MUHAKEMAT DERSLERİ-15
Ders: Muhakemat, Birinci Makale, 8. Mukaddime İzah: Prof. Dr. Şener Dilek Bu Mukaddimenin çok hakimane mütalaa edilmesi lazım. Bu mukaddemede de çok önemli ölçüler vermektedir.
Ders: Muhakemat, Birinci Makale, 8. Mukaddime
İzah: Prof. Dr. Şener Dilek
Bu Mukaddimenin çok hakimane mütalaa edilmesi lazım. Bu mukaddemede de çok önemli ölçüler vermektedir.
Bu dersin esası: mazide yaşayan insanlar ile istikbalde yaşayan insanların karakterlerini, mizaçlarını, tarz-ı üsluplarını, hareketlerini mukayese etme noktasından fevkalade önemlidir. Mazi sayfasındaki insanların temel karakteristikleri, sıfatları ve istikbaldeki insanların vasıf ve sıfatlarını mukayese ediyor. Şimdi bu mukayese dün de lazımdı, bugün de lazım, yarın da ve kıyamete kadar lazım, niye? Üstat bir tabir kullanıyor; "sureten ve şeklen 20. asır ama ruhen fikren ve hissen mazinin derinlerinde" Adam sanki mazi yadigârı. Bakıyoruz; adam 20. yüzyılda yaşıyor ama fikir itibarıyla ortaçağın hissiyat kalıntısı. Bugün de var mı böyle var, yarın da olacak mı olur, kıyamete kadar da olur. Burada biz ebnay-ı maziye değil ebna-yı istikbale talibiz. İslamiyet'in ilası, ibkası, hakikat-i Kuraniyenin vuzuh ve rusuhu noktasından ebna-yı mazi ile ebna-yı istikbale dair mihenkleri, ölçüleri çok hâkimane tahlil etmek durumundayız. Bu noktadan bu ders fevkalade önemlidir…
Her şeyin metodu var mı var, öğrenmenin, okumanın, anlamanın, kılınç kullanmanın, ata binmenin, yüzmenin metodu var, usulü vardır. Okumak ve tedrisin de bir çok metodları vardır.
"Evet, mazi denilen mekteb-i hissiyatla, istikbal denilen medrese-i efkâr bir tarzda değildir."(Muhakemat, s. 35)
Üstadın ilk tesbiti; "mazi mektebi hissiyattır." Bakınız mektep diyor, ilk mektep çocukların ilkokulu gibi.. İlkokula giden çocukların özelliği nedir; hissiyat. Akıl, mantık, muhakeme, delil ve hüccet orada var mı, yok. Mazinin insanları mektebi hissiyatın talebeleri, çocuk mesafesinde. Ebnay-ı istikbal için ise "medrese-i efkâr" diyor. 13. asırdan itibaren İslam dünyasının fikri tetabbuatı, bakışı, ufku ve zenginliği medrese-yi efkâr olmak lazımdır. Fikir, düşünce, mantık, muhakeme, delil ve hüccet. Efendimiz aleyhisselatu vesselamın bir hadisi var ki; "eğer ben deccala yetişmiş olsaydım ona ilim ve hikmetle, delil ve hüccetle, mantık ve muhakeme ile cevap verirdim." (Not hadisin metninde; إنْ يَخْرُجْ وأَنا فِيكُمْ، فأنَا حَجيْجُهُ دونكُم،
"Şayet Deccal ben aranızdayken çıkarsa, ona karşı sizi müdafaa eder, onun delillerini çürütürüm" ifadesi vardır. (Müslim, Fiten, 110)
Demek ahir zamanda İslamiyet'in kutsiyetini terennüm etmek için "medrese-i efkâr" lazım. Üstadımız "ispat etmediğim bir mesele yazmadım" diyor, akıl, mantık, delil ve hüccetle yürümek şiarıdır.
*"Evvelâ: Ebna-yı maziden muradım, İslâmların gayrısından onuncu asırdan evvel olan kurûn-u vustâ ve ûlâdır. Amma millet-i İslâm, üçyüz seneye kadar mümtaz ve serfiraz ve beşyüz seneye kadar filcümle mazhar-ı kemaldir. Beşinci asırdan on ikinci asra kadar ben maziyle tabir ederim, ondan sonra müstakbel derim. (Muhakemat, s. 35)
Muazzez üstadımız, Millet-i İslam için mazi tabiri ile yatay kronolojik bir bilgi çiziyor. İslamiyet'in ilk 500 senesi mümtaz serfiraz, dimdik. Sahabe, tabiin, tebe-i tabiin.. Üç yüz sene serfiraz, başı dik, izzet-i İslamiyet'i hayatında fiilen teşhir eden bir İslamiyet… Aşk, dava, tebliğ, hamiyet-i İslamiye, gayret-i külliye.. İşte sahabe ruhu… 300 sene içerisinde İslam dünyası tam bir ideal, tam bir hayat, tam bir uygulama, tam bir feragat ve fedakârlık ve en yüksek ahlak ile kutsi manaları haml ve hazmetmekle ayağa kalkmış. Üç yüz sene böyle..
300 ile 500 arası fiil cümle, alelekser galiben kemalde, hatta normalin biraz daha üstünde o kemâlât görünmüş. Hicri üç yüze kadar tam kemalde bir İslamiyet… Sonra 200 sene kısmen, galiben, ekseriyet itibari ile o kemâlât görünmüş. Üç yüzden 12. asra kadar hep mazi, mazinin insanları.
13. asırdan sonra da müstakbel… 13. asırdan itibaren mekteb-i hissiyatın fetvasıyla değil, medrese-yi efkârın talimi, tedrisi, ölçü ve mizanı ile yürümek zorundayız. Zaruret var, böyle gitmemiz gerekiyor ve lazım ve elzem.
"Bundan sonra malûmdur ki: İnsanda müdebbir-i galib, ya akıl veya basardır. Tabir-i diğer ile ya efkâr veya hissiyattır. Veyahut ya haktır veya kuvvettir. Veyahut ya hikmet veya hükûmettir. Veyahut ya müyulat-ı kalbiyedir veya temayülat-ı akliyedir. Veyahut ya heva veya hüdadır." (Muhakemat, s. 35)
Burada mukayese yapıyor.. İnsan fıtratına hükmeden galebe eden saik nedir; ya akıl, ya basardır, ya efkâr ya hissiyattır. Efkâr istikbali sembolize ediyor, hissiyat ise maziyi sembolize ediyor. Ya hakka istinad edip hakla yürüyeceksin. Hakikatı miyar kabul edeceksin ya da kuvveti.. Kuvvetin arkasında ne oluyor; tahakküm oluyor, cebir oluyor, adalet inciniyor, zayıflar eziliyor, hakikat zayi oluyor. Ya hikmet ya da hükümet diyor. Hükümet zorbalığı olur mu, tahakküm eder mi, eder. İcap ederse kanunlarla ezebilir mi, ezebilir, tebaya zulüm de edebilir. Ama hikmet her şeyde maslahatları, gayeleri, faydaları, esas alacak bir meşreb…
Uzağa gitmeyelim; medresenin tedbirinde müdebbirsiniz, hükmedici tavır ve davranışlarla gidemezsin kardeşim, hikmetle gideceksin. Medrese kışla değil. "Beşte kalkılacak, 11'de yatılacak!" Medresenin kendi içinde- ala külli hal- nizam olacak ama nizam hükmetmek manasında tahakkümü netice vermemesi gerekir. Uygulamada hikmet olacak. Hikmet geride kalır, hükmedici uygulamalar ileride olursa, o zaman gardiyanlık hükmeder ve hizmetin kutsiyeti ciddi manada darbe yiyebilir.
"Buna binaen görüyoruz ki: Ebna-yı mazinin bir derece safi olan ahlâk ve hâlis olan hissiyatları galebe çalarak gayr-ı münevver olan efkârlarını istihdam ederek şahsiyat ve ihtilafat meydanı aldı."(Muhakemat, s. 35)
Maziyi burada çok hâkimane tavsif ediyor. Ahlakları safi.. 300-500 sene geriye gidelim; insanlar çok safi. Avama bak; safi zihni karıştıracak, fikri bozacak felsefeler ve kirli ve bulanık bir zihniyet yok.
Fransa'da çıkan bir gazete var; Le Mont. Pazar günleri gazetenin pazar eki çıkıyormuş, ince pelür kâğıdında 70-80 sayfalık ek. İlim adamları araştırma yapmışlar, Le Mont'un tek bir pazar ekindeki bilgi 17. yüzyılda yaşayan bir insanın bütün ömründe öğrendiğinden daha fazla. Müthiş bir malumat, bilgi kirliliği var. Hevesat, gayr-ı meşru istekler, günahlar müesseseleşmiş bu asırda. Mazi insanının temel karakteri, ahlakları bir derece safi. Ahmet Hamdi Tanpınar 1928'de Erzurum'da öğretmenlik yapmış, "Beş Şehir" adlı kitabı var, Erzurum'u anlatıyor; "ben" diyor," "Erzurum da iki sene öğretmenlik yaptım, bu iki sene içerisinde caddede iki tane kadın gördüm, o da ihramlı" Yüz sene önceye kadar batıda, Avrupa'da dahi belli bir ölçüde kadınlar örtülü denize gidiyorlarmış. Sefil ve ahlaksız insanlar kadını bozdular. Kadın bozulunca aile gitti. Aile gidince cemiyet paramparça oldu.
"Ahlakları safi" yani 300-500 sene önceki bir genç için günah işleyecek öyle bir ortam yok ki günahı işlesin. Yani adamın keklik ve tavşan avına çıkması gibi, günah avına çıksa da, bulamaz. Hissiyatları da hâlis, fakat fikirleri gayr-i münevver. Fikir gelişmemiş, idraklerin çapı büyümemiş. Tahlil, terkip, analiz, fikri tecessüs yok. Fikir gelişmeyince şahsiyat ve ihtilafat meydana geldi. Hissiyatları fikri istihdam etmiş. Hâlbuki insanı hayvandan ayıran özellik düşüncesidir. İnsan düşündüğü zaman insandır. Ayette "Allah aklını kullanmayanları pislikler içerisinde bırakır" buyuruyor.(Yunus: 19/100) Mazi safında hissiyat aklı yönlendirmiş. Akıl gelişmemiş; küçük bir çocuğu kandırabilir, yönlendirebilirsin. Bir çikolata ver, babasının yanından yanına çağırabilir, çekebilirsin. Babasından o çocuğu bir çikolatayla ayırmak mümkün mü, mümkün.
"Fakat ebna-yı müstakbelin bir derece münevver olan efkârları heves ve şehvetle muzlim olan hissiyatlarına galebe ederek emrine müsahhar eylediğinden, hukuk-u umumiyenin hükümferma olacağı muhakkak oldu. İnsaniyet bir derece tecelli etti. Beşaret veriyor ki: Asıl insaniyet-i kübraolan İslâmiyet, sema-i müstakbelde ve Asya'nın cinanı üzerinde bulutsuz güneş gibi pertev-efşan olacaktır."(Muhakemat, s.36)
İstikbal aynası; fikirleri bir derece münevver, biraz fikir öne çıkmış ve çıkacak ve çıkması da lazım. Heves ve şehvet diyor. Buradaki şehveti, medeniyetin fantezileri olarak anlamak lazım. Medeniyetin iştahları üstadın ifadesiyle "uyutucu hevesat." Fikir biraz önde ileride ama heves ve şehvet, arzular biraz daha eskiye göre daha kabarık.
Bir de şartların getirdiği hususiyetler. Fikirler gündeme geldiği zaman ala külli hal o fikirler bizi ortak akla götürüyor. Üstad diyor; "Elbette beşerin zulüm ve hatasıyla başına çabuk bir kıyamet kopmazsa; istikbalde hak ve hakikat, âlem-i İslâm'da nev'-i beşerin eski hatiatına keffaret olacak bir saadet-i dünyeviyeyi de gösterecek inşâallah...(Hutbe-i Şamiye, s.37 )
" Vakta ki mazi derelerinde hükümferma olan garaz ve husumet ve meyl-üt tefevvuku tevlid eden hissiyat ve müyulat ve kuvvet idi"(Muhakemat, s. 36)
Buradaki analizi biraz daha derinleştirdi. Mazinin temel vasıf ve karakteri; mazi de yaşayan insanların baskın özellikleri garaz, husumet, üstünlük fikri, meyiller ve kuvvet. Peki, biz buradan nasıl ders çıkarmamız lazım? Sen bir fiilinde, icraatında, ibadetinde, hizmetinde senin göstergende bunlar var mı yok mu? Şu hizmetin ifa ve icrasında sende garaz, sende kin, sende intikam, sende meyli rüçhaniyet, sen de üstünlük, sende tarafgirlik varsa, sen kim olursan ol, hakikat noktasında tüfeylisin, mazinin bize kalmış yadigârısın. Senin şerrinden bu ümmeti Allah muhafaza etsin. Bu dersi bir de kendi enfüsi âlemimize göre de dinlememiz lazım. Murakabe muhasebe etmemiz lazım. Kuvveti zorladın mı, arkasından da tahakküm çıkıyor. Hiddet ve tahakküm, adaleti paralıyor. Hiddetin ve tahakkümün olduğu yerde şefkat ve insani değerler dağılıyor. İnsanları birbirine bağlayan rabıtaları senin şiddetin, meyl-i riyâsetin, üstünlük fikrin bozuyor, paramparça ediyor.
*"O zamanın ehlini irşad için iknaiyat-ı hitabiye kâfi idi. Zira hissiyatı okşayan ve müyulata tesir ettiren, müddeayı müzeyyene ve şaşaalandırmak veyahut hâile veya kuvve-i belâgatla hayale me'nus kılmak, bürhanın yerini tutar idi."(Muhakemat, s. 36)
O devrin insanlarında hissiyat fıtratlarında biraz daha safiyet olduğu için muhakeme-i akliye de çok gelişmediğinden dolayı, köydeki bir mollanın ifadesi ona kâfiydi, delile ihtiyaç yok idi. Şimdi nasıl? "Bu hadis sahih mi değil mi" hele bir de ilahiyat okumuşsa, "bu hadis Kütüb-ü Sitte de var mı yok mu, soruyor. Ama eski asırda iddiasını tezyinle, belagatle süsledin mi tamam; abartarak, tezyin ederek coşkulu bir şekilde anlatmışlar veya korkutarak anlatmak… Bu tip davranışlar delil ve burhanın yerini tutuyordu.
"Fakat bizi onlara kıyas etmek, hareket-i ric'iyye ile o zamanın köşelerine sokmak demektir. Herbir zamanın bir hükmü var. Biz delil isteriz, tasvir-i müddea ile aldanmayız. Muhakemat ( 36 )
Fakat biz de rücu yok, geri dönemeyiz, yani mazi kıtasının o hissiyatına da giremeyiz. Her bir zamanın bir hükmü var. İrşat noktasında bu cümlenin üzerine çok durmak gerekiyor. Asrının, zamanın ilcaatını, zamanın vasıf ve sıfatlarını bilmeyen, kâmil bir mürşit olamaz, bu bir kaidedir. Yaşadığı asrın mizacını, asrın nitelik ve özelliklerini bileceksin. Muhatabın keyfiyetini, ilcaatı zamanı bilmeyen irşatta geride kalır. Üniversiteli gençle otur, gençler sohbet et. O gençler sormuyor; "akşam namazından sonraki evvabin kaç rekâttır, teheccüde hangi saatlerde kalkılır, bunu sormuyor. Ne soruyor; "niye namaz kılayım ki, niye oruç tutacağım?" vs. Rahmetli Sungur abi bunun üzerine çok duruyordu. Üstad ne demiş, "Risale-i Nur Kur'an'ın bu asrın fehmine bir dersidir" İlcaatı zamana göre Risale Nur hakimane konuşuyor. Bu asırda ümmetin en ciddi meselesi tevhittir, itikattır. Kayyum değer, rasih ve sağlam bir iman, metin ve müstakim bir itikat ve ihlası bir amel… Bunlar varsa her şey var yoksa hiçbir şey yok. Bakıyorsunuz mesela, çocuk hafızlık yapıyor, hafızlığın yanında ciddi marifet, ciddi hakikat, ciddi tevhide medar dersi alamazsa, hafızlıktan sonra bakıyorsun çocuk gevşek ve müşevveş; namaz kılmıyor, ciddi takva yok, ruhunda fevkalade lakaytlık var.
Evet, Kur'an'ın hakikat ve kutsiyetini akıllara, kalplere, ruhlara nakş etmek hususunda Risale-i Nur asrın mizacına Kur'an'dan en yüksek bir derstir. İlcaat-ı zamana muvaffak söz söylemek, işte üstat bu sözü söylemiş. Demek bizim sohbetlerimizde de, konuşmalarımızda da ilcaat-ı zamana mutabık konuşmak lazım.
" Vakta ki hal sahrasında istikbal dağlarına daima yağmur veren hakaik-i hikmetin maden-i tebahhuratı efkâr ve akıl ve hak ve hikmet olduklarından ve yeni tevellüde başlayan meyl-i taharri-i hakikat ve aşk-ı hak ve menfaat-ı umumiyeyi menfaat-ı şahsiyeye tercih ve meyl-i insaniyetkâraneyi intac eyleyen berahin-i katıadan başka isbat-ı müddea birşeyle olmaz... Biz ehl-i haliz, namzed-i istikbaliz. Tasvir ve tezyin-i müddea, zihnimizi işba' etmiyor. Bürhan isteriz. (Muhakemat, s.36)
Üstat burada dört tane esasın üzerinde duruyor; istikbale matuf hizmetimiz, tebliğimiz, tarzımız, hatta meşrebimiz bu dört esas üzerine olmalı. Birincisi efkâr, ikincisi akıl, üçüncüsü hak, dördüncüsü hikmet. Üstad istikbale matuf müjdeleri verirken bunun gerekçesi olarak bu vasıfları sıralıyor. Maniler olsa, engeller çıksa, araya buzullar, duvarlar da konulsa, fıtrat-ı insaniye bu vasf edilen noktalara adım atacak, ciddi teveccüh edecektir. İnşallah
Gün geçtikçe " hakikatı arama meyli" beşerin gündemin de ciddi manada önem kazanacaktır. Hem, rivayetlerde var ki, ahirzamanda çok hızlı tebeddülat olacak. Bakın bilim adamlarına; gölde, sazlığın içerisinde 48 saat kalıyor, yaban ördeği orada nasıl yaşıyor, adam bütün ömrünü feda etmiş. Adam tahta kurusu üzerine 20 sene, 30 sene çalışmış. Profesör olmuş. Böyle birinden dinledim, çok taaccüp ettim, dedi ki "hocam, dünyada ehl-i riyazet, açlığa karşı en çok dayanan mahlûk tahtakurusu. İki sene hiçbir şey yemeden yaşıyor."
İnsan fıtratında hakikati arama meyli var mı, var. Eğer insan fıtratında bu hakikati arama meyli olmasaydı; 6000 sene önceye git kurt aynı kurt, çakal aynı çakal. Şimdi onlar nerede, biz neredeyiz. İşte bunun altında "hakikati arama meyli" var. Şimdi düşünün; adam uzayı araştırıyor, denizin dibini araştırıyor, madenleri araştırıyor, ormanı araştırıyor, hepsi bitti. Tek bâkir kalan fıtrat-ı insaniye, onu da araştıracaklar. Eğer batı dünyasında bu manada bir inkişaf, bir intişar olsa, onlar bu vasıf ve sıfatlarından dolayı, belki eğer hidayete makes ve ayine olurlarsa, bizi vurup geçebilirler.
İnsanlar her şeyin en güzeline layık, öyle mi öyle. Bir genç bir tane gömlek alacak; 20 tane mağazaya girip çıkıyor. Hâlbuki alacağı bir tane gömlek. Bir gömlek için 40 tane mağazaya giden bir insan. Üstad diyor; "insan fıtratında en köklü his beka ve ebediyettir. Beşer beka hissine karşı lakayt kalamaz." Hani Leyle-i Kadir de ihtar edilen bir mesele var ya, cihan harbinden sonra bu kadar insan öldü galipler ilahir (Sözler, s. 154) O bahsi düşünün, orada anlatıyor. İnsanın fıtratında her şeyin en güzeline, en mükemmelini ulaşmak meyli var. Bu, fıtratta çok kuvvetli midir, evet.
Bu asırda rekabet noktasında firmalar yarışıyor, bu yarışmanın bize bakan cephesi; o yarışta en kaliteli en güzel eşya üretiliyor. İstikbal illa İslamiyet'in olacak. Ama perde olabilir. Bazen bakıyorsunuz Nisan ayında kar yağar mı, yağar. Bazen Mayıs'ta da fırtına olur mu, olur. Külliyet noktasından bakınca, Allah'ın sanatı ile beşerin sanatını mukayese et. Allah topraktan insanı yarattı, insan ise topraktan çanak- çömlek yapıyor. İkisini yan yana getir; Allah'ın sanatıyla, beşerin sanatı hiçbir zaman kıyasa girmez. Üstadın dediği gibi kıyas-ı maal farıktır. Allah'ın sanatı insan, insanın sanatı çanak çömlek. Elbette Allah'ın beyanıyla, fermanıyla beşerin kazurat-ı fikriyesinin neticesi ile olan ideolojiler, fikirler, sistemler de kıyasa girmez. Demek, bu yarışı Kur'an kemâl-i şaşaa ile önde bitirecek Allah'ın inayeti ile. Velev kâfirler, mürtedler, münafıklar istemese bile. Üstad diyor beşer bütün bütün yoldan çıkmazsa hakikati arayacak ve Kur'an-ı Azimüşşan'a teslim olacaktır.
Bir de beşerde "hakkın ve hakikatin aşkı" ile birlikte tarafgirlik, menfaat ve enaniyet var. İzafet ve nisbete medar negatif hisler var. Ama hak, batıla galebe edecektir. Hakk'a âşık, hakikatin kutsiyetinin tesirinde olan ruhlar ve yüksek istidatlar feveran edecek, ayağa kalkacak, hakkın güzelliğini, hakikatın berraklığını umum beşere gösterecekler. İnşallah. işte siyaset dünyasından bir misal "Dünya beşten büyüktür" Bu da olacak, Dünyadaki bu sistem böyle devam etmez, zira fıtrata muhalif.
Suyun üzerine set kurarsın; o set doluncaya kadar su gayet munistir. Dolar, dolar sonra bir yerden bir tazyikle o su o seti aşar mı aşar. Fıtrat-ı insaniye de öyledir. Bütün meşakkatli, sıkıntılı, sancılı dönemlerin arkasında rahmet ve inayete medar güzellikler ortaya çıkmıştır. Efendimiz aleyhissalatu vesselam gelmezden önceki Arap kavmine bak; her türlü pislik var. Küfür ve ahlaksızlıkta dibe vurmuş. Ama arkadan Kur'an geldi, Rasulullah aleyhissalatu vesselam geldi. Tabir-i caizse beşerin tamamen nefesinin kesildiği, tükendiği, bittiği en dehşetli zamanda, sonradan bakıyorsun Kuran güneşi gelmiş.
İnsaniyetteki meyilleri tahrik edecek nedir? Hisle olmaz, ancak kati burhanlarla, delillerle olur. Biz şu anda ehl-i haliz ama istikbale namzediz burhan isteriz. En büyük burhan kelam-ı ilahidir. Demek biz ona temessük ettiğimiz müddetçe istikbale ait nimetler de tecelli ve zuhur edecektir İnşallah.
İnsani değerler inkişaf ettikçe beşerin dünyasında hukuk ta inkişaf ediyor. Standart ölçüler, umumun menfaatini öne çıkaracak. Ferdi menfaatler geri kalacak. Bunlar hakikat-ı medeniyetin temel taşları. Bunlarla medeniyet inşa olur. Bunlarla insan insan olur. Hakiki insaniyet-i kübra olan İslamiyet âlemde tescil edilmiş olur.
*"Biraz da iki sultan hükmünde olan mazi ve istikbalin hasenat ve seyyiatlarını zikredelim. Mazi ülkesinde ekseriyetle hükümferma, kuvvet ve heva ve tabiat ve müyulat ve hissiyat olduğundan; seyyiatından biri, herbir emirde, -velev filcümle olsun- istibdad ve tahakküm var idi. Hem de meslek-i gayra husumete, kendi mesleğine iltizam ve muhabbetten daha ziyade ihtimam olunur idi. Hem de bir şahsa husumetin, başkasının muhabbeti suretindeHem de keşf-i hakikata mani olan iltizam ve taassub ve tarafdarlığın müdahaleleri idi. Hâsıl-ı kelâm: Müyulat muhtelife olduklarından tarafdarlık hissi, herşeye parmak vurmak ile ihtilafatla ihtilâl çıkarıldığından, hakikat ise kaçıp gizlenirdi." (Muhakemat, s. 37)
Hicri bin iki yüze kadar ebna-yı mazi mektebi yani hissiyat mektebi. Hissiyatın vasıfları, sıfatları; kuvvet heva, tabiat. Bazı adamın tab'ında hiddet var, sert, recul-u şedit, tab'dan gelen tahakküm var. Tab'daki kuvve-i gadabiyenin fıtrata hükmetmesinden dolayı mazideki asır istibdat asrı idi.
Geriye gidersek insanlardaki istibdat nemrutlar, firavunlar bütün bu krallar da istibdat var. Bu istibdat genellikle tab'dan kaynaklanıyor; kuvve-i gadabiyenin tahakkümü. Bir de tab'da kuvvelerin zafiyetinden gelen düşme ve kırılma noktaları var. Burası çok önemli insanın manevi terbiyesinde bu anlattığım noktanın üzerinde çok durmak lazım. Allah'ın bir sünnetullah kanunu, elinde bir ip var, ipi gerdin mi pamuktan bir ip, bu ip nereden kopar, en zayıf noktasından kopar. Bu, kanundur. Bu ipin en zayıf noktası neyse oradan kopar. Kale nereden zapt edilir, en zayıf noktasından. Düşman en zayıf noktadan girer. Sahabeler gelmişler, Diyarbekir'i kuşatmışlar. Diyarbakır'ın kaleleri çok müthiş. Günlerce düşmüyor. Sonra bir köpek bir yerden, kalenin altından delikten çıkmış. Demek buradan oraya bir giriş var deyip gece oradan içeri girmişler ve kaleyi zapt etmişler. İnsan fıtratının en zayıf olduğu nokta şeytanın sana en fazla musallat olduğu noktadır. Senin fıtratında hangi kuvvede daha fazla zaafiyet varsa şeytan o delikten içeri girer..
Bir de insanın fıtratın en zayıf olduğu nokta insanın en fazla imtihan edildiği noktadır. Herkes kendini bu cihette murakabe etmesi lazım. Benim fıtratımda şu gibi vasıflar(mazi döneminin vasıfları) öne çıkıyorsa ben ebna-yı mazinin insanıyım. Her bir emirde velev fil cümle yani bizatihi olmasa da bir vesile olsa istibdat ve tahakküm var idi. Bizim babalarımız ve ondan önceye doğru gidelim, baba evde kızdı mı kıyamet kopardı.. Ağalık, tarih boyunca derebeylik, şatolar, koloniler, ekabirler hep gazap kuvvetinin baskın olduğu mazi derelerinin yansımaları..
Mazi silsilesine baktığımız zaman insanları ekâbirliğe götüren basamaklar da vardır. Mesela bir adam fakir fukara, bu adamda ekâbirlik olmaz yani yapamazdı. Ama bir adam zengin, zenginlikte ekâbirlik olur mu olur, makamda olur mu olur, ırkta, aşirette olur mu olur. Belli bir mevkiye belli bir zümreye aristokrat gruba makes ve mazhar olduğu zaman onlarda bu hissiyatlar daha ziyade öne çıkıyor. İslamiyet'te en güzel sıfatlardan birisi gücün var, yumruğunu kaldırıp muhatabını ezebilirsin, o gücün ve otoriten de var öyle olduğu halde insanları affetmek. Ne güzel bir sıfattır. Ne tatlı bir mazhariyettir.
*"Hem de istibdad-ı hissiyatın seyyielerindendir ki: Mesalik ve mezahibi ikame edecek, galiben taassub veya tadlil-i gayr veya safsata idi."(Muhakemat, s. 37)
Mazide adam kendi meşrebinin tahkimi, ilerlemesi, büyümesi için kendi meşrebine muhabbet lazım gelirken, gayrı tenkis ediyor, tadlil ediyordu. "Ya filanlar var ya filanlar, filan grup.." Diyelim ki Türkiye'de dine hizmet eden belli cemaatler var. Adam kalkıyor; "şunlar var ya, şunlar" deyip gayrı tenkis ediyor. Bir insanı, bir cemaati tenkit etmekle tenkit edene bir kemâlât gelmez. Gayra iftira atmakla, damga basmakla insanın kemalatı ziyadeleşmez. Kendi mesleğinin hakikatına kuvvet vermesi gerekirken, bunu terk ediyor ve sapıyor.
Birisine husumeti var ve bu husumete karşı ondan intikam almak için başkasına muhabbet ediyor. لاَ لِحُبِّ عَلِىٍّ بَلْ لِبُغْضِ عُمَرَ
(Ali sevgisi için değil Ömer'e buğzundan), maksat başka. Anadolu'da iki aşiret birbirine zıt. Bir aşiret gidiyor (a) partisine oy veriyor, ötekisi de (b) partisine gidiyor. O (b) partisi dinden, imandan, İslamiyet'ten uzak olsa, gene o husumet damarı ile kayıp gidiyor. Böyle cemaatlerde, aşiretlerde, bu tip hisler yaşanmış mı yaşanmış.
Hazret-i Ömer'e(r.a) İranilerin buğzları var. Hazreti Ömer(r.a) İran'ı feth etti. İranlıların ebediyen Hazreti Ömer'e minnettar olması lazım. İslâmiyetin kapısı Hazret-i Ömer zamanında açıldı İran İslamiyetle şereflendi. Yani hakikat noktasında İranilerin kıyamete kadar Hazreti Ömer'e medyun ve şükran olmaları lazım. Bakınız, adavete, "bizim kaç bin senelik Sasani imparatorluğumuzu dağıttı" diye İranlı ırkçılar Hazret-i Ömer'den(r.a) intikam almak için Alevilik manasına güç ve kuvvet verdiler. Bugün aynı manada devam ediyor işte Şia.
Buradaki her bir paragraf mühim bir ölçü hayata lazım olan mümtaz ölçülerdir. Üstat meseleleri yüz sene önce ne kadar hakimane tahlil ediyor. Bugünün dersi, yarının dersi ve kıyamete kadar geçerli bir derstir bu.
Hakikatin keşfine mani olan nedir? Bunu fertler için, cemaatler için, ümmetler için, insan kitleleri için de konuşabiliriz. Hakikatin keşfine mani olan şeyler; bir: iltizam, iki: taassup, üç: taraftarlık. Taassup idrak körlüğü. Taraftarlık ve iltizamlıkta fanatiklik var. Fanatik bir insanı ikna edemezsiniz. Fanatik akıl, mantık ve muhakemeyi dinlemez. Her şeyde fanatiklik var.
Taraftarlık öyle bir illettir ki, taraftarlığın mantığı yoktur. "Sen niye şu takımı tutuyorsun, hele bir anlat" Hissiyatın kilitlenmesi.. Çıkamıyor o girdabın içerisinden. İltizamın arkasında mantık, muhakeme, düşünce yok, hakimane bakış yok, körü körüne intisap var..
Bu yazıya yorum yazın
Bu yazıya gelen yorumlar.
DİĞER YAZILAR
Nâhl Suresi;128
Şüphesiz ki, Allah, takvaya sarılanlarla, iyilik yapan ve iyi kullukta bulunanlarla beraberdir.
GÜNÜN HADİSİ
Zalim sultanın yanında gerçeği söylemek en büyük cihaddandır.
Tirmizi 13, (2175)
SON YORUMLAR
- Bütün beytlerin tercümesini gönderebilir misiniz? sitede sadece son birkaç...
- Fıtrat, namaz, tevafuk, sırlar ve tüm bunların sahibi zişanı İlahi kusur...
- Selamünaleyküm İnternette mütalaalı risale i nur dersleri diye arama yapt...
- bu kıymetli yazıdan dolayı ahmed izz kardeşimize teşekkür ederiz çok mani...
- selamün aleyküm Ahmed kardeşimizi tebrik ediyor ve bu faideli tercümelerin...
- Yanında okuyan diğer öğrencileri; Molla Muhammed Kasori Molla Muhammed Era...
- Benim merhum babam Molla İbrahim Azizi de onun yanında icazeti tamamlamıştı...
- Teşekkürler. Sanırım Envar neşriyat idi.Tam hatırlayamıyorum.....
- Çok güzel bir çalışma Rabbım ilminizi arttırsın bu çalışmalarınızı...
- Merhaba, Ben Foliant yayınlarından uğur. Sizinle iletişim kurmak istiyoruz ...
TARİHTE BU HAFTA
*Kanije müdafaası(18 Kasım 1601) *Hz.Fatıma'nın(r.anha) Vefatı(22 Kasım 632) *İstanbul'un Müttefikler Tarafından İşgali(23 Kasım 1918) *Alparslan'ın Şehadeti(24 Kasım 1072) *Öğretmenler Günü(24 Kasım)
ANKET
Sitemizle nasıl tanıştınız?
Yükleniyor...