MUHAKEMAT NOTLARI-15

Ders: Muhakemat-15.Ders, (1.Makale, 8. Mukaddime, devam) İzah: Prof. Dr. Ahmet Akgündüz İzah edilen kısım; Biraz da iki sultan hükmünde olan mazi ve istikbalin hasenat ve seyyiatlarını zikredelim(Muhakemat, s. 36) vd.


Salih Okur

nedevideobendi@gmail.com

2020-07-08 09:48:36

Ders: Muhakemat-15.Ders, (1.Makale, 8. Mukaddime, devam)

İzah: Prof. Dr. Ahmet Akgündüz

İzah edilen kısım; Biraz da iki sultan hükmünde olan mazi ve istikbalin hasenat ve seyyiatlarını zikredelim(Muhakemat, s. 36) vd. 

*Bediüzzaman, birinci dersimizde tarihle alakalı değerlendirmesinde, miladi altıncı asırdan 11. Asrın sonuna kadar İslam âleminin yükselişte olduğunu ifade etti. 11. Asrın sonundan 19. Asrın ortalarına kadar olan dönem ise hissiyatımıza mağlup olduğumuz dönem. Duygularımızla hareket ettiğimiz dönem. İlimden ve delillerden uzak kaldığımız dönem. Üstad o dönem nesillerini ebna-yı mazi(mazinin nesilleri, evlatları) olarak ifade ediyor. Geçmişte kalmış nesiller ve yanlış giden nesiller, hissiyatlarına mağlup olan nesiller. Ama ebna-yı istikbal ise, Hicri 14. asrın başından şimdiye kadar olan nesiller. Üstad iki dönemin de hasenat ve seyyiatını sıralayacak.

İlk olarak mazi dediği zaman dilimini ele alıyor;

"Mazi ülkesinde ekseriyetle hükümferma, kuvvet ve heva ve tabiat ve müyulat ve hissiyat olduğundan; seyyiatından biri, her bir emirde, -velev filcümle(genelde) olsun- istibdad ve tahakküm var idi."(Muhakemat, s. 36) Gerçekten de hangi devlet gelmişse onun mezhebi hâkim olmuş. Ne acıdır ki, mesela Timurlenk gelmiş, kısmen Şia işin içine girmiş. Yani Abbasilerin son dönemi Mutezile.. Maalesef Selçukilerin de bazı devirlerinden Mutezile ve Şia'nın etkisi var. Her zaman istikameti koruyamamışlar. Ama Osmanlı gelmiş, Ehl-i Sünnete tam kuvvet vermiş.

Üstad "fil cümle"(bir hayli) diyor. Tamamen böyle değil zira. İmam Serahsi gibi hakikat karşısında hayatını ortaya koyan zatlar da olmuş. Bir fetva yüzünden 20-30 sene zindanda kalmış. O zaman Karahanlı devletinin bir padişahı bir kızla evlenmek istiyor, İmam Serahsi "caiz değildir" diyor. Ve biliyorsunuz, 30 ciltlik el Mebsut adlı eserini yanında hiç kaynak olmadığı halde zindandan yazdırıyor. Hicri beşinci asrın sonları. 

Not: İmam Serahsi'nin hapse düşme sebebi konusunda ihtilaf var. Mesela Hüsnü Aktaş Hoca "zalim yönetimlere vergi vermek haramdır" dediği için hapse düştüğünü yazmış(bkz. Hüsnü Aktaş, Medeni Vahşet Davası, s.17, Ölçü Yayınları, İst. 1987) Bu konuda Diyanet İslam Ansiklopedisinin "Serahsi" maddesine bakılabilir. (cilt:36, s. 547 vd.)

Hapiste kalma süresi de ihtilaflı, mesela Hüsnü Aktaş Hocaefendi '18 sene' diye yazmış.(bkz. Hüsnü Aktaş, Medeni Vahşet Davası, s.17) Diyanet İslam Ansiklopedisine "Serahsi" maddesini hazırlayan merhum Prof. Dr. Muhammed Hamidullah ise ince bir tetkikle bunun 15 sene olduğunu söylemiş.(İslam Ansiklopedisi, (cilt:36, s. 547 vd.) Bu arada muhterem Prof. Dr. M. Cevat Akşit'in gözetiminde Mebsut'un çok güzel bir baskıyla dilimize kazandırıldığını belirtelim. Bkz. Gümüşev Yayıncılık)

Not: 2: Bu mazi değerlendirmesinde yanlışlığa düşmemek ve süpürücü olmamak için üstadın "fil cümle" tabirini iyi akılda tutmak gerekiyor kanaatimce. Yoksa Ebubekir Sifil Hocanın bahsettiği ve Muhammed Abduh'un düştüğü şu "badireye" düşeriz; "Kanaatimize göre Abduh'un fikriyatındaki en önemli badirelerden birisi, aklın bağımsızlığına abartılı bir vurgu yaparak mazinin birikimini "taklid"i zemmetmek adına karalamaya çalışmasıdır. Abduh, geçmişle refere ettiği her yaklaşımında İslam'ın ilk üç asrını öne çıkartırken, bu doğru tavrı bin yıllık tecrübenin reddi nakisasıyla malul hale getirmektedir. İslam tarihinin bu dilimi üzerinde durduğu hemen her yazısında göze çarpan, kargaşa, taklit, taassup vs. dir. Oysa unutulmamalıdır ki, İslam medeniyetinin, en görkemli ve somut yansımaları bu "taklit dönemi"nde ortaya çıkmıştır! (Doç. Dr.Ebubekir Sifil, Muhammed Abduh'un Bazı İtikadî Görüşleri adlı yazıdan.. )

*"Hem de meslek-i gayra husumete, kendi mesleğine iltizam ve muhabbetten daha ziyade ihtimam olunur idi.. (Muhakemat, s. 36) Yani kendi mezhebinin, yolunun, meşrebinin muhabbeti ile yaşayacağı yerde başka mesleklerin husumeti, onları kötü göstermekle kendi mesleklerinin revacını arzu ediyorlar. Hatta İmam-ı Gazali 'el- Menhul' adlı usul-i fıkıh kitabında üstadı İmam-ı Harameyn el Cüveyni'ye uyarak İmam-ı Azam'ı tenkit etmiş. Ne zaman ki İmam-ı Gazali olmuş, El Mustasfa'yı yazmış. Orada öyle bir şey yok. 

Not: İmam el-Gazzâlî'nin hocası olan ve özellikle Kelam sahasındaki eserleriyle ünlenmiş bulunan el-Cüveynî, Muğîsu'l-Halk fî Tercîhi'l-Kavl'il-Hakk adlı eserinde, mensubu bulunduğu Şafi'î mezhebini terviç için yanlış bir yöntem kullanmış ve –başta İmam Ebû Hanîfe olmak üzere– Hanefî mezhebi imamlarının taz'îf ve tevhîni üzerinden bunu yapmaya çalışmıştır.  el-Cüveynî mezkûr eserinde İmam eş-Şâfi'î'nin diğer imamlara üstünlüğünü, onun mezhebinin Hadis'e daha muvâfık olduğunu, buna mukabil Hanefî mezhebi imamlarının bu sahada yetersiz ve hatalı oldukları temasını işlemiştir. (Doç. Dr.Ebubekir Sifil, M. Zâhid El-Kevserî'nin Tenkitçiliği adlı makaleden.)

Gazali hazretleri hakkında en değerli eserlerden birini kaleme alan büyük muhakkik, allame merhum Mevlana Şibli Numani 'Menhul' adlı eserle alakalı diyor ki; "Bu kitap Fıkh usulü hakkında yazılmıştır. Keşfüzzünûn'da "bu eser, Ebu Hanife'yi red konusunda yazılmıştır" diye kaydedilmiştir ve Kalâid el–İhvân kitabının yazarının şu sözünü nakletmiştir:

"Bu kitap Gazâlî'nin değil Mahmut Mûtezilî'nindir. Şemsül Eimme Kerverî bu kitabı red eden bir eser yazmamıştır."

Bu kitapta İmam-ı Azam'a çok sert hücumlar yapılmıştır ve "İmam-ı Azam'ın içtihatlarının yüzde doksanı yanlıştır" diye iddiada bulunulmuştur. Hâlbuki Gazâlî hazretleri İhyâ isimli kitabında İmam-ı Azamı son derece medh etmiş buna ilâve olarak din İmamları hakkında sert konuşmak Gazâlî'nin şanından çok uzaktır. O bakımdan bu Gazâlî'nin eseri olamaz diye düşünülmüştür.

Fakat hakikat şudur ki; sırf bu delillere dayanarak böyle bir iddiada bulunulamaz. Birincisi: Tarih ve Tezkere kitaplarında bu eserin, Gazâlî'nin olduğu belirtilmiştir. İkincisi: Gazâlî'nin ilk zamanlarını dikkatle okuyanlar anlamışlardır ki Gazâlî hazretleri önceleri, ne kadar mücadeleci, çekişmeci bir ruha sahipti. Muhaddis Abdülğâfir Fârisî, Gazâlî'yi her iki devresinde de görmüştü. O şöyle anlatmaktadır: "Gazâlî hazretleri önceleri son derece mevki düşkünü, kendini beğenmiş, gururlu biri idi. Fakat sonradan tamamen değişti. Bambaşka bir insan oldu." Menhûl bu ilk devrenin tesiri ile yazılmış bir eser olacak. Biz bu kitabı gördük. İbâre ve ifâde tarzı açıkça göstermektedir ki Gazâlî'nin gençlik devrinin heyecanı ile yazılmış bir kitaptır."(Şibli Numani, Gazali, Urduca'dan Tercüme, Yusuf Karaca, s. 69-70, Kayıhan Yayınları, İst. 2012, 2. Baskı)

Mevlana Şibli, bahsi geçen eserinde İmam Gazali hazretlerinin Selçuki hükümdarı Sultan Sencer'e de şöyle dediğini nakleder; "Benim İmam-ı Azamı kötülediğim görüşü meşhur edilmiştir. Tamamen yanlıştır. İmam-ı Azam hakkındaki kanaatimi İhyâ el-Ulûm adlı kitabımda yazdım. Ben onu fıkh ilminde zamanın en mümtaz şahsiyeti olarak kabul ediyorum." (Şibli Numani, a.g.e, s.58) 

İmam Gazali el-Mustasfa'da da yer yer İmam Ebu Hanife'nin görüşlerini-ilmi olarak- tenkit etmiştir. Bu da çok normal bir durumdur. İhya'da İmam-ı Azam'ı sena ettiği yerler ise birinci ciltte, İlim bahsindedir ve orada der ki; "Âhiret yolunu, din işlerini ve Allah Teâlâ'nın sıfat-ı ilâhîyelerini bilmesine gelince, dünyadaki zühd ve takvâsı ve Allah'tan şiddetle korkar olması bunun açık bir delilidir."(Salih Okur)

*İnsan kendi mesleğini sevmeli. Hayır, o dönemlerde kendi mesleğini sevmekten ziyade başka meslekleri tenkid önemliydi. Bu da o dönemlerin ikinci problemi..

Üçüncü problem; "Hem de bir şahsa husumetin, başkasının muhabbeti suretinde tezahürü idi."(Muhakemat, s. 37) Şu anda Türkiye'de bu tam yaşanıyor. Kim M. Kemal'le ilgili olumlu bir cümle söylüyorsa, Abdülhamid düşmanı sayılıyor. Abdulhamid'i sever veya översen veya güzel bir özelliği zikredersen Mustafa Kemal düşmanı kabul ediliyorsun.

Daha enteresanı, dini cemaatler arasında da var bu. Süleyman Hilmi Efendi'nin hayatını belgelere dayalı olarak yazmayı Allah bize nasip etti. Merhumun damadı Kemal Kaçar Efendi-Allah rahmet eylesin- bana dedi ki; "Ya, sen Bediüzzaman'ın eserlerini okuyorsun. Nasıl böyle bizim üstadımızı yazıyorsun, övüyorsun, mürşid-i kâmil diyorsun?"

Dedim; "hocam, gökte bir güneş olsa seveceğim, iki güneş olsa sevmeyecek miyim?"

*"Hem de keşf-i hakikata mani olan iltizam"(Muhakemat, s.37) Hakikatler ortaya çıkamıyor. Niye? Tarafgirlik etme, birinin tarafını tutma hâkim. Ve aynı minvalde "taassub ve tarafdarlığın müdahaleleri idi. (Muhakemat, s.37)

*"Hâsıl-ı kelâm: Müyulat(insanların meyilleri) muhtelife olduklarından tarafdarlık hissi, her şeye parmak vurmak ile ihtilafatla ihtilâl(karışıklık) çıkarıldığından, hakikat ise kaçıp gizlenirdi. (Muhakemat, s. 37) Hakikat ihtilaflı yerlerde fazla durmaz, kaçar. 

*"Hem de istibdad-ı hissiyatın seyyielerindendir ki"(Muhakemat, s. 37) yani duygularda da istibdat var. Yani otokrat olma durumu var. Geçenlerde bir dindar siyasetçi "benim ve şu partinin dışında olan herkes haindir" diyor. Bu cümle yanlış kardeşim. Tarihen yanlış, mantıken yanlış, ilmen yanlış, şeriaten yanlış..

Hissi istibdadın kötülüğüyle "Mesalik ve mezahibi ikame edecek(Muhakemat, s. 37) Meslek derken yol, ekol demek, kelamcılar mesleği, tasavvufçular mesleği, fıkıh meslekleri gibi. Mezheb derken de burada Ehl-i Sünnetin ameli mezheblerini anlamalı. "galiben taassub veya tadlil-i gayr veya safsata idi(Muhakemat, s. 37) yani bunları ayakta tutan şey çoğunlukla taassup, başkasını dalaletle suçlama ve safsata(batıl kıyaslar) idi.

*"Hâlbuki taassub yerinde hak ve safsata yerinde bürhan ve tadlil-i gayr yerinde tevfik ve tatbik ve istişare ederse, dünya birleşse hak olan mezheb ve mesleğini bir parça tebdil edemez. (Muhakemat, s. 37) bunu en güzel kim yapmış? İmam-ı Şarani. Mizân-ı Kübra adlı eserinde mezheblerin görüşlerini tevfik etmiş ve demiş; "biri azameti, biri ruhsatı tercih ediyor." O kadar güzel bir eser ki, okumanızı tavsiye ederim…

*"Nasıl ki zaman-ı saadette ve selef-i sâlihîn zamanlarında hükümferma hak ve bürhan ve akıl ve meşveret olduklarından, şükûk ve şübehatın hükümleri olmaz idi.(Muhakemat, s. 37) Onun için de bol bol eser verilmiş değil mi?

*"Fennin himmetiyle, zaman-ı halde filcümle, inşâallah istikbalde bitamamihi hükümferma kuvvete bedel hak ve safsataya bedel bürhan ve tab'a bedel akıl ve hevaya bedel hüda ve taassuba bedel metanet ve garaza bedel hamiyet ve müyulat-ı nefsaniyeye bedel temayülat-ı ukûl ve hissiyata bedel efkâr olacaklardır; karn-ı evvel ve sâni ve sâlis'teki gibi ve beşinci karn'a kadar filcümle olduğu gibi.(Muhakemat, s. 37 ) Demek eskideki kuvvete bedel hak, batıl kıyaslara bedel burhan hakim olacak. (Burhan, yakîniyattan meydana gelen bir kıyastan ibarettir. Yakîniyat denilen şeyler, bir kıyasın mukaddimelerini teşkil eder. Eğer bu mukaddimeler başlangıç olarak aslen yakîniyattan ise bunlara zaruriyat denir. Eğer dolaylı olarak yakîniyattan ise, bunlara da nazariyat adı verilir.(Ömer Nasûhi Bilmen, Mülehhas İlm-i Tevhîd Akâid-i İslâmiyye, İstanbul 1973, 8).

İşte bu yollarla varılan neticelere, yakîn ve kesin bilgi veren Burhanî deliller denir.
Burhanî delilleri ancak âlimler anlarlar. Bu sebeple, muhatabın anlayacağı bir şekilde ifade etmek gerekir. İnsanların daima büyük çoğunluğunu teşkil eden avam, burhânı anlayamaz. Onlar ancak iknaî delilleri kavrayabilirler. Kur'an-ı Kerîm her tabakadaki insana hitap ettiğinden, hem burhanî hem iknaî (hatabî) deliller ihtiva eder. Bazı âlimler, bütün Kur'an delillerinin burhan olduğunu kabul ederler. (Dr. Ali Arslan Aydın, İslâm İnançları Tevhîd ve İlm-i Kelâm, Ankara 1984, 104)

Not: Bu cümledeki "fen kelimesini, batı gözüyle yapılan varlık anlayışının analizi olarak görmemek gerekir. Fen kelimesini burada, insanların kâinatı anlama çabası olarak anlayabiliriz.(Ali Mermer, İslam'ın Geleceği Efkârın Hâkimiyetinde, hamim.org)

Ve sırf insanın yaratılışında olan bir takım duygularını ileriye sürmeye bedel, istikbalde akıl hakim olacak. Ve arzu ve hevese bedel, Kur'an ve Sünnete dayanan hidayet düsturları hükmedecek. Taassuba bedel, sağlam delillere yapışma olacak. Ve garaza bedel yani illa bir adamı veya grubu haksız çıkarma düşüncesi yerine vatanı, milleti, insanlığı ve Müslümanları savunma gayreti kendini gösterecek. Nefsin meyillerine bedel akli meyiller ve duygulara bedel fikirler söz sahibi olacak.

Not: Ali Mermer Bey, hamim. org'daki yazısında der ki; "Tab'a bedel akıldır" yani insanın tabiatına karşılık akıldır. "Biz böyle Müslümanız" veya "Namaz kılmaktan hoşlanıyorum, namaz kılınca içim bir hoş oluyor" şeklindeki açıklamalar hiçbir zaman insanları ikna edecek gerekçeler olamaz. Bunun yerine aklı ikna edecek, aklı tatmin edecek izahların getirilmesi gerekir."

Not:2. Ali Mermer Bey şunları da yazıyor; "İslam'ın 4. yüzyılından sonra insanların dinle ilgilendiği alan imanın tahkikine, imana bakan yönü değil, ritüellere bakan yönü ön plana geçince iman peşinen kabul edilir oldu. Peşinen kabul edilen iman ise tahkike dayanmadığı için şeklerden, şüphelerden kendini koruyamadı. Bu nedenle, imana yapılan her hangi bir taarruz veya karşı fikir iman ehli tarafından tepkiyle karşılandı. Karşı görüşlere, ikna edici cevaplarla değil, tahkir ve hakaret ederek tepkiler verildi. "Sen gâvursun, bizden değilsin" gibi cevaplarla tepki gösterildi.

Hz. Muhammed a.s.v.'ın sünneti, iman esaslı bir din eğitimi yapmaktır. Çünkü Resulullah 23 yıl boyunca, bizim ısrarla üzerinde durduğumuz ritüelleri talim edecek, öğretecek bir eğitim vermedi. 18 yıl boyunca namaz kıldığı halde, etrafındaki insanları toplayıp "Şöyle kılacaksınız" şeklinde bir talime tabi tutmadı. Namazın kılınışı tabii ki öğrenilmelidir, bu konuda Hz. Muhammed a.s.v.'ın söylediği hadiste "Beni nasıl namaz kılar gördüyseniz öylece namaz kılın" tavsiyesi uygulanmalıdır. Bu hadisten anlaşılacağı üzere İslam'ın pratikteki uygulamasında, insanların toplanıp talim ettirilmesi Resulullah'a muhaliftir.

Bu örnekteki nüans çok önemlidir çünkü din adına insanlara muhatap olanlar dinin uygulamasını öğretmek suretiyle dini öğrettiklerini zannettiler ve imani tabanları ihmal ettiler. Said Nursi bu durumu ihya etme ihtiyacını hissetti ve o ihtiyaca binaen tam 100 sene önce 1910'lu yıllarda bu ihya hareketinin gerekliliğine vurgu yapan bu eserleri yazdı. 1924 yılından sonra da imanın esaslarını pratik olarak uygulamaya koyan ve insanların geneline hitap eden Risale-i Nur adını verdiği eserlerini telif etti. İmanın esaslarını tesis eden bu eserler, Resulullah'ın İslam'ı tebliğ ederken bize bıraktığı sünnetin ihyasını hedefler. Bin yıldan beri ihmal edilen bu sünnet şimdi Risale-i Nurlar'ın yazılmasıyla ihya ediliyor.(Ali Mermer hamim.org)

*"Eğer istersen istikbal içine gir, bak! Hakikatlerin meydanında hikmetin taht-ı nezaret ve murakabesinde teslis içinde tevhidi arayanlar, safsata ederek asıl tevhid-i mahz ve itikad-ı kâmil ve akl-ı selim kabul ettiği akide-i hak ile mücehhez ve seyf-i bürhan ile mütekallid olanlarla mübareze ve muharebe ederse; nasıl birden mağlub ve münhezim oluyor... Muhakemat (s. 38)

Not: 1; Kur'an-ı Kerim, Batılıları rahatsız eden, onları hayrette bırakan ve fikirlerini dağıtan bir kitaptır. Blachere şöyle der: "Biz, Şark'ın dinî kitapları arasında Kur'an kadar, okunuşuyla fikrî düzenimizi dağıtan bir kitap görmedik."(Prof. Dr. M. Hamdi Zakzûk, Oryantalizm Veya Medeniyetler Hesaplaşması) Not-2: Mesela Hindistan'da merhum Şeyh Rahmetullah Keyrevani, Mizan-ul Hak diye bir kitap yazarak bütün İslam âlimlerine meydan okuyan misyoner papaz G. Pfander ile 1854'te 3 gün süren bir münazara yapmış ve onu İncil'in 8 yerde tahrif edildiğini itiraf ile yenilgiye uğratmıştı. Daha sonra İncil'deki çelişkileri İzhar-ı Hak adlı eseri ile kaleme aldı. İzhar-ı Hak yayınlanınca İngiltere'deki London Times gazetesi şöyle yazmış: "Eğer insanlar bu kitabı okumaya devam ederse, dünyada Hıristiyanların ilerleyişi durur." (Ebu'l Hasan En Nedvi, Asrımızda İslam Tetkikleri)

Not, 3: Merhum Prof. Dr. M.Esad Coşan Hocaefendi bir sohbetinde haklı olarak der ki; "Ne yaptı Kulhüvallàhu ehad Sûresi?.. Bütün dinler tarihini ortaya masaya yatırdı, neşteri vurdu, ameliyatı yaptı; bütün bozuk, kanserli, hastalıklı inançları kesti, dikti, bitirdi, sapık inanç bırakmadı. Plüralist dinleri sildi, politeist dinleri, çok tanrılı dinleri sildi. Düalist dinleri sildi; rahmet tanrısıymış, azab tanrısıymış, nur tanrısıymış, zulmet tanrısıymış... Ne mecûsîsi hayatta kaldı, ne yahudisi, ne hristiyanı kaldı; hepsini sildi. Ne kaldı ortada: (Lâ ilâhe illallahu vahdehû lâ şerîkeleh) kaldı. Allah var, şerîki, naziri yok..." (07. 12. 1996 - Wuppertal / Almanya)

Yine Esad Efendi, Panzehir dergisinde seneler önce şöyle yazmış; "Yine; yıllar yılı ilahiyat yani teoloji yüksek tahsili yapmış, hristiyanlığı ve diğer dinleri incelemiş bir Almanın, İhlas Suresini (yani Kul huvve'llahu ahad) okuyucunca müslüman olduğunu, "Yüce Allah'ı şirkten, küfürden tenzih eden ve O'nu bundan daha güzel ta'rif eyleyen hiçbir metin, dünyada, başka hiçbir din kitabında mevcut değil" diye söylediğini, bu mübarek sureyi her okuyuşta coştuğunu ve yeniden duygulandığını, Avustrulya'da ihtisas yapan değerli bir doktor kardeşimizden dinlemiştim. (Panzehir, Eylül, 92)

*"Kur'an'ın üslûb-u hakîmanesine yemin ederim ki: Nasara'yı ve emsalini havalandırarak dalalet derelerine atan, yalnız aklı azl ve bürhanı tard ve ruhbanı taklid etmektir.(Muhakemat, s. 39)

 

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DÄ°ÄžER YAZILAR

"Allah gözlerin hain bakışını ve kalplerin gizlediğini bilir."

Mü'min, 19

GÃœNÃœN HADÄ°SÄ°

Her ölenin amel defteri kapanır. Yalnız Allah rızası için yurt sınırında nöbet bekleyenler müstesnadır

Riyazü's Salihin, 2/1297

TARÄ°HTE BU HAFTA

*Kanije müdafaası(18 Kasım 1601) *Hz.Fatıma'nın(r.anha) Vefatı(22 Kasım 632) *İstanbul'un Müttefikler Tarafından İşgali(23 Kasım 1918) *Alparslan'ın Şehadeti(24 Kasım 1072) *Öğretmenler Günü(24 Kasım)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SÄ°TE HARÄ°TASI