PERSPEKTÄ°FE GÄ°REN ÅžAHISLAR-10
Emanullah Han(Eski Afgan kralı) Emanullah Han Afganistan’da Türkiye’dekine benzer kıyafet devrimleri uygulamak istemektedir. İnkılâplara kafadardır. Reformları berberden başlatır. Esasında modernizmin berberlerle bir alakası vardır. Sözgelimi Japonya’da batılılaşma veya modernleşme berber dükkânından başlamıştır. Keza Deli Petro reformlarını berber dükkânından ve tıraştan başlatmıştır.
Emanullah Han(Eski Afgan kralı)
Emanullah Han Afganistan'da Türkiye'dekine benzer kıyafet devrimleri uygulamak istemektedir. İnkılâplara kafadardır. Reformları berberden başlatır. Esasında modernizmin berberlerle bir alakası vardır. Sözgelimi Japonya'da batılılaşma veya modernleşme berber dükkânından başlamıştır. Keza Deli Petro reformlarını berber dükkânından ve tıraştan başlatmıştır. Mustafa Kemal de modernizasyonu kılık kıyafetten başlatmıştır. Afgan Kralı Emanullah Han da Mustafa Kemal'e özeniyor ve Lu-i Jirga'yı ( Büyük Kabile Meclisi) topluyor ve toplantı salonunda da berberleri hazır ediyor. Sonuçta kabile şefleri berberlerin eliyle cascavlak kalıyor. Üzerlerine de Frenk urbaları serpiştiriliyor.
* Emanullah Han bu densizliğini tacını ve tahtını kaybederek ödüyor. Ahmaklığın devası yoktur. IŞİD'ın laiklik cihetinden gelen uygulamaları kabile şeflerini kızdırıyor ve kazan kaldırıyorlar. Emanullah Han tepetaklak oluyor. Adam o coğrafyanın adamı ama konjonktürün farkında değil. O perişanlıkla soluğu Türkiye'de alıyor. Lakin Mustafa Kemal'den de yüz bulamıyor. Bir çuval inciri berbat etmiştir. Hiçbir mazeret başarının yerini tutamaz. Ankara'dan aldığı mesaj bu olmalıdır. Kopyacı yüzüstü kalmıştır.
Emced Zehavi(Iraklı allame)
Mısır'da Müslüman Kardeşler felaketzede haline gelince, Müslüman âlimler yardıma koşarlar. Bunlardan birisi Bediüzzaman'ın İstanbul'daki talebelik günlerinden teşrik-i mesai kurduğu bilahare Irak müftüsü olan arkadaşı Emced Zehavi'dir.
* Seyyid Kutup'u kurtarmak için Emced Zehavi didinmiş ve çabalamış lakin muvaffak olamamıştır. Bununla birlikte bu gayreti onun âli himmetini göstermektedir.
* Irak Ä°mamı olarak iÅŸtihar eden zamanının Ä°bn-i Abidin'i veya Ä°kinci Ebu Hanifesi Emced Zehavi, Ãœmmet içindeki ihtilafları teskin etmek ve birlik ruhunu diriltmek ve yaymak için harekete geçer. Bazı temasları olur. Bu temaslarından bir kısmı Åžia'ya diÄŸeri de Selefilere yöneliktir. Bunun için erinmez, Suudi Arabistan'a kadar gider. Merhum Abdulaziz Bin Baz ile görüşür. Görüşmenin amacı, ihtilafları bir yana bırakmak ve safları sıkılaÅŸtırmaktır. Ä°lhad ve ateizm ve Siyonizm dalgaları karşısında ümmeti dirençli hale getirmeyi murat eder. Arzusu, meÅŸrep farkı gözetmeden Müslümanları ortak bir dava etrafında kenetleÅŸmeleridir. Ya da tehlikeler ve tehditlere karşı safları sıklaÅŸtırmaktır. Bu maksatlarını ziyaret ettikleri Abdulaziz Bin Baz'a açarlar. Görüşmeler olumlu bir havada seyrederken, Baz'ın talebelerinden birisi bir hilafiyat konusunu ya da ihtilaflı bir konuyu açar. Bunun neticesinde, yakalanan olumlu hava ziyan olur. Bin Baz da o serkeÅŸ öğrencisinin peÅŸine takılır ve mecliste soÄŸuk rüzgârlar eser ve oradan o halde ayrılmak zorunda kalırlar. Çıkışında Emced Zehavi Müslümanların talihsizliÄŸinden dolayı yakınmaktadır.Â
*1956 yılında Medine-i Münevvere'de İslam kongresi tertip edilmiştir. Davetliler arasında Emced Zehavi de vardır. Bu toplantıda, Zehavi üç meseleyi gündeme getirir. Görüşlerinden dolayı öteki anlayışların tekfir edilmemesi. Düşmanları karşısında Müslümanları toparlaması ve kalplerinin telif edilmesi.  Kıble ehlini tekfir etmekten kaçınmak. O dönemde Suudi Arabistan'ın Baş Müftüsü olan Muhammed İbrahim Al-i Şeyh bu teklife yatkın durur. Lakin Abdulaziz Bin Baz hemen olumlu havayı kırar ve başkalarını 'halis dine' davet etmekten caymayacaklarını söyler. Halis din diye ifade ettiği kendi meşrepleri ve anlayışlarıdır. Bu noktaya gelmeyenleri tekfire devam edeceklerini ima eder… (El İmam Emced, s: 250). Velhasıl Nuh derler ama peygamber demezler. .
*Iraklı Zehavi ailesinden sabık Bağdat Müftüsü Feyz-i Zehavi ( daha sonra aynı sülaleden Emced Zehavi de cumhuriyet döneminde Irak Müftüsü olmuştur) Şii merciler veya ulema ile ilgili yerinde bir tespitte bulunmuş ve bu hususta Farsça bir beyit kaleme almıştır:
Din-i mübin-i Ahmed-i Mürsel be dad bad
Der sünniyan teşeyyüh u der şi'a ictihad.
Beytin meali şöyledir: Hazreti Muhammed'in din-i mübinini, Sünniler'de şeyhlik, Şiiler'de ise müçtehitler/merciler berbat etti. Burada Sünnilikteki şeyhlik kurumu kâmil olmayan nakıs şeyhlere ve iddia makamında ve düzeyinde olanlara haml ve atfedilmelidir.
* Irak eski baş müftülerinden ve Müslüman Kardeşler, Irak Şubesinin Kurucularından Emced Zehavi hayatını birliğe adamış; Komünist ve Siyonist tehlikeyi yakinen görmüş ve bunlara karşı yegâne çözümü, ümmetin birliği ve dirliğinde görmüştür. Gevşeyen yapıyı tahkim, tedbirlerin en büyüğüdür. Bu yöndeki çabalarını iki koldan sürdürmüştür. Irak'ta Şii mercilerle temasa geçmiş ve onlarla iyi bağlar ve ilişkiler kurmaya çalışmıştır. İkincisi de, Hicaz selefileriyle bağlar tesis etmeye ve Vehhabi/Selefi akımla da temas ve bağ kurmaya, geliştirmeye, böylelikle Müslümanların iki yakasını bir araya getirmeye gayret etmiştir. Denilebilir ki, hem Mezhepler Arası Yakınlaşma Kurumu ve hem de Rabıtatu'l Alemü'l İslami'nin öncülerinden birisidir. En azından kurulmasına fikren öncülük etmiş bir isimdir.
* Bediüzzaman'ın da dostları arasında olan Emced Zehavi (ölümü: 1967) birlik beraberliği temin maksadıyla çok gayret etmiş ve yollara düşmüştür. Bu maksatla bir iki defa Suudi Arabistan din adamlarının ayağına gitmiş ve Bin Baz gibi isimlerle görüşmüştür. Mezhep ihtilaflarını kaşımaktan veya açmaktan kaçınmaya matuf bir çizgiyi ve yaklaşımı benimsiyordu. Emced Zehavi, 1957 yılında Kral Suud ile dini konuları halledecek ve sonuca bağlayacak İslam âlemi çapında bir üst kurul ve yapı teşkil edilmesini teklif eder. Bu ümmete hitap edecek üst kurumun merkezinin de Kudüs veya Medine-i Münevvere olması teklifleri arasındadır.
* Kral Suud derhal bu teklifi Suud BaÅŸmüftüsü Muhammed Bin Ä°brahim'e açar. Muhammed Bin Ä°brahim bu teklifi bazı ÅŸartlarla birlikte kabul eder. Bu ÅŸartlardan ilki, beyni ve iç çekiÅŸmelerden azade olabilmek için bu ümmete yönelik kurumunun Suud resmi dini kurumuna baÄŸlı olmasını ÅŸart koÅŸar. Ayrıca ortak kabule mazhar olan noktalar üzerinde çalışma yapılmasını ister. Merkezi ise Medine-i Münevvere yerine Mekke-i Mükerreme olacaktır. 1962 yılında Emced Zehavi'nin bu fikri hayata geçer. Petrol gelirlerinin de artmasıyla birlikte kurum, büyük bir propaganda merkezi haline gelir. Ä°slam ülkelerinden temsilciler ve kurucular olmasına raÄŸmen, sonuçta burada Suudi Arabistan'ın sözü geçmekte ve borusu ötmektedir. Parayı veren düdüğü çalar. Burası onun çizgisini terviç eden bir kuruma dönüşür. Resmi Suud SelefiliÄŸinin ayartma merkezi veya uluslar arası çatısı haline gelir. Keza Medine ve Mekke'de Ä°slam üniversiteleri de kurularak paralel kurumlarla birlikte Suudi Arabistan'ın dünyadaki tesiri artar. Lakin Kral Faysal dönemi istisna edilirse bunun Ä°slam dünyasının tesirlerini arttığını söyleyemeyiz. Sadece resmi selefilik çizgisinin ve Suudi Arabistan'ın siyasi ağırlığı artar. Bununla birlikte, 1400 hicri yılından itibaren bir kırılma olur ve Suudi Arabistan'ın imajı düşüşe geçer. Ãœlkede liberal rüzgârların esmesiyle birlikte, 1962 yılından itibaren harekete geçen damar söner.Â
*Emced Zehavi'nin en azından fikri harcı bulunan diğer kurum veya fikir ise Mezhepler Arası Yakınlaşma Kurumudur. Yakınlaşma adı, projeyi akla getiriyor. Proje ise tasannu ve zorlamadan başka bir şey değildir. Fıtri bir tarafı yoktur. Yakınlaşma değil, tanışma zemini olsaydı belki daha fazla amaca hizmet edebilirdi. En azından kandırma amacından uzak olur, samimiyete daha yakın dururdu. Muhibbiddin Hatip de bu nedenle böyle bir projeye baştan karşı çıkmıştır. Bu, başka maksatlara alet edilecek çatı ve şemsiye bir örgütlenme haline gelecektir..
Emir Åžekip Arslan
Benzeri bir sataşma sonsuz biatla Osmanlı'ya bağlı olan Dürzi eşrafından ve liderlerinden Şekip Arslan'a da yapılmıştır. Hem de dostu Reşit Rıza tarafından. Reşit Rıza'nın dönekliği dillere destandır. Şekip Arslan'ın sadakatindeki sebatı Reşit Rıza'nın kanına dokunmuştur. Gocunmasına neden olmuştur. Ona söylemediğini bırakmaz ve Dürzîliğini hatırlatır.
*Yusuf Karadavi ile Muhammed Gazali'nin dostlukları bana aynı zamanda yarım asrı deviren Reşid Rıza ile Şekip Arslan dostluğunu da hatırlatmaktadır. Bununla birlikte sadakat ve vefa konusunda Şekip Arslan Reşid Rıza'yı fersah fersah geçmiştir. Osmanlı ve Türklere sonsuz biatla bağlı kalmıştır. Hâlbuki Reşid Rıza durakta hiç beklememiş ve gelen ilk taşıta binmiştir. Bundan dolayı sürekli taşıt ve araç değiştirmiştir. Ve bu sadakatinden dolayı Reşid Rıza Şekip Arslan'ı paylamıştır. Dürzî asıllı oluşunu hatırlatmıştır! Hayat böyle cilvelerle ve garipliklerle doludur.
* Emir Şekip Arslan ve Bediüzzaman. İkisi arasında nasıl bir bağlantı olduğu sorulabilir. İkisi de çöküş yasalarını ve Müslümanların hastalıklarını teşhis eden risaleler kaleme almışlardır. Bediüzzaman, 1911 yılında Şam'da Emevi Camii'nde vermiş olduğu ve Hutbe-i Şamiye olarak anılan tebliğinde veya hutbesinde Müslümanların iç hastalıklarını ve tedavi şekillerini yazmıştır. Dert ve derman, da ve devayı, dertleri ve çareleri kaleme almıştır.
* Şekip Arslan da Reşid Rıza'nın Cava'daki bir talebesinin göndermiş olduğu mektuba cevaben ümmetin dertlerini ve çözüm yollarını kaleme almıştır. Bu kitapların akisleri günümüze kadar gelmiştir. Daha doğrusu Reşid Rıza'nın Muhammed Besyuni Ümran adlı talebesi Cava'dan gönderdiği mektupta iki şıklı bir soru sorar. Müslümanlar niye geri kaldı. Dünyevi ve uhrevi gerileme sebepleri nelerdir. Buna mukabil Batılılar ( Avrupa-Amerika) Japonya ile birlikte niye ileri gitmiş ve kalkınma sebepleri nelerdir?
Şekip Arslan bu iki suale mufassal bir cevap vermiştir. Kitabının başlığını da Limaza Taahhare'l Müslimune ve Limaza Takaddeme Gayruhum/ Müslümanlar Niye Geri Kaldı ve Ötekiler niye İlerledi! Şeklinde koymuştur. Kitabını ilk kez 1930 yılında kaleme almış ve yayınlamıştır. Bilahare kitap birkaç baskı daha yapmıştır. Teşhis-i illet noktasında Bediüzzaman'la aynı kanaati paylaşır. Kalkınma veya toparlanma noktasında da aynı çarelere parmak basar. En büyük hastalık ve illetlerden birisi yeistir. Bediüzzaman'ın ifadesiyle yeis her mani-i kemaldir. Bundan dolayı bazen fakirlik ve yeis küfrün kardeşi ve basamakları haline gelmiştir.
Burada Şekip Arslan çok somut bir örnek verir ve Hicaz Demiryolu projesinin her türlü şeamet tellallarının ve yeis tüccarlarının rağmına yapıldığını, gerçekleştirildiğini ortaya koyar. İkinci Abdulhamit baş koyduğu yoldan dönmemiş, yılmamış ümit kırıcılara rağmen Hicaz Demiryolunu Şam ve oradan da Medine-i Münevvere'ye kadar uzatmıştır. Birinci Dünya Savaşı araya girmese söz konusu demiryolu önce Mekke ardından Yemen'in başkenti Sanaa'ya kadar uzanacaktır. Projenin Alman mimarı bile projenin akıbetinden şüphelidir. Kendisi Tebük'ten öteye gitmez ama tren salimen Medine-i Münevvere'ye kadar ulaşır. Projeyi yaşatan ve hayata geçiren İkinci Abdulhamit Han'ın emel ve umudu olmuştur. Hicaz Demiryolu aslında onun zihninde İttihad-ı İslam projesi ve trenidir. Ama ardından talihsizlikler sökün etmiştir. Önce ha'l edilmiş, ardından da Osmanlı'yı tarihe karıştıran Birinci Dünya Savaşı patlak vermiştir.
Kitap üzerine bir tahlil denemesi yazan Hasan el Attar kitabın yazılışı üzerinden 85 yıl geçtiğini ama verilerin iyileşmediğini, durumun 'eski tas eski hamam' deyimi ışığında devam ettiğini ifade etmektedir. 'Eski hal muhal ya yeni hal ya izmihlal' ifadesine rağmen yüzyıllık süreçte arpa boyu mesafe alınamamıştır. Nedeni, reçetenin uygulanmamasıdır. Sözgelimi, 365 milyon olan Arap dünyasının gelişimi sağlıklı değildir. Siyasi olarak istibdadın pençesinde kıvranmanın ötesinde salih insanlar ve Rabbani âlimler azalmaktadır. Arap dünyasında ümmilerin sayısı 100 milyonu geçkindir. Genç erkeklerde işsizlik oranı yüzde 25 bandında seyretmektedir. Üniversite mezunları da teşebbüs ruhundan yoksun ve devlet kapısına mahkûmdur.
Şekip Arslan Müslümanların geri kalmasından en çok ilmiye sınıfını sorumlu tutar. Asrımızın âlimleri ulema-i su olmanın ötesinde yarım alim ve onun ötesinde saray ulemasıdır ve saraya veya zenginlere yaltaklanırlar. Bu ise ilmin heybetini götürdüğü gibi, murakabe ve denetimi de ortadan kaldırır. Bu durumda âlimler istibdadın aracı ve dayanağı olurlar. Hâlbuki ilmiye sınıfı Allah lillah için bir denetim mekanizmasıdır. Hakkı söyleyerek ayağa kaldırırlar. Âlimler meddahlığa soyunurken, avam da ilim yerine safsataya müptela olur. Bunun sonucunda İslam âleminde yönlendirici bir mekanizma ve sağlıklı bir kamuoyu oluşmaz. Âlimlerin ahlakı bozuk olunca, ümeranın ahlakı da aynı şekilde tefessüh eder.
* Şekip Arslan İslam âleminin yöneticilerinin ahlaksızlıklarına temas eder. Hem müstebit hem de ahlaksızdırlar. Nitekim hadis diliyle ümera ve cebabire dönemlerinde sultanların genel ahlakı İslama aykırı seyredecektir ve nitekim öyle de olmuştur.
* Ulema istibdadın freni oluyor ve denetim mekanizması gibi görev yapıyor. Âlimler dünyadan uzak kaldıkça ya da zühd ile muttasıf oldukça, dünyalık için devlet adamlarının katına gitmedikçe, mehabetlerini muhafaza ediyor ve yönetimler üzerine tesir icra edebiliyorlar. Aksi halde yöneticilerin istibdadına ve harama köprü oluyorlar. Åžekip Arslan ayrıca havf damarının etkisi üzerinde durur.Â
* Şekip Arslan bir ikilemden bahseder ve camitler ile cahitlerden bahseder. Ümmetin belini kıran bu iki zümredir. Bu ikisini gelenekçi ve modernist olarak tanımlayabiliriz. Camitler veya donuklar İslam'ı sadece ahiret dini yapmışlar, dünya ile ilişkisini kesmişlerdir. Oysa ki dünyası olmayanın dini de yoktur! Buna mukabil cahit veya modernist ise, Frenk mukallitliği yapar ve Müslümanları batılılaşmaya çağırır, batılılaştırmaya çalışır. Bu başka kimliklere bürünmektir veya kimyasal dille başkalarına karışarak, başkalarının kimliği içinde erimek ve öz kimliğini kaybetmektir. Tuz gölüne karışarak tuz olur.
Emre Aköz(yazar)
Emre Aköz'ün 'Çaylaklar İçin İslam' makalesinde analizi, doğruları barındırmakla birlikte yetersiz. Sözgelimi, ondan bir cümle aktararak meramımı anlatayım: "Birçok kişi ( ve bu arada devlet), Orhan Pamuk'un ünlü 'bir kitap okudum hayatım değişti' cümlesini gerçek zanneder. Hâlbuki mekanizma böyle işlemez. Yani hiçbir kitap durup dururken insanı değiştirmez…" Bu yargı cümlesi doğru, buna benden de bir ilave; Ziya Eşref Terzi 1990'li yıllarda ruhi durumunu şöyle ifade eder: "Bir ezgi ile dünyayı değiştireceğimizi zannediyordum, yanılmışım!" Duygu süreklilik için mecra bulmalı. Hayat alanı ile hayat tarzı haline gelmeli. Elbette bir kitapla veya bir ezgiyle insanları etkilemek mümkün, ama değiştirmek ise bir süreç ister. Gelişmeler ve değişmeler bir anlık refleksin değil, süreçlerin sonucudur. Bir kitap, arkası gelirse, baharın müjdecisidir.
Enver Cündi(Mısırlı)
Tarihteki bazı cereyanlar günümüzde başka terkipler içinde yaşamaktadır. Bunu en iyi analiz ve tahlil edenlerden birisi merhum Enver Cündi idi. Mısır'da iken eserlerine aşina kesp etmiştim. Onda beni tek huzursuz eden taraf İbni Teymiye referansının ziyade başvurmasıydı. Bununla birlikte gerçekten de o özellikle Batini akımların günümüzde nasıl yeniden boy gösterdiklerini ve uç verdiklerini detaylıca anlatır. Hicri On Beşinci Yüzyılın Kapılarında adlı eseri zannederim Türkçeye de çevrilmişti. 250 ile 350 kadar kitabı olan Cündi, batinileşme konusunda uzman isimlerden birisidir (http://www.milligazette.com/ Archives/01032002/0103200204.htm ) Velut ve üretken bir kalem olan Enver el Cündi günümüzde ender bulunan bir özellikle batinileşme eğilimlerine ışık tutan ve dikkat çeken bir yazardır.
Enver Sedat(Mısır Eski Diktatörlerinden)
Humeyni liderliğinde İran devrimi patlak verdiğinde Sedat, Şah'ı barındırmış, misafir ve himaye etmiştir. Bu ise Kahire ile Tahran arasındaki ilişkileri karartmış ve akabinde İran, Sedat'ı katleden Halit Şevki İstanbuli'nin adını Tahran'daki caddelerden birisine vermiştir.
* Enver Sedat yatırım yapacakları ve turizm gelirlerini artıracaklar umuduyla Bohra taifesine yol vermiş ve ön açmıştır..
Ernest Renan(Fransız ateist)
Bunun en tipik misallerinden birisi Ernest Renan'dır. Hıristiyanlıkla ilişkisi meşkûk olsa da, İslam'a karşı Hıristiyanlık taassubunun tortularını taşımış ve İslam'ın terakkiye mani olduğunu propaganda etmiştir. Hıristiyanlık gitmiş, tortusu kalmıştır. 'Tahsille cehalet gider, eşeklik bâki kalır' dedikleri gibi. Halbuki hurafat konusuna baktığımızda tam tersini söylemesi ve Hıristiyanlığın Batı'yı geri bıraktığını ifade etmesi gerekirdi. Nitekim, Fuad Sezgin gibi bilimler tarihi uzmanları, Müslümanların ilimde ve fende dünyayı 8 yüzyıl boyunca geçtiklerini, geride bıraktıklarını ifade etmiştir. Demek ki Renan'ın hükmü hakikatin değil, şuur altında saklı olan taassubun ifrazatıdır, boşaltımıdır.
* Yine 1823-1892 yılları arasında yaşamış olan diğer bir Fransız filozof Ernest Renan'da Voltaire gibi benzer fikirlere sahip olan bir karakterdir. Hatta 1883 yılında verdiği 'Bilim ve İslam' konferansında Şarktaki ilmin eski Yunandan alınan ilimden başka bir şey olmadığını, meşhur ulemanın ise Arabın gayrı milletlerden gelmiş bulunduğuna dair verdiği söylemlerle müslümanlar arasında öfkeye sebep olmuştur. Ayrıca Batı'ya karşı durmadan kuvvet kazanan İslamiyetin Avrupa ilminin tesiri ile zayıflayacağı kehanetinde bulunmuştur. İslamiyet hiçbir zaman Avrupa biliminin tesiri ile zayıflayacak olmasa da, maalesef Avrupa'dan yayılan modernite ve kültür etkisi müslüman toplumunu kötü bir tesir altında bırakmıştır.
Erol Çalı
Risale Haber'de Erol Çalı adlı kendinden menkul bir tarihçi ile bir söyleşi yayınlandı. Buti'nin hal ve harekâtını ve rejimle münasebetini müspet harekete yoruyor. Bir de ne rejimin ne de muhaliflerin yanında yer aldığını ve tarafsız bölgede kaldığını söylüyor. Bazı tarafsızlıklar müspet, bazı tarafsızlıklar dengeye ve denkleme göre menfi addedilir.
*Buti, Erol Çalı'nın aktarmaya çalıştığı gibi asla tarafsız değildi. Statükodan yanaydı. Gösterilerle de olsa rejimin çekilmesi ve yıkılması taleplerini fitne olarak değerlendiriyordu. Buti fitne hadisleri üzerinden giderek istibdadı meşrulaştırmıştır. Bediüzzaman'nı mesleğinde ise böyle bir şey yok. Buti, kanlı süreçte rejimi meşrulaştıracak seçimlere katılımı desteklemiş ve bilvesile rejimin bu yolla konsolide edilmesine çanak tutmuştur.
* Buti de baÅŸtan beri gösterilere karşı çıktı. . Erol Çalı'nın iddialarının aksine ardından da rejimin muhalifleri silahla bastırmasına fetva vermiÅŸtir. Hakikati eÄŸip büküp insanları patlatmayın. Buti'nin ne deyip ne demediÄŸi ortada ve kayıtlı. Maalesef ÅŸunu söylemek durumundayım ki, Buti, ilmine olan maÄŸruriyetinin kurbanı oldu. Ä°hlâsı, halka ve Müslümanlara güvensizlik ve rejime güven olarak tecelli etti.Â
Ertuğrul Özkök(Hürriyet gazetesi gediklisi)
Ertuğrul Özkök daha ileri giderek zihnen tekrar Batı'ya taşınmamız gerektiğini yazıyor. İmkân olsa coğrafya olarak da Batı'ya taşınmamızı teklif edecek. Bu olmayınca zihin göçünden bahsediyor. Yıllar yılı Hürriyet'le birlikte yaşadığı Güneşli'nin de bataklık olduğunu sonradan keşfetmiş! Demek ki olduğu ve bulunduğu her yer bataklık! Doğru orası beyaz Türklere uygun değil. Ortadoğu da beyaz Türkleri açmaz. Lakin anlamak istemediği husus şudur: Türkiye'de herkes beyaz Türk değil ki? Batı'ya ister zihnen, ister bedenen isterse ruhen göçsünler. Bu onların sorunu. Lakin bizim sorunumuz onların gösterdiği istikamet.,
*Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın BM Genel Kurulu'nda Sisi'yi taşladığı sırada Ortadoğu'da ilişki kurulacak iki dost gösteriyor. Bunlardan birisi halkını katleden Abdulfettah Sisi. Öteki de İsrail! Demek ki Özkök'ün dostları bunlar! Son sıralarda Sünnilikle alıp veremediği bariz olan Ertuğrul Özkök'ün bu ilgisi neye bağlı? İsrail'in Yahudi devleti olmasına mı, yoksa Sünni olmamasına mı? 'Ortadoğu batağından nasıl kurtulabiliriz?' sorusuna 'İsrail'i ve Sisi'yi takip ederek' diye cevap veriyor.
* Türkiye'de kafa karışıklığının nedeni, kendi gazetesini okumayan veya kulak vermeyen eski yönetmenler ülkesi olmasındandır. Ertuğrul Özkök, çözümü Batı'ya demir atmak ve AB sularında kulaç atmak olarak görürken, Hintli yazar Gita Mehta çözümün Batılılaşmak veya bölgeden kaçmakta değil, Osmanlı sistemini bir biçimde çağa uygun olarak diriltmekte olduğunu beyan ediyor. Özkök bataklığı gösterirken, Hintli yazar çözümü gösteriyor.
* Mecliste başörtüsü için kalkan ellerin kaosa kalktığını manşete çeken Özkök, Paris'te ellerini hatta bütün gövdesini Haçlı seferine kaldırmıştır.
* Ertuğrul Özkök Mısır ve İsrail hariç Ortadoğu ile ilişkilerimizi kesmemizi ve kendimizi Batı'ya savurmamızı öneriyor. Bu kendisi için her zaman mümkün. Ya milletimiz? Ona göre, Batı'ya fiziki olarak gitmek mühim değil mühim olan Batılı kalmak. ' IŞİD çıktı, hazırlanın; Batı'ya taşınıyoruz' diyor. 'Ortadoğu bataklığından' kurtulmak için yaptığı teklif bu.
* Hürriyet'in eski Genel Yayın Yönetmeni ve Serdar Turgut'un bel altı muhabbeti veya zevzeklik arkadaşı Ertuğrul'dan söz ediyoruz. Ertuğrul her devir aynı kalsa da Özkök sürekli, her devirde değişiyor. Heyula gibi veya maymuncuk gibi her kapıyı açıyor. Her akıma uyuyor. Bir diğer adıyla rüzgâr gülü. Bazen bir parçasıyla hükümetçi veya nurcu olabiliyor. Tabii gövdesinin kalanı Ertuğrul olarak veya Kemalist olarak kalmaya devam ediyor. Galiba bu yıl Başbakan gitmedi diye Davos'a heveslenmiş, damlamış. One minute demeye heveslenirken, eteğini Ruhani'ye kaptırmış. Acem cazibesine kapılmış. Davos'ta sükse yapmak isterken, çiçeği burnundaki İran Cumhurbaşkanı Ruhani ile karşılaşmış ve ondan feyz almış. Bundan dolayı Davos dönüşünde ona dostları eskiden kalma bir alışkanlıkla 'Özruhani' diye takılıyorlar. Hatırlarsınız, belki Özal döneminde köşk muhabbetinden dolayı kendisine 'Özköşk' diyorlardı. Köşk'ün gözdeleri arasındaydı.
Takiyyede Ruhani'nin ve hayranlıkta ise Özkök'ün eline su dökebilecek babayiğit az bulunur. Olmuş olacak, keşke Ruhani'ye hayattan damıtılmış deneyimlerin hulasası olan 'Kırk7' kitabını da hediye etseydi. Onlarda ona Ali Baba'nın kitabını hediye ederlerdi! Tanışma daha fazla derinleşseydi keşke. Türkiye'de köşklerin ve Bab-ı Ali'nin yüzüne kapandığı Ertuğrul, İran'da Ali Kapu'yu bulabilirdi. Böylece köşksüz de kalmamış olur.
* Şimdi ABD-İran siyasi köprüsü üzerinden Ertuğrul bize Davos'tan mendil sallıyor. Şimdi Ruhani-Ertuğrul dönemi. Yaşasın hedonizm ile takiyyenin buluşması ve izdivacı.
-devam edecek-
Bu yazıya yorum yazın
Bu yazıya gelen yorumlar.
DÄ°ÄžER YAZILAR
Artık kim doğru yolu seçerse kendi lehinedir; kim de saparsa ancak kendi aleyhine sapmış olur.
Zümre, 41
GÃœNÃœN HADÄ°SÄ°
İki kelime vardır ki, Rahman'a sevimli, dilde hafif ve mizanda ağır gelir. Bunlar; "Sûbhanellahi ve bihamdihi, Sûbhanellahil-azim=Yüce Allah'ı hamd ile tesbih ederim, Yüce Allah'ı tenzih ederim." kelimeleridir.
Buhari Tecrid-i Sarih, 2189
SON YORUMLAR
- Bütün beytlerin tercümesini gönderebilir misiniz? sitede sadece son birkaç...
- Fıtrat, namaz, tevafuk, sırlar ve tüm bunların sahibi zişanı İlahi kusur...
- Selamünaleyküm Ä°nternette mütalaalı risale i nur dersleri diye arama yaptÄ...
- bu kıymetli yazıdan dolayı ahmed izz kardeşimize teşekkür ederiz çok mani...
- selamün aleyküm Ahmed kardeşimizi tebrik ediyor ve bu faideli tercümelerin...
- Yanında okuyan diğer öğrencileri; Molla Muhammed Kasori Molla Muhammed Era...
- Benim merhum babam Molla İbrahim Azizi de onun yanında icazeti tamamlamıştı...
- Teşekkürler. Sanırım Envar neşriyat idi.Tam hatırlayamıyorum.....
- Çok güzel bir çalışma Rabbım ilminizi arttırsın bu çalışmalarınızı...
- Merhaba, Ben Foliant yayınlarından uğur. Sizinle iletişim kurmak istiyoruz ...
TARÄ°HTE BU HAFTA
*Kanije müdafaası(18 Kasım 1601) *Hz.Fatıma'nın(r.anha) Vefatı(22 Kasım 632) *İstanbul'un Müttefikler Tarafından İşgali(23 Kasım 1918) *Alparslan'ın Şehadeti(24 Kasım 1072) *Öğretmenler Günü(24 Kasım)
ANKET
Sitemizle nasıl tanıştınız?
Yükleniyor...