BAKIŞ AÇISI-7
Ulema, Sahabe arasında içtihad seviyesine ulaşmış olanların sayısının 30'u bulmadığını söylemiştir. Milli Gazete - 10 Temmuz 2004
Ulema, Sahabe arasında içtihad seviyesine ulaşmış olanların sayısının 30'u bulmadığını söylemiştir. Milli Gazete - 10 Temmuz 2004
Ben, güneşin batıdan doğacağını haber veren söz konusu hadisin, zahiri üzere anlaşılması gerektiğini söyleyen ulemanın görüşünü benimsiyorum. Bazı olağanüstü hadiselerin, kıyamet gibi son derece dehşetli, azim bir olaya takaddüm etmesinde anlaşılmayacak bir nokta olmasa gerektir. Çoğu zaman sadece dünyanın yok olması gibi algılansa da, aslında kıyamet, bütün evrenin alt-üst olmasıdır. Aksi halde "güneşin ışıksız kalmasını, yıldızların dökülmesini, göğün yerinden oynamasını" nasıl açıklayabiliriz?
Bununla birlikte güneşin batıdan doğacağını bildiren rivayeti makul bir şekilde tevil edenlere de saygı duymak gerektiğini düşünüyorum. Milli Gazete - 10 Temmuz 2004
Şu "binlerce Hadis uydurulduğu" iddiasının aslı nedir? Hadis rivayetlerine güvenmeyenlerin, –Hadis uydurulduğu konusundaki haberler de neticede birer "rivayet" olduğu halde– bunlara güvenmesinin mantığı nedir? Ve bu "binlerce" uydurma rivayet nerededir? Mevzu Hadisler konusunda kaleme alınmış eserlere baktığımızda ancak "yüzlerle" ifade edilebilecek sayıda uydurma hadis metniyle karşılaşıyoruz. Nerede bu "binlerce" uydurma hadis? Milli Gazete - 13 Temmuz 2004
Bir terim olarak İcma'ın fonksiyonu, münhasıran Fıkhî meseleler üzerinde caridir. Bunun dışındaki sahalarda bu kelime genellikle "görüş/kanaat birliği" şeklinde anlaşılmalıdır. Bu kavram itikadî sahada kullanıldığında ise, kişinin ahiretteki ahvaline doğrudan etkisi bulunan konular kast edilir. Milli Gazete - 15 Temmuz 2004
Kur'an'da yer alan her emir farz olmadığı gibi, her nehy de hürmet (haramlık) ifade etmez. Söz gelimi, namazda kolayımıza gelen sure/ayetlerin okunması (73/el-Müzzemmil, 20), eşlerin bir kısmını bağışladığı mehirlerin yenebileceği (4/en-Nisâ, 4), Yüce Allah'a yalvararak ve gizlice dua etmek (7/el-A'râf, 55), birden fazla (dörde kadar) kadınla evlenilebilmesi (4/en-Nisâ, 3), sahur yemeği (2/el-Bakara, 187)... gibi konulardaki ayetler hep emir kipiyle gelmiştir; oysa farziyet ifade etmezler. Kısacası bir hükmün farziyet ifade etmesi için Kur'an'la sabit olması şart değildir. Sünnet'le sabit farzlar da vardır. İbaha, kerahet ve hürmet (haramlık) de böyledir. Milli Gazete - 15 Temmuz 2004
Hutbede özürsüz olarak konuşmak mekruh olmakla birlikte Cuma namazının sıhhatine herhangi bir etkisi yoktur Milli Gazete - 20 Temmuz 2004
Cennet ve cehennem hayatının ebediliği, Kur'an, Sünnet ve İcma ile sabit zarurat-ı diniyyedendir. Konuyla ilgili ayet ve hadisler burada zikredilemeyecek kadar fazladır.
Ümmet seleften halefe bu itikat üzere icma ede gelmiştir. İbn Hazm, "Merâtibu'l-İcma"da cennet ve cehennemin ebedî olduğu konusunda icma edildiğini ve bu icmaa muhalefet edenlerin küfründe icma bulunduğunu söyler. Milli Gazete - 24 Temmuz 2004
Sadece cehennemin fena bulacağı görüşü ise ilk olarak Mu'tezile'nin ileri gelenlerinden Ebu'l-Hüzeyl el-Allâf tarafından ortaya atılmış ve İbn Teymiyye, İbnu'l-Kayyım, daha sonraları –İbnu'l-Vezîr diye bilinen– Muhammed b. İbrahim es-San'ânî, Musa Carullah Bigiyef ve İsmail Hakkı İzmirli tarafından savunulmuştur Milli Gazete - 24 Temmuz 2004
Her bid'ad dalalettir ve her dalalet (sahibi) ateştedir" mealindeki– ifadeler, Ahmed b. Hanbel, Ebû Dâvûd, et-Tirmizî, İbn Mâce ve daha başkaları tarafından rivayet edilen uzun bir hadisten bir bölümdür. Bu cümlelerin öncesinde Efendimiz (s.a.v), kendisinden sonra ortaya çıkacak ihtilaflardan bahsederek, Sünnet-i Nebeviyye'ye ve Hulefa-i Raşidun'un sünnetine sımsıkı sarılmamızı tavsiye buyurmaktadır.
Ancak cümlenin ikinci kısmı, zikrettiğim kaynaklarda mevcut değildir; bildiğim kadarıyla sadece en-Nesâî tarafından rivayet edilmiştir.
Buradaki "Sünnet"ten kasıt, kelimenin en geniş anlamıyla "inanç, amel, söz ve davranış"tır. Nitekim Selef de "Sünnet" kelimesini bu anlamda kullanmıştır. Rivayetin siyakındaki bu vurgu, kastedilen bid'atlerin, ağırlıklı olarak itikadî bid'atler olduğunu düşündürmektedir. Bununla birlikte amelî sahadaki her bid'atin de bir sünnetin terkine müncer olduğu açıktır. Dolayısıyla ıstılahî anlamdaki her bid'atten kaçınmak gerekir. Milli Gazete - 27 Temmuz 2004
Hanefî mezhebine mensup bir kimse dişine kaplama veya dolgu yaptırdığı zaman, yaptırdığı bu kaplama veya dolgu asıl diş hükmüne geçer ve Said Nursi merhumun da dediği gibi, kaplama veya dolgunun altında kalan asıl diş, "ağzın zahiri" hükmünden çıkar; yıkanmaması guslü iptal etmez. Milli Gazete - 29 Temmuz 2004
Soruda yer alan "başka mezhepleri taklidin ölçüsü" meselesine gelince, başka bir mezhebi taklidin istismar konusu yapılmaması için öncelikle ortada bir zaruret veya ihtiyaç bulunmalıdır. İkinci olarak, fetvasıyla amel edilen mezhebin, amel edilen konuyla ilgili hükümlerinin iyice bilinmesi ve bunlara riayet edilmesi gerekir. Ve nihayet bir tek amelde birden fazla mezhebin fetvasıyla amel edilmemelidir. Söz gelimi Şâfiî mezhebine göre namaz kılan bir kimse, bu mezhepte namazı bozan fiiller olarak belirlenen hususlara riayet etmelidir. Bunlar arasında Hanefî mezhebine veya bir başka mezhebe göre namazı bozmayanlar olabilir. Ancak taklid ederek amele başladığı mezhepte o fiiller namazı bozduğu için, bunların başka bir mezhepte namazı bozmayan fiiller arasında sayılmış bulunmasına aldanılmamalıdır. Milli Gazete - 29 Temmuz 2004
Ebeveyn-i Resul (s.a.v)'in kurtuluşa erenler zümresinden olduğunu söyleyenler çeşitli noktalardan hareket etmişlerdir. Kimi, Hz. Peygamber (s.a.v)'in duası üzerine ebeveyninin geçici bir süre için diriltilip kendisine iman ettikten sonra tekrar öldüğünü anlatan rivayetlere –ki bunların uydurma olduğunu söyleyenler bulunduğu gibi, zayıf olduğunu söyleyen Hadis âlimleri de vardır–, kimi de fetret ehlinden olmaları hasebiyle Hz. Peygamber (s.a.v)'in davetinden haberdar olamadıkları, dolayısıyla ahirette sorumlu tutulmayacakları görüşünden hareketle bu neticeye varmıştır.
Ebeveyn-i Resul (s.a.v)'in, davetten haberdar olamadıkları için tafsilî iman üzere olmasalar bile "muvahhit" olduklarını gösteren rivayetlerin mevcudiyeti de burada anılmalıdır. (Konuyla ilgili rivayetler yukarıda işaret ettiğim eserlerde zikredildiği için burada onların ayrıntısına girmeyeceğim.)
"el-Fıkhu'l-Ekber"inin bazı nüshalarında İmam Ebû Hanîfe'nin bu konuda "Onlar küfür üzere ölmüştür" (mâtâ ale'l-küfr) dediği kayıtlıdır. Ali el-Karî şerhinde de (310) bu şekilde yer almıştır. Ancak el-Kevserî merhum, bu eserin çoğunluğu teşkil eden yazma nüshalarında bu ifadenin "Onlar küfür üzere ölmemiştir" (mâ mâtâ ale'l-küfr) veya "Onlar fıtrat üzere ölmüştür" (mâtâ ale'l-fıtra) tarzında olduğunu belirtmekte ve şöyle demektedir: "Allah'a hamd olsun, ben bu "mâ mâtâ ale'l-küfr" ifadesini "el-Fıkhu'l-Ekber"in Dâru'l-Kütübi'l-Mısriyye'deki iki eski yazma nüshasında bizzat gördüm..."
Muhtemeldir ki "el-Fıkhu'l-Ekber"i istinsah eden bazı müstensihler, "mâ mâtâ..." ifadesinde peş peşe gelen "mâ" harflerinden birini fazla zannederek iskat etmiş, böylece anlam tam tersi istikamette bozulmuştur. Yahut "mâtâ ale'l-fıtra" cümlesindeki "fıtra" kelimesi, kûfî hatta kullanılan harf karakterlerinin yapısı sebebiyle "küfr" kelimesini andırdığı için "küfr" kelimesine çevrilmiş olabilir...
Hz. Peygamber (s.a.v)'in anne-babasının cehennemlik olduğunu ifade eden rivayetler içinde en sağlamı, Müslim tarafından rivayet edilmiştir. Orada da sadece "babasının" ateşte olduğu zikredilmektedir.
Bu rivayete –ve benzer doğrultudaki diğerlerine– çeşitli açılardan cevaplar verilmiştir. Burada ayrıntısına giremeyeceğim bu cevaplar için de yukarıda adını verdiğim eserlere bakılmalıdır.
Ali el-Karî bu meselede müstakil bir risale kaleme alarak ebeveyn-i Resul (s.a.v)'in cehennemlik olduğunu savunmuş, kendisine yine bir başka Hanefî âlim tarafından reddiye yazılmıştır. Yukarıda da işaret ettiğim gibi bu mesele ulema arasında hayli tartışmalara sebep olmuştur.
Son söz olarak Abdülhayy el-Leknevî merhumun, "Bu meselede en sağlam yol, tevakkuf etmek ve Hz. Peygamber (s.a.v)'in ruhunu incitecek tavırlardan kesinlikle sakınmaktır" şeklindeki tavsiyesini hatırlatmak yerinde olacaktır. es-Sehâvî de el-Ecvibetu'l-Mardıyye'sinde bu mesele hakkındaki bir soruya verdiği 15 sayfalık detaylı cevabın sonunda (III, 969 vd.) aynı noktaya parmak basar.
Zira Hz. Peygamber (s.a.v)'in ebeveyninin ateşte olduğunu ifade eden rivayetler neticede birer "haber-i vahid"dir ve ancak "zan" ifade ederler. Dolayısıyla zannî bir delilden hareket ederek Hz. Peygamber (s.a.v)'i incitecek tutum ve sözlerden uzak durmak gerekir. Milli Gazete - 31 Temmuz 2004
Çok iyi bilindiği gibi Müslüman kadının örtüsü ile ilgili olarak Kur'an'da yer alan 24/en-Nûr, 31 ayeti açık ve kesin bir hüküm bildirir. Bu ayet, başörtüsünün bağlanma biçimini de tasrih etmiş, sadece başın değil, cahiliye döneminde tatbikatı bulunmayan "boynun ve göğsün örtülmesi"ni de hükme bağlamıştır.
Devr-i Saadet'ten itibaren bütün zamanlarda –modern zamanlar hariç– Ehl-i Sünnet'iyle-ehl-i bid'atıyla, havassıyla-avamıyla bütün Ümmet bu ayetin bildirdiği hüküm doğrultusunda amel ede gelmiştir. Bu yönüyle de başörtüsü, delilinin delaleti üzerinde en küçük bir şüpheye yer bırakmayan "amelî tevatür" hüviyetindedir. Milli Gazete - 3 Ağustos 2004
Başörtüsünün ilahî/kesin bir emir olduğunu kabul ettiği halde çeşitli gerekçe ve mazeretler sebebiyle bu emre riayet edemediğini söyleyenlere gelince, günahkâr olurlar. Bir an önce tevbe-istiğfarla bu ilahî emre imtisal etmeleri gerekir. Milli Gazete - 3 Ağustos 2004
Ehl-i Sünnet" tabiri, temel olarak "itikadî" meselelerdeki bir tavrı ifade eder. Bu, Sahabe'nin (Allah hepsinden razı olsun) Efendimiz (s.a.v)'den ahz eylediği ve üzerinde bulunduğu yoldur ki, ilkeleri Akaid kitaplarında detaylarıyla belirtilmiştir.
Elbette bu itikadî tercihin Fıkıh ve diğer sahalara da izdüşümleri olmuştur. İtikadî çizgi olarak Ehl-i Sünnet'i benimseyenler, Edille-i Şer'iyye arasında "aslî deliller" dediğimiz Kur'an ve Sünnet üzerinde müttefiktir. Tali delillerden (buradaki "tali" kelimesi, ilk ikisi gibi müstakil olmayıp, onlara bağımlılığı ifade eder) İcma üzerindeki ittifak da buna dâhildir. Milli Gazete - 5 Ağustos 2004
Kısacası herhangi bir kişi veya grubun Ehl-i Sünnet olup olmadığını anlamanın yolu, Usul-i Fıkh'ına değil, Akaid'ine bakmaktır Milli Gazete - 5 Ağustos 2004
Eimme-i İsnâ Aşer, Şia'nın "masum imamlar" silsilesini oluşturan 12 İmam'dır. Bu imamlar arasında, fırkalaşmanın zuhur ettiği dönemde yaşamış olanların Ehl-i Sünnet'in temel itikadî kabullerine aykırı bir görüşü benimsediği yolunda herhangi bir bilginin Sünnî kaynaklarda yer aldığından haberdar değilim.
Sünnî kaynaklar ve âlimler onların tamamını –tabii ki başta Hz. Ali, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin (Allah hepsinden razı olsun) olmak üzere– fazilet, üstünlük, ilim, takva ve nesep şerefi ile anmıştır, anmaktadır. (Örnek olarak ez-Zehebî'nin "Siyeru A'lami'n-Nübelâ"sına bakılabilir.)
Bununla birlikte Sünnî kaynaklar, bu imamlardan herhangi birinden, kendisinin veya mensubu bulunduğu pak silsilenin "ismet"inden bahsettiği, ya da Hz. Ebû Bekr ile Hz. Ömer (r.anhuma)'dan teberi ettiği yolunda herhangi bir bilgi vermez. Milli Gazete - 5 Ağustos 2004
Başta Sahabe olmak üzere "Ehl-i Sünnet-i hassa" dediğimiz Selef ulemasının tavrı, müteşabih ayet ve hadislere varit oldukları gibi iman ve anlamlarını Allah Teâlâ'ya havale etmek şeklindedir ve aslolan budur. "Ehl-i Sünnet-i amme" dediğimiz müteahhirun ise, yakin seviyesindeki azalma ve muhtelif cereyanlar sebebiyle imanî meselelerde şüphelerin artması gibi sebepler dolayısıyla bu türlü ayet ve hadisleri muhkem nasslar doğrultusunda ve sahih Arap dilinin ölçüleri içinde tevil etmiştir Milli Gazete - 7 Ağustos 2004
Benim görebildiğim şudur: Selefî ekol sanki bu meselede yaklaşımının temeline haber-i vahid türü rivayetleri koymuş, muhkem nassları onlar doğrultusunda anlamayı tercih etmiştir. Oysa önemli bir kısmı rivayet tekniği açısından problemli olan bu rivayetlerin titiz bir ayıklamaya tabi tutulması ve sahih olanların muhkem nasslar doğrultusunda anlaşılması gerektiği açıktır. Milli Gazete - 7 Ağustos 2004
DİA'da mevcut "çarşaf" maddesinin yazarı tarafından çarşafın ülkemize Tanzimat döneminde girdiğinin söylenmesi isabetli değildir. Osmanlı topraklarından Hacc seyahati için başından beri Hicaz'a gidildiği halde çarşafın bu topraklara girmesi için neden Tanzimat dönemine kadar beklendiği sorusunun izahı yoktur.
Esasen sorudaki iktibasta meselenin DİA'dan eksik nakledildiği görülmektedir. Zira orada (VIII, 231) şöyle deniyor: "Çarşaf Türkiye'ye Tanzimat döneminde hacca gidip gelenler tarafından Araplar veya muhtemelen İranlılar'dan alınmak suretiyle getirilmiştir. Önceleri pek tutulmayan, hatta bid'at olduğu ileri sürülen çarşaf 1870'te çıkarılan bir emirname ile ince yaşmak ve feracenin yasaklanmasından sonra yaygınlaşmıştır..."
Bu satırların hemen öncesinde, "XVIII-XIX. yüzyıl seyyahları çarşafın Mısır kadınları arasında da çok yaygın olduğunu yazarlar" denmek suretiyle çarşafın İranlılar'a mahsus bir kıyafet olmadığı zımnen ortaya konmuştur.
Şu halde çarşafın ülkemize İranlılar'dan alınarak sokulduğunun mutlak olarak söylenmesi doğru değildir. Ayrıca bu giysinin bid'at olduğu iddiasının ulema tarafından nasıl değerlendirildiği ve bu iddiayı kimin, hangi delillere dayanarak ileri sürdüğü hakkında da bilgi sahibi değilim.
Çarşafın ülkemizde XIX. yüzyılın sonlarına doğru yaygınlık kazandığının söylenmesi, konunun Osmanlı coğrafyasındaki durumu hakkında yapılmış kapsamlı bir çalışmaya dayanılmadığı sürece boşlukta kalacaktır. Zira mesela özelikle Doğu Anadolu'da "ehram" (ihram) denen ve tıpkı çarşaf gibi bütün bedeni dıştan örten dış giysinin kadınlar tarafından öteden beri yaygın olarak kullanıldığı bilinmektedir. Karadeniz bölgesinde kadınların giydiği "aba" da bu bağlamda hatırlanmalıdır. Gerek bürünülme şekli, gerekse kumaşı vs. bakımından siyah çarşaftan ayrı bir özellik arz eden bu giysilerin tarihinin çok daha eskilere gittiği şüphesizdir. Milli Gazete - 16 Eylül 2004
Sahih bir hadisle herhangi bir mezhebin hükmünün çeliştiğinin söylenebilmesi için, öncelikle hem mezhebin hükmünün, hem de hadisin sübut ve delaletinin tesbiti noktasında yeterlilik gerekir. Öyle durumlar vardır ki, mezhebin birden fazla görüşü/hükmü söz konusudur ve bunlar arasında hangisinin fetvaya esas olduğunun tesbiti özel bir donanım ister. Keza hadisin delaletinin de (ne anlattığının da) çok iyi tesbiti zaruridir. Bir âlimin "a" sonucunu çıkardığı bir rivayetten, öbürü "b" sonucunu çıkarmış olabilir; bunun pratik örnekleri çoktur. Milli Gazete - 18 Eylül 2004
Takarrur etmiş her mezhep, oturmuş bir sistemi ifade eder. O sistem, kendi içinde oluşturduğu mekanizmalarla, yani her tabakadan âlimler vasıtasıyla en ince noktalarına kadar –tabir yerinde ise– gözden geçirilmiş, noksandan arındırılmış ve devamlılığını bu şekilde muhafaza ede gelmiştir. Böyle bir sistem içinde önceki kuşakların, özellikle de mezhep imamının öğrencilerinin ve onların öğrencilerinin gözünden, dikkatinden kaçmış bir rivayeti bugün bizim tesbit etmemiz "aklî bir imkân" ile mümkün ise de, "adeten" mümkün değildir. Milli Gazete - 18 Eylül 2004
-devam edecek-
Â
Bu yazıya yorum yazın
Bu yazıya gelen yorumlar.
DÄ°ÄžER YAZILAR
Yeryüzüne iyi-yararlı kullarım vâris olacaktır.
Enbiya, 105
GÃœNÃœN HADÄ°SÄ°
"Kim ilim tahsili için bir yola girerse Allah ona cennete gidecek yolu kolaylaştırır."
Müslim
SON YORUMLAR
- Bütün beytlerin tercümesini gönderebilir misiniz? sitede sadece son birkaç...
- Fıtrat, namaz, tevafuk, sırlar ve tüm bunların sahibi zişanı İlahi kusur...
- Selamünaleyküm Ä°nternette mütalaalı risale i nur dersleri diye arama yaptÄ...
- bu kıymetli yazıdan dolayı ahmed izz kardeşimize teşekkür ederiz çok mani...
- selamün aleyküm Ahmed kardeşimizi tebrik ediyor ve bu faideli tercümelerin...
- Yanında okuyan diğer öğrencileri; Molla Muhammed Kasori Molla Muhammed Era...
- Benim merhum babam Molla İbrahim Azizi de onun yanında icazeti tamamlamıştı...
- Teşekkürler. Sanırım Envar neşriyat idi.Tam hatırlayamıyorum.....
- Çok güzel bir çalışma Rabbım ilminizi arttırsın bu çalışmalarınızı...
- Merhaba, Ben Foliant yayınlarından uğur. Sizinle iletişim kurmak istiyoruz ...
TARÄ°HTE BU HAFTA
*Kanije müdafaası(18 Kasım 1601) *Hz.Fatıma'nın(r.anha) Vefatı(22 Kasım 632) *İstanbul'un Müttefikler Tarafından İşgali(23 Kasım 1918) *Alparslan'ın Şehadeti(24 Kasım 1072) *Öğretmenler Günü(24 Kasım)
ANKET
Sitemizle nasıl tanıştınız?
Yükleniyor...