TESADÜFÜN TESADÜFÜ (RASTLANTININ RASTLANTISI)

Not: Bu yazı alegorik ve fantastik anlatımla yazılmıştır. Bütün oluşçulara, şüphecilere, deistlere, ateistlere ve tabiatçılara ışık tutar. Trilyon yıllar önceymiş. Milyar seneler evvelmiş. Tarih öncesinde bir zamanmış. İnsan tesadüfen oluşurken önce bir ağaç kakan vura vura insan kafasında bir delik açmış. İşte bu delik, insan vücuduna açılan ilk kapı olmuş. Bunun adına ağız demişler.


İbrahim Köse

ibrahimkose60@gmail.com

2020-12-01 16:43:51

Not: Bu yazı alegorik ve fantastik anlatımla yazılmıştır.
Bütün oluşçulara, şüphecilere, deistlere, ateistlere ve tabiatçılara ışık tutar.

Trilyon yıllar önceymiş.
Milyar seneler evvelmiÅŸ.
Tarih öncesinde bir zamanmış.

İnsan tesadüfen oluşurken önce bir ağaç kakan vura vura insan kafasında bir delik açmış. İşte bu delik, insan vücuduna açılan ilk kapı olmuş. Bunun adına ağız demişler.

Sonra bu kapıdan içeri hava girerek insanın akciğerleri oluşmuş.

Hayır hayır, yanlış söyledim. Kapıdan içeriye rüzgarın tesadüfen uçurarak getirdiği buğday taneleri girerek ilk önce insanın midesi oluşmuş.

Yok yok öyle olmamış. İnsan önce bir gün yere çakılı, ucu sivri bir odun parçasının üstüne tesadüfen oturmuş. İşte bu oturuşta insanın oturduğu yerinden bir kapı daha açılmış. Aradan yüz yıllar geçtikten sonra bir yılan tesadüfen oradan geçerken o kapıyı fark edip o kapıdan içeri girerek incelmiş ve uzamış. Sonra inceldikçe incelemiş, uzadıkça uzamış ve orada kalmaya karar vermiş. İşte o yılandır ki insanın bağırsaklarını oluşturmuş.

Bir gün de tesadüfen oradan geçmekte olan bir kertenkele, kendine güzel bir yerleşke bulmuş olan yılana özenip o da hemen yılanın yanı başında kendine bir yuva açmaya başlamış. Fakat bu işi bir türlü başaramamış. Açtığı yuva ancak kuyruğunun yarısı kadarmış. Sonra çok yorulan kertenkele burasının kendisine yerleşke olamayacağını anlayıp oradan gitmeye karar vermiş. Tam giderken kuyruğu sıkışıp ortadan kırılmış ve kırılan yarım kuyruk orada kalmış. Tesadüfen tam iki yüz kırk üç yıl, beş ay, on üç gün sonra kuyruk oraya yapışmış ve ilk insanın vücudunda, belden aşağı olan kısmının arkasında bir kapı; önde bir kapı, bir de bir yarım kuyruk oluşmuş.

Tabii bu söylediklerim birer ihtimalmiş. İnsanın oluşmasında bunlar gibi daha milyonlarca ihtimaller, milyarlarca tesadüfler varmış. Zamanla milyonlarca tesadüfler ve milyarlarca ihtimaller denenmiş. Zamanla milyarlarca ve milyonlarca yıllarda bütün bunlar tesadüfen o ilginç rastlantılarla oluşmuş. Fakat bunların bilimsel bir kesinliği yokmuş. Elbette ki zamanla bilim bu rastlantıları bulacakmış ve bu tesadüfleri keşfedecekmiş.

Şimdi de insanın kafasındaki iki kulak deliğinin tesadüfen nasıl oluştuğunu düşünelim.

Bir rastlantıya göre bir gün bir kafatası bulunmuş ve bu kafatasının bir kulağından giren bir ay çiçeğin, diğer kulağından çıkarak büyüdüğü görülmüş. Demek ki en eskiden yukarıdaki verdiğim tarihten yaklaşık bin iki yüz on sekiz yıl sonra insan bir tarlaya yattığı için kafasının bir tarafından giren bir ayçiçeği diğer tarafından çıkarak büyümüş. İşte tam bundan üç bin üç yıl sonra insan tarlada ayağa kalkmış ve böylece kulak delikleri açılmış olarak kendisini bulmuş.

Bundan tam beş bin yıl sonra da insan bir rüzgârla yine tarlaya sırt üstü düşmüş. İki nazar boncuğu onun yüzünün üst tarafına, yan yan gelecek şekilde, alın, çene, yanak hesaplanarak düşmüş ve tam beş bin sene orada kalarak o nazar boncukları insan kafasıyla ve insan bedeniyle bütünleşerek insanın iki gözü olarak açılmış.

Tam bu şekilde beş bin sene daha sırt üstü yatan insanın başında biten çayır otları tam iki bin sene daha geçince insanın saçı olarak insanın başına yerleşmiş. Sizin anlayacağınız insanın doğayla bütünleşmesi öyle kolay olmamış. Her bir adım beş bin sene, her bir santim iki bin sene geçince ancak atılabilmiş.

Hayır hayır öyle olmamış. Bütün bu anlattıklarım atmasyon olmuş. Çünkü bütün bunların olabilmesi için bunlardan önce insanın böbreklerinin, ciğerlerinin ve kalbinin olması gerekiyormuş. Onların olması için de milyon yıl geçmesi, milyar tesadüf olması ve bu milyar tesadüflerin binde bir isabet etmesi gerekiyormuş.

İşte bunun için, tam otuz milyon yılın on beş milyon senesinde bir gün bir tomruk parçası gibi olan ilk insan iskelesi, bir çam ağacı altına yatıp beş yüz bin sene beklemiş. Artık insanın bedeni doğa ile bütünleşince bir çam ağacından tesadüfen bir kozalak bu günkü kalbin yerine düşüp orada durmuş. Tan on bin yıl geçince o insan yanına rüzgârın tesadüfen getirdiği bir çilek tohumu düşmüş. Yüz bin yıl daha geçince o çilek tohumunun meyvesi olmuş. Yerde yatıp duran insan bir kozalağa bakmış bir de çileğe. Derken kozalağı tercih etmiş. İnsan bedeni kozalakla bütünleştiği için insanın kalbi insan bedeninde yerini almış. Tam o sıra çilek demiş ki:
-Ben ne olacağım?
Ä°nsan kalbi de demiÅŸ ki:
-Acele etme sevgilim. Sen de yüz bin sene sonra benim eşimin kalbi olacaksın.

Böylece insan kalbinin teşekkülünden sonra sıra insan bedenindeki damarların oluşumuna gelmiş. Tam o sıra insan bedeninin oluşumunda yer almak için tam beş bin milyar sene de yüz bin milyon solucan insan bedenine girip tesadüfen birbirine eklenerek rastgele gidişip gelişerek, dönüşüp evrimleşerek bu günkü atar damar, toplar damar ve kılcal damarlar oluşmuş.

Biliyorum bana inanmıyorsunuz. Olsun yasak yok ya ben dilime gelen bütün tesüdüfleri ve tüm rastlantıları anlatmakta özgürüm.

İşte bundan tam üç bin milyar yıl önce insan artık kalbi ve damarları oluşmuş şekilde tarladan kalkarak ayağa dikilmiş. Tam bir milyon sene öylece durunca, tesadüfen tarladan çıkan bir fare insanın yukarıdaki kapısından içeri girerek 500 yıl orada kalıp insanın midesini oluşturmuş. Sonra arkasından iki fare daha girerek midenin arka tarafına geçip tam üç yüz bin yıl sonra iki böbrek olarak insan vücudunda yerini almış.

Arkasından bir kurbağa girerek 300 bin yılda pankras olmuş. Sonra bir çekirge girerek 20 000 yıl sonra safra kesesi olmuş. Sonra bir yusufçuk girerek 10 bin yıl sonra öd olmuş.

Sakın siz siz olun bu yazdıklarıma inanmayın.

Çünkü insanın beyni rastgele oluşup tesadüfen insan kafasına girmedikten sonra insanın hiçbir organı oluşmaz. Çünkü her şey beyne bağlıdır ve beyin oluştuktan sonra diğer organlar oluşur.

Peki o zaman beyin nasıl yüz bin milyon yıl önce tesadüfen insan kafasına düşüp dokuz yüz doksan dokuz milyon yıl önce rastgele gelişerek insan bedeniyle bütünleşmiş? Diyeceksiniz.

Çok kolay. Bunu bilmekte ne var? Nasıl olsa tesadüflerin ve rastlantıların her saniyede binlerce, her dakikada milyonlarca olduğu ve bunların yüzde doksan dokuzunun isabet etmemesi halinde bile birisinin isabet etmesiyle beyin oluşmaya başlamış.

Bundan tam bir trilyon yıl önce, bir atom bir atoma demiş ki:
-Gel bir beyin oluşturalım.
O da demiÅŸ ki:
-Başkan sen mi olacaksın, ben mi olacağım?

Sonra aradan yüz trilyon sene geçince bir molekül bir moleküle demiş ki:
-Gel bir beyin oluşturalım.
O da demiÅŸ ki:
-Sonra ne olacak?

Aradan yüz trilyon yıl daha geçince bir hücre bir hücreye demiş ki:
-Gel bir beyin oluşturalım.
O da demiÅŸ ki:
-Sağı, solu; önü arkası olsun mu?

Aradan yüz trilyon yıl daha geçmiş.
Sonra bir RNA bir DNA ya demiÅŸ ki:
-Gel bir beyin oluşturalım.
O da demiÅŸ ki:
-Organizmalı mı olsun, organizmasız mı olsun?

Aradan yüz trilyon yıl daha geçmiş.
Bir kromozom bir kromozoma demiÅŸ ki:
-Gel bir beyin oluşturalım.
O da demiÅŸ ki:
-Tek tek mi dizilelim, çift çift mi dizilelim?

Daha sonra aradan yüz bin sene daha geçmiş.
İşin içine eşeyili üreme ile eşeyisiz üreme girmiş.
Sonra işe sitoplazma karışmış.

Daha sonra iş yine atoma ve çekirdeğe kadar inmiş. Gidip atoma sormuşlar:

-Bir beyin oluşturmak istedik fakat başaramadık. Bir beyin nasıl oluşur efendim?
Atom demiÅŸ ki:
-Biz oluşturamadık ki siz oluşturabilesiniz. Onun oluşması için atom, molekül, hücre olması yetmiyor. Onları apartman gibi yapacak bir mühendislik gerekiyor. Planı, projesi, ölçüsü, miktarı ve bütün bunlar bir bütünlük içinde, bir sistem dahilinde olması gerekiyor. İşte onlar bizde yok.

Ayrıca atom demiş ki:
-Beyin yapmak da çözüm değil. Bir insanın oluşması için önce insan başının oluşması gerekir. İnsan başının oluşması için de şu mantıklı projenin uygulanması gerekir:

1.İnsan yemek için bir şeyi ağzına götürürken aynı zamanda onu görmesi ve koklaması gerekir. Bunun için de ağız, göz ve burnun aynı hizada bulunması ve aynı noktaya odaklanacak yerde bulunması gerekir. El, parnaklarla birlikte dirsekten kırılarak bu istikamette hareket eden bir kepçe kolu gibi çalışması gerekir.

2.İnsan ağzındaki dişlerin altlı üstlü, sağlı sollu dört çene sistemiyle sıralanarak dizilmesi gerekir.

3.Gözlerin iki tane olmasına rağmen, bir tane görecek şekilde beyinde ayarlanması; kulakların iki tane olmasına rağmen bir tane duyacak şekilde beyinde ayarlanması gerekir.

4.İnsan, duyar, görür, düşünür ve ona göre konuşur. İşte bunun için beyinde göz, kulak ve dil arasında ortak çalışacak bir sistem gerekir.

5.İnsan gözü önünü görür; insan ayakları da öne doğru yürüyecek şekilde yapılmıştır. Elleriyle tuttuğu eşyaları göğsün yardımını alarak taşıması için; göz, kulak, el, ayak, baş göğüs arasında iş birliği yapılacak şekilde ortak bir sistemin kurularak çalışması gerekir. İşte bu sistem bizde yok. Bu sistemin bizde olmasına da imkan yok. Çünkü biz atomlar, insan vücudunda, insanın yediği etten, süttün, elmadan armuttan, pırasadan, soğandan, oluşuyoruz. Onlar ise akılsız ve ruhsuzdur. Biz de akılsız ve ruhsusuz. Biz de akıllı, ruhlu, duygulu, düşünceli bir sistem olmalı. Fakat o bizde yok.

Vay canına, demek ki aklı, ruhu, duyguları olmayan bir atomlar yığınından oluşuyor insan vücudu. O zaman çok şanslıyız biz insanlar ki insan vücudunun yukarısındaki kapı olan ağız boşaltım organı; insan vücudunun aşağısındaki kapı olan anüs ise doldurum organı olmamış.

Eğer tesadüfen böyle olsalardı, şimdi insanlar, yiyecekleri; aşağıdaki kapıdan zorla, tat, koku almadan, ve onları görmeden içeri tıkayacaklardı. Onların işlenmiş, bozulmuş, kokuşmuş artıklarını ise yukarıdaki kapıdan (ağızdan); görerek, koklayarak ve tadarak dışarı atacaklardı.

Neyse biz uyduruk anlatımlarımıza kaldığımız yerden azıcık daha devam edelim.

İnsanın tesadüfen, rastgele elementlerle kendi kendine teşekkül ederken tam bu sıra, iki trilyon yıl önceden oluşmuş ve orada bekleyen bir meyve kurdu, atomla molekülün konuşmasını fırsat bilip hemen insan kafasının içine birinci kapıdan girerek bu günkü yerine yerleşmiş. Tam iki bin trilyon yıl da orada yaşayarak insan kafasıyla özdeşleşip insan vücuduyla bütünleşerek beyin olmuş.

İşte tam bir trilyon dokuz yüz doksan dokuz milyon yıl önce insan beyni bu şekilde oluşup insanın fiziki bedeni meydana gelmiş.

Şimdi gene inanacaksınız değil mi? Sakın sakın inanmayın. Benim her uyduruk hayal ürünü fikrime inanırsanız, o zaman diğer hayal ürünü ama adına bilim denen, iddialı ama ispatsız, tesadüf ve kafadan sıkma fikirlere de inanmanız gerekir.

İşte tam belirttiğim gibi, şimdi size rastlantıların ve tesadüflerin en kralını söyleyeceğim:

Geçenlerde Tatlısu Yolu'yla Kapıdağı Yarımadası'nın en son ucuna gidince, orada in cin top oynayan sessiz sedasız bir koyda ilk oluşan insan beynine rastladım. Hani o bir meyve kurdu iken ilk insan beyni olmayı başaran meyve kurdu var ya işte ona rastladım.

Denizden daÄŸa doÄŸru giderken sordum ona:
-Ey beyin, ey ilk insan beyni, ne geziyorsun buralarda?
-Ey insanoğlu, oluşturduğum fiziki bedenime bir ruh arıyorum. İnsan oldum; ama ruhum yok. Ruhsuz beden insan olmuyormuş.

-Ne demek istiyorsun ilk insan beyni? Biraz açıklar mısın?
-Ben bir beyinim, benim emrimde bir vücut var; fakat bu vücut gülmüyor, ağlamıyor, sevmiyor, heyecan duymuyor. Benim mideme giren ve bütün vücut hücrelerime dağılan atomlarda, moleküllerde bu duygular yok. Ben atomda, molekülde, hücrede olmayan; ama bütün vücudumu saran bir ruh arıyorum. Ruhsuz beden olmuyor. Madde de ise ruh olmuyor.

"Her şeyi maddede arayanların akılları gözlerinde oluyor, göz ise maneviyatta kör oluyor."

Ben, hem bedenim olsun istiyorum hem ruhum olsun istiyorum.

Ben, hem ciğerim ve midem olsun istiyorum, hem de duygu ve düşüncelerim olsun istiyorum.

-Ey ilk insan beyni, bunca milyar yıl tesadüfen bir ruha rast gelip ona sahip olamadınız mı?

Fiziği, kimyayı, biyolojiyi beyin tesadüflere bağlayıp, rastlantılara dayandırsa da sevgiyi, nefreti, kıskanmayı, küsmeyi, aşkı, korkuyu, hasreti, şefkati, ayrılığı, maddede bulamıyor.

Sevgi, insanlığa bilmem hangi milyar yıl önce tesadüfen, nasıl ve niçin girmiştir?

Ümit, insanlığa bilmem hangi milyon yıl önce kendi kendine nasıl ve niçin girmiştir?

Sonsuz yaşama duygusu, yani "ölümsüzlük" isteği, insanın içine hangi bin milyon yıl önce ne şekilde, ne amaçla ve niçin girmiştir?

İlim olmasaydı tesadüf nasıl yaratırdı bu evreni, bu dünyayı?

Sevgi olmasaydı, rastlantı nasıl yaratırdı bu insanı?

Bir plan içerisinde, ahenkli, ölçülü bir düzen olmasaydı, nasıl kendi kendine olurdu bu hayat?

26.07.2020
Bandırma
(İbrahim Köse)

 

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DÄ°ÄžER YAZILAR

Elbette onların etleri ve kanları Allah'a ulaşmayacaktır. Ancak O'na sizin takvanız erecektir. Onları bu şekilde sizin buyruğunuza verdi ki, size yolunu gösterdiğinden dolayı, Allah'ı tekbir ile yüceltesiniz.

Hac:37

GÃœNÃœN HADÄ°SÄ°

"Cebrail bana komşuya iyilik etmeyi tavsiye edip durdu. Neredeyse komşuyu komşuya mirasçı kılacak sandım."

Buharî, Edeb 28; Müslim, Birr 140-141. Ayrıca bk. Tirmizî, Birr 28; İbni Mace, Edeb 4

TARÄ°HTE BU HAFTA

*Kanije müdafaası(18 Kasım 1601) *Hz.Fatıma'nın(r.anha) Vefatı(22 Kasım 632) *İstanbul'un Müttefikler Tarafından İşgali(23 Kasım 1918) *Alparslan'ın Şehadeti(24 Kasım 1072) *Öğretmenler Günü(24 Kasım)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SÄ°TE HARÄ°TASI