MUHAKEMAT NOTLARI-16

Ders: Muhakemat, 1. Makale, 9. Mukaddime İzah: Prof. Dr. Ahmet Akgündüz *Bana göre bu 9. Mukaddimeyi, morali bozulanlar hemen okumalı. Ümitsizliğe düşenler okumalı. Kâinattaki her şeye kötü nazarla bakanlar okumalı. Çünkü kâinatta hayır asıldır. Şer ikinci derecededir.


Salih Okur

nedevideobendi@gmail.com

2020-08-08 08:54:57

Ders: Muhakemat, 1. Makale, 9. Mukaddime

İzah: Prof. Dr. Ahmet Akgündüz

*Bana göre bu 9. Mukaddimeyi, morali bozulanlar hemen okumalı. Ümitsizliğe düşenler okumalı. Kâinattaki her şeye kötü nazarla bakanlar okumalı. Çünkü kâinatta hayır asıldır. Şer ikinci derecededir.

*" Ukûl-ü selime yanında muhakkaktır ki" (Muhakemat, s. 40) Ukul-i selime dediği, biliyorsunuz, İslam akaidinde ilmin kaynakları üç tane;

1-Haber-i mütevatir

2-Akl-ı selim

3- Havass-ı selime (selim duygular, hisler); mesela gözle birinin burada olduğunu görme.

Burada 2. Haber kaynağı olan selim akıl sahipleri demek istiyor.

Not: Akl-ı selim bozulmamış, düzgün çalışan akıl demektir. Böyle bir akıl sınırlarını bilen, kâinatı sırf beş duyu organın penceresiyle anlamaya kilitlenmeyen, vahyin ışığına muhtaç olduğunu bilen, günah ve inkârla tefessüh etmemiş bir akıldır. Üstadın dediği gibi "ya gaflete veya masiyete veya maddiyata dalmak sebebiyle darlaşan akıllar"(Şualar; s. 103) akl-ı selim değildirler.(Salih Okur)

Not:2: Merhum Seyyid Abdülhakim Arvasi hazretleri diyor ki; "İslâmiyet'i işitmeyen çok kimse vardır ki, akl-ı selîmleri olduğu için, bozulmuş, uydurulmuş dinlerin mensuplarına aldanmamışlar, astronomide, fen bilgilerinde ve bilhassa tıb ilminde gördükleri nizamlı (düzenli) hâdiselerin (olayların) birbirlerine bağlantılarını düşünerek hilkatin (yaratılışın) sırlarını, bu hesâblı düzenin hakîkatini anlamak istemişlerdir. Bunlar yine akl-ı selîmleri sâyesinde İslâmiyet'in bildirdiği güzel ahlâkın birçoğunu bulup, müslüman gibi yaşamış, kendilerine ve başkalarına faydalı olmuşlardır. Allahü teâlâ bunları îmân etmelerine sebeb olacak rehberlere ve kitablara kavuşturacağını Ankebût sûresinde vaat etmektedir."

*"Hilkatte hayır asıl, şer ise tebaîdir"(Muhakemat, s. 40) Yaratılışta hayır asıldır, şer ise ikinci plandadır.

Not: Prof. Dr. Şadi Eren Bey diyor ki; " Cenab-ı Hak Kur'an'da şöyle bildirir;

لَّذِي أَحْسَنَ كُلَّ شَيْءٍ خَلَقَهُ

 "O (Allah) ki, yarattığı her şeyi güzel kıldı(Secde: 32/7) Şu âlemde bazı çirkinlikler olması, ayetin şümulüne engel değildir. Zira "her şey zıddıyla bilinir. "Güzelin güzelliğini arttıran, çirkinin çirkinliğidir."(Mesnevi-i Nuriye, s. 211) (Prof. Dr. Şadi Eren, Muhakemat Notları, s. 144)

Not:2: Feylesof İmmanuel Kant "Saf Aklın Eleştirisi" kitabında, kâinatın güzel nizam, intizam ve hikmetlerle mukayese yapmadan dolu olduğunu, gaye ve hedefinin bir yaratıcıya delalet ettiğini kabul etmektedir. Ancak yine bu âlemde, bazı cüzi şer olaylarının vukuu ona göre bahsi geçen isbatı zayıf düşürmektedir. Bu yönden Kant'a göre nizam delilinin ileri sürülmesi yeterli delildir. Merhum Nedim Cisr'in dediği gibi; "Hâlbuki Kant bu cüzi şer olaylarının gaye ve hikmetlerini bilmemekle beraber, diğer güzelliklerle aralarında bir mukayese yapmadan, söz konusu hükmün yeterli olmadığını ve zayıf düştüğünü ileri sürer. Elbette bu, yanlış bir yoldur."(Nedim Cisr, İlim, Felsefe, Kur'an Işığında İmana Dönüş, terc. R. Barışık, s. 294-295, Çağ Yayınları, İst. 1974)

*" Hayır küllî, şer cüz'îdir."(Muhakemat, s. 40) Yani mesela beş yüz şey yaratılmışsa, bunun çoğunluğunda hayır hâkim. Ama şer cüz'idir, belli fertlerine aittir. Bir kasa portakal aldın, içinde beş- altı tane çürük çıkar. Bunu açıklıyor;

*"Âlemin herbir nev'ine dair bir fen teşekkül etmiş ve etmektedir."(Muhakemat s.40) Mesela papatya çiçeğine, mesela bal arısına, mesela Karaman'ın koyununa, mesela deveye vs bütün bu nevilere dair bir fen dalı teşekkül etmiş ve etmektedir. "Fen ise, kavaid-i külliyeden ibarettir."(Muhakemat, s 40) İlim, o ilim dalıyla ilgili külli kanunların bir araya gelmesinden ibarettir. Mesela bir koyunun böbreğinde şöyle bir özellik var. Bunun için yeryüzündeki bütün koyunları araştırmaya gerek yok. Bu neyi gösterir? Nizamı gösterir. İlimlerin varlığı kâinatta nizamın olduğunun delilidir.

"Külliyet-i kaide ise, o nev'de olan hüsn-ü intizamına keşşaftır." "(Muhakemat, s. 40) külli kaide ise o nevdeki nizamı gösterir. Mesela bir göz profesörünü düşünelim. Sekiz milyar insan var. "Efendim, sen zencisin, senin gözün ile ilgili bilgim yok" Öyle bir şey yok. Tıbbın temel kaideleri bütün insanlar içn geçerlidir. Demek nizam güzel. İlimler, kâinatta Allah'ın kurduğu güzellikleri keşf ediyor.

*"Zira bir şeyde intizam olmazsa, hüküm külliyetiyle cereyan edemez. Çok istisnaâtıyla perişan oluyor. Bu şahidleri tezkiye eden, nazar-ı hikmetle istikra-i tâmmdır."(Muhakemat, s.40) Bütün ilimler külli kaidelerle dolu. Demek kâinatta intizam çok güzel. Kâinatta birçok ilim dalları teşekkül etmiş, ilim ise külli kaidelerden(genel kurallar) ibarettir. Külli kaideler ise bir nizam ve intizamı gösterir ve bir güzelliğe delalet eder. Bir konuda ilim teşekkül etmişse, o ilim, teşekkül etmiş olan mevzuun mükemmelliğinin delilidir. Demek, ortaya çıkmış olan bütün ilimler kâinatta nizama ve intizama birer şahid-i sadıktır.

Not: Newton diyor ki; "Hayvanlardaki içgüdü, vücudumuzdaki harikulade işleyiş, evrenin nizam ve ahengi, Allah'ın varlığına delildir." Prof. Dr. Cecil Hamar da şöyle der; "İlim âleminde gözümü nereye çevirsem, Yücelerin Yücesi bir Yaratıcının varlığını gösteren eşi bulunmaz yasa ve düzenler gördüm."(Necati Özgül, Kâinat'tan Delillerle Allah, Akçağ Yayınları, Ankara, 1991)

*Yukarıdaki kaidenin şahitleri ise; "nazar-ı hikmetle istikra-i tâmmdır." (Muhakemat, s: 40) Buradaki nazar-ı hikmetten maksat ilimin bakışıdır. İlmin gözü asırlardır kâinatı araştırıyor, hiç istisnai bir şey yok; aynı nizam, aynı intizam. Bir de istikra-i tam=laboratuarlar.

 İstikra-i tam; "Ayrı ayrı hâdiselerdeki müşterek vasıflara dikkat ederek umumi bir netice çıkarmak. Umumi araştırmak. Fertten umuma âit hüküm sâhibi olmak" demek. ...İstikra metoduna tüme varım metodu da deniliyor.

Bir de genel kaidelerden cüze varım oluyor. Bir kaideyi koy, sonra onu cüzlerde ara. Aynı sonuca varıyorsun.

Not: Üstad başka bir eserinde diyor ki; "Binaenaleyh bütün mesalihin, fevaidin ve menafi'in mercii olan ve kâinata hayat veren bir nizam; elbette ve elbette bir nâzımın vücuduna delalet ettiği gibi, o nâzımın kasd u hikmetine de delalet etmekle, kör tesadüfün vehimlerini nefyeder.

Ey insan! Eğer senin fikrin, nazarın şu yüksek nizamı bulmaktan âciz ise ve istikra-i tâm ile, yani umumî bir araştırma ile de o nizamı elde etmeye kadir değilsen, insanların telahuk-u efkâr denilen fikirlerinin birleşmesinden doğan ve nev'-i beşerin havassı (duyguları) hükmünde olan fünun ile kâinata bak ve sahifelerini oku ki, akılları hayrette bırakan o yüksek nizamı göresin.(İşarat-ül İ'caz, s. 86 )

*"Fakat bazen intizam görülmüyor. Çünkü dairesi, ufk-u nazardan daha geniş, tamamen tasavvur ve ihata olunmadığı için, nizamın tasvir-i bîmisali kendini gösteremiyor."(Muhakemat, s. 40) Bazen kâinattaki bu güzellik ve yerindelik akıl gözüyle anlaşılamıyor. Çünkü o eşi bulunmaz güzelliğin dairesi insan aklının ufkundan daha geniş olduğundan ve tamamen tasavvur edilemediği ve kuşatılamadığı için kendini gösteremiyor.

Not: Mesela Üstad "Sinek Risalesinde" sinek gibi hayvancıkların kesretle yaratılmasına değinirken diyor ki; "Hikmet-i beşeriyenin nazarı sırdır; daha o vazifeyi ihâta edememiş."

Not:2: Pascal der ki; "Şunu iyi bilmemiz gerekir ki, biz her şey değiliz. O şeyin bazısıyız. Aklımızın kavradığı ve bildiklerimiz, cismimizin işgal ettiği yer kadar ya var ya da yok." (Nedim Cisr, İlim, Felsefe, Kur'an Işığında İmana Dönüş, terc. R. Barışık, s. 294-295, Çağ Yayınları, İst. 1974)

Not: 3: Üstad, Mesnevi'de "Nazm ve nizam-ı tâmme ne ile sabittir? sorusuna şöyle cevap veriyor; "Elcevab: Nev'-i beşerin havas ve cevasisi hükmünde olan fünun-u ekvan istikra-i tâmme ile o nizamı keşfetmişlerdir. Çünki; her bir nev'e dair bir fen ya teşekkül etmiş veya etmeye kabildir. Her bir fen, külliyet-i kaide hasebiyle kendi nev'indeki nazm ve intizamı gösteriyor. Zira, her bir fen kavaid-i külliye desatirinden ibarettir. Demek şahsın nazarı, nizamı ihata etmezse, cevasis-i fünun vasıtasıyla görür ki, insan-ı ekber insan-ı asgar gibi muntazamdır. Her bir şey, hikmet üzere vaz' edilmiştir. Faidesiz abes yoktur. (Mesnevi-i Nuriye, s. 251) İşarat'ül İcaz'daki ifadeleri de şöyle; "Kasd ve iradeden doğan bir nizam-ı ekmel vardır. Hilkat ve yaratılışta tam bir hikmet hükümfermadır. Âlemde abes yok. Fıtratta israf yok. Bu şahidleri tezkiye eden, istikra-i tamdır ki; her fen, mevzuu bulunduğu nev'in nizamına bir şahid-i âdildir."(İşarat-ül İ'caz, s. 53)

*"Binaenaleyh umum fünunun şehadetleriyle ve nazar-ı hikmetten neş'et eden istikra-i tâmmın tasdikiyle sabittir ki: Hilkat-ı âlemde maksud-u bizzât ve galib-i mutlak, yalnız hüsün ve hayr ve hak ve kemaldir."(Muhakemat, s. 40) İstikra; Ayrı ayrı olaylardaki ortak özelliklere dikkat ederek genel bir sonuca varmaktır. Tümevarım da denilir. Mesela bazı insanların ölümünü gözlediğimizde, "bütün insanlar ölümlüdür" şeklinde genel bir sonuca ulaşılır. (Prof. Dr. Şadi Eren, Muhakemat Notları (s. 145) Bu tümevarım metodunu kâinata uyguladığımızda karşımıza -Üstadın dediği gibi- şu çıkar; kâinatta olan şeyler ya bizzat güzeldir ona hüsn-ü bizzat denilir veya neticeleri itibarıyla güzeldir ona hüsnü bilgayr denilir. Üstadın bu konudaki bir izahı için 18. Sözün İkinci Noktasına bakılabilir.(Sözler, 231)

*"Amma şer ve kubh ve bâtıl ise; tebaiye ve mağlube ve mağmuredirler. Eğer çendan savlet etseler de muvakkattır."(Muhakemat, s.40) Şer, çirkinlik batıl ise ikinci derecede, mağlup ve örtülüdür, hayrın içine dalmış gibidir. Hani bazen pekmezin içine su girer ya. Her ne kadar bazı zaman hücum etseler de- şu anda olduğu gibi- bu inşallah geçici bir durumdur.

*"Hem de sabittir ki: Ekrem-i halk benî-âdemdir. İstidadı ve san'atı buna şahiddir"(Muhakemat, s. 40) İnsan, yaratılanların en değerlisidir. Kabiliyetleri ve sanatları buna bir şahiddir.

Not: Muhterem Prof. Dr. Şener Dilek Bey, bunu ifade sadedinde der ki; "Bir duvara çivi çakmak ve saati oraya yerleştirmek insanın en basit bir fiili..Bir de bütün hayvanatı getir, bunu yapamazlar. Demek ki tek bir insana verilen istidat bütün hayvanata verilenden daha kıymetli, daha şerefli, daha ulvidir."

Yine Şener beyin ifadelerine yer verelim; "Mesela, her doğan çocuk bil kuvve okur-yazardır. Ama bunun bil fiile çıkması için medrese, mektep görmesi lazımdır. Hayvanda bu istidat yok. Bazen latife olarak diyorum, bir kediyi kucağına al. İlkokuldan başlayıp üniversite son sınıfa kadar seninle beraber bütün derslere girsin. Kedi ilkokula giderken "mırr" der, üniversite bittiğinde "cırr" demez."

*"Hem de benî-âdemin en eşrefi, ehl-i hak ve hakikat olan doğru Müslümanlardır. Hakaik-i İslâmiyet buna şehadet ettiği gibi, istikbalin vukuatı da tasdik edecektir."(Muhakemat, s. 40) "Doğru Müslüman" tabiri önemli.. Üstad "Eğer biz, doğru İslâmiyet'i ve İslâmiyet'e lâyık doğruluğu ve istikameti göstersek, bundan sonra onlardan(gayr-i Müslimlerden) fevc fevc(İslam'a) dâhil olacaklardır.(Münazarat, s. 46) diyor. Böyle zatlar eskide olduğu gibi her asırda da mevcuttur. Onlardan biri olan Seyyid Abdülkadir Geylani(k.s) hakkında; "kâfirlerin bir kısmı demiş: "Biz İslâmiyeti kabul edemiyoruz; fakat Abdülkadir-i Geylanî'yi de inkâr edemiyoruz"(Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s. 150) bir diğeri olan İmam Gazali hakkında bazı müsteşrikler(oryantalistler); "İmam Gazali gibi birisinin Müslüman ümmeti içerisinde bulunması bizim indimizde İslam'ın semavi bir hak din olduğuna tek başına bir delildir" dedikleri gibi, geçen asırda rahmet-i rahmana kavuşan Mevlana Enver Şah Keşmiri'yi ilk defa gören bir Hindu; "onun yüzüne bakarak şöyle söyledi ve onun ellerinde İslam'ı kucakladı; "Hangi dinin âlimi ise, o kesinlikle sahte bir din olamaz." Bir diğeri olan merhum Zahid Kotku hazretlerini bir defa gören bir mormon papazı; "hayatımda gördüğüm en mübarek adamdır" demiştir..onlar gibi zevatın temsil ettiği güzellikler içindir ki Safahat şairi merhum Akif bey şöyle der ki;

"Şehâmet dîni, gayret dîni ancak Müslümanlık'tır;

Hakîki Müslümanlık en büyük bir kahramanlıktır."(Salih Okur)

*"Hem de sabittir ki: Ekmel-i küll Muhammed'dir (Aleyhissalâtü Vesselâm). Mu'cizatı ve ahlâk-ı kâmilesi şehadet ettiği gibi, muhakkikîn-i nev'-i beşer de tasdik ederler." Hattâ a'dası da teslim ediyorlar ve etmeye mecburdurlar. (Muhakemat, s.40) Bütün varlıkların en mükemmeli Hz. Rasulullah'tır(sallallahu aleyhi ve sellem) Mucizeleri ve güzel ahlakı buna şehadet ettiği gibi, insanlığın tahkik ehli araştırmacı âlimleri kılı kırk yararak onun hayatını incelemişler ve onu tasdik etmişlerdir. Düşmanları da tasdik ediyorlar ve etmeye mecburdurlar. Eşref Edip merhum, yabancı araştırmacıların bir kısım tasdiklerini Sebilürreşad yayınları arasında bir kitap halinde neşretmiş, onlardan bir kısmını da Üstad İşaratü'l İcaz tercümesinin sonuna iktibas etmiştir. (ve de Nur Çesmesinin sonuna zeyl olarak. Burada, adı geçen tasdiklerin Sebilürreşad'ın 1 Nisan 1953 tarih, 167'nci sayısında (Nur Çeşmesi, s. 146) neşredildiği belirtilmektedir. (Salih Okur)

Not:1-Yabancılardan birisini bir misal olarak verelim; Fransız Tarihçisi ve ünlü edibi Alphonse Marie Louis de Lamartine diyor ki; "Eğer başarılan işin büyüklüğü, kullanılan vasıtanın küçüklüğü ve ulaşılan sonucun genişliği ve şümullü olması insan dehası için ölçü olabilecek üç eleman ise, modern tarihin hangi siyasi kişisi Hz. Muhammed ile mukayese edilebilir?"

"Hz. Muhammed; filozof, hatip, kanun koyucu, savaşçı, fikirler fatihi, akli esaslara dayalı bir inancın, tasvirsiz bir dinin kurucusu ve mimarı, yeryüzündeki yirmi imparatorluğun ve onlara hâkim olan tek bir manevi imparatorluğun kurucusudur. İşte Hz. Muhammed budur. 

İnsanların büyüklüğünü ne ile ölçerlerse ölçsünler, dünyada hiçbir insan Hz. Muhammed'den daha büyük olamamıştır." (Historie de la Turguie, Paris, 1854) 

Not:2: O tahkik ehli zatlardan biri olan büyük aşk sultanı Hz. Mevlana Celaleddin-i Rumi(ks.) Mesnevisinde; "Allah'ın lütfu, mahlûkatta kemal manasına ne varsa hepsini bir yerde cem etti ve o mecmua "Mustafa" namını verdi" derken, Efendimiz aleyhissalatu vesselam hakkında son asırlardaki en önemli siret kitabını te'lif eden Hindli allame, merhum Mevlana Şibli Numani ise; "Hz. Muhammed'in(aleyhissalatu vesselam) hayatını okuyup anladıktan sonra, O'nu sevmemek mümkün değildir. O, dünyada yol gösterenlerin en büyüğüdür" demektedir.(Salih Okur)

* Şimdi, üç tane hakikat ortaya çıktı;

1-Kâinatta hayır asıldır, şer ikinci plandadır.

2-En kıymetli varlık insandır.

3-İnsanın da en kemâle ermişi Hz. Muhammed aleyhissalatu vesselamdır.

Üstad bu üç hususa işaret ederek diyor ki; " Vakta ki bu böyle, şu şöyle ve o öyledir. Acaba nev'-i beşer(insanoğlu) şekavetiyle(yoldan sapmasıyla) o fünunların şehadetini (ilimlerin şahitliğini yani kâinattaki nizamın güzelliğine dair şahitliklerini )cerh(geçersiz kılma) ve istikra-i tâmmı(tam bir araştırmayla varılan sonucu ki tam istikra kesin ilim ifade eder, tıpkı kıyas-ı mantiki gibidir.) nakz(bozmak) ve ibtal ve meşiet-i İlahiyesinin(ilahi iradenin) karşısında temerrüd, taannüde(direnip karşı durmaya) muktedir olacak mıdır? Kellâ, muktedir olmaz ve olamaz. (Muhakemat, s. 41)

*"Âdil ve Hakîm-i Mutlak'ın Rahman ve Rahîm ismine kasem ederim: Nev'-i beşer(insanlık), şer ve kubh(çirkinlik) ve bâtılı, zahmetsiz yani (biselâmet-il emr) ile hazmedemeyecektir.(Muhakemat, s. 41) Bu var ya, Bediüzzaman'ın günümüzdeki devletlerin problemini kerametle haber vermesidir. Yani sen şer işle, savaş aç, masumları öldür, namussuzluk yap, nikâhı kaldır, içki kullan, uyuşturucu kullan, bütün çirkinlikleri yap. Beşer bundan selametle kurtulamayacaktır. Şu anda sadece A.B.D'de yedi buçuk milyon çocuk anasız, babasız ve sahipsiz. İşte bu söylediğinin neticesi bu..

*"Hem de hikmet-i İlahiye müsaade etmeyecektir."(Muhakemat; s. 41) Ya Rabbi şükür. Demek ki bu zalim İsrail'e de müsaade etmeyecek Rabbim.

Not: Prof. Dr. Şadi Eren hoca, yukarıdaki paragrafı şöyle yorumluyor; " Dolayısıyla insanlık âleminin hayırlı bir dönemi görmeden sona ermesi düşünülemez. Allah'ın hikmeti böyle bir duruma izin vermeyecektir."(Prof. Dr. Şadi Eren, Muhakemat Notları, s. 147)

"Kur'an'ın benim ruhuma uygun bir havası var" diyen "Geothe, bir dostuna İslam hakkında şunları yazıyordu: "Bakın bu din asla boşa gitmez. Mevcut çeşitli sistemlerimizle biz ve diyebiliriz ki, bütün bir insanlık bundan daha ileri gidemez."(Metin Karabaşoğlu, Gölgeler Ve Işıklar, s. 78, Zafer Yayınları, İst.1998)

* "Evet hukuk-u umumiye-i kâinata cinayet eden afvolunmaz, râh-ı adem verilmez (Muhakemat, s. 41) Evrende konulan umumi yasalara karşı cinayet eden affolunmaz. Çekip gitmesine yol verilmez.

Not: Akgündüz hoca zikretmemiş ama benim aklıma Üstadın Mesnevi'deki şu ifadeleri geldi; "Arkadaş! Masum bir insana veya hayvanlara gelen felâketlerde, musibetlerde, beşer fehminin anlayamadığı bazı esbab ve hikmetler vardır. Yalnız meşiet-i İlahiyenin düsturlarını hâvi şeriat-ı fıtriye ahkâmı, aklın vücuduna tâbi değildir ki, aklı olmayan bir şeye tatbik edilmesin. O şeriatın hikmetleri kalb, his, istidada bakar. Bunlardan husule gelen fiillere, o şeriatın hükümleri tatbik ile tecziye edilir. Meselâ: Bir çocuk, eline aldığı bir kuş veya bir sineği öldürse, şeriat-ı fıtriyenin ahkâmından olan hiss-i şefkate muhalefet etmiş olur. İşte bu muhalefetten dolayı, düşüp başı kırılırsa müstehak olur. Çünki bu musibet, o muhalefete cezadır. Veya dişi bir kaplan, öz evlâdlarına olan şiddet-i şefkat ve himayeyi nazara almayarak, zavallı ceylanın yavrucuğunu parçalayarak yavrularına rızık yapar. Sonra bir avcı tarafından öldürülür. İşte hiss-i şefkat ve himayeye muhalefet ettiğinden, ceylana yaptığı aynı musibete maruz kalır.(Mesnevi-i Nuriye, s. 74) ve bir de Ebubekir Sifil Hocamızın bir yazısından şu paragrafı; "İnsanların elleriyle işledikleri yüzünden karada ve denizde fesat çıkar; Allah da belki dönerler diye yaptıklarının bir kısmını böylece kendilerine tattırır" (30/er-Rûm, 41) ayeti, Modernite'nin kucağımıza bırakıverdiği küresel felaketin, insanlık olarak "ellerimizle işlediklerimiz"in sadece "bir kısmı" olarak tadılacağını söylemek suretiyle, aynı zamanda bu "küresel fesad"ın asıl karşılığının ebedî hayatta verileceğine işaret etmektedir.(Ebubekir Sifil, Milli Gazete - 12 Şubat 2005)

*"Yoksa âlemin muntazama ve mükemmele ve evamir-i İlahiyeye mutia olan sair enva' ve ecnas; bu perişan ve şekavetçi olan nev'-i beşeri kendileri içinde kabul etmeyerek, hukuk-u vücuddan iskat ve zulmethane-i ademe nefy ve vazife-i hilkatten tardetmek, iktiza ve arz-ı hal edeceklerdir. Bu ise bütün istidadat-ı beşeriyeyi ve âlemde saltanat sürmek ve âhirette saadet-i ebediyeye mazhar olmak için mücehhez edilen kabiliyatı ve müyulatı abes ve beyhude olmaklığı istilzam eder."Muhakemat ( 41) Eğer evrendeki umumi yasalar gereği hayır şerre galebe etmeyecekse, insan fabrika ayarlarına dönmeyecekse yani Allah'ın kâinata koyduğu fıtrata uyum (er-Rûm, 30/30) içine girmeyecekse, evrendeki ahenkli uyuma uygun hareket etmeyen insanoğlunun istidatı hebaen mensura gidecektir. Bu ise, halife olarak bütün varlıkların üstünde bir mevki kazanan insanoğlunun hilkatinin abese gitmesi demektir.(Salih Okur)

"Abes ise istikra-i tâmma münakız olduğu gibi Sâni'-i Hakîm'in hikmetine dahi muarız ve Nebiyy-i Sadık'ın hükmüne de muhaliftir." Muhakemat (s. 41 ) Hakkın yeryüzüne son bir kere hâkim olmaması fıtrat kanunlarına zıt olduğu gibi, Allah Rasulünün (sallallahu aleyhi ve sellem'in) istikbale dair müjdeli beyanlarına zıttır. Çünkü O Ahirzaman Peygamberi ferman etmiş ki;

لَيَبْلُغَنَّ هَذَا الْأَمْرُ مَا بَلَغَ اللَّيْلُ وَالنَّهَارُ وَلَا يَتْرُكُ اللَّهُ بَيْتَ مَدَرٍ وَلَا وَبَرٍ إِلَّا أَدْخَلَهُ اللَّهُ هَذَا الدِّينَ بِعِزِّ عَزِيزٍ أَوْ بِذُلِّ ذَلِيلٍ عِزًّا يُعِزُّ اللَّهُ بِهِ الْإِسْلَامَ وَذُلًّا يُذِلُّ اللَّهُ بِهِ الْكُفْرَ 

"Muhakkak ki, bu iş (bu dinin hâkimiyeti) gece ve gündüzün ulaştığı yerlere ulaşacaktır. Allah ne bir kerpiç ev ne de bir keçe çadır bırakmayacak; azizi aziz ederek, zelili zelil ederek, bu dini ona dâhil edecektir. Allah'ın bu işte aziz edeceği İslâm'dır. Allah'ın bu işte zelil edeceği küfürdür." (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 4/103; Taberani, Mucem el-Kebir, 20/254, h.no: 601)

Not: Hazret-i Üstad Hutbe-i Şamiye'de bu meseleyi şöyle ele alıyor; "Şer, kubh, çirkinlik, bâtıl, fenalık hilkat-ı kâinatta cüz'îdir. Maksud değil, tebaîdir ve dolayısıyladır. Yani meselâ çirkinlik, çirkinlik için kâinata girmemiş; belki güzelliğin bir hakikatı çok hakikatlara inkılab etmek için çirkinlik bir vâhid-i kıyasî olarak hilkata girmiş. Şer, hattâ şeytan dahi beşerin hadsiz terakkiyatına müsabaka ile vesile olmak için beşere musallat edilmiş. Bunlar gibi cüz'î şerler, çirkinlikler, küllî güzelliklere, hayırlara vesile olmak için kâinatta halkedilmiş.

İşte kâinatta hakikî maksad ve netice-i hilkat istikra-i tâmme ile isbat ediyor ki; hayır ve hüsün ve tekemmül esastır ve hakikî maksud onlardır. Elbette beşer bu kadar zulmî küfriyatlarıyla zemin yüzünü mülevves ve perişan ettikleri halde, cezasını görmeden ve kâinattaki maksud-u hakikîye mazhar olmadan, dünyayı bırakıp ademe kaçamayacak. Belki Cehennem hapsine girecek.(Hutbe-i Şamiye, s.39 )

…Acaba hiç mümkün müdür ki, nev'-i beşer şekavetiyle bu kadar fenlerin şehadetini cerhedip, bu istikra-i tâmmeyi kırıp, meşiet-i İlahiyeye ve kâinatı içine alan hikmet-i ezeliyeye karşı temerrüd edip, şimdiye kadar ekseriyetle yaptığı gibi o zalimane vahşetinde ve mütemerridane küfründe ve dehşetli tahribatında devam edebilsin? Ve İslâmiyet aleyhinde bu hâlin devam etmesi hiç mümkün müdür?

Ben bütün kuvvetimle, hadsiz lisanım olsa, o hadsiz lisanlarla kasem ederim ki, âlemi bu nizam-ı ekmel ile, bu kâinatı zerreden seyyarata kadar, sinek kanadından semavat kandillerine kadar nihayet bir hikmet-i intizam ile halkeden Hakîm-i Zülcelal'e ve Sâni'-i Zülcemal'e o hadsiz lisanlarla kasem ediyoruz ki; beşer hiçbir cihetle bütün enva'-ı kâinata muhalif olarak ve küçük kardeşleri olan sair taifelere zıd olarak kâinattaki nizama, küllî şerleriyle muhalefet edip nev'-i beşerde şerrin hayra galebesine binler senede sebeb olan o zakkumları yiyip hazmetmesi mümkün değil...

Bunun imkânı ancak ve ancak bu farz-ı muhal ile olabilir ki; beşer bu âleme emanet-i kübra mertebesinde ve halife-i rûy-i zemin makamında sair enva'-ı kâinata büyük ve mükerrem bir kardeş olduğu halde en edna, en berbad, en perişan, en muzır ve ehemmiyetsiz, hırsızcasına ve dolayısıyla bu kâinat içine girmiş, karıştırmış. Bu farz-ı muhal, hiçbir cihetle kabul olunamaz.

Bu hakikat için, elbette bu yarım bürhanımız netice veriyor ki, âhirette Cennet ve Cehennem'in zarurî vücudları gibi, hayır ve hak din istikbalde mutlak galebe edecektir. Tâ ki, nev'-i beşerde dahi sair neviler gibi hayır ve fazilet galib-i mutlak olacak. Tâ beşer de sair kâinattaki kardeşlerine müsavi olabilsin ve sırr-ı hikmet-i ezeliye nev'-i beşerde dahi takarrur etti denilebilsin."(Hutbe-i Şamiye, s. 42)

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DİĞER YAZILAR

Hala mı Allah'a tövbe etmezler ve O'ndan bağışlanma istemezler? Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.

Maide, 74

GÜNÜN HADİSİ

Kur'an öyle bir servettir ki, O'nu elde edenin hiçbirşeye ihtiyacı kalmaz. O'ndan daha büyük bir zenginlikte bulunmaz.

Camiü's Sagir, 4:535, Hadis No:6183

TARİHTE BU HAFTA

*Kanije müdafaası(18 Kasım 1601) *Hz.Fatıma'nın(r.anha) Vefatı(22 Kasım 632) *İstanbul'un Müttefikler Tarafından İşgali(23 Kasım 1918) *Alparslan'ın Şehadeti(24 Kasım 1072) *Öğretmenler Günü(24 Kasım)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SİTE HARİTASI