RİSALE-İ NUR’DA TASAVVUF-1

Tasavvuf: Sözlük anlamı itibariyle arınmak, temizlenmek, duru hale gelmek anlamındadır. Terim olarak, maddi organları ve manevî duyguları, mâsivadan/ diğer varlıklardan arındırıp, duru bir halde Allah’a yöneltmekten ibarettir. Diğer bir ifadeyle: Kişinin hayatını mana-yı harfiyle anlamlandırması, alıp verdiği nefeslerin her karesini iman şuuru ile doldurmasıdır


Niyazi Beki(Prof. Dr.)

niyazibeki@gmail.com

2020-11-23 10:55:10

GÄ°RÄ°Åž

Tasavvuf: Sözlük anlamı itibariyle arınmak, temizlenmek, duru hale gelmek anlamındadır. Terim olarak, maddi organları ve manevî duyguları, mâsivadan/ diğer varlıklardan arındırıp, duru bir halde Allah'a yöneltmekten ibarettir. Diğer bir ifadeyle: Kişinin hayatını mana-yı harfiyle anlamlandırması, alıp verdiği nefeslerin her karesini iman şuuru ile doldurmasıdır.

Mesela: Her şeye Allah zaviyesinden bakmak, Allah adına almak, Allah adına vermek, Allah adına konuşmak, Allah adına susmak, bir tasavvuftur.

Göz, kulak, el, ayak, dil, ağız, mide gibi maddî organların Allah adına istihdam edilmesi, bir tasavvuf yansıması olduğu gibi, akıl, kalp, fikir, hayal, tasavvur, sevgi gibi manevî duyguların Allah adına istihdam edilmesi de bir tasavvuf üslubudur.

Ahiret hayatını esas alan tasavvufun bu özelliği doğrultusunda, Risale-i Nur'daki bazı hususlar, tasavvufla olan ilişkisini ortaya koyan, karşılaştırmalı bir şekilde arz edilecektir.

I. İnsan, Fıtratan Ebede Namzettir

Tasavvuf, Allah rızasını esas maksat yapmak ve ebedi ahiret saadetini kazanmayı hayatının en büyük gayesi olarak görmek demektir. Hadiste belirtildiği üzere, dünyayı ahiretin bir tarlası olarak değerlendirmek, ahirete mal üretmeyen bir dünyayı çorak bir arazi olduğunu düşünerek ondan yüz çevirmek ve ahirete yatırım aracı olarak gördüğü bir hayata yönelmek tasavvuftur. Bediüzzaman'ın aşağıdaki ifadeleri bu gerçeğe işaret etmektedir:

"Risale-i Nur'un hedefi, doÄŸrudan doÄŸruya ahirettir"( Åžualar, 365).

"Hem insan ibadet için halk olunduğunu, fıtratı ve cihazât-ı mâneviyesi gösteriyor. Zira hayat-ı dünyeviyesine lâzım olan amel ve iktidar cihetinde en ednâ bir serçe kuşuna yetişmez. Fakat hayat-ı mâneviye ve uhreviyesine lâzım olan ilim ve iftikar ile tazarru ve ibadet cihetinde hayvanâtın sultanı ve kumandanı hükmündedir.

Demek, ey nefsim, eğer hayat-ı dünyeviyeyi gaye-i maksat yapsan ve ona daim çalışsan, en ednâ bir serçe kuşunun bir neferi hükmünde olursun. Eğer hayat-ı uhreviyeyi gaye-i maksat yapsan ve şu hayatı dahi ona vesile ve mezraa etsen ve ona göre çalışsan, o vakit hayvanâtın büyük bir kumandanı hükmünde ve şu dünyada Cenâb-ı Hakkın nazlı ve niyazdar bir abdi, mükerrem ve muhterem bir misafiri olursun."(Sözler,23-24).

II. Dünya Geçici Bir Pazar, Tasavvuf Kârlı Bir Ticarettir

"İşte sana iki yol-istediğini intihap edebilirsin. Hidayet ve tevfiki, Erhamü'r-Râhimînden iste.

Dalgalı bir muharebe meydanını andıran şu fırtınalı dünyamız, durmadan dönüyor, değişiyor, bozuluyor ve her insanın aklına şu fikri veriyor: "Madem herşey elimizden çıkacak, fânî olup kaybolacak. Acaba bâkîye tebdil edip ibka etmek çaresi yok mu?" deyip düşünürken, birden semavî sada-yı Kur'ân işitiliyor. Der:

"Evet, var. Hem beş mertebe kârlı bir surette, güzel ve rahat bir çaresi var"

Sual: Nedir?

Elcevap: Emaneti sahib-i hakikîsine satmak. İşte o satışta beş derece kâr içinde kâr var.

Birinci kâr: Fânî mal beka bulur. Çünkü Kayyûm-u Bâkî olan Zat-ı Zülcelâle verilen ve Onun yolunda sarf edilen şu ömr-ü zâil, bâkîye inkılâb eder, bâkî meyveler verir. O vakit ömür dakikaları, adeta tohumlar, çekirdekler hükmünde, zahiren fena bulur, çürür; fakat âlem-i bekada saadet çiçekleri açarlar ve sünbüllenirler ve âlem-i berzahta ziyadar, munis birer manzara olurlar.

İkinci kâr: Cennet gibi bir fiyat veriliyor.

Üçüncü kâr: Her âzâ ve hasselerin kıymeti birden bine çıkar. Meselâ akıl bir alettir. Eğer Cenâb-ı Hakka satmayıp belki nefis hesabına çalıştırsan, öyle meş'um ve müz'iç ve muacciz bir alet olur ki, geçmiş zamanın âlâm-ı hazinanesini ve gelecek zamanın ehvâl-i muhavvifanesini senin bu biçare başına yükletecek; yümünsüz ve muzır bir alet derekesine iner. İşte bunun içindir ki, fâsık adam, aklın iz'aç ve tacizinden kurtulmak için, galiben ya sarhoşluğa veya eğlenceye kaçar. Eğer Mâlik-i Hakikîsine satılsa ve Onun hesabına çalıştırsan, akıl öyle tılsımlı bir anahtar olur ki, şu kâinatta olan nihayetsiz rahmet hazinelerini ve hikmet definelerini açar. Ve bununla sahibini saadet-i ebediyeye müheyya eden bir mürşid-i Rabbanî derecesine çıkar.

Meselâ göz bir hassedir ki, ruh bu âlemi o pencere ile seyreder. Eğer Cenâb-ı Hakka satmayıp belki nefis hesabına çalıştırsan, geçici, devamsız bazı güzellikleri, manzaraları seyirle şehvet ve heves-i nefsaniyeye bir kavvad derekesinde bir hizmetkâr olur. Eğer gözü, gözün Sâni-i Basîrine satsan ve Onun hesabına ve izni dairesinde çalıştırsan, o zaman şu göz, şu kitab-ı kebir-i kâinatın bir mütalâacısı ve şu âlemdeki mucizat-ı san'at-ı Rabbaniyenin bir seyircisi ve şu küre-i arz bahçesindeki rahmet çiçeklerinin mübarek bir arısı derecesine çıkar.

Meselâ dildeki kuvve-i zâikayı Fâtır-ı Hakîmine satmazsan, belki nefis hesabına, mide namına çalıştırsan, o vakit midenin tavlasına ve fabrikasına bir kapıcı derekesine iner, sukut eder. Eğer Rezzâk-ı Kerîme satsan, o zaman dildeki kuvve-i zâika, rahmet-i İlâhiye hazinelerinin bir nâzır-ı mâhiri ve kudret-i Samedâniye matbahlarının bir müfettiş-i şâkiri rütbesine çıkar.

İşte, ey akıl, dikkat et! Meş'um bir alet nerede, kâinat anahtarı nerede? Ey göz, güzel bak! Adi bir kavvad nerede, kütüphane-i İlâhînin mütefennin bir nâzırı nerede? Ve ey dil, iyi tat! Bir tavla kapıcısı ve bir fabrika yasakçısı nerede, hazine-i hassa-i rahmet nâzırı nerede?

Ve daha bunlar gibi başka aletleri ve âzâları kıyas etsen anlarsın ki, hakikaten mü'min Cennete lâyık ve kâfir Cehenneme muvafık bir mahiyet kesb eder. Ve onların herbiri öyle bir kıymet almalarının sebebi, mü'min imanıyla Hâlıkın emanetini Onun namına ve izni dairesinde istimal etmesidir. Ve kâfir hıyanet edip nefs-i emmâre hesabına çalıştırmasıdır."

(Sözler, s; 26-27)

Devam edecek-

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DÄ°ÄžER YAZILAR

Hiçbir günahkar, başkasının günah yükünü yüklenemez.

İsrâ, 15

GÃœNÃœN HADÄ°SÄ°

Her kim bir namazı (kılmayı) unutursa (onu) hatırladığında kılsın. Onun bundan başka keffâreti yoktur.

BUHARİ, KİTÂBU MEVÂKÎTİ'S-SALÂT

TARÄ°HTE BU HAFTA

*Kanije müdafaası(18 Kasım 1601) *Hz.Fatıma'nın(r.anha) Vefatı(22 Kasım 632) *İstanbul'un Müttefikler Tarafından İşgali(23 Kasım 1918) *Alparslan'ın Şehadeti(24 Kasım 1072) *Öğretmenler Günü(24 Kasım)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SÄ°TE HARÄ°TASI