PERSPEKTÄ°FE GÄ°REN ÅžAHISLAR-29

Muhammed Kutup(Mısırlı mütefekkir, Seyyid Kutup’un kardeşi) Muhammed Kutup’un en temel vasfı teorisyen olmasıdır. Mütefekkirden öte bir teorisyendir. Tefekkür boyutunu aşan bir nazariyatçı kimliği ve yönü vardır. Teorik anlamda Batı-Doğu ilişkilerini elemiş ve Taha Hüseyin’in tam zıddına bir yol tutturmuştur.


Mustafa Özcan

mustafaahmetozcan@gmail.com

2020-12-09 11:37:09

Muhammed Kutup(Mısırlı mütefekkir, Seyyid Kutup'un kardeşi)

Muhammed Kutup'un en temel vasfı teorisyen olmasıdır. Mütefekkirden öte bir teorisyendir. Tefekkür boyutunu aşan bir nazariyatçı kimliği ve yönü vardır. Teorik anlamda Batı-Doğu ilişkilerini elemiş ve Taha Hüseyin'in tam zıddına bir yol tutturmuştur.

*Gazi Tevbe'nin de ifade ettiği gibi Muhammed Kutup pozitivizm ve türevlerine karşı kalemini kılıç keskinliğinde kullanmış ve bilhassa Darwinzm, Marksizm ve Freudculuğu elemiş ve onların İslam mizanında kameti kıymetini ortaya koymuştur.

* Merhum Muhammed Kutup'un Seyyid Kutup'tan daha farklı veya daha doğrusu temayüz etmiş ve gelişmiş köşeleri ve bazı özellikleri vardır. Aynı yönde aksalar da, Muhammed Kutup teorik olarak Batı fikriyatını daha fazla eleme imkânı bulmuştur. İngiliz dili ve edebiyatı mezunudur. Onun ötesinde Yunan fikriyatına merak salmıştır. Bu merak salma şerri öğrenmek için değil defetmek içindir.

* Muhammed Kutup, Yunan'dan modern Batı düşüncesine kadar bir bütün olarak Batı düşüncesini elemeden geçirir ve şunu söyler: "Batı ilimlerinde elbette doğrular vardır. Ama Batı düşüncesinin istikameti ve temeli yanlıştır. Cüziyatta ve tikellerde bazı doğrularına rastlamak mümkündür. İslam düşüncesi ise temel itibarıyla doğru ama zamanla üzerine yapılan yığınaklar, ilaveler veya tortular açısından hataları olabilir. İslam'ın kendisi doğru ve hak ama üzerine yapılan yorumlar gözden geçirmeye açıktır."

*Ahirzaman gariplerinden olan yani tersyüz edilen gerçekleri, bozulanı düzeltmek ve tashih etmekle mükellef olan Muhammed Kutup da epistemolojik alanda Batı'nın tersine bilimlerin merkezine insanı değil Allah'ı yerleştirir. Yanlış temeli doğrusuyla değiştirir. Muhammed Kutup bununla da kalmaz, İslam dünyasının yeniden şahlanışının veya ayağa kalkmasının Batı üzerinden değil, kendi ayakları üzerinden gerçekleşeceğini söyler. Bu yönde Buti ve benzerleri gibi komplekse yer vermez. İhtida olsa da İslam dünyasının geleceğini ihtida öyküleri belirlemeyecektir. Belki İslam dünyasının kendisine gelmesi ve dönmesi şekillendirecektir. Muhammed Kutup'un çalışmaları eleme ve onun üzerinde inşaya matuftur. Gazali felsefeyi elerken; Muhammed Kutup Batı bilimini elemiş ve ikisi de bilimin İslamileştirilmesi için çalışmıştır.

* Muhammed Kutup ise proje kapsamına girmeden anın bir görevi olarak sosyal ilimlerin İslamileştirilmesi için çalışır. Özellikle psikoloji ve sosyoloji sahasına girer ve bu alanlarda yeni bilgileri ve anlayışları İslam'ın mihengine vurur. Bu mihenge vurmayı veya orjinalleştirme çabasını veya aslileştirmeyi 'te'sil olarak ifade eder. Onun tercihen kullandığı 'te'sil' ifadesi 'esleme' ifadesinin eşanlamlılarından birisidir. Sosyal İlimlerin İslami Kökene İrca Edilmesi ( Havle't Te'sil El İslami Lil Ulumi'l İçtimaiyye) kitabı bu çalışmalarından birisidir. Düzeltilmesi gereken kavramlar ( Mefahim Yenbaği En Tusahhah) gibi kitapları da bu çığırdaki yeni hamleleri ve binadaki tuğlalarıdır.

* Muhammed Kutup Yunan felsefesinden modern Batı fikriyatına kadar peygamberler silsilesinin ve metodunun karşıt ağırlığını temsil eden cepheyi etüt etmiş ve İslam nazarıyla elemiş ve temel yanlışlarını ve tali doğrularını ortaya koymuştur. Daha doğrusu beşeri düşünce ile ilahi düşünceyi karşılaştırmış ve kitapları boyunca beşeri düşünce ile hesaplaşmıştır.

* Muhammed Kutup, garipler neslinin son kuşağını temsil ediyordu. Gurbet içinde gurbet yaşadı.

* Ali Tantavi'ye mukabil Muhammed Kutup İstanbul'u kendisine yar ve mesken tutmuştu. Mekke ile İstanbul arasında köprü kurmuştu. Birisi İslam'ın manevi diğeri de siyasi başkentidir.

* Muhammed Kutup, Hicaz esintilerini yüreğinde yaşayan; Fuzuli'nin deyimiyle 'süeda' taifesinden yani kutlular kervanından birisiydi.

* Seyyid Kutup da küçük kardeşi Muhammed Kutup da samimiyetlerinin sonucu olarak feraset ehlidirler. Abdullah Azzam merhum Muhammed Kutup'un bu yönüyle alakalı şunları yazar: "Bazen Muhammed Kutup beşinci hissiyle görmediklerimizi görür ve gelecek tahmininde bulunurdu. Bunları hayal ürünü ve evham olarak görürdüm. Lakin bu öngörülerinin vakıaya dönüştüklerini, gayb âleminden şahadet âlemine indiklerini bizzat müşahade ettim (Umlak el Fikri'l İslami, s: 76). Bunlardan birisi de, vefatı üzerine bu Amerikancıların onu terör üstadı olarak nitelemeleri ve adeta dirisini istemedikleri gibi ölüsünü de bu mübarek topraklara çok görmeleridir. Hazımsızlığından Katar'ın Suudi Arabistan'a ilhak edilmesini isteyen Dahi Halfan'ın Suudlu yüzü Muhammed Al-i Şeyh twitter hesabından şu çirkin ifadeleri kullanmıştır: "Ülkemizde terör rüzgârları estiren Muhammed Kutup terörün efendilerinden birisiydi. Bu nedenle kendisine rahmete müstahak değildi. Ona rahmet okumak caiz değildir (http://www.burnews.com/news/2014/04/04)." Ne diyelim: Kem söz sahibine aittir. Bu vesile ile Muhammed Kutup'un hangi şartlarda orada yaşadığını da görebiliyoruz. 

* Muhammed Kutup ile Seyyid Kutup iki kardeşten öte ruh ikiziydiler. Muhammed Kutup ağabeyi Seyyid Kutup'un açtığı çığırı ikmal etmiştir.

* Muhammed Kutup, "Yoldaki İşaretler" kitabını daha da açmış ve tafsil etmiştir. Yirminci Yüzyılın Cahiliyeti (Cahiliyetü'l Karni'l İşrin) kitabı, Seyyid Kutup'un kaldığı yerden devamıdır. Yirminci Yüzyılın Cahiliyeti aslında asra teşhis koymaktır. Muhammed Kutup yirminci yüzyılın ikinci cahiliyet asrı olduğunu yazmıştır. Batı merkezli bir cahiliyet asrı. Bunun içinde adını, 14'üncü yüzyılın değil, 20'inci yüzyılın cahiliyeti koymuştur. Lakin Batı'ya bağımlılık suretiyle ve edilgenlikle Müslümanlar da bu anafora kapılmışlardır. Zira 20'inci yüzyıl da Müslümanlar istiklaliyetlerini ve siyasi bağımsızlıklarının sembolü olan hilafeti yitirmişlerdir. Hicri 14'üncü yüzyılda da toplum olarak Müslümanlar Batı cahiliyetinin gölgesinde yaşamışlar ve onun tortularına kapılmışlardır.

*Vefatından önce son konuşmalarından birinde Seyyid Kutup'un kardeşi Muhammed Kutup'a, 'şimdi eskisi gibi yazıyor olsa hangi konuya ağırlık vereceği' soruluyor. Bilindiği gibi Muhammed Kutup 1960 ve 1970'li yıllarda yazmaya yoğunlaşıyor. Son yıllarda ise sağlık nedeniyle yazmaya ara vermiştir. Soruya verdiği cevap çok manidar: "Şimdi yazma kudretim olsa Şii yayılmacılığı üzerine yoğunlaşırdım."

* Muhammed Kutup'u tek bir sıfatla anlatmak zor. Kutup ailesinin kadim dostlarından ve dava arkadaşlarından Yusuf Karadavi, hakkında, 'Kutup ailesinin alemdarı, sancaktarı', 'İslam'ın çocuğu' sıfatını kullanıyor. Lakin onunla ilgili anlatılanlar ve ayrıntılar bana diğer bir sıfatını daha keşfettirdi. Kâbe'nin çocuğu!

* Muhammed Kutup'un kitaplarının fihristi veya 'levh-i mahfuz'u veya çekirdeği mesabesindeki kitap 'Madde ile İslam Arasında İnsan' kitabıdır. Daha sona diğer kitaplarında bunun açılımını yapmış ve materyalizm ( maddiyyun) mesleğini ve mezhebini batıcılık fikri altında irdelemiş ve incelemiştir. Lakin materyalizmi kapitalizm ve komünizm olarak iki kola ayrılmıştır.

* Muhammed Kutup, Batı fikriyatını içeriden elemekte ve tahlil etmektedir. Madde ile İslam Arasında İnsan kitabında Freud gibi Batı felsefesinin kutuplarına çok önem verdiğini fark eder ve daha sonraki baskılarında yazdığı mütemmim mukaddimelerde Freud'un bütün bu satırlara değmeyecek çapsız bir adam olduğunu söyler. Benzerleri gibi sefil ve sefih bir adamdır. Sadece saçmalamaktadır. Hezeyanlarını fikir sureti giydirmektedir. Şeytan değersiz olduğu gibi aveneleri ve tabileri de değersizdir. 

*Atası İbrahim'in diyarında itilip kakıldığında ve 'terör üstadı' olarak damgalandığında Karadavi başta olmak üzere Abdurrahman İbni Umeyr Nuaymi gibi dostları onu Katar'a davet ederler. O ise son demlerinde Kâbe'nin çocuğu olarak Beytullah'a bitişik olarak kalmayı ve yaşamayı arzu etmektedir. Hazret-i İbrahim'in duasındaki gibi Kâbe'nin havası ve muhabbetine kapılmış ve gark olmuştur! Suudlu liberaller ve çağdaş cahiliye temsilcileri veya Ebu Cehil'in yaşayan karaltıları onun Kâbe'den veya Hicaz'dan kovulmasını ve atılmasını isterler. Kampanya yürütürler. Hatırlı bir kişi olduğundan bunu göze alamazlar ama orta bir yol bulunur. Burada kalması karşılığında hiçbir faaliyete katılmayacaktır. Zaten son yıllarda sağlığı da bu tür faaliyetlere el vermemektedir. Kâbe'de rabbiyle buluşma ve konuşmaya devam eder. Rabbiyle konuşma karşılığında insanlarla buluşmaktan feragat eder.

* Merhum Muhammed Kutup'u etkileyen ve yönlendiren birinci kişi ve üstat, bizzat abisi Seyyid Kutup olmuştur

* Muhammed Kutup da abisinden edebiyat sevgisini almış ve Gazali gibilerde görülen ve Arapların 'nehm' dedikleri okuma tutkusuna kapılmıştır. Ailenin ilgi duyduğu edebiyatçılar arasında Mazini, Taha Hüseyin ve Akkad da vardır.

* Kutup ailesi, Nasır çıkmasaydı belki de edebiyatçı olarak kalırdı. Kitaplar arasında yaşayabilir ve teorisyen ve dava adamı olmayabilirlerdi. Anlaşılan kader onlara farklı bir yol çizdi. Ailenin ortak yönlerinden birisi de çağımızın Al-i Yasir'i olarak anılmalarıdır. Aile bütün fertleriyle birlikte Nasır döneminde işkenceden geçirilmiş ve kız kardeşleri Kübra'nın çocuklarından birisi de genç yaşında işkence altında can vermiştir. Muhammed Kutup, Nasır ve insan kılığındaki cellâtlarının bütün bu insanlık dışı işkenceleri uluslararası Siyonizm hesabına yaptıklarını ifade etmektedir.

* Seyyid Kutup, Muhammed Kutup'un fikri rehberidir. Muhammed Kutup da Seyyid Kutup'un manevi ve fikri varisidir.

* Muhammed Kutup'a göre, günün veya anın vacibi ve görevi Şiilik yayılması ve tehlikesine karşı dikkat çekici yayınlar yapmaktır. Kendisiyle yapılan son konuşmalardan birisinde 'Gördüğünüz kadarıyla şu anda üzerinde durulması gereken fikri akım ve mezhep hangisidir?' sorusuna şöyle manidar bir cevap veriyor : "Şia'nın bölgede yayılmasıdır (dalmak anlamında tevaggul ifadesini kullanıyor)." Son yıllarda okuma ve yazma melekesini kaybetmese, bu konu üzerine yoğunlaşmak isteyeceğini ifade ediyor. (http://www.eltwhed.com/vb/archive/index.php/t-30938.html ).

* Muhammed Kutup da Seyyid Kutup idam edildiği sırada cadı avı furyası sonucu içeridedir. Ardından Sedat döneminde hapisten kurtulunca seleflerinden Mahmut Şakir'in yaptığı gibi soluğu Hicaz'da peygamber yurdunda alır. Kendini Hicaz'a sevgililerin sevgilisinin yanına sürgüne gönderir. Oraya sığınır. Hazreti İsmail'den beri sürgünler evi olan Kâbe'nin civarını mesken edinir ve oraya mücavir olur. Ali Tantavi gibi diğer sürgünlerin komşusudur. Uzun yıllar Mekke'de bir nevi inzivada yaşarken; 95 yaşında iken 4 Nisan 2014 günü Cidde'de bir hastanede Hakkın rahmetine kavuşmuştur.

* Muhammed Kutup çileli ama seçilmiş ailenin Seyyid Kutup'tan sonra en önemli ikinci teorisyenidir. Aile gerçekten de mübarek bir ailedir.

Muhammed Mursi

AB Dış Politika eski Sorumlusu Catherine Ashton, Mürsi ile darbe sonrası kaçırıldığı yerde görüştüğünde 'arkanda 20 bin kişi bile yok' deme küstahlığını gösterince Mürsi ona hak ettiği cevabı vermiştir: "Öyleyse benden niye korkuyorlar?"

* İhvan-selefi karışımı Hazım Ebu İsmail sürekli olarak Sisi ve ordu konusunda ilgi yerleri uyarır ve Mürsi ve arkadaşlarını temkinli ve dikkatli olmaya çağırır. Lakin hüsnü zanları ağır basar. Sisi pazartesi günleri İttihadiye Sarayını ziyaretlerinde kendisine yapılan ikramları sürekli olarak geri çevirir. Kendi ifadesine göre pazartesi oruçlarını tutmaktadır. Bazen Mürsi'nin arkasında saf tutmakta ve birlikte namaz kılmaktadırlar. Bundan daha güzel bir tablo olabilir mi? İşte bu tablo veya görüntü Mürsi'yi aldatır. Bu Sisi'nin sadece görünen yüzüdür. Gerçek yüzüyle ortaya 30 Haziran ve 3 Temmuz 2013 tarihinde çıkar. 

* Yusuf Neda mühim bir tespitte buluyor ve bu tablo ışığında Mürsi'nin cumhurbaşkanlığı görevini almasına gönlünün elvermediğini ifade ediyor. Yanlışları sonucu Askeri Konseyi alaşağı eden Mürsi ve arkadaşları sonrasında askerin kuşatması altına alınmışlardır. Bunu ilk görenlerden birisi cumhurbaşkanı adaylarından Hazım Ebu İsmail'dir. Mürsi eski rejimin kurumları tarafından kuşatılmıştır. Üzerine bir de karşıt ideolojik halk grupları salınmıştır. Sisi, Temerrüt gibi hareketleri kurgulamış ve liberal kesimler de onların yanına katılmış ve İnkaz veya Kurtuluş Cephesi adıyla muhaliflerden gökkuşağı tarzında şemsiye cephe teşekkül etmiştir. Yusuf Neda'nın ikinci mülahazası ise Muhammed Mürsi'nin devr-i sabık (ahdu'l baid) oluşturmaktaki başarısızlığıdır. Bu eski rejimin kalıntılarının temizlenmesi ve meşruiyetinin tartışmasız reddedilmesidir. Eski rejimin tamamen mahkûm edilmesidir. Eski rejimin kalıntıları temizlenemeyince yaralı yapı harekete geçmiş ve Mürsi'yi devirmiştir.

*Mısır'da ise Sisi tek adamdır. O istemedikçe Mürsi'nin idamı düşünülemez. Bununla birlikte, azgın çevrelerin baskılarını yok farz edemeyiz. Elbette Sisi de hasmından kurtulmak isteyebilir. Milli Birlik Grubu'nun Menderes ve arkadaşları için aklından geçen formül bizzat Muhammed Mürsi'ye de askeri konsey tarafından teklif edilmiştir. Kendisi ve ailesiyle istediği ülkeye gidebileceği ve bu takdirde kendisini mali açıdan desteksiz bırakmayacakları teklif edilmiştir. Kısaca Mürsi'ye kansız bir darbe öngörülmüştür. Nasır ve Hür Subayların Kral Faruk'a uyguladıkları formül aynı şekilde Mürsi'ye uygulanacaktır. Lakin Mürsi Faruk veya Demirel gibi şapkasını alarak çekip gitmemiştir. Direniş yolunu seçmiştir. Bu da kansız tasarlanan darbeyi çok kanlı hale getirmiştir. Peki! Sürecin kanlı hale gelmesinde direnişin veya Mürsi'nin kabahati var mı? Elbette yok. Bu ihkak-ı hak talebidir.

*Muhammed Mürsi'nin kızı Şeyma darbe sürecinde cuntanın babasıyla görüştüğünü ve babasına bu teklifi götürdüğünü lakin babasının bu teklifi elinin tersiyle ittiğini beyan etmiştir. Askeri cunta, Mürsi'den istifasını vermesini ve çekip gitmesini istemiş ve buna mukabil istediği ülkeyi seçebileceğini ve ilaveten kayd-ı hayat boyunca kendisine ve ailesine mali imtiyazlar tanınacağını taahhüt etmiştir. Mürsi ise halkın emanetine ve namusuna ihanet etmemiş ve imtiyazlı sürgün yerine hapis hayatını yeğlemiştir. Evet! Mürsi, Sisi gibi emanete ihanet etmemiş ve canı pahasına dik durmuştur. Bunun sonucunda hak ortaya çıkmış ve saflar belirginleşmiştir. Darbe süreci dost düşmanı öğretmiştir. Bu da az bir kazanım değildir. Doğru bir yeniden başlamaya vesiledir. Menderes'ten Mürsi'ye; darbeleri benzedi ama inşallah akıbetleri benzemez.(tabii bu satırlar yazıldığında tarih 2014'tü. Şimdi Mursi mazlumen vefat etmiştir. Mevla Rahmet eyleye)

Devrik Cumhurbaşkanı Muhammed Mürsi döneminde de İran, Mısır'a kanca atmak istemiş ve Sudan modeline benzer bir modelle turizm seferleri ve yatırımlar karşılığında -onlara göre- eski Şii yurdu olan Mısır'da dailik yani Şiiliği yayma izni koparmak istiyorlardı. Karadavi gibi alimlerin sakındırmasıyla birlikte Muhammed Mürsi İranlıların cömert teklifine karşı çıkmak zorunda kalmıştır. Onun ötesinde üzerindeki kurumsal ve iç baskılara rağmen Esat rejimiyle ilişkilerini kesmişti.

* Günümüzde devrik Cumhurbaşkanı Muhammed Mürsi bir nevi Hazreti Osman ve Hazreti Hasan veya İkinci Abdulhamit modelleriyle anılırken bir de Ömer Mekrem modeliyle kıyaslanmaktadır. İki lafı bir araya getiremeyen; bütün sermayesi kurnazlık ve kalleşlik olan Sisi, Mehmet Ali Paşa'ya benzetilirken Mürsi de Ömer Mekrem'e benzetiliyor. Bu benzetmelerin hepsinde eksiklik olabilir. Buna kıyas maa'l farik denmektedir.

* Hadis ibaresiyle İran 'labisi sevbeyyi'z zur' olmuş yani kendisine ait olmayan bir elbiseyi giymek istemiş ve onunla da kalmamış ona tuzak kurmuştur. Bundan dolayı Mürsi yıkılırken Şii din adamları bayram etmiştir. Zaten onlardan samimi bir dostluk beklenemez. Ya uşağı ya da düşmanı olursunuz. Mısırlı yazar Cemal Sultan'ın ifadesiyle Mürsi'nin devrilmesinde mızrak ucu olan Temerrüt hareketi iki kuluçka tarafından üretilmiştir. Mısır Muhabaratı ve teşeyyü (Şii hareketi) çevreleri. Köpek taciri Mahmut Bedr böyle bir terkiptir. Bu nedenle Sisi'nin göreve başlama törenini boykot eden Katar ve Türkiye'ye mukabil İran bir sürpriz yaparak; Dışişleri Bakan Yardımcısı Hüseyin Emir Abdullahiyan düzeyinde katılmıştır. İki taraf da hayrını görsün! İran'ın temsil düzeyi ABD'nin üzerinde olmuştur. İki tarafın da sermayesi de kaypaklıktır.

* Zorlama yoluyla Mısır'ın kayıpları ve İhvan'ın tenkili Türkiye'nin ve AKP'nin üzerine boca edilmiş. Halbuki, süreçte İhvan ve özellikle de Mürsi birçok yanlış yaptı. Zaten Biltaci'nin sözleri bu ve benzeri yazarları tekzip ediyor. Savunma konuşmasında güvene layık olmayanlara güvenerek yanlış yaptıklarını ifade etmemiş midir?

* Mürsi'nin eşi de Sisi'nin namazıyla, orucuyla kendilerini aldattığını söylemiştir. Esasında, Mürsi'nin bir yıllık iktidarı süresinde İhvan içinde farklı düşünen kesimler olmuştur. Ama süreç hızlı aktığından kumanda masasındaki kontrol kaybedilmiştir. Abdulmünim Ebu'l Futuh gibi fırsatçılar da parazit yapmışlar ve cemaatin görüş alanını bulanıklaştırmışlardır Öncelikli olarak Müslüman Kardeşlerden bazı isimler 'bir devleti veya ülkeyi bir cemaat yönetemez' diyerekten İhvan merkezli bir yönetim anlayışına sıcak bakmamışlardır. Ama fiiliyatta durum böyle görünmüştür. Bu elbette bazılarını kışkırtacaktı ve nitekim öyle olmuştur. Mürsi'nin cumhurbaşkanı olmasından sonra İhvanlaşma (Ehvene)suçlaması başlamış ve cemaatin devletin çarklarını ele geçirmeye (istihvaz ale's sulta) başladığı iddiası yayılmıştır.

*25 Ocak/11 Şubat devrimiyle Mısır'da rejimin tepesi yıkılmış ve Mübarek kenara itilmiştir. Lakin eski yapının gövdesi, kurumları ve çatısı aynı kalmıştır. Bunlar Körfez parasıyla Batı siyaseti arasındaki dengede ve gergefte darbeyi pişirmişlerdir. Mürsi'nin yönetim biçimine içeriden de eleştiriler yapılmıştır. Ordu konusunda ilk andan itibaren dikkatli olunmasını isteyen Hazım Ebu İsmail gibiler dinlenmemiştir. İkinci olarak Yusuf Neda gibi İhvan'ın deneyimli isimleri ve kalıntılar üzerine kurulu yapı varken iktidara gelmede dikkatli olunmasını istemiş ve devr-i sabık anlayışını ve siyasetini şart koşmuşlardır. Devri sabık yarım devrimin tamamlanması anlamına gelecektir. Yaralı aslan gibi yarım devrim de tehlikelidir. Buna mukabil, Muhammed Mürsi iyi niyetle davranmış ve müdara yani idare yoluna seçmiştir. Ordunun tertip ve planlarını gecikmeli olarak görmüş ve tepki vermiştir. Bu da ölümcül bir hata olmuştur. Tutuk davranmış ve gelişmelere seyirci kalmıştır. Muhammed Mürsi neden sonra ordunun muhtırası akabinde kayda aldığı bir konuşmayı yayınlamayı düşünebilmiştir. Ama bu post mortem bir adım olmuştur.

Kimileri de bu oynak yazarın aksine, Mürsi erken davranmış olsa ve askere tekaddüm ederek halka yönelse belki de vartayı atlatabileceğini ve oyunu erkenden bozabileceğini varsaymaktadır. Bu da sadece bir varsayımdır. Araba devrildikten sonra yol gösteren çok olur. Belki yine de sine-i millete dönmek çarelerden birisi olabilirdi. Varsayımlardan bir diğeri şudur: Mürsi Türkiye'nin telkinlerini dinlediği için değil belki eksik dinlediği veya vaktinde dinlemediği için kaybetmiştir. Ordu ve kalıntı kurumlarla yüzleşmek yerine müdarayı seçmiştir. Muhammed Mürsi tabir caizse adeta kaderine razı olmuştur. Sivil ve askeri bürokrasi önünü kesmiş ve yönetimini kilitlemişti. Bu durumda önünde topu topu iki seçenek bulunuyordu. Nacih İbrahim'in analizine göre, bu iki yoldan birisi Hazreti Osman'ın ikincisi de Hazreti Hasan'ın yolu idi. Askerler Mürsi'ye Hazreti Hasan'ın yolunu teklif etmişler ve çekip gitmesi karşılığında servete boğma vaadinde bulunmuşlardır. Bu aynı zamanda Nasır'ın Kral Faruk'a yaptığı tekliftir. Lakin Mürsi Hazreti Osman gibi davranarak çekilmeyi reddetmiştir. Hazreti Osman ret gerekçesini şöyle ifade etmiştir :" Allah'ın bana giydirdiği elbiseyi, elimle çıkarmam.' Bunun üzerine vaziyet kanlı olaylara müncer olmuştur. Mürsi de 'Halkın giydirdiği kisveyi askerin keyfi için çıkarmam' demiştir.

*Mürsi'nin önünde zannedildiği gibi kolay bir seçenek bulunmuyordu. Sadece hangisinin daha az kötü olacağı tartışma konusu yapılabilir. En doğrusu baştan kademeli olarak iktidara gelmeleriydi. Lakin bunun getirilerini ve eski yapı ve rejimin buna tepkilerini de kestiremiyor ve bilemiyoruz. Yazar Mürsi'nin devrilmesiyle ilgili yorumlarını şahsi kin ve garezine alet etmiştir. Böylece ulusalcıların da gözüne girmiştir. Mesele tasvir ettiğinden daha karmaşık ve Türkiye'nin rolü de o oranda belirsizdir. Burada tek seçici ve yönlendirici olarak Türkiye'yi görmek veya göstermek Mürsi'yi ve onun arkasında Müslüman Kardeşleri hafife almak ve kukla konumuna sokmaktır. Bu tür indirgeme yorumlar adaletsizdir. Elbette Türkiye'nin rolü de sorgulanabilir. Ama bu tarz değil. Esasında, Mürsi'nin akıbeti girilen yolun tabii sonucudur. Bununla birlikte Sisi daha kötü bir yola sapmıştır. Onun hangi irtifadan düşerek paramparça olacağı da belli değil.

-devam edecek-

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DÄ°ÄžER YAZILAR

Çünkü Allah, haktır. O'ndan başka taptıkları ise hiç şüphesiz batıldır. Gerçekten Allah çok yüce, çok büyüktür.

Lokman, 30

GÃœNÃœN HADÄ°SÄ°

Mü'minin sezgisinden sakının, çünkü o Allah'ın nuruyla bakar.

Taberani

TARÄ°HTE BU HAFTA

*Kanije müdafaası(18 Kasım 1601) *Hz.Fatıma'nın(r.anha) Vefatı(22 Kasım 632) *İstanbul'un Müttefikler Tarafından İşgali(23 Kasım 1918) *Alparslan'ın Şehadeti(24 Kasım 1072) *Öğretmenler Günü(24 Kasım)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SÄ°TE HARÄ°TASI