BAKIŞ AÇISI-13

Mezhep" bir anlama sistemidir. Yaşadığımız hayatın ibadetten muamelata kadar her veçhesi hakkında bilmemiz gereken Fıkhî hükümlerin içinden, ancak belli bir mezhebi iltizam etmek suretiyle çıkabiliriz. Modern hayatın karmaşasına bir de Fıkhî sahada yaşanacak bir karmaşa eklemeye gerek de yok, insanların böyle bir karmaşaya tahammülü


Ebubekir Sifil(Doç. Dr)

esifil@yahoo.com

2020-09-01 08:09:40

"Mezhep" bir anlama sistemidir. Yaşadığımız hayatın ibadetten muamelata kadar her veçhesi hakkında bilmemiz gereken Fıkhî hükümlerin içinden, ancak belli bir mezhebi iltizam etmek suretiyle çıkabiliriz. Modern hayatın karmaşasına bir de Fıkhî sahada yaşanacak bir karmaşa eklemeye gerek de yok, insanların böyle bir karmaşaya tahammülü de. Milli Gazete - 19 Aralık 2005

Öte yandan, avama fetva vermek durumunda bulunanların, bir mezhebi iltizam edeceğim diyerek fetva soranları sıkıntıya sokmamaları gerekir. Diyelim ki Hanefî mezhebine bağlı bir kimsenin başına şiddetli bir sıkıntı geldi ve o sıkıntıdan, ancak Şafiî mezhebinin içtihadıyla kurtulabiliyor. Müftinin o kişiye bu kolaylığın yolunu göstermesi ve sıkıntısını gidermesi gerekir. Ancak burada da "devamlı surette işin kolay yolunu tutmak" gibi bir yanlışlığa düşmemeye dikkat etmelidir. Milli Gazete - 19 Aralık 2005

Fıkh-ı Ekber'i zede aldığı için aşırılıklara kaymaktan kurtulamamanın örneğini Haricîler'de, Mücessime ve Müşebbihe'de görürüz. Fıkh-ı Zahir'i ihmale terk ettiği için yoldan sapanlara Batınîler örnek gösterilebilir. Fıkh-ı Bâtın'a gerekli önemi vermediği için bir başka aşırılığa kaymaktan kurtulamayanlara ise günümüzde Vehhabîlik ve "Selefîlik" örnek gösterilebilir. Milli Gazete - 24 Aralık 2005

Tasavvuf'un temsil ettiği değerlerden yoksun bir İslam anlayışının zaman zaman aşırılıklara kayması gibi, Tasavvuf ekolleri içinde de zaman zaman aksi istikamette aşırı yönelişler bulunabilir. Bunun örneği tarih içinde de görülmüştür, günümüzde de görülebilir. Önemli olan, bunlar üzerinden toptancı ve genellemeci bir "Tasavvuf eleştirisi" yapma yanlışlığına düşmemektir. Milli Gazete - 24 Aralık 2005

Rabıta'yı, müridin, yeni girdiği seyr-ü sülûk sürecinde, her haliyle örnek aldığı üstadını tahayyül ve tasavvuruna yerleştirmek, kendisini ona benzetmeye çalışmak ve onu yokluğundayken yanındaymış gibi düşünerek tavr-u ahvaline ve düşüncelerine çeki düzen vermek olarak anlıyor ve bunda da bir sakınca bulunmadığını düşünüyorum. Fena fi'ş-şeyh de yine bu çerçevede düşünülebilecek bir durumu ifade eder. Kalbî ve zahirî ahvaline çeki-düzen vermek için şeyhinde yok olma ya da rabıta ile onun murakabesi altında bulunduğunu hissetme ihtiyacı duymayan, yani seviye olarak daha ileriye geçmiş bir kimse için elbette bunlar söz konusu olmayacaktır Milli Gazete - 25 Aralık 2005

Ölmüş bulunan salih kimsenin, kendisinden yardım istendiğinde bunu duyma ve çağrıya icabet etme kudret ve tasarrufuna kendiliğinden sahip bulunduğunun düşünülmesi son derece tehlikelidir. Hz. Peygamber (s.a.v) bile kendisine getirilen salevatları, Allah Teala'nın, ruhunu iade etmesiyle işiteceğini ve mukabele edeceğini söylemiştir.

Ama eğer salih kişiye Allah Teala'nın böyle bir hususiyet bahşedeceğine inanılarak, yani "Allah Teala'nın kendisine vereceği kudret ile benim sesimi duyabilir ve yardımıma koşabilir" diye düşünülerek böyle bir talepte bulunulursa burada şirkten söz edemeyiz. Maamafih sıkıntılı durumlarda doğrudan Allah Teala'dan yardım ve imdat istemek en doğrusudur.

"İstimdat/istiğase" tabir edilen bu durum ile "tevessül" arasında fark bulunduğunu da ekleyelim yeri gelmişken. Burada doğrudan ölmüş kişiden talepte bulunma söz konusu iken tevessülde onu vasıta yaparak Allah Teala'dan isteme vardır. Eğer ölmüş kişiden yardım talep eden kişinin maksat ve niyeti de tevessül ise, bu takdirde yapılan işin –her ne kadar şeklen yanlış ise de– gayrı meşru olduğunu söyleyemeyiz. Milli Gazete - 25 Aralık 2005

Kur'an'da şefaatçilerin şefaatinin fayda vermeyeceğinin vurgulandığı ayetlerde söz konusu edilenler, inkârcılar/müşriklerdir. İlgili ayetlerin bağlamlarından bu husus açık bir şekilde anlaşılmaktadır. Milli Gazete - 26 Aralık 2005

Ahirette şefaat olmayacağını bildiren ayetlerin ifadeleri umumîdir; dolayısıyla tahsise müsaittir. Özellikle ahirette şefaatin vuku bulacağını bildiren haricî delillerin varlığından sonra bu ayetlerin umum ifadelerinin tahsisi kaçınılmaz hale gelir. Milli Gazete - 26 Aralık 2005

Şefaati nefyeden ayetlerin umumunu tahsis eden ayetlerin başında, Allah Teala'nın razı olup izin verdiği[1] ve Allah Teala'dan bir ahit almış kimseler[2] için şefaatin söz konusu olacağını ifade eden ayetler gelir. Keza mü'minlerin bağışlanması bağlamında Hz. Peygamber (s.a.v)'in istiğfarın zikreden ayetler[3] de şefaatin nefyeden ayetlerin umumunu tahsis eden ayetlerdendir.

Bunlar yanında günahkâr mü'minler için şefaat edileceğini bildiren hadislerin manen mütevatir olduğunu[4] da hesaba katarsak, şefaati nefyetmenin o kadar basit bir mesele olmadığı kendiliğinden ortaya çıkar. Milli Gazete - 26 Aralık 2005

Fahruddîn er-Râzî, 2/el-Bakara, 48 ayetinin tefsiri esnasında[5] Mu'tezile'nin büyük günah işleyen mü'minlere ahirette şefaat olmadığı inancına istidlal ettiği 10 ayet ve 4 hadis ile bunların istidlal vecihlerini ayrıntılı olarak zikreder. Ardından Ehl-i Sünnet'in delillerini verir, Mu'tezile'nin bunlara itirazını ve Ehl-i Sünnet'in cevabını zikretmeyi de ihmal etmez. Konuyla ilgilenenlerin, alabildiğine detaylı bu nefis tahkiki mutlaka incelemesi gerekir. Milli Gazete - 26 Aralık 2005

Hayvan hakkına gelince, her ne kadar bir önceki yazıda işaret ettiğim, "boynuzsuz koyunun hakkının boynuzlu koyundan alınacağını" ifade eden hadis adaletten kinaye babından olsa da, ulema, o rivayeti ahirette hayvanların da diriltileceğinin delillerinden biri olarak telakki etmiştir. "Yeryüzünde yürüyen hayvanlar ve (gökyüzünde) iki kanadıyla uçan kuşlardan ne varsa hepsi ancak sizin gibi birer ümmettir. Biz o kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık. Nihayet (hepsi) toplanıp Rablerinin huzuruna getirilecekler" ayeti, hayvanların haşredileceğinin delillerinden birisidir.

Bu babda "Vahşi hayvanlar bir araya toplandığında…" ayetinin vahşi hayvanların haşredileceğine delalet ettiği söylenmiş ise de, gerek öncesinde geçen "Gebe develer kendi başlarına terk edildiği zaman" ifadesi, gerekse daha geniş çerçevede bağlam, burada anlatılan durumun bir "kıyamet sahnesi" olduğunu akla getirmektedir ki, birçok müfessir de bunu tercih etmiştir.

Rivayetlerden anlaşıldığı kadarıyla hayvanların diriltilmesi, insanların hesabının bir parçası olması hasebiyledir. İmam es-Süyûtî, insanlar tarafından haksız muamele görmüş hayvanların kıyamette bu durumu dile getireceğini ve kendilerini haksız muameleye maruz bırakan insanlardan şikâyetçi olacağını anlatan birçok rivayet aktarmıştır. Milli Gazete – 1 Ocak 2006

Dinlerarası Diyalog faaliyetlerini yürüten bir kısım çevrelerin, "Kur'an okuyan Hristiyanlar" söylemiyle, esasen muvahhid çizgide bulunan kimi Hristiyan akım ve kişiler üzerinden bir manipülasyon yürütmeye çalıştıklarını fark edeceksiniz. Arius'tan veya Michael Servetus'tan bahsetmeden "Falanca hristiyan Kur'an'dan çok etkilendiğini söylüyor" tarzı aktarımlar, Müslümanlar'a Katolik, Ortodoks veya Protestan hristiyanlığa, yani "şirk"e "ılımlı" bakmayı telkin anlamına geliyor... Milli Gazete – 2 Ocak 2006

Uzak doğu öğretilerinde görülen "arınma", "huzura kavuşma" vb. ritüellerinin insan belli bir disipline sokulmasında ve ruhsal eğitimde elbette fonksiyonu vardır. Ancak bunun sonucunda elde edilen şey "velayet" değil, "ruhbaniyet"tir! Milli Gazete – 29 Ocak 2006

Kur'an'da sadece iki yerde zikredilen Zü'l-Kifl ismi hakkında ne Kur'an'da ne de hadislerde daha fazla bilgiye rastlamak mümkündür. Bu durum bazı müfessirleri, Zü'l-Kifl ismiyle anılan kişinin bir peygamber olmayabileceği sonucuna götürmüştür. Nitekim Ahmet Cevdet Paşa da bu kanaatte olmalıdır ki, Kısas-ı Enbiya'sında bu isme yer vermez. Diğer çalışmalarda, tefsir ve tarih kaynaklarında Zü'l-Kifl ismi hakkında verilen bilgiler ise hemen tamamen bazı sahabî ve tabiîlerden nakledilenve güven vermeyen rivayetlere dayanmaktadır. Milli Gazete – 30 Ocak 2006

Gerek Budist öğretinin temelini teşkil eden "ızdırap, karamsarlık, tenasuh, nirvana" gibi kavramlar, gerekse Allah ve ahiret inancı gibi bir peygamber tebliğinden beklenen temel hususların bu öğretide yer almıyor oluşu, Buda'nın bir "peygamber" olarak değerlendirilebileceği görüşünü savunanlar tarafından cevaplandırılabilmiş değildir. Doğruyu Allah Teâlâ bilir. Milli Gazete – 30 Ocak 2006

Tevessül meselesine itiraz edenleri, hadisleri delil olarak kabul edenler ve etmeyenler şeklinde iki grupta değerlendirmek mümkün. Birinci grupta yer alanlar hakkında söylenebilecek şey şu: Bu grupta yer alanlar, sahih rivayetlerde açık bir şekilde geçen tevessül meselesini, ya "dua istemek" olarak tevil ediyor ya da Hz. Peygamber (s.a.v)'in hayatta olduğu dönem ile ve mübarek zatıyla sınırlandırıyor. Ancak deliller tarafsız ve insaflı bir göz ile incelendiğinde, bahse konu tevilin de takyidin de indî değerlendirmelere dayandığı görülecektir.

Hadisleri delil olarak tanımayanlara gelince, bu grupta yer alanlarla evvelemirde konuşulması gereken husus tevessül meselesi değil, hadislerin hücciyyeti meselesidir. Dolayısıyla bu noktada zemini doğru tesbit etmek gerekir. Milli Gazete - 11 Mart 2006

Dinlerarası (buna artık "Medeniyetler arası" yahut "Kültürler arası" dememiz gerekiyormuş!) diyalog söylemini en geniş anlamıyla "siyaset"in, hatta din tasavvurunun temeline yerleştirenlerin, diyaloğun hiçbir sakıncası olmadığını, "sakıncası olmamak" ne demek, "faydalı ve gerekli olduğunu savunmalarına alışmıştık. Ancak son zamanlarda "diyaloğa itirazı olan ulusalcıdır" demeye gelen söylemleri öne çıkarmalarına bakıp da şaşırmamak elde değil. Milli Gazete - 25 Mart 2006

Eğer yürütülmekte olduğu haliyle diyalog süreci bu ülke için "dinî" olduğu kadar "siyasî" ve "stratejik" açılardan da gerçekten bir handikap, hatta "tehlike" ise, bunu kim söylemiş olursa olsun, konuyu, söyleyen üzerinden değil, söylenen üzerinden tartışmak en doğrusu değil midir? Vatikan müslüman araştırmacıların diyalog konusundaki araştırmalarını kara kaşları-kara gözleri hatırına mı finanse ediyor? Milli Gazete - 25 Mart 2006

Hz. İsa (a.s)'ın kıyamete yakın yeryüzüne inmesi meselesinin ele alındığı konuya, "İslam âlimlerinin Hz. İsa (a.s) hakkında en fazla tartıştığı konulardan biri de, onun Kıyâmete yakın bir zamanda yeryüzüne inmesi meselesidir" ifadesiyle başlanması (607), bu mesele hakkında İslam alimleri arasında öteden beri derin bir ihtilaf olduğu izlenimini vermektedir. Oysa konu hakkında farklı görüş ileri sürülmesi hemen tamamıyla modern zamanlara mahsus bir hadisedir; daha önce bu Ümmet'in uleması (Mu'tezile, Şia gibi Ehl-i Sünnet dışı mezhepler de dahil olmak üzere) arasında bu mesele üzerinde ihtilaf yoktur. Milli Gazete - 26 Mart 2006

Kaynaklara yüzeysel bir nazar bile, Ehl-i Sünnet Kelam ulemasından herhangi birisinin Nüzul-i İsa (a.s) konusunda muhalif bir tavır takındığının söylenmesini mümkün kılacak herhangi bir veri bulunmadığını söylemek için yeterli olacaktır. Hatta tam tersine, ulemanın, elimizin altındaki matbu Kelam kaynaklarında yer alan sarih ifadelerini görmemek için ya kasıt ya da özel bir yetenek (!) bulunması gerektiğini söylemek durumundayız. Milli Gazete - 9 Nisan 2006

Tabakatu'l-Fukaha" türü kitaplara bir parça aşinalığı olanlar, mezhep içi tahkik, tenkih, tercih ve temyiz faaliyetlerinin biteviye devam ettiğini bilirler. Özellikle Hanefî mezhebi gibi "kolektif içtihad"a dayalı bir mezhepte İmam Ebû Hanîfe, İmam Ebû Yusuf ve İmam Muhammed eş-Şeybânî gibi "mutlak müçtehidler"in, onların talebeleri ve talebelerinin talebeleri gibi mezhepte ve meselede müçtehidlerin, onların arkasından gelen ashab-ı tahriç, ashab-ı tercih ve ashab-ı temyiz'in tetebbuundan ve dikkatinden kaçmış, asırlar ve silsileler boyunca hocalardan talebelere ve kitaplardan kitaplara intikal ederek varlığını sürdürmüş bir hata gösterilebilir mi ki, mezkûr "teori"nin pratiği vardır diyebilelim?.. Bütün bunlara rağmen "Ben mezhebin şu görüşünü hatalı buluyorum; gerekçem şudur" diyebilen bir "babayiğit" çıkarsa, ona –her ne kadar taklid yakışmaz ise de, yine de – diğer mezheplerin içtihadlarını taklid edebileceğini söyleyebiliriz. İlmî, makul ve mukni gerekçelerini ortaya koyduktan sonra onun bu hareketinin "mezhebin içtihadını küçümsemek" olduğu da söylenemez. Milli Gazete - 14 Mayıs 2006

-devam edecek-

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DÄ°ÄžER YAZILAR

BAKIŞ AÇISI-23

BAKIŞ AÇISI-23

*Aslında aklın fonksiyonu ve yetkisinin sınırları konusunda –yaygın kanaatin aksine– Mu'te

BAKIŞ AÇISI-22

BAKIŞ AÇISI-22

"Mademki Batı'dan geri kaldık, öyleyse dinin tarihte ortaya çıkmış olan tezahürü ile dinin

BAKIŞ AÇISI-21

BAKIŞ AÇISI-21

Modernizm yeni bir bilinç oluşturma peşindedir. Alışılagelmiş kabullerden, düşünce kalıpl

BAKIŞ AÇISI-20

BAKIŞ AÇISI-20

Artık dönemini doldurmuş, tekrarlana tekrarlana aşınmış, eskiye ait olan, bugüne hitap etmey

BAKIŞ AÇISI-19

BAKIŞ AÇISI-19

Kur'an müslümanlığı, Gerçek İslam, Yeniden yapılanma gibi kalıplar, bir önceki maddede kı

BAKIŞ AÇISI-18

BAKIŞ AÇISI-18

Hatta Kur'an ve Sünnet'in titizlikle teşvik ettiği "Şûra" ilkesine hayat veren de "farklı gör

BAKIŞ AÇISI-17

BAKIŞ AÇISI-17

Dînî hassasiyet insanlarda mezhep anlayışının zayıflamasıyla zayıflamaya başlıyor. İşte

BAKIŞ AÇISI-16

BAKIŞ AÇISI-16

Misyonerliğin, sömürgeleştirme hareketlerinin bir öncü kuvveti olduğunu biliyoruz. İkinci Va

BAKIŞ AÇISI-15

BAKIŞ AÇISI-15

A-k-l" kökünden türeyen bazı fiiller mevcut olmakla birlikte, Kur'an'da "akıl" formunun geçmed

BAKIŞ AÇISI-14

BAKIŞ AÇISI-14

Ümmetimin âlimleri Beni İsrail'in nebileri gibidir." Bu rivayetle ilgili olarak bu yılın 13 M

BAKIŞ AÇISI-13

BAKIŞ AÇISI-13

Mezhep" bir anlama sistemidir. Yaşadığımız hayatın ibadetten muamelata kadar her veçhesi hakk

"Allah bize yeter, O ne güzel vekildir" dediler.

Âl-i İmrân; 173

GÃœNÃœN HADÄ°SÄ°

"Nerede olursan ol, Allah'tan kork! Kötülüğün ardından onu silecek bir iyilik yap! İnsanlara iyi ahlakla davran!"

Tirmizi

TARÄ°HTE BU HAFTA

*Kanije müdafaası(18 Kasım 1601) *Hz.Fatıma'nın(r.anha) Vefatı(22 Kasım 632) *İstanbul'un Müttefikler Tarafından İşgali(23 Kasım 1918) *Alparslan'ın Şehadeti(24 Kasım 1072) *Öğretmenler Günü(24 Kasım)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SÄ°TE HARÄ°TASI