PERSPEKTÄ°FE GÄ°REN ÅžAHISLAR-11

Eşref Ali Tehanevi(Hintli büyük allame ve sufi) İmam Rabbani ve izindekilerden sonra, geçen yüzyılda Şeyhül Hind Mahmud Hasan ile birlikte, her alanda kapsamlı bir tecdit hareketi başlatan Hekim el ümme lakaplı Eşref Ali Tehanevi özellikle tasavvuf alanında büyük inkişafa mazhar olmuştur.


Mustafa Özcan

mustafaahmetozcan@gmail.com

2020-07-08 09:25:36

Eşref Ali Tehanevi(Hintli büyük allame ve sufi)

İmam Rabbani ve izindekilerden sonra, geçen yüzyılda Şeyhül Hind Mahmud Hasan ile birlikte, her alanda kapsamlı bir tecdit hareketi başlatan Hekim el ümme lakaplı Eşref Ali Tehanevi özellikle tasavvuf alanında büyük inkişafa mazhar olmuştur.

Eşref Ali Tehanevi, Şeyh Muhammed el Hamid ile tasavvuf alanındaki yenileme faaliyetlerinde benzeri sonuçlara ulaşmıştır. Şeyh Hamid'in tesiriyle Said Havva, "Ruhi Terbiyemiz" adlı kitabını yazarken, Eşref Ali Tehanevi'nin tesiriyle de talebesi Abdulbari Nedevi, "Tasavvuf ve Hayat" kitabını kaleme almış ve gerçekten de bu kitabında tasavvuf anlayışında ilcaat-ı zamana göre ayarlama ve uyarlama ve yenilikler yapmıştır. Hamalı Muhammed el Hamid'e göre, ilim, tasavvufun amiri ve emiridir. Eşref Ali Tehanevi ise bunu kendi üslubuyla şöyle ifade eder: "Tarikat Şeriat'a bağlı ve ona hadimdir." Dolayısıyla şeriatı tarikata tercih etmiştir."

* Bununla birlikte, Bediüzzaman tasavvufun kemalat anlamında meyve olduğunu söylemiştir. Peki, bu durumda hangisi doğrudur? Bu sözler çelişkili mi yoksa birbiriyle kabil-i telif midir? Elbette bu sözler farklı makamlarda söylenmişlerdir. Söylenilen makamlar anlaşılınca, arada varsayılan işkal veya çelişki de kendiliğinden ortadan kalkacaktır.

Şöyle ki, temellere temas ettiği oranda tasavvuf da temel ve belki öz haline gelir. Ve İslam'ın özü olarak adlandırılır. Lakin şahsi kemalata hizmet ettiği oranda tekmiliyet yani tamamlayıcılık vasfı kazanır ve bu durumda da meyve olarak anılır. Önce bu hususta Bediüzzaman'ın sözlerine kulak verelim: "Madem hakikat böyledir. Ben tahmin ediyorum ki, eğer Şeyh Abdülkadir Geylânî (r.a.) ve Şah-ı Nakşibend (r.a.) ve İmam-ı Rabbânî (r.a.) gibi zatlar bu zamanda olsaydılar, bütün himmetlerini, hakaik-i imaniyenin ve akaid-i İslâmiyenin takviyesine sarf edeceklerdi. Çünkü saadet-i ebediyenin medarı onlardır. Onlarda kusur edilse, şekavet-i ebediyeye sebebiyet verir. İmansız Cennete gidemez; fakat tasavvufsuz Cennete giden pek çoktur. Ekmeksiz insan yaşayamaz, fakat meyvesiz yaşayabilir. Tasavvuf meyvedir, hakaik-i İslâmiye gıdadır. Eskiden kırk günden tut, tâ kırk seneye kadar bir seyr ü sülûk ile bazı hakaik-i imaniyeye ancak çıkılabilirdi. Şimdi ise, Cenâb-ı Hakkın rahmetiyle, kırk dakikada o hakaike çıkılacak bir yol bulunsa, o yola karşı lâkayt kalmak elbette kâr-ı akıl değil. İşte, otuz üç adet Sözler, böyle Kur'ânî bir yolu açtığını, dikkatle okuyanlar hükmediyorlar..."

Bu hususta Bediüzzaman'ın iman ifadesi yerine Tehanevi kesb-i insaniyeti koyar ve kesb-i insaniyetin kesb-i velayetten önce olduğunu söyler. Kesb-i velayetin vucup derecesinde olmadığını söyler (Muhammed Rahmetullah en Nedevi, Eşref Ali Tehanevi: Hekim el Ümme, Daru'l Kalem, S: 196). Bazı sufiler 'sadıklarla beraber olunuz' ifadesinden tarikatlara tevessül etmenin vucubiyetini çıkartırlarsa da, Tehanevi bu hükme katılmaz. Lakin bununla birlikte kemalat- insaniyet için sadece mücerret okumanın yetmeyeceğini ve salih insanlarla da düşüp kalkmanın şart olduğunu söylemiştir.

* Sufi olmasına rağmen sufilerden ayrıldığı nokta şudur: Bazı sufiler belki kâmil ve salih insanların ancak tasavvuf cihetiyle kemalat tahsil ettiğini düşünürler. Lakin yine sufilerin dediği gibi Allah'a giden yollar nefeslerin sayısıncadır. Dolayısıyla burada bir tekel kurmak ve oluşturmak, meslek ve meşrep taassubu olarak tezahür ediyor. Kesb-i velayet kavramı yerine tasavvuf hakkında batini tezkiye ifadesini de kullanır. Mesele kalbin temizlenmesine taalluk ettiği nispette tasavvuf Tehanevi'nin nazarında İslam'ın özü mertebesine yükselir. Zira Allah bizden kalb-i selim istiyor. Kalb-i selim ise, iman-ı selimden kaynaklanır. Temelsiz bir kalb-i selim düşünülemez. Lakin talebesi Abdulbari Nedevi'nin ifade ettiği gibi, her tezkiye de tasavvuf değildir. Tasavvufi tezkiye müteşerri olmak zorundadır. Tasavvuf şeriattan müstakil ve bağımsız olamaz.

* Tehanevi, zikrin hakikati ile suretini birbirinden ayırır. Zikrin hakikati Allah ile birlikte olmak, sureti ise telaffuzuyla birlikte olmaktır. Tehanevi, amellerin en büyüğü olarak zikri görmektedir. Bundan dolayı zikrin hakikatine ermeyen evrad ve zikir şeyhlerinin asla ıslah şeyhi olamayacaklarını söylemiş ve bu gibi kimselerin zikirlerinin gırtlaktan kalbe intikal etmediğini de ifade etmiştir. Duanın zikirden de efdal oluğunu belirtmiştir. Tarikatın şekliyatının bir vesile olduğunu ifade etmiş ve tam da bu noktada Bediüzzaman gibi bir tespitte bulunmuştur: "Zikir ve tarikat sonucu elde edilen haller(ahval) ise tasavvufun meyvesidir ki gerekli değildir. Meyvelerin zahir olması gerekmez. Ve meyveleri elde etmek de ne vacip ne de matluptur. (Muhammed Rahmetullah en Nedevi, Eşref Ali Tehanevi: Hekimü'l Ümmet ve Şeyhü Meşayihi'l Asri'l Hadis, s: 258, Daru'l Kalem). Dolayısıyla mesele tavazzuh etmiştir.

* Bediüzzaman gibi muakkiplerince müceddit olarak anılan ve sayılan Tehanevi de İslami ilimleri gıdaya, akli ilimleri de ilaca ve devaya benzetir. Bir başka tanıma ve benzetmeye göre de fakihler doktor ve muhaddisler eczacılara benzer.

Hulasa demek ki, tasavvuf kalbi ıslaha yöneldiğinde İslam'ın özü ve şahsi kemalatın peşine düştüğünde ise, meyvesi olur. Elbette kalbi tezkiye ile şahsi kemalat arasında bağ varsa da her zaman aynı istikamette seyretmezler. Birisi kitleye hizmete dönüşürken, diğeri şahsi kemalatı tahsile yönelir.

Fahreddin Razi

Fahreddin Razi'nin haşevilerle başı derttedir. Kendisi usta bir kelamcı eşsiz bir akılcı ve polemik erbabıdır. Dönemin haşevileri ise İbni Teymiye'nin de seleflerinden olan, garip görüşleriyle anılan Kerramiye taifesidir. Uzun bir ömür süren Razi cuma vaazlarında bu meseleye temas etmektedir. Bugün IŞİD'e temas eden hocalar gibi. Lakin Kerramiye hakkındaki sohbeti bir bölümde bitmez. ' Arkası haftaya' diye sohbetini bağlar. Ertesi hafta gelip çatar ve cemaat anlatacaklarını dört gözle ve can havliyle beklemektedir. Lakin Razi de bir durgunluk peyda olmuştur. Ağzını bıçak açmamaktadır. Sonrasında bürhanlar gördüğünü ve yarım kalan konuya tayyettiğini söyler. Zira kendisine yönelik Kerramiye dailerinin kamasını veya hançeri parlarken görür. Bürhandan bürhana fark vardır. Hazret-i Yusuf hakkın bürhanını görmüş ve ismet çizgisinde durmuştur. Rüfailerin bürhanı vardır, onlar ise Kerramiler gibi kama, hançer değil şiş kullanırlar. Mevlana bu bürhan gösterilerinden hazzetmese de bürhan göstermek Rüfailerin muhkem bir geleneğidir. Onların bürhanı tehdit değil, coşku ve şenlik aracıdır. Makamına uygun düşenlerin can sıkıntısını giderir ve ruhlarını hafifletir..

Faruk Hammade(Faslı muhaddis)

Faruk Hammade aslında Suriyeli bir muhaddistir. Kendisini sabık Fas Kralı İkinci Hasan keşfetmiş ve ülkesine götürmüştür. Asrımızın önemli muhaddislerinden birisidir ve kendisi ayrıca Selefi ekole değil de Eş'ariliğe mensuptur. Çok sayıda tahkik eseri vardır ve Acuri'nin Ahlaku'l Ulema(Âlimlerin Ahlakı) bunlardan birisidir. Hammade'nin yapmış olduğu tahkikli baskısı elime geçmiş ve okumuştum. Asrımızın mühim muhaddislerinden ve âlimlerinden birisidir. Fas'da yaşaması nedeniyle ülkemizde pek tanınmasa bile, Halepli ulemadan Abdulfettah Ebu Gudde ayarında ve onun kademinde olan bir âlimdir.

* Prof. Faruk Hammade ise Humus'un Tel Zehep bölgesinde doğuyor ve Şam Üniversitesini bitirdikten sonra Fas'a yerleşiyor ve son olarak da BAE'nin Şarıka Emirliğinde ilmi faaliyetlerine devam etmektedir. Faruk Hammade gibi âlimleri dinlerken neredeyse insanın ölü damarları yeniden harekete geçiyor. Allah sayılarını artırsın ve yerlerini boş bırakmasın. Hayru'l halefler nasip etsin.

* Geçtiğimiz günlerde Türkiye'yi de içine alan bir fetva tartışması yaşandı. Şarıka'dan (BAE) Prof. Faruk Hammade, Mars'a gidilmesinin haram olduğuna dair fetva vermiş. Bunun üzerine adama söylenmedik laf bırakılmadı. Ne cehaleti ne de cühelalığı kaldı. Veryansın ettiler. Bir günah keçisi arıyorlarmış, onu bularak 'vurun abalıya' misali benzettiler. Hâlbuki anlamadan saldırmışlardı. Bektaşi gibi ' sadece namaza yaklaşmayın' kısmını almışlar 'sarhoş olduğunuzda' bölümünü atlamışlardı. Adam Mars'a falan gidilmez demiyor. Gelme ihtimali yoksa yani orada kalacak ve bu suretle ölüm muhakkak ise, intihar etmeyin diyor. Nerede burada 'Mars'a gitmeyin!' emri veya yasağı?

Fatih Sultan Mehmed

Bir diğeri de Mevlana Hüseyin Ahmet Medeni'dir. Medeni Ebu'l Hasan en Nedevi'ye Fatih'le alakalı bir mesele anlatır. Fetihten önce Fatih rüyasında Hazret-i İsa'yı görür ve fetih müjdesi alır. Tebrikler karşısında tereddüde düşer ve Hazreti Peygamberden müjde almadıkça tebrik alamayacağını söyler. Ertesinde de Hazret-i Peygamberden fetih müjdesi alır.

* Avrupalılar ise yeni bir Fatih'in endişesi içindedirler. Fransız tarihçi Guillet 1681 yılında Fransız bir tarihçinin Fatih hakkında bir kitap yazarak devrin Kralı 14'üncü Lui'ye ithaf ettiğini anlatır. Bu kitapta söz konusu tarihçi Fransızların ve Batılı halkların daima Fatih karşısında istavroz çıkarmalarını ve ikinci bir Fatih'in zuhur etmemesi için dua etmelerini istiyor (Dr. Salim Reşidi, Muhammed el Fatih, Mustafa el Babi el Halebi Matbaası, Kahire, s: 294-295).

Faysal(Eski Suud Meliki)

25 Mart 1975 tarihinde ABD'nin cezalandırma çabası sonucu bir suikastla öldürülen Faysal..

Fehmi Huveydi(Mısırlı yazar)

Günümüzde âlimlerin gözde mesleklerinden birisi ise gazetecilik veya yazarlıktır. Elbette İslami konularda her yazan âlim sayılmaz. Buna dair Fehmi Huveydi'yi misal verebiliriz. İslami konularda derinlik sahibi olmasına rağmen kimse kendisine âlim nazarıyla bakmaz.

* Bir de Şia karşısında revizyonist bir yaklaşım benimseyenler vardır. Muhammed Muhtar Şankiti ve Fehmi Huveydi gibi isimleri bu kategoriye sokabiliriz. 

* Mısır'da Abdulfettah Sisi darbesinden sonra kara listeye alınan ve aforoz edilen bazı isimler var. Bunlardan birisi Ezher Dergisi Yayın Yönetmeni Muhammed İmare bir diğeri de ünlü gazeteci Fehmi Huveydi. Tamamen dışlanmasalar bile, kızağa çekilen isimler arasında sayılabilirler. Tamamen dışlanmamalarının nedeni ise yakaladıkları uluslararası şöhret. Sisi rejimi onları tamamen karşısına almak yerine ademe mahkum etmeyi, göz ardı etmeyi veya susturmayı yeğliyor. Muhammed İmare ve Fehmi Huveydi'nin dışlanmalarının temel iki nedeni var. Bunlardan birisi laikler karşısında mesafeli tutumları ve Mürsi karşısındaki kampanyaya katılmamalarıdır. İnsaflı olmaları nedeniyle insafsız bir rejimin gadrine uğramışlardır.

*Bu talihsizliklerin toplamı üzerinden Fehmi Huveydi gibiler Araplara olan güvenlerini kaybettiler. Arapların bu suretle gelen tarihi ender fırsatı teperek; tarih sahnesinin dışına çıktığını ve tarihi yapan değil, tarihin malzemesi haline gelen bir unsura dönüştüklerini belirtir. Humeyni'nin özel doktoru olan Fehmi Şinnavi de Fehmi Huveydi'nin kanaatini Masra el Hilafe El Osmaniye/Osmanlı Hilafetinin Yıkılışı kitabında paylaşır. Fehmi Şinnavi bu meseleyi Fehmi Huveydi'den önce irdelemiştir. Mısırlı her iki Fehmi de büyük oranda İran devriminden etkilenmiş ve Araplar arasında onun temsilcisi ve sözcüsü haline gelmişlerdir.

* Bununla birlikte, Raşid Gannuşi ve Fehmi Huveydi, 180 derece çark etmese de, İran devrimi karşısında dalgalanmalı bir seyir izlemiştir. İran devrimi karşısında realist bir noktaya geldikleri söylenebilir. Bu realist nokta serapa hayal kırıklığıdır.

-devam edecek-

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DÄ°ÄžER YAZILAR

"Kadınlara iyilikle muamele ediniz."

Nisa:19

GÃœNÃœN HADÄ°SÄ°

Diğer bir kişi katılmaksızın, iki kişi aralarında fısıldaşmasın.

Buhari

TARÄ°HTE BU HAFTA

*Kanije müdafaası(18 Kasım 1601) *Hz.Fatıma'nın(r.anha) Vefatı(22 Kasım 632) *İstanbul'un Müttefikler Tarafından İşgali(23 Kasım 1918) *Alparslan'ın Şehadeti(24 Kasım 1072) *Öğretmenler Günü(24 Kasım)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SÄ°TE HARÄ°TASI