fikr etmez o hâli fehm ü hâl.

Ref olup ol şaha yetmiş bin hicab, Nur-ı tevhid açdı vechinde nikab.

Her birisinden geçerken ilerü, Emr olurdı "Yâ Muhammed gel berü'

Çün kamusını görüp geçti öte, Vardı irişdi ol ulu Hazrete

Şeş cihetten ol münezzeh Zülcelâl, Bîkemü keyf ana gösterdi cemâl

Zâten ol sultanı ma zağa 'l basar, Eylemişti Hakk 'a tahsîsi nazar

"Sultanı ma zağa'l basar," "gözü gördüğünden şaşmayan sultan" demek. Peygamber Efendimiz kastediliyor. Çünkü, Kur'ânı Kerîm aynı hakikati ifade ediyor: "Peygamber'in gözü gördüğünden şaşmadı ve onu aşmadı." (Necm, 17).

Aşikâre gördü Rabbu'l izzeti, Âhirette öyle görür ümmeti.

Bîhurufü lâf ü savt ol padişah, Mustafa 'ya söyledi bîiştibah."

Kamer risalet ve hüccetine delil oldu. Ayette

وَانشَقَّ الْقَمَرُ

diyor. (Kamer Suresi: 54/1) Müşrikler kamer olayını inkâr edemediler. Gördüler, ama tevil ettiler; "Muhammed'in (sallallahu aleyhi ve sellem) sihri semaya tesir etti dediler." Hiç olmayan bir hadiseyi Kur'an yazmış olsaydı, bütün müşrikler peygamberimize (aleyhissalatu vesselam) "senin kitabında olmayan şeyler yazılmış" diyeceklerdi. Ebu Cehil başta olmak üzere te'vil ettiler.

Kainat arz ve semadan müteşekkil..Demek sema ve sema ehli konusunda Şakk-Kamer, Miraç hadisesi, meleklerin peygamberimize (aleyhissalatu vesselam) teveccühü ve miraçtaki olaylar ve hadiseler Rasulullah'ın(aleyhissalatu vesselam) risaletinin şahitleri ve hüccetleridir.

*"ve zemin kendi hacer ve şecer ve hayvanın dilleriyle mu'cizelerine senâhân ve cevv-i feza, kendi cinn ve bulutların işaratıyla nübüvvetine beşaret ve sâyebân ve zaman-ı mazi, enbiya ve kütüb ve kâhinlerin rumuz ve telvihatıyla o şems-i hakikatın fecr-i sadıkını göstererek müjdeci..(Muhakemat, s.8) Zemine inersek, zeminde ağaçlar, taşlar, hayvanlar tasdik etti. Bu cihette mucizat-ı Ahmediyyeyi (aleyhissalatu vesselam) hayalimizde gezdirelim; taşlar avucunda tesbih etti. Ağaçları çekti, kökünden söküldü, geldi. Hayvanlar risaletini tasdik etti. Mesela bir deve kızgınlaştı, yanına kimseyi yakınlaştırmadı, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm girdi; deve geldi, ikramen secde etti, yanında ıhdı. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm yular taktı. Deve, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'a dedi: "Beni çok meşakkatli şeylerde çalıştırdılar, şimdi de beni kesmek istiyorlar. Onun için kızdım." Deve sahibine söyledi: "Böyle midir?" "Evet" dediler.

Kuru hurma direği enin edip ağladı ve hakeza mucizat-ı Ahmediyedeki(aleyhissalatu vesselam) bütün deliller, mucizeler yan yana geldiği zaman, hem sema hem zemin yüzündeki her şey tasdik etti. Bunlar bir delil değil, külli delillerdir. Siyere bakıldığında, orada pek çoğunu görmek mümkündür..

Bulutlar onun risaletini şeref ve itibarını onu gölgelendirmekle, güneşten korumakla muhafazaya vesile ve memur oldular. Bulutların efendimize (aleyhissalatu vesselam) gölgelik yapması, çocukluğunda Şam tarafına yolcuğunda, Buhayra-yı Rahib'in onu gölgelendiren bulutu görmesi variddir.

Kur'an-ı Kerim'de de geçtiği gibi, Efendimiz(aleyhissalatu vesselam) rasul-u sakaleyndir, yani cinlerin ve insanların peygamberi. O yüzden, insanlardan mümin ve kâfir olduğu gibi, cinlerden de mümin ve kâfirler vardır. Risaleti umumi olduğu için, cin ve inse bakıyor. Cinlerin de kendisini tasdiki gibi risaletine deliller vücuda geldi..

* "zaman-ı mazi, enbiya ve kütüb ve kâhinlerin rumuz ve telvihatıyla o şems-i hakikatın fecr-i sadıkını göstererek müjdeci (Muhakemat, s. 8) Peygamber efendimiz (aleyhissalatu vesselam)'in risaletinin delillerine zaman sahifesi içinde mazi, hal, istikbal içerisinde bakmak mümkündür.

Mazi cephesi olarak geçmiş 124. 000 peygamberler ve onların kitapları, suhufları ve onların davası olan Tevhid, onların delil ve hüccetleri Rasulullah'ın (aleyhissalatu vesselam) da delil ve hüccetidir. Şıkk ve Satih gibi kâhinler, o dünyaya gelmeden, onun geleceğini haber vermişler, bunlar da külli delilerdir.

*" ve zaman-ı hal yani asr-ı saadet lisan-ı haliyle tabiat-ı Arabdaki inkılab-ı azîmin ve bedeviyet-i sırftan medeniyet-i mahzânın def'aten tevellüdünü şahid göstererek nübüvvetini isbat"(Muhakemat, s.8)

Hal cephesi ise, Peygamberimizin yaşadığı asır, asr-ı saadet. Beşeri zulmetten saadete ulaşmış. 120 bin sahabesinin vasıfları, sıfatları, meziyetleri, kemalatları, fedakârlıkları dava-yı risaletin en büyük delileridir. Üstad bir yerde şöyle bir muhakeme yapıyor; bir ağacın diri olduğunun en büyük göstergesi meyveleridir. (bkz. Mesnevi-i Nuriye s. 85)

Bu ağaç diri midir değil midir, bekle bahar gelsin, açılır, çiçek verir. Yaprakları gelişir, sonunda da meyve verir. Meyve vermesi iki kere iki dört eder derecesinde, şuhud derecesinde gösterir ki, şu meyveyi verdi mi, demek o ağaç diridir.

İslamiyet ağacının meyveleri Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali radıyallahu anhum ecmain, aşere-i mübeşşere ve diğer sahabeler ve bin seneden beri Şah-ı Geylani, Şah-ı Nakşibend, İmam-ı Rabbani, Hz Bediüzzaman vs. Bütünü bu İslamiyet ağacının rasih ve sağlam, hayattar olduğunu gösterir..

Allah'ın kanunları eskimez. Eskiyen, yırtılan beşerin kanunlarıdır. Geçen sene kiraz yedin, güzeldi. Üç ay sonra tekrar gelecek. Yüz sene önce güneş ışığını veriyordu güzeldi. Bugün de hakeza, bahar geliyor, çiçek açıyor şimdi de güzel. Bahar kanunlarında tebdil ve tağyir olmaz. Sünnetullah kanunları değişmez, nafi ve faydalıdır. Bütün mazideki, haldeki peygamberimizin yetiştirdiği cemaat başta sahabeler ve bugüne kadar gelen o ağacın kudsi hakaiki, o şecere-yi nuraniye, o hakikatı Muhammediye diri, rasih ve sağlam ki, ahir zamanın bu kadar ihaneti, dehşeti, şiddeti, yıkımı içerisinde sapa sağlam, gene ayakta elhamdülillah…

Malatya'da bazen yağmur yağar, kayısıların üzerinde lekeler olur, bazen çürük olur, ama gene ağaç meyve veriyor. Hata ve kusur bizde. Biz tam makes ve ayna olsak, Kur'an bizim hakkımızda kefil-i mutlaktır.

Hal sahifesinde sahabeler hakikat-ı Kuraniyeyi turfanda ve taze olarak almışlar. Zifiri karanlıkta yaşayan bir insan düşünün. Ani ve defi olarak birden güneş doğarsa, ne yapar? Alır himmet ve hamiyetleri uçurur. Küfrün karanlığından İslamiyet güneşinin aydınlığı içerisine girince, bütün sahabelerin aksiyon ve hamiyet-i diniyesi ayağa kalkmış. Gayret-i İslamiye, aşk-ı İslamiye, dava-yı Kur'aniye, hakikat-ı İslamiye ruhunda ve gönlünde yaşama ve yaşatma azmi, yüksek hamiyet.. Her sahabenin huzur-u Rasulullah'a (aleyhissalatu vesselam) geldiğinde ilk cümlesi; "fedaike ebi, ümmi, nefsi ya Rasulullah"(anam, babam, canım sana feda olsun) Öyle hırz-ı can edip, İslamiyet'i yaşamışlar. İşte bunlar hep risaletinin delilleridir…

Lenin'in bir sözü var; "Muhammed'in ashabı gibi on tane adamım olsa idi, bütün beşeri komünist yapardım." Bakınız on tane dava adamı, sahabe nasıl bir çağlayan, nasıl bir aşk ve fedakârlık adamı, gayret adamı. Bunlar yaşanmış.

Bedeviyet-i sırf, yani dağ adamı, vahşi kaba… İslamiyet'in tezgâhından geçtiler, nasıl oldular? Cenabı Hak onları medh ediyor; "Allah onlardan, onlar da Allahtan razı." (Tevbe; 9/100)

Sahabe hakikat-ı Kuraniyeyi tam tuttular, tam. Nasıl anlamak lazım? Bir adam tepeden yuvarlandı, uçuruma uçacağı zaman, bir ağaca elini attı, tutundu. Şimdi o adam ağacı elle tuttuktan sonra nasıl tutar? Sımsıkı tutar, ölesiye tutar, elini gevşetti mi üç yüz metre aşağıda paramparça olacak. Şimdi sahabelerdeki tutma öyle, Allahın emrine temessük, sımsıkı sarılmak.. Bugün birçok insan vardır lakayt, emr-i ilahiye karşı laubali.. Önemlilik kat sayısı dünyasında silik. İşine nasıl gelirse öyle hareket ediyor. Rotası yok, rüzgâr nerden eserse, oraya dönüyor. Kur'an' da Cenab-ı Hak Hz. Yahya'ya(a.s);

 يَا يَحْيَى خُذِ الْكِتَابَ بِقُوَّةٍ

"Ya Yahya! Kitabı sıkı tut, Allah'ın emrine sımsıkı sarıl" (Meryem sûresi 19/12) buyuruyor.

Sahabe işin ciddiyetini anlamıştır. Bu işin ortası yoktur. Dünyaya bir kere geldik. Ayağımız kayarsa, geriye dönüş yok. Ya a'lâ-yı illiyyîn ya da esfel-i safilin.

Bize Mekke de göstermişlerdi. Cahiliye döneminde çocuklarını diri diri gömdükleri yerin etrafını çevirmişler, ibret-i âlem için. Orada hiçbir şey yapılmamış, inşaat yapılmamış.. Çocuğunu diri diri gömen bir toplum, bir kavim İslamiyet'le nasıl bir şeref kazanıyor. işte bu cila, ilahi bir ciladır…

*"ve zaman-ı müstakbel kendi vukuat ve fünununun etvar-ı müdakkikanesiyle onun mevkib-i ikbalini istikbal ve lisan-ı hakîmane ile irşadatına teşekkür..(Muhakemat, s. 8)

İstikbal sayfası bugün fenler, fen ilimleri, araştırmalarında peygamberimizin beyanlarını, hayatını, ahlakını, mesajını inceliyor ve tasdik ediyorlar.

Demek ilim dünyasının İslamiyet ve Kur'an'la vesilesi ile ortaya çıkan bütün keşfiyatları, ortaya çıkan bütün buluşlar, hakikat-ı Muhammediyeyi (aleyhissalatu vesselam), risalet-i Muhammediyeyi (aleyhissalatu vesselam) tasdik etmiş oluyor. Ve ona bir nevi teşekkür etmiş oluyorlar..

*"nev'-i beşer kendi muhakkikleriyle bahusus hatib-i beligi ki, şems gibi kendi kendine bürhan olan Muhammed'in (A.S.M.) lisan-ı fasihanesiyle haktan geldiğini ilân ve Zât-ı Zülcelâl kendi Kur'anının lisan-ı beliganesiyle ol Nebiyy-i Ümmi'nin ferman-ı risaletini kıraat ediyorlar ve oluyorlar."(Muhakemat, s. 8)

Zemin yüzünde fasih, fesahatlı, belagatlı, hakikati tahlil eden insanlar ki bunların en başında ruy-i zeminin en beliği, en natıkı Efendimiz (aleyhissalatu vesselam) kendi kendisinin hak olduğunu, hakdan geldiğini isbat ediyor.. 

Kur'an Mudari kabilesinin lehçesi ile indi. İstanbul Türkçesi gibi, Arapçayı en güzel konuşan kabile. Efendimizin (aleyhissalatu vesselam) sütannesi de Mudari'dir. Allah, efendimizi (aleyhissalatu vesselam) hazırlıyor, çocukluğunda o kabilede büyüyor. Çok fasih, beliğ, mukni konuşuyor. Bir hadis-i şerifte "ben arabın en beliğ konuşanıyım" diyor. (İbn Sa'd ,Tabakât, c. 1, s. 71.)

Beşerde gelmiş geçmiş en büyük hatip zat-ı Muhammediyedir. Zat-ı Muhammediyeden hakikat-ı Muhammediyeyi (aleyhissalatu vesselam) dinle.

İşte Rasulullah (aleyhissalatu vesselam)'ın beyanları, mesela Veda Hutbesi… 1400 sene geçmiş, insan hakları hususunda 1400 sene geçtiği halde, getirdiği ölçülerin yanından beşer bugün teğet bile geçemiyor.

Şimdi üstad nasıl hakimane külli bir delil getirdi.. İşte sema, zemin yüzü, hayvanlar, taşlar, mazi, istikbal ve hal. Bunları topla, bunların hepsi külli bir delil ve hüccettir.

جُمْلَه شِيرَانِ جِهَانْ بَسْتَهِٔ اِينْ سِلْسِلَه اَنْد

 رُوبَه اَزْ حِيلَه چِه سَانْ بِگُسَلَدْ اِينْ سِلْسِلَه رَا

"Cihanın bütün aslanlarının bağlandıkları bir zinciri hileci bir tilkinin koparmasına imkân var mıdır?"(Molla Cami, Nefahat'ül Üns, s. 474)

Bu kadar delil ve hüccete karşı vehim ve vesvese kaç kuruş eder? Bazı bedbaht insanlar Avrupa'dan bir feylesofun sözünü alıyor, onunla kendine bir delil getiriyor. Böyle bir rasih hakikate karşı körleşiyor. Olaya camiiyet, külliyet noktasından baktığımızda böyle.

Bir de kalite noktasından bakarsak, Allah'a ahirete iman eden insanlar; yüz yirmi dört bin peygamberler ve yüz yirmi dört milyondan ziyade evliya ve asfiyalar, kâmil insanlar, en doğru, en sıddık, en ahlaklı, meziyetli ve faziletli insanlar. Böyle faziletli insanlar bir araya geldi mi, milyarlarca delil ve hüccet oluyor.

Bir de öbür tarafa bakın; Allah'ı inkâr eden, ahireti kabul etmeyen kimi fasık, kimi cahil, dengesiz, alçak, sahtekâr, iffetsiz ne kadar kötülük varsa saysak, mübalağa değil, tren vagonu gibi tak arkasına. Bunların fikri dünyevisi, bu cemaate karşı bir mana ifade eder mi? O tarafa giden bedbahttır, o tarafı iltizam eden, hayat-ı ebediyesini uçurur.

Hak ve hakikat, Kur'an ve sünnettedir. Bunları bırakıp öbür tarafa gidenlere veyl olsun, yazıklar olsun da, Cehennemdeki veyl kuyusunda olsun…

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

Musa, 2020-06-27 17:40:16

Allah razı olsun. Devamını bekleriz.

Bu yoruma katılıyor musunuz ?

Musa, 2020-06-12 08:43:36

Allah razı olsun

Bu yoruma katılıyor musunuz ?

DİĞER YAZILAR

Rabbin için namaz kıl ve kurban kes.

Kevser:2

GÜNÜN HADİSİ

"Kelimetan hafifetan alellisan. Sakiyleten filmizan. Habiybetan ilerrahman: Subhanellahi ve bi hamdihi, subhanellahi'l-azim."

"İki kelime vardır ki, dile hafif, mizanda ağırdırlar: Sübhanellahi ve bi hamdihi, sübhanellahi'l-azim." (Buhari, Deavat: 11/175)

TARİHTE BU HAFTA

*Kanije müdafaası(18 Kasım 1601) *Hz.Fatıma'nın(r.anha) Vefatı(22 Kasım 632) *İstanbul'un Müttefikler Tarafından İşgali(23 Kasım 1918) *Alparslan'ın Şehadeti(24 Kasım 1072) *Öğretmenler Günü(24 Kasım)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SİTE HARİTASI