PERSPEKTÄ°FE GÄ°REN ÅžAHISLAR-26

Mine Urgan Tercüme mesleğinin ve tekniğinin ustalarından olan sol eğilimli Mine Urgan hayatını kaleme alırken ve elerken kitabının başlığını ‘Bir Dinozorun Anıları’ koymuştu. Zımni olarak kendisini dinozor olarak tanımlamış. Belki yaşlılığını hesaba katarak belki de kelaynak gibi soyunun tükendiğini


Mustafa Özcan

mustafaahmetozcan@gmail.com

2020-11-16 12:03:45

Mine Urgan

Tercüme mesleğinin ve tekniğinin ustalarından olan sol eğilimli Mine Urgan hayatını kaleme alırken ve elerken kitabının başlığını 'Bir Dinozorun Anıları' koymuştu. Zımni olarak kendisini dinozor olarak tanımlamış. Belki yaşlılığını hesaba katarak belki de kelaynak gibi soyunun tükendiğini varsayarak bu sonuca ulaşmış. İsim müsemmaya uygun düşmüş. Bana diğer benzerleri için de ilham kaynağı oldu.

MiÅŸel Eflak(Baas partisi kurucusu)

Eski dinlerin mensupları kriptolar ise bu dalgaları beslemişlerdir. Yeni yapıdan böylelikle intikam almayı murat etmişlerdir. Onlara göre, Arapların dinden başka hiçbir meziyeti yoktur. Din ise müşterektir. Dünyayı ise kendileri bilmektedirler. Dolayısıyla Arap olmayanlar daima Arapların üstadı mesabesindedir. Hatta Türklük dalgasına başta Yahudiler olmak üzere bütün azınlıkların binmesi gibi Araplık dalgasına da bütün Arap düşmanı azınlıklar binmiştir. Alın size Suriye ve Baas Partisi. Kurucusu Mişel Eflak ne Arap ne de Müslümandır. Irak Baasçıları ölünce ismine Ahmed de ilave ederek Müslümanlığını ilan ettiler!

Mithat PaÅŸa

Mithat Paşa iyi bir vali olsa bile kötü bir sadr-ı azam olmuştur. Bu nedenle Osmanlı içinde CHP zihniyetinin model şahsiyeti olması tesadüf değildir.

* Kendisine ve tarihi zeminine yabancı unsurlar Batı'nın baş tacıdır. Sözgelimi reklamı bugüne taşan Mithat Paşa bunlardan birisidir. Tuna, Bağdat ve benzeri valiliklerde başarı kazanan ve bayındırlık noktasında göz dolduran Mithat Paşa sadrazamlıkta ise çuvallamış ve devleti batırmıştır. Sultan Abdulaziz'i tahtan indiren komplolunun başlıca mimarlarından birisidir. Çetenin elebaşlarındandır. Velinimetini karalamış ve Hüseyin Avni Paşa ile birlikte tahttan indirilmesini temin etmiştir. Esasında selefi sayılan Sadrazam Mahmut Nedim yolsuz ve rüşvetçi biridir. Sultan Abdulaziz'in hem zaaf ve hem de talihsizliklerinden biridir. Tarihçi Yılmaz Öztuna, Mahmut Nedim ile Sultan Abdulaziz'in ilişkisini Damat Ferit Paşa ile Sultan Vahdettin'in ilişkisine benzetir. Elbette Mahmut Nedim, Nedimov diye ünlenen Rus yanlısı bir sadrazamdır. Damat Ferit ise İngiliz yanlısı olarak iştihar etmiştir. Mithat Paşa ve çetesi Sultan Abdulaziz'in başını yemek için her türlü desiseye başvurmuşlardır. Bunlardan birisi rüşvet suçlamasının Sultan Abdulaziz'e kadar uzatılmasıdır. Bu hususta Mithat Paşa'nın Padişahı da kapsayan bir soruşturma yürütmeye teşebbüs etmesidir.

* Hürriyet yazarı Yalçın Doğan bu meseleyi günümüze uyarlar ve 17 Aralık sürecini ve Başbakan Erdoğan'ı da kastederek şunları söyler :" Tarihten hiçbir şey saklanmıyor. Suçlular cezalarını buluyor…." Tarihten hiç bir şey saklanmadığı doğru. Hıfzı Topuz'un 'Vatanı Sattık Bir Pula' başlıklı kitabı üzerinden Abdulaziz'in hal'ini ve suikastını aklıyor. Halbuki, Mithat Paşa imparatorluğun yıkım ekibinin en önemli simaları arasındadır. İngilizler ve Namık Kemal ve Ziya Paşa gibi idealist ama şartlardan gafil ve bihaber alık aydınların yüzünden milletin ve imparatorluğun başına bela oluyor. Sultan Abdulaziz'in son beş yılındaki yönetiminin pek ideal olmadığı bilinir. Donanmayı güçlendirme hırsından dolayı aşırı bir borçlanmaya gittiği de vakidir. Lakin istikameti düzgündür. Mithat Paşa ise imparatorluğun mezarını kazan adamlardan birisidir. Velinimetine ihanet eden karaktersizin tekidir. Hayalperesttir ve kararlarında isabetsizdir. Eli de asla temiz değildir. İngilizlere güvenerek Osmanlı'yı 93 harbine sokan adamdır. Sadareti döneminde Mısır Hidivi İsmail'in sınırsız dış borçlanmasına izin vererek 1881-1882 yılında İngiliz işgalinin önünü açan adam o'dur. Sadece Anadolu'nun değil Mısır'ın mukadderatını bile etkilemiştir. Türkiye'yi gaileden gaileye sokmuştur. Meşrutiyet ve kanunu esasi noktasında rehberi Ermeni hukukçu Odgan Efendidir. Şişirilmiş bir cücedir. Daha doğrusu ahirzaman eşhası ve şişirilmiş cücelerdendir. Bosna'da hilal'e haçı ilave etmiş ve Al-i Mithat'tan bahsetmiştir.

* Asıl yolsuzluğu Sultan Abdulaziz değil aksine Mithat Paşa ve avenesi yapmıştır. 6 Ekim 1875 kararnamesinin ilan edileceği sabahın gecesinde Mithat ve Damat Mahmut Paşalarla Rus Sefiri İgnatiev, ellerindeki bütün tahvilleri satmışlar ve ertesi gün bu tahvillerin değeri yarı yarıya düşmüştür. Böylece spekülatif kazanç sağlamışlardır. Mithat Paşa bir nevi Waterloo savaşındaki spekülatör Nathan Rothschild gibi davranmıştır. Belki de ondan ilham almıştır. Yani Mithat Paşa günümüzdeki Soros gibi spekülatörlerin de öncüsüdür. Sadece onunla da kalmamışlar ve Sultan Abdulaziz'in hal'i üzerine şahsi servetini de yağmalamışlardır. Bu yağmacı ekip bir kez de Sultan Abdulhamit'in hal'inden sonra Yıldız Sarayına tünemiş ve sarayı yağmalamışlardır

* Mithat Paşa, dönemindeki öğrencileri de Sadrazam Mahmut Nedim'i karşı kışkırtmış ve bir nevi dönemindeki Gezi Parkı olaylarını örgütlemiştir. Mithat Paşa ihtilali ve darbeyi örgütlemek için öğrencileri birkaç kez kışkırtmış ve örgütlemiştir. Mithat Paşa "talebe-i ulum' denilen medreselerin yüksek sınıf öğrencilerine para dağıtarak bunlara Bab-ı Ali'de sadrazama karşı nümayiş yaptırmaya ve Mahmut Nedim Paşa'yı istifa etmeye mecbur bırakmaya teşebbüs etti. Dağıtılan paranın mason Veliath Murat Efendi'den alınması da işin talihsiz yanıdır. Daha sonraki bütün ihtilallerde yağmalama gibi talebeyi kışkırtmak bir gelenek ve moda haline gelmiştir. Darbeci geleneğine dönüşmüştür. Herhalde bu geleneğin bugünkü varisleri bundan dolayı Mithat Paşa'yı severler. Siyasi hatıratına ve mirasına sahip çıkarlar. Başka kılıkta ve simada da olsa bugün de Mithat Paşa ve ortakları yıkım ekibi olarak faaliyettedir. 28 Şubat sürecinde Başbakan Prof. Dr. Necmettin Erbakan'a karşı bir hocayı 'istemezükçü' olarak sahneye süren Yalçın Doğan, Mithat Paşa mirası ve aynı hocaya bağlı ekiplerin operasyonu üzerinden hükümeti savurmaya çalışıyor.  Tarih tekerrür ediyor ( Vatanı sattık bir pula, Yalçın Doğan 1 Ocak 2014). Yılmaz Öztuna, Mithat Paşa'nın öğrencileri kışkırtmasını şöyle değerlendirir: "Tanzimat'ın temelinden yıkıldığını ve hükümet ve saltanat işlerinin eskisi gibi sokakta halledilmeye çalışıldığını gösterir…" Mithat Paşa'nın yaptığı erken bir Gezi Parkı olayıdır.

Molla Ramazan El Buti

Yeni döneme uygun olarak tasavvuf alanında tecdit gerekmektedir. Bu alana Tuğrul İnançer gibi bazıları tecdit yerine içtihad alanı dese de yeni dönemde bu alanda tecdide ihtiyaç hasıl olmuştur. Bu alanda üç zat tecditde bulunmuştur. Bunlardan birisi Halidiyye kolunun bendelerinden ve bağlılarından olan Hamalı Şeyh Muhammed Hamid'dir. Yeni dönemde altyapı kalmadığından dolayı teberrük şeyhlerinin kaldığı ve insanın bu eksikliği selatu selam evradıyla kapatabileceğini söylemiştir. Ondan ve benzerlerinden ilhamla ve İhvan'ın yöntemiyle de cem ederek Said Havva bir tecdit denemesinde bulunmuş ve yeni bir dille ve üslupla Terbiyetüna'r-ruhiyye kitabını kaleme almıştır. İkinci zat ise Muhammed Said Ramazan el Buti'nin babası Molla Ramazan'dır.

Muhammed Abduh

Batı düşüncesiyle temas noktasında iki ekol vardır. Bunlardan birisini Taha Hüseyin, Louis Awad, Selame Musa temsil eder ve bunlar Batı ile ilişkilerde toptancıdır. İkinci ekol ise tevilcidir. Bu ekolün başında Muhammed Abduh vardır ve Kasım Emin, Ali Abdurrazık, Saad Zağlul bu ekolü temsil eden isimlerdir.

* Bu ekolü Mısır'da bir şekilde Baş müftü Muhammed Abduh temsil eder. Seyyid Ahmed Han'ın ekolü akademik seviyede kalırken, Muhammed Abduh'un anlayışı çeşitli kanallar ve adem-i merkezi yapı üzerinden kitlelere iner ve mal olur. Mısır İngiliz yüksek Komiseri Lord Cromer Mısır'ın Seyyid Ahmet Han'ının Muhammed Abduh olduğu görüşünü taşır (Es -Sıra beyne el fikretü'l İslamiyye ve'l fikreti'l garbiye fi'l aktari'l İslamiyye, Daru'l Kalem, s: 108, Şam. Ebu'l Hasan en Nedevi). Adeta hayatın her alanını İngiliz anlayışına uydurmakla mükelleftir. Kadının açılıp saçılmasına taraftardır. Onun ötesinde kıyafette ayrımı kaldırarak şapkanın cevazına dair fetvalar verir. Cüz-i Amme Tefsirinde mucizeleri modernizm zaviyesinden tevil eder. Meğerse Batı'dan modernizm alırken birleşik kaplar teorisi gereği din anlayışını da beraberinde almışız.

*Mısır Müftüsü Muhammed Abduh vaktiyle Hidiv Tevfik veya Tevfik Paşa hakkında şu ifadeyi kullanmıştır:" Vucuhuhum mısriyye kulubuhum inciliziyye/ Yüzleri Mısırlı ama kalpleri İngiliz ( Zuema'ul Islah, Ahmet Emin, s: 310, Daru'l Kitab el Arabi, Beyrut)…" Bu, yerinde bir tespit. Lakin bu Hidiv Paşa'ya mı yoksa ondan ziyade Muhammed Abduh'a mı uyar? Abduh, Hidiv Tevfik'i İngiliz adamı olarak takdim etmiştir. Lakin Lord Cromer ile sıkı fıkı ilişikler geliştiren kendisinden başka kimdir? Hoca kılığında Frenk züppeliğine heveslenen kimdir? Bu sözü söylediğinde Abduh'un İngilizlere Tevfik Paşa'dan daha uzak olduğu varsayılabilir. lakin ya sonrası? Ortada bir doğru tespit var ama bu tespit daha çok kime intibak ediyor? Bu tartışmalıdır. Ya da dereceli olarak ikisi de buna uyar.

* Muhammed Abduh ise daha teorik ve reformcudur.

* Muhammed Abduh'u anlatsak anlatsak Sisi kadar anlatamazdık. Sisi, Muhammed Abduh meftunu olarak 'siyasal İslamcı'lara karşı onun eteğine tutundu. Ona karşı devrimin imamı ve referans ismi haline getirdi. Seyyid Kutup'u bayraktar yapacak hali yoktu. Daha önce Mübarek'in eşi Suzan Mübarek gibiler de Muhammed Abduh'u dini aydınlanmanın sertacı ve bayraktarı yapmışlardı. Suzan Mübarek, aydınlanma serisi başlatmış ve Muhammed Abduh ve hempalarını bu serinin kahramanları haline getirmişti.

Muhammed Abduh önceleri sufi meşrep olmasına rağmen Cemaleddin Afgani ile tanıştıktan sonra Urabi Paşa isyanına destek vermiş ve siyaseten Cemaleddin Afgani'nin meşrebine girmiştir. Daha sonra ise Cemaleddin Afgani ile irtibatını kestiği gibi, onun siyasi yöntemiyle de irtibatını kesmiştir. Bu defa da reformcu bir kisveye bürünmüştür. Sufi, devrimci ve reformcu aşamalardan geçmiştir. Son döneminde Lord Cromer'den etkilenmiş ve tifo veya mutasavver benzeri hastalıklar bahanesiyle haccı yasaklamak isteyen İngiliz işgal idaresine eşlik (müsayeret) etmiştir. İbni Haldun'un tezinden hareketle Mısırlıların ancak din ile ıslah olacaklarını ve yola geleceklerini ama dini telkinin doğru olarak yapılması gerektiğini savunmuştur. Muhammed Abduh İslami dünyasının tereddisini ise dinin yanlış anlaşılmasına bağlamıştır. Din adına geride sadece mücerret bir güven kalmış lakin din tersyüz edilmiştir.

* İbni Teymiye sağlam akıl ile sahih naklin çatışmayacağını öngördüğü gibi, İbni Rüşd de din ile felsefeyi kardeş ilan etmiş müteakiben Muhammed Abduh ise din ile ilim arasında bir çatışma olmadığını ifade etmiştir. Elbette Hüseyin-Nedim Cisr ekolü ile Bediüzzaman anlayışı da bu vadiye dökülür. Bununla birlikte Muhammed Abduh, Müslümanların Batı ile mesafeyi kapatmak için içtihat kapısının açılmasını zaruri saymıştır. Hâlbuki istisnaları ve bazı itirazları saymazsak, genelde dördüncü ve beşinci hicri asırdan itibaren içtihat kapısının kapandığı genel kabul görmüştür. Günümüzde ise Seyyid Kutup, Bediüzzaman ve Muhammed Said Ramazan Buti gibi isimler içtihat kapısının keyfi olarak açılması halinde, dinin sulandırılacağını öngörmüşlerdir.

* Günümüzde Muhammed Abduh'u bayrak yapanların niyeti üç meselede düğümlüdür. İmani, siyasi ve içtimai meselede onu kural kırıcı olarak görüyorlar. Dini hayatı dünyevi hayata uydurmak, tekfirciliğin önünü kesmek ve İslam'da devlet meselesini sulandırmak. Muhammed Abduh doğrudan onların söylemlerine uygun olmasa da birçok noktada dinin sınırlarını esnetmiş ve Müslümanların selabet-i diniyesini gevşetmiştir. Panalistlerden Sosyolog Ahmet Zeyd milli bağı dini bağa tercih edeceklerini; bu anlamda halifenin otoritesini milli liderler karşısında geçersiz kılacaklarını söylemiştir. Ahmet Zeyd, Muhammed Abduh'un dini devlet yerine medeni veya laik devleti benimsediğini ileri sürmüştür.

* Bir ikisi Mısırlı, üçüncüsü Lübnanlı, dördüncüsü Tunuslu olan dört aşırı laik isimden birisi Muhammed Abduh anlayışını günümüze bağlayarak şöyle söylemiştir: "İnsan aklını ilahi emperyalizmden kurtarmadıkça Arap insanı ilerleyemez!" Hâlbuki Muhammed Abduh, İbn-i Haldun'un izinden giderek; "Araplar ancak dinle kayıt ve itaat altına alınabilirler" demiyor mu?

* Humeyni'nin seleflerinden Cemaleddin Afgani de Mısır Müftüsü Muhammed Abduh ile aynısını yapmıştı. Burnunun ötesini göremeyen Ahmet Urabi Paşayı ayartmışlar ve Ahmet Urbi Paşa da isyan edince, İngilizler fırsattan istifade Mısır'a dalmışlardı.

* Cemaleddin Afgani boğazına, ümüğüne kadar siyasete battığında onun ötesinde adeta siyasi komitacı haline geldiğinde, Muhammed Abduh üstadıyla yollarını ayırır. Herkes kendi yolunu seçer. Muhammed Abduh ıslahçılık anlamında temellere ya da eğitime dönmek ister. Zira siyasi yol tıkanmıştır, onun ötesinde dejenere olmuştur. Bu yolla hizmet imkânsız hale gelmiştir. Siyasi yapı hakkı kabul ve iz'an (içselleştirme) değil, zıtlaşma üzerine kaimdir ve bu yolda seyretmektedir. Adeta bizdeki 1970'li yıllarda bu siyasi zıtlaşma ve çekişme bir kez daha tekerrür etmiştir. At izi it izine karışmıştır. Siyaset adeta post modern kabileciğe dönmüştür. Hakkaniyete değil, asabiyete tabidir.

*Neden bu hale düştük? Sorusu gayet yerinde bir sorudur. Lakin bunun cevabında yollar ayrışmaktadır. Bunun temel cevapları arasında 'dinden mi, yoksa akıldan mı uzaklaştık?' şıkları vardır. Muhammed Abduh bu tereddi ve gerileme halinden geleneği sorumlu tutar. Bundan dolayı dini anlayışı ve Ezher'i reforma tabi tutmak ister. İngilizlerin eğilimi budur, lakin yerel makamlar buna müsaade etmez. Buna pek muvaffak olamaz. Lakin Ezher'den ve gelenekçilerden şikayetçidir. Ezher'de reformu başaramayınca, yayıncılık ve fikir alanında yoğunlaşır ve hayallerini bu alana kaydırır. Müslümanların gerilemesi karşısında Hindistan'daki Seyyid Ahmet Han ile aynı refleksi verir. Ona göre de, Batılıları yakalamak için dini alanı rasyonelleştirmek gerekmektedir. Her ikisi de eğitimle ve yeni bir dini anlayış ve çığırla beyaz adamın izini takip etmek ister.

* Muhammed Abduh başlangıçta Cemaleddin Afgani ile birlikte Urvetü'l Vuska'da yazdıkları makalelerde İngiliz karşıtı veya Batı sömürgeciliği karşıtı dil kullanır. Bununla birlikte yine de Renan müdafaanamesinde Cemaleddin Afgani meselenin hakkını veremez ve alttan alır. İlk dönemde Muhammed Abduh, Seyyid Ahmet Han'dan biraz farklıdır. Lakin yolları Lord Cromer'le kesişince, Mısırlı Seyyid Ahmet Han haline gelir. 

*Muhammed Abduh, Mısır'da ve Paris'te Batı ile temasla birlikte Batı fikriyatından etkilenmiş ve bu etkilenme özünü ve istikametini de şekillendirmiştir. Bu anlamda Rıfaa Rafi et Tahtavi'nin çocuklarından birisidir. Tahtavi 1826 yılında Paris'e gönderilmiş ve burada 5 yıl kalmıştır. Ondan yarım asır sonra Paris'e giden (1884) Muhammed Abduh da burada Cemaleddin Afgani ile birlikte Urvetü'l Vuska dergisini çıkarmıştır. Lord Cromer, dostu Muhammed Abduh için şunları söyler: "Dostumun doğrusu agnostik olup olmamasından ciddi bir biçimde şüpheliyim…" Lord Cromer ayrıca Mısır'la ilgi hatıratında şunları söyler: "Şarklı aydınlanmacılar garplı aydınlanmacıları fersah ferah geçmiş bulunuyorlar." Lord Cromer'e göre, Batılı aydınlanmacılar toplumlarının ahlaki kriterlerine bağlıdırlar. Onlar zamanla ve demlenerek aydınlanmacı olmuşlardır. Şarklılar ise taklit suretiyle olduklarından boyunlarındaki bütün bağlarını ve iplerini koparmışlardır.

* Muhammed Abduh, 1905 tarihinde vefat eder ve devlet töreniyle gömülür. Ölümünden sonra hakkında ilk biyografisini yazanlardan olan (1933) Mark Sedgwick, Muhammed Abduh'un gerçek İslam'ı ihya diye bir derdinin olmadığını ve onun derdinin Mısır'da karşılaştıkları güncel problemleri hal yolunda İslam ile Batı düşüncesi arasında sentez kurmak olduğunu ifade etmiştir. Bu anlamda Mark Sedgwick'in tasviri veya tanımı Hayrettin Karaman Hoca'nın 'Gerçek İslam'da Birlik' kitabının başlığını tekzip eder niteliktedir. Kısaca Muhammed Abduh bir mustağrip bir aydınlanmacıdır. Bazen kendisine tarihten; Zemahşeri'nin tefsirinde, bazen de başka kaynaklarda kök aramıştır.

*Abduh ekolü çizgi tutturamamıştır. Maziden kendisine kök aramış ve güncelin de her türlüsüne merak salmıştır. Bu açıdan Cemaleddin Afgani ve kendisini Bahailere atfedenler olduğu gibi, masonlukları ise herkesin malumu olmuştur. Selefilikleri ise başka bir bahistir. Selefilikleri sadece gelenekle hesaplaşma zeminindedir. Cemil Meriç'in Afgani ile ilgili bir tespiti vardır. Şehirlerin ve ülkelerin onu paylaşamadığını söyler. Muhammed Abduh ise fikirleri paylaşamaz. Eklektik anlayışını bir yere oturtmak mümkün değildir. Adem-i merkezi bir fikriyat içindedir. Risaletü't Tevhid'de kendini Maturidi sayar. Lakin onu İbni Rüşd'e isbet edenler de çoktur. Mucizeleri tevilde ve tefsir anlayışında Zemahşeri ve Mutezile'den etkilendiği bir gerçektir. Kalan tarafıyla da selefi olsa gerek. Kısaca eklektik bir anlayışı temsil etmektedir. Orijinal bir yönü yoktur. Durumdan vazife çıkarmıştır. Yayıncı Himarat Munyati, Muhammed Abduh'un batı'da gezmekten hacca gitmeye fırsat bulamadığını söylemiştir. Mısır Müftüsü bulunduğu sırada İngilizler Hicaz'da kolera salgını olduğu gerekçesiyle o yıl haccı yasaklamak isterler. Muhammed Abduh'un dışındaki herkes buna karşı çıkar. Neticede o yıl hacca gidenler arasında koleradan dolayı ölüm vakaları yaşanır. Burada Muhammed Abduh'un haklılığı ile İngiliz yanlılığı birbirine karışmıştır.

*Yeni modernizmi üretmek için eski veya ilk modernizme köprü kurmuş ve oradan bazı fikirler devşirmiştir. Günümüzde Fatiha Suresi ve Cüz-i Amme Tefsiri üzerinden yeni bir tefsir ekolü üreten Muhammed Abduh bu alanda köklerini Zemahşeri'de bulmuştur. Bununla birlikte o Zemahşeri'den herkesin aldığı dil ustalıkları veya kalıpları değil, akliyat kalıpları ve tevilat kalıpları devşirmiştir.

* Şam'da Behçet el Bitar, Cemaleddin Kasımi, Mısır'da Muhammed Abduh, Reşid Rıza, Fas'ta Allal el Fasi ve Cezayir'de Abdulhamid Bin Badis gibiler reformcu selefiler arasında sayılabilirler. Bununla birlikte yelpazeleri çok geniştir ve onları bir akım ve çatı içinde değerlendirmek adeta imkânsızdır.

* Muhammed Abduh ise daha teorik ve reformcudur. Reşid Rıza ise reformcu selefi sayılır. Onun hayatı da zikzaklarla doludur.

* Cemaleddin Afgani'ye mukabil Muhammed Abduh ve Bediüzzaman siyasete mesafeli ıslahatçı çizgiyi temsil ederler. Lakin Bediüzzaman Hutavat-ı Sitte'de İngilizlere karşı çıkarken Abduh yabancılardan yardım istemenin cevaziyetine dair fetva verir ( Ahmet Emin, Züemau'l Islah, S 314, Daru'l Kitab el Arabî, Beyrut). Bediüzzaman'ın peşinden gittiğini tasavvur eden Atlantikçi bir başka sarıklı ihtilalci(FETÖ) ise bu yönüyle Muhammed Abduh'un çizgisine de yabancı değildir.

*1905 yılında vefatından sonra Muhammed Abduh ekolü küre-i arzın her tarafına yayılmıştır. Zira benzeri bir sosyal ve siyasi vasat vardır. Sözgelimi Cezayir'de Cemiyet Ulemaüi'l Müslimin Muhammed Abduh çizgisinden etkilenmiştir. Keza Endonezya'da iki mühim cemaat bulunmaktadır. Bunlardan birisi Nahdetü'l Ulema olup, geleneksel bir yapı arz etmektedir. Buna mukabil Muhammediye cemiyeti Muhammed Abduh ve modernist eğilimlerden etkilenmiştir. Bu etkileşimin mahiyeti tartışılmaktadır.

* Cemiyeti Ulema'nın kurucusu Abdulhamid Bin Badis Selefi ekole mi mensuptur yoksa çağdaş Mutezile akımını mı temsil etmektedir? Buradaki tartışma Muhammed Abduh ile ilgili tartışmanın bir devamı ve türevidir. Bin Badis tefsirinde yararlandığı kaynakları açıklarken Razi'nin Mefatihu'l Gayb'ı ile Zemahşeri'nin Keşşaf'ını da saymaktadır. Muhammed Abduh'un tefsir geleneğindeki baş ucu kitabı Keşşaf'tır. Ondan dil aracı olarak yararlanmanın ötesinde modernizme kapı ve anahtar yapmıştır. Bin Badis de tefsirinde ise bu kaynaklardan yararlanmakla birlikte Keşşaf'ın yönteminden değil, dil ustalığından yararlanmıştır. Bin Badis'i savunanlar onun Muhammed Abduh gibi modernist olmadığını ifade ediyorlar. Burada elbette bir iltibas var. O da şudur: Muhamed Abduh Mutezile'den modernizme köprü kursa da, çok kimlikli bir kişiliktir. Dolayısıyla ondan etkilenenler bu kimliklerinin bazılarından etkilenmektedirler. Bu açıdan Bin Badis'i tefsir anlayışında selefi mi yoksa Mutezileyi mi esas aldığı tartışma konusu olmuştur. Kısaca sevenleri tefsir anlayışında Bin Badis'in Muhammed Abduh ekolünden uzak olduğunu savunmaktadır.

*Modernizm üzerinden Muhammed Abduh'da canlanan Mutezile ekolü Endonezya'da büyük yansımalar bulmuştur. Muhammed Abduh Eş'ariliği Cebriye'nin kol ve türevleri arasında saymıştır. Bundan dolayı ihtiyar ve cebir meselesinde Maturidiliği benimsediğini savunmuştur. Bu tartışmalar sonrasında Mısır'a gelen Şeyhülislam Mustafa Sabri ise bu tartışmaya bir tepki olarak Maturidilik mezhebinden çıkarak Eş'ariliği benimsemiştir.,

* Endonezya'daki Muhammediye anlayışı Muhammed Abduh'tan etkilenmiştir. Bu ekol modernist eğilimler taşımaktadır. Bu ekolde modernizm ile Mutezile'yi buluşturan isimlerden birisi de Harun Nasution isimli yenilikçidir. Muhammed Abduh üzerinden Mutezile'ye köprü kurmuş ve sonunda Muhammed Abduh'un izinden mutezile mezhebini benimsemiş ve bu eğilimiyle alakalı eserler kaleme almıştır. Kendisini yeni Mutezile olarak tanımlamıştır. Mutezile mezhebinin humanist/ insancı ve onun ötesinde rasyonel olduğunu savunmuştur. Endonezya'dan sonra Hicaz ve ardından Mısır'a oradan da Avrupa ve Kanada'ya uzanmıştır. Bu seyri seferinde ayrıca fikri bir seyrü sefer de yapmış ve sonunda Muhammed Abduh'un izinden kendisini yeni Mutezile olarak ilan etmiştir. Ezher'de okuduktan sonra 1962 yılında McGill Üniversitesinde Muhammed Abduh'daki Mutezile eğilimleriyle alakalı doktora çalışmasında bulunmuştur. Doktora çalışması şu adı taşımaktadır: Muhammad Abduh and Mu'tazilite Rational Theology (1987). Harun Nasution'a göre, boynuz kulağı geçmiş ve Muhammed Abduh aklı kullanmakta Mutezile'nin sınırlarını aşmıştır.

-devam edecek-

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DÄ°ÄžER YAZILAR

"Ey inananlar! Rabbinizden korkun.Çünkü kıyametin saatinin depremi cidden korkunç bir şeydir.”

Hac:1

GÃœNÃœN HADÄ°SÄ°

"Kişinin yapacağı en üstün iyiliklerden biri, ölümünden sonra babasının dostlarına sıla-i rahimde bulunmasıdır"

Müslim, Birr, 11-13 (2552);

TARÄ°HTE BU HAFTA

*Kanije müdafaası(18 Kasım 1601) *Hz.Fatıma'nın(r.anha) Vefatı(22 Kasım 632) *İstanbul'un Müttefikler Tarafından İşgali(23 Kasım 1918) *Alparslan'ın Şehadeti(24 Kasım 1072) *Öğretmenler Günü(24 Kasım)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SÄ°TE HARÄ°TASI