BAKIŞ AÇISI-9
Dinler arası diyalog ve hoşgörü faaliyetlerine karşı tavrım başından beri hiç değişmedi. İlke olarak Müslümanlarla diğer din mensuplarının, hatta dinsizlerin ve ateistlerin diyalog halinde olmasında herhangi bir sakınca olmadığını düşünüyorum. Daha da ileriye giderek bunun Müslümanlar açısından bir "zorunluluk" olduğunu söylüyorum.
*Dinler arası diyalog ve hoşgörü faaliyetlerine karşı tavrım başından beri hiç değişmedi. İlke olarak Müslümanlarla diğer din mensuplarının, hatta dinsizlerin ve ateistlerin diyalog halinde olmasında herhangi bir sakınca olmadığını düşünüyorum. Daha da ileriye giderek bunun Müslümanlar açısından bir "zorunluluk" olduğunu söylüyorum.
Zira Müslümanlar yeryüzünde Hakk'ın yegâne temsilcisidir ve Hak'tan habersiz olan kitlelere onu duyurma görevi öncelikle ve sadece Müslümanlar'a terettüp eder. Biz onlarla diyaloğu kesersek onlara Hak ve hakikati kim ulaştıracak?
Ancak soruda da ifade edildiği gibi bu faaliyetlerin "İslamî" olması, yani İslam'ın istediği ve öngördüğü biçimde yerine getirilmesi de bir zorunluluktur.
Bununla iki noktayı kastediyorum:
A. Hak ve hakikatin tahrife uğramamış biricik adresinin İslam ve onun temel referansları olan Kur'an ve Sünnet olduğu gerçeği asla perdelenmemeli, inkâr edilmemelidir.
B. Diyalog faaliyetlerinin dinî, politik, sosyal ve kültürel bakımdan İslam'ın ve Müslümanlar'ın aleyhine sonuç verecek bir oluşum ve gelişim seyri izlemesine izin verilmemelidir. Bu da bu faaliyetlerin Müslümanlar'ın inisiyatifi ile başlatılıp yürütülmesini zorunlu kılar.
Şu halde Müslümanlar'la diğer kitlelerin "din çerçeveli" diyalogu, "İbrahimî dinlerin birlikteliği", "dinlerin aşkın birliği"… gibi "yok aslında birbirimizden farkımız" demeye gelen saçma sapan sloganlar üzerinden değil, ancak "Hak ve hakikatin tebliği" zemininde ve Müslümanlar'ın inisiyatifinde yapılabilir. Diyalogcu çevrelerin, yürüttükleri faaliyeti Kur'an ve Sünnet'ten, hatta tarihten kotardıkları argümanlarla desteklemeye çalışırken bu temel gerçeği çarpıttığı görülmektedir. Milli Gazete - 14 Aralık 2004
Ülkemizde ve İslam âleminde mevcut "cemaat" yapıları, ne yazık ki bireylerde ifrat bir mensubiyet duygusu köpürtmüştür. Bir cemaate mensup olan bireyler, genellikle kendi cemaatlerinin şablonlarını, uygulamalarını, liderlerini ve tarz-ı hareketlerini adeta "vahiy" gibi "lâ yüs'el" telakki ediyor. Bu öyle çarpık bir anlayış ki, kişiyi, kendi cemaatinin en olmaz yanlışlarını bile bin dereden su getirerek tevil ederken, diğerlerinin en küçük hatalarını bile "ekber-i kebair" seviyesine yükseltme garabetine düşürüyor… Milli Gazete - 16 Aralık 2004
Hiçbir cemaatin şablon ve politikası vahiyle inmiş, dolayısıyla "lâ yüs'el" değildir! Her cemaat mensubu, her biri birer "beşer mahsulü" olan bu şablon ve politikaları mutlaklaştırdığı ölçüde diğer cemaatlerin şablon ve politikalarının da kendi mensupları tarafından mutlaklaştırılmasını onaylamış olmaktadır. Bunu niçin görmek istemiyoruz? Her cemaat kendi "kapalı devre"si içinde cemaat politikalarını bin dereden su getirerek tevil ederken "öbürleri"ni itham tavrını sürdürdükçe, "içeride kör dövüşü, dışarıda sağırlar diyalogu" devam edip gidecek... Milli Gazete - 23 Aralık 2004
İslam dünyasına yönelik "savaş"ını entelektüel zeminden siyasî ve askerî zemine kaydırdığını "resmen" açıklayan ve İslam coğrafyasında yürüttüğü misyonerlik faaliyetlerinde elde ettiği "zafer"i(!) "Milyonlar Muhammed'e karşı" sloganıyla duyuran Vatikan'la,
Türkiye'yi kuşatma emelinin bir tezahürü olarak "gün bugündür" fırsatçılığıyla Ekümeniklik ideasını uluslararası platformlara taşıyan Ortodoks dünyasıyla,
"Tanrı krallığı"nın ve "arz-ı mev'ud"un önündeki tek engel olan İslam'ı ortadan kaldırmaya azm-u cezm-u kasd-u musammem etmiş olan Siyonist Protestanlar'la "diyalog" fikrine ısrarla devam edilirken, bu ölümcül hatanın İslamî referanslara dayandırılması, bu faaliyetleri sürdürmekte ve onları desteklemekte olanların hamiyet-i diniyyelerine dokunmalı değil midir? Milli Gazete - 23 Aralık 2004
Bu ve benzeri sorulara muhatap olundukta "Falan yerdeki Hristiyan profesör Kur'an okuyor ve bunun kendisine huzur verdiğini söylüyor; şimdi onunla diyalogda bulunmanın faydası mı, zararı mı var" veya "filan yerde bir grup Hristiyan İslam'ın güzel bir din olduğunu söylüyor" türünden savunmalara girişmek hiçbir şey ifade etmez. Zira benim ve benim gibi düşünenlerin itirazı, bu gibi bireysel veya lokal oluşumlarla/yönelimlerle değil, resmî politikalarını yukarıda özetlemeye çalıştığım kurumsal Hristiyalık'la diyalogculuk oynanmasına ve de bunun bütün Müslümanlar adına yapılmasınadır. Yoksa İslam'a ve Müslümanlar'a karşı herhangi bir önyargı taşımayan, İslam coğrafyası üzerinde dinî ve politik herhangi bir hesabı olmayan kimse ve kesimlerle diyaloga hiç kimsenin itirazı olamaz. Milli Gazete - 23 Aralık 2004
Diyaloğun "İslam'ın emri" olduğunu söyleyenler, nedense bunun, öncelikle Müslümanlar'a yönelik olarak yerine getirilmesi gereken bir emir olduğunu düşünmüyor, dillendirmiyor; onları olduğu gibi kabul edip inançlarına saygı duymuyor, hatta canları sıkıldığında Müslümanlar'ı türlü olumsuz sıfatlarla tavsif etmekten geri durmuyor.
Peki, aynı kesimin Ehl-i Kitap ve diğerleri hakkındaki tavrı nasıl?
Siz şimdiye kadar bu kesimin politikalarını belirleyenlerden, Ehl-i Kitab'ın İslam ve Müslümanlar'a yönelik her türlü ithamat ve hücümatını tenkit mahiyetinde bir satır okudunuz ya da duydunuz mu?
Bütün kesimleriyle Ehl-i Kitab'ın İslam ve Müslümanlar'a yönelik olarak her sahada yürüttüğü "kuşatma" politikalarına inat ve ısrarla sessiz kalınırken, Müslümanlar'ın uyarı ve eleştirilerine tahammülsüzlük gösterilmesi belki diyalog zemininin zedelenmemesi kasdıyla ya da kendilerine yönelik eleştirilere haklılık payı kazandırmama düşüncesiyle açıklanabilir belki; ama bu tavrın "meşru/dinî" bir izahı yapılamaz! Milli Gazete - 28 Aralık 2004
Diyalog faaliyetlerinin, "yeryüzünde barış ve adaletin tesisi" söylemiyle gerekçelendirilmesi de inandırıcı olmaktan hayli uzaktır. Zira yeryüzünde barış ve adaletin tesisinin önündeki en büyük engelin bizzat Ehl-i Kitap olduğunu görmemek için ya aşırı saf veya maksatlı olmak gerekir.
Diyelim ki bu gerekçeye samimi olarak inanıyorlar. Peki, bugüne kadar "diyalog ve hoşgörü" adı altında düzenlenen organizasyonlar bu amacı gerçekleştirmeye ne kadar hizmet etmiştir? Alayı vala ile yapılan onlarca organizasyondan geriye kalan nedir? Milli Gazete - 28 Aralık 2004
Sahabe'yi masum ve günahsız görmek doğru değildir. Onlar da hata ve kusur ile maluldür; ancak bu durum onların "sahabîlik" vasfına halel getirmez, zire "sohbet" fazileti ayrı bir meseledir. Milli Gazete - 30 Aralık 2004
"Dört Mezhep" kavramı, mezhepler takarrur ettikten ve diğer mezhepler inkıraza uğradıktan sonra ortaya çıkmış, muahhar bir kavramdır. Bu mezheplerin imamlarının hayatta olduğu dönemde ve öncesinde, müçtehid âlim sayısınca mezhep vardı.
Zaman içinde bunların içinden sadece dördünün görüşleri sistemli bir şekilde tedvin ve tenkih edildi; diğerleri ise sadece kitaplarda kaldı. Milli Gazete - 1 Ocak 2005
Mü'min olma hali", salt "vicdanî bir kabulleniş"in ifadesi değildir. Onun, insanın kişiliğini inşa edici bir boyutu da olmalıdır ki, böylece bireyden başlayarak çevre ve toplum da mü'min olabilsin. Düşünme ve algılama biçiminden davranışlara, yani kalp ve beyinden, zahirî organlardan sadır olan fiillere kadar insanla ilgili ne varsa hepsinin mü'min olmasından bahsediyoruz. Milli Gazete - 6 Ocak 2005
Avam farkında olmasa da, "elfaz-ı küfür listesi"nde yer alan her bir sözün mefhum ve/veya mantukunda sahih iman için tehlike arz eden bir arka plan mevcuttur. Kelam kitaplarında "bid'at fırkalar"ın görüşleri tartışılırken söz konusu listede yer alan sözlerin birçoğunun ne türlü sakıncalara yol açtığını gösteren izahat bulunduğuna dikkat edilmelidir. Güncellenmiş bir İlm-i Kelam'dan mahrum bulunmasaydık, "elfaz-ı küfür listesi"nde yer alan maddelerin her biri tafsil edildiğinde ne türlü imanî tehlikelerin söz konusu olduğunu –en azından ulemanın zikrettiklerinin dışında kalan maddeler için–görebilirdik. Bu konudaki eksikliği kapatmak için soruda adı verilen türden kitapların incelenmesinde elbette fayda var. Milli Gazete - 6 Ocak 2005
"Bilgiye ulaşma"nın değil, ama "doğru bilgiye ulaşma"nın hayli zor olduğu, hatta bizatihi doğruyu yanlıştan ayıracak kriterlerin tartışma konusu yapıldığı günümüzde, "tekfir"den önce "tebliğ" üzerinde durulmalıdır. Milli Gazete - 6 Ocak 2005
Önce kendimizi kurtarmamız gerektiğini unutup, dünyayı kurtarmaya soyunalı beri, dünyayı da kendimizi de kaybettiğimizin farkına varamıyoruz. İçimizin "harabat"ına bakmaksızın dışımızı mamur kılma cehdinde ömür tüketirken, dışımızı aydınlatacak ışığın öncelikle içimizde ışıması gerektiğini bir türlü kavrayamıyoruz. "Kendisi himmete muhtaç bir dede, nerde kaldı gayrıya himmet ede." Milli Gazete - 25 Ocak 2005
Makbul iman ve salih amelin "sahih bilgi"ye mütevakkıf olduğu temel hakikati bizi, bir yandan ihtiyacımız kadar öğrenme, diğer yandan da öğreneceğimiz bilginin doğru yerden, doğru biçimde gelen doğru bir bilgi olduğunu tahkik etme yükümlülüğüyle yüz yüze getiriyor. Milli Gazete - 25 Ocak 2005
Her ne ki Sahabe tarafından benimsenmiş ve onlardan ahzen Sünnet Ehli ulema tarafından sistemleştirilip hayata aktarılmıştır, o doğrudur; doğru odur… Milli Gazete - 25 Ocak 2005
-devam edecek-
Â
Bu yazıya yorum yazın
Bu yazıya gelen yorumlar.
DÄ°ÄžER YAZILAR
Size yasak edilen büyük günahlardan kaçınırsanız, kusurlarınızı örteriz ve sizi ağırlancağınız şerefli bir yere yerleştiririz.
Nisâ, 31
GÃœNÃœN HADÄ°SÄ°
Kur'an öyle bir servettir ki, O'nu elde edenin hiçbirşeye ihtiyacı kalmaz. O'ndan daha büyük bir zenginlikte bulunmaz.
Camiü's Sagir, 4:535, Hadis No:6183
SON YORUMLAR
- Bütün beytlerin tercümesini gönderebilir misiniz? sitede sadece son birkaç...
- Fıtrat, namaz, tevafuk, sırlar ve tüm bunların sahibi zişanı İlahi kusur...
- Selamünaleyküm Ä°nternette mütalaalı risale i nur dersleri diye arama yaptÄ...
- bu kıymetli yazıdan dolayı ahmed izz kardeşimize teşekkür ederiz çok mani...
- selamün aleyküm Ahmed kardeşimizi tebrik ediyor ve bu faideli tercümelerin...
- Yanında okuyan diğer öğrencileri; Molla Muhammed Kasori Molla Muhammed Era...
- Benim merhum babam Molla İbrahim Azizi de onun yanında icazeti tamamlamıştı...
- Teşekkürler. Sanırım Envar neşriyat idi.Tam hatırlayamıyorum.....
- Çok güzel bir çalışma Rabbım ilminizi arttırsın bu çalışmalarınızı...
- Merhaba, Ben Foliant yayınlarından uğur. Sizinle iletişim kurmak istiyoruz ...
TARÄ°HTE BU HAFTA
*Kanije müdafaası(18 Kasım 1601) *Hz.Fatıma'nın(r.anha) Vefatı(22 Kasım 632) *İstanbul'un Müttefikler Tarafından İşgali(23 Kasım 1918) *Alparslan'ın Şehadeti(24 Kasım 1072) *Öğretmenler Günü(24 Kasım)
ANKET
Sitemizle nasıl tanıştınız?
Yükleniyor...