MUHAKEMAT NOTLARI-21
Ders: Birinci Makale, 12. Mukaddime(devam) İzah: Prof. Dr. Ahmet Akgündüz *“Fahr olmasın; zaman-ı sabavetimden(çocukluğumdan) beri üssülesas-ı meslekim(benim metodumun temeli); ifrat ve tefrit ile(aşırılıklarla) hakaik-i İslâmiyete(İslam hakikatlerine) sürülen lekeleri temizlemek ve o elmas gibi hakikatlarına saykal vurmak(cilalamak) idi. Bu mesleğime tarih-i hayatım, pek çok vukuatıyla şehadet eder.”(Muhakemat, s. 50)
Ders: Birinci Makale, 12. Mukaddime(devam)
İzah: Prof. Dr. Ahmet Akgündüz
*"Fahr olmasın; zaman-ı sabavetimden(çocukluğumdan) beri üssülesas-ı meslekim(benim metodumun temeli); ifrat ve tefrit ile(aşırılıklarla) hakaik-i İslâmiyete(İslam hakikatlerine) sürülen lekeleri temizlemek ve o elmas gibi hakikatlarına saykal vurmak(cilalamak) idi. Bu mesleğime tarih-i hayatım, pek çok vukuatıyla şehadet eder."(Muhakemat, s. 50)
Not: Üstad Bediüzzaman, Muhakemat'ı yazmadan önce de orada geçen meselelere devamlı olarak ders ve sohbetlerinde değinirmiş. 1907 senesinde İstanbul'a gitmek üzere geldiğinde bir ay kaldığı Erzurum da da böyle olmuş. O günlerde kendisine bir ay kadar hizmet eden Erzurum'un son devir büyük âlimlerinden Tivnikli merhum Hacı Faruk Bey bunu şöyle anlatmış(nakleden, talebesi merhum Mehmed Kırkıncı Hocaefendi); " Her akşam şehrin ileri gelen ağalarının evinde ziyafet verilir ve ardından da sohbet edilirdi. Bu sohbetler de ekseriya Bediüzzaman Hazretleri Erzurum ulemasına Avrupa'nın ilim ve teknikte ilerlediğini, bizim ise sadece dinî ilimleri okumakla yetindiğimizi, bu yüzden Avrupa'ya yetişemeyeceğimizi anlatırdı. Dinî ilimlerin yanı sıra dünyevi ilimleri de okumak gerektiğini tavsiye ederdi. Şarkta kurulacak bir darü'l-fünuna bütün İslam ülkelerinden talebeler geleceğini, böylece İslam Birliğinin temelinin atılmış olacağını anlatırdı. Bize de sadece ulum-u nakliye ile değil, ulum-u akliye ile de meşgul olmamızı söylerdi. Sadece nakli ilimle meşgul bazı hocaların, ilmin ve fennin kabul ettiği birtakım hakikatlere karşı çıktıklarını, bunun da İslam'a zarar verdiğini söylerdi. Bazı safdil medrese ehlinin hâlâ dünyanın sabit ve düz olduğunu iddia etmelerini üzülerek anlatır, bu ve benzeri yanlışlıklara düşülmemesi için medreselerde dinî ilimler yanında fennî ilimlerin de okutulması gerektiğini tekrarlardı.
Bazı medrese ehlinin ayet ve hadislerde geçen mecazi manaları hakikat telakki ederek din düşmanlarının İslam'a saldırmalarına zemin hazırladıklarını söylerdi.
Bir defasında yine bu manayı anlatırken,
"Mecaz, ilmin elinden cehlin eline düşerse, hakikat telakki edilir ve hurafata kapı açar." buyurmuştu. O'nun bu sözünü hayretle karşıladık ve doğrusu bu gencin fikirleri ve sohbetleri bizde derin izler bıraktı. O'nu takdir etmekten kendimizi alamadık.
Hocam Faruk Efendi Üstadın bu fikirlerinden etkilenerek fennî ilimler tahsil etmeye başladığını, hatta diploma alarak harf inkılabına kadar lisede o günkü adı ile idadide muallimlik yaptığını anlattı."(Mehmed Kırkıncı, Hayatım Hatıralarım, s.29-30, Zafer Yayınları, İst. 2013, 6. Baskı)
*Bununla beraber, bugünlerde küreviyet-i Arz gibi bedihî bir mes'eleyi zikrettim. O mes'eleye temas eden mesail-i diniyeyi tatbik ve tevfik ederek düşmanların itirazatını ve muhibb-i dinin vesveselerini def' eyledim. Nasıl ki mesailde mufassalan gelecektir. Sonra gulyabanî gibi, hayalâta alışan zahirperestlerin dimağları kabul etmeyecek gibi göründüler. Fakat asıl sebeb başka garaz olmak gerektir. Güya göz yummakla gündüzü gece veya üflemekle güneşi söndürmeye ihtimal vermek gibi bir hareket-i mecnunanede bulundular. Güya onların zannınca küreviyet-i arza hükmeden, dinde çok mesaile muhalefet ediyor. (Muhakemat, s.51)
Not: Bu meseleyi düşünürken yüz küsur sene öncesini nazar-ı itibare almak yerinde olur. Maalesef o sırada İslam âleminde öyle hocalar ve dinde hassas muvazene-i akliyede noksan kişiler vardı ki; Üstadın Muhakemat'ın başında dediği gibi, "bazı zevahir-i diniyeyi, fünunun bazı mesailine muarız tahayyül ederek ürktüler. Ezcümle: Küreviyet-i arz ki, fünunun en birinci derecesi olan coğrafyanın en birinci basamağıdır. İleride gelecek altı mes'eleye münafî zannettiklerinden, bu bedihî mes'elede mükâbere etmekten çekinmediler(Muhakemat, s. 11) ve bunların fikir seviyesi için de şöyle diyor; Maatteessüf benim ile şu zamanın kıt'asında iştirak eden cümlesi(birçoğu); eğer çendan, sureten onüçüncü asrın evlâdıdırlar, fakat fikir ve terakki cihetiyle kurûn-u vustânın yadigârlarıdırlar. Güya muasırlarımız, üçüncü asrın nihayetinden onüçüncü asra kadar geçmiş olan asırların fihristesi veyahut enmuzeci veyahut melez bir kavimdirler. Hattâ bu zamanın çok bedihiyatı, onlarca mevhumat sayılır."(Muhakemat, s. 11)
Değil o zaman, aradan kırk sene geçmiş, 1940'lara 50'lere gelinmiş, Emirdağ'da bir hocanın Üstada yazdığı suale bakın; "Sual: Küre-i Arz'ın kürevî olduğuna dair bir âyet var mı ve hangi surededir? Müstevî veya kürevî olduğunda tereddüdüm vardır. Her hükûmetin bulunduğu arazi deniz ortasındadır. Bu denizlerin etrafını muhafazakâr neler var? Lütfen beyanını rica eder, ellerinizden öperim. Emirdağlı Ali Hoca
"Risale-i Nur bu çeşit mesaili halletmiş. Küreviyet-i Arz ulema-i İslâmca kabul edilmiş, dine muhalefeti yok. Âyetteki satıh demesi, kürevî olmadığına delalet etmiyor. Müçtehidlerce "istikbal-i kıble" namazda şart olması ve şart ise bütün erkânda bulunması sırrıyla, secde ve rükû'da istikbal-i kıble lâzım geliyor. Bu ise yerin, zeminin küreviyeti ile ve şer'an kıble Kâ'be-i Mükerreme'nin üstü tâ arşa kadar ve altı ferşe kadar bir amud-u nuranî olması, küreviyetle istikbal erkânda bulunabilir.(Şualar, s.507)
O sırada şarktan garba kadar İslam dünyasının mus'ab olduğu cehalete Safahat şairi iki şiirinde ne kadar güzel parmak basar; biri 1910'ların Türkistan'ından;
" O Buhârâ, o mübârek o muazzam toprak;
Zilletin koynuna girmiş uyuyor müstağrak!
İbn-i Sînâ'ları yüzlerce doğurmuş iklîm,
Tek çocuk vermiyor âguşuna ilmin, ne akîm!
O rasad-hâne-i dünyâ, o Semerkand bile;
Öyle dalmış ki hurâfâta o mâzîsiyle:
Ay tutulmuş, "Kovalım şeytanı kalkın!" diyerek,
Dümbelek çalmada binlerce kadın, kız, erkek!" (M. Akif Ersoy Safahat, s.217-218, Karanfil Yayınları, İst. 2015)
Diğeri de aynı yılların İstanbul'undan;
"Bak anne, aydede bak bak!
Aman da mâşallah
Değirmi tabla kadar var...
-Susundu Ayşe, günah.
-İlâhi teyze tuhafsın, neden günâh olacak?
-Günah dedim ya, bırak, şimdi...
-Haydi sen de bunak!
- Bunak munak deme billâhi çarparım elimi...
Aşifteler sizi... Âhir zaman tevekkeli mi!" (M. Akif Ersoy Safahat, s.120, Karanfil Yayınları, İst. 2015)
Delilleri de meşhur Celaleyn tefsirinde İmam Celaleddin Suyuti'nin hocası olan Celaleddin Mahalli'nin dünyayı düz bir satıh olarak yorumlamasıdır. Celaleddin Mahalli büyük bir alleme, ama
وَإِلَى الْأَرْضِ كَيْفَ سُطِحَتْ
"yerin nasıl yayıldığına bir bakmazlar mı?"(Gaşiye: 88/20) ayetini dünyanın bir düz yüzey olduğu şeklinde tefsir etmiş.
Not: İlgili yerde merhum Mahalli; "Ehl-i Heyet'in(Coğrafya âlimlerinin) dedikleri gibi küre değildir" de diyor. (Ahmed b. Muhammed es-Sâvî, Hâşiyetü's-Sâvî alâ Tefsîri'l-Celâleyn, Cilt: 4, s.444, Daru'l Hadis, Kahire, 2011)
Not: 2: Hüseyin Cisri merhum da Risale-i Hamidiyye'de Üstadın belirttiği gibi din namına arzın kürevi olduğunu inkâr edenlere çatmaktadır. Merhum diyor ki; "Bu tür kıt bilgi sahiplerinden ben işittim ki; "Amerika kıtasının varlığını kabul etmek İslam dininde caiz değildir. Çünkü bu, yerin küre şeklinde olduğunu teslim etmeyi gerektir ki, bu da İslam itikadına terstir."
Zavallı! Bu cehaletiyle ehl-i İslam'a mahsusat sahasına çıkmış meselelerde mükabere(kibirle kavga çıkarmak, niza etmek) ve milletler arasında alay konusu olmayı yüklüyor."
"Ona lazım olan şey İslam ümmetinin büyük âlimlerinin -mesela İmam Fahreddin-i Razi gibi- kürenin arz olduğunu kabul eden ve zahiren dünyanın düz olduğuna dair nassları te'vil eden görüşlerini almak değil midir?
Mesela;
وَالْأَرْضَ بَعْدَ ذَلِكَ دَحَاهَا
"Ondan sonra da yerküreyi düzeltti"(Naziat: 79/30) Muhakkak dahv(düzeltmek)den murad zahiren tesviye olup sakinleri için yaşamaya elverişli kılmak manasındadır, bazı müfessirlerin dedikleri gibi."
Hüseyin Cisri merhum bu gibi şeyleri söyleyenler için diyor ki; "O dine sadıktır ama sadık-ı ahmaktır ve cehaletinin çokluğu ve aklının kıtlığı sebebiyle din düşmanlarından daha çok dine zararlıdır." (Hüseyin Cisri, Risale-i Hamidiyye, s.388-389, Daru'l Eyman, Lübnan, 1998)
Merhum Manastırlı İsmail Hakkı Efendi de Risale-i Hamidiyye tercümesindeki haşiyesinde şöyle yazmaktadır;
الَّذِي جَعَلَ لَكُمُ الأَرْضَ فِرَاشاً
"… O öyle bir Allah'tır ki sizin için yeri bir döşek yaptı"(Bakara: 2/22) ayetinin tefsirinde merhum Beydavi; "Arzın bize döşek olması; arzın tabiatı, onun üstünün su ile çevrili olmasını gerektirirken bir kısmının açık kılınması ve pek sert veya su ve hava gibi son derece yumuşak olmayarak orta halde bulunması sayesinde yerleşip oturmaya ve yaşama sebeplerini elde etmeye elverişli olmasından ibarettir. Bu da sırf irade ve hikmet sahibi olan Rabbimizin lütuf ve yardımının eseridir dedikten sonra, "arzın döşek kılınması bazılarının iddia ettiği gibi astronomi ilminde ispatlanmış olan kürelik gerçeğine aykırı değildir. Çünkü küre pek büyük olunca, her kıtasının döşeklikte düz bir alan durumunda olacağı açık bir hakikattir" demiştir.(Manastırlı İsmail Hakkı, Risale-i Hamidiyye Tercümesi, s. 366, sad. Ahmet Gül, Bahar Yayınları, İst. 1973)
*" Bununla beraber, bugünlerde küreviyet-i Arz gibi bedihî bir mes'eleyi zikrettim. O mes'eleye temas eden mesail-i diniyeyi tatbik ve tevfik ederek düşmanların itirazatını ve muhibb-i dinin vesveselerini def' eyledim."(Muhakemat, s. 50) Ne demek dini meselelere tatbik? Mesela İmam Şafii hazretlerinin içtihadına göre namazda Kâbe'nin aynına yönelmek gerekiyor. Ama insan rükûda ve sücudda yönelemiyor. Dünyanın yuvarlaklığıyla açıklıyor caiz olduğunu..
*"Hem de zahiriyyunun efkârını teşviş eden ve hayalâtını intizamdan çıkaran sıdk-ı enbiyanın delaili yalnız hârikulâdelerde münhasır olduklarını itikad etmeleridir. Hem de Peygamberimizin cümle hali veya ekseriyeti, hârika olmak itibar etmeleridir. Bu ise, vücud müsaade etmediği için mütehayyelâtları intizam bulamıyor(Muhakemat, s. 51) Peygamberlerin, mesela Rasulullah'ın (aleyhissalatu vesselam) Peygamberliğinin delilleri sırf mucizeler değil ki. Rasulullah'ın yemesi içmesi de mesela mükemmel bir delil. Bediüzzaman bunu 19. Mektupta anlatıyor. Bütün ahlakı mükemmel. Peygamberlerin her hareketi mucize olsaydı insanlara imam ve önder olmazdı. Furkan Suresinde buyruluyor;
وَقَالُوا مَالِ هَذَا الرَّسُولِ يَأْكُلُ الطَّعَامَ وَيَمْشِي فِي الْأَسْوَاقِ لَوْلَا أُنزِلَ إِلَيْهِ مَلَكٌ فَيَكُونَ مَعَهُ نَذِيراً أَوْ يُلْقَى إِلَيْهِ كَنزٌ أَوْ تَكُونُ لَهُ جَنَّةٌ يَأْكُلُ مِنْهَا وَقَالَ الظَّالِمُونَ إِن تَتَّبِعُونَ إِلَّا رَجُلاً مَّسْحُوراً انظُرْ كَيْفَ ضَرَبُوا لَكَ الْأَمْثَالَ فَضَلُّوا فَلَا يَسْتَطِيعُونَ سَبِيلاً
"Bir de «bu Peygambere ne oluyor? dediler: yemek yiyor ve çarşılarda yürüyor, ona bir Melek indirilse de maiyetinde yaver bir uyarıcı olsa ya! Veya ona bir hazîne bırakılıverse, yâhud güzel bir bahçesi olsa da ondan yese ya! Hem o zalimler «siz, sırf büyülenmiş bir adama tabi' oluyorsunuz» dediler. Bak senin hakkında ne kıyaslar, ne temsiller - yaptılar da çıkmaza saptılar, artık hiç bir yol bulamazlar"(Furkan: 25; 7-8-9)
Bu yazıya yorum yazın
Bu yazıya gelen yorumlar.
DİĞER YAZILAR
Ey iman eden kullarım! Şüphesiz benim arzım geniştir. O halde (nerede güven içinde olacaksanız orada) yalnız bana kulluk edin.
Ankebut, 56
GÜNÜN HADİSİ
SABAH İLE YATSI NAMAZLARINI CEMÂATLE KILMANIN FAZÎLETİNE DÂİR EBÛ HÜREYRE HADÎSİ
Münâfıklara sabah ile yatsı (cemâat) namazlarından daha ağır hiç bir namaz yoktur. (Halbuki) bu iki namaz(ın cemâatin)de olan (ecir ve fazîlet)i bilseler emekliye, emekliye (sürtüne, sürtüne) de olsa onlara gel(ip hâzır ol)urlardı. (Ebû Hüreyre)
SON YORUMLAR
- Bütün beytlerin tercümesini gönderebilir misiniz? sitede sadece son birkaç...
- Fıtrat, namaz, tevafuk, sırlar ve tüm bunların sahibi zişanı İlahi kusur...
- Selamünaleyküm İnternette mütalaalı risale i nur dersleri diye arama yapt...
- bu kıymetli yazıdan dolayı ahmed izz kardeşimize teşekkür ederiz çok mani...
- selamün aleyküm Ahmed kardeşimizi tebrik ediyor ve bu faideli tercümelerin...
- Yanında okuyan diğer öğrencileri; Molla Muhammed Kasori Molla Muhammed Era...
- Benim merhum babam Molla İbrahim Azizi de onun yanında icazeti tamamlamıştı...
- Teşekkürler. Sanırım Envar neşriyat idi.Tam hatırlayamıyorum.....
- Çok güzel bir çalışma Rabbım ilminizi arttırsın bu çalışmalarınızı...
- Merhaba, Ben Foliant yayınlarından uğur. Sizinle iletişim kurmak istiyoruz ...
TARİHTE BU HAFTA
*Kanije müdafaası(18 Kasım 1601) *Hz.Fatıma'nın(r.anha) Vefatı(22 Kasım 632) *İstanbul'un Müttefikler Tarafından İşgali(23 Kasım 1918) *Alparslan'ın Şehadeti(24 Kasım 1072) *Öğretmenler Günü(24 Kasım)
ANKET
Sitemizle nasıl tanıştınız?
Yükleniyor...