MUHAKEMAT NOTLARI-25

Ders: Muhakemat, Birinci Makale, İkinci Mesele(devam) İzah: Prof. Dr. Ahmed Akgündüz *“Rahmetli Osman Demirci hocama birisi sormuş; “Hocam, dünyanın altında öküz varmış, doğru mu?” Rahmetli Demirci hocam da “vallahi Dünyanın altında öküz falan yok ama üstünde çok öküz var” demiş.


Salih Okur

nedevideobendi@gmail.com

2021-02-08 10:15:47

Ders: Muhakemat, Birinci Makale, İkinci Mesele(devam) 

İzah: Prof. Dr. Ahmed Akgündüz

*"Rahmetli Osman Demirci hocama birisi sormuş;

"Hocam, dünyanın altında öküz varmış, doğru mu?"

Rahmetli Demirci hocam da "vallahi Dünyanın altında öküz falan yok ama üstünde çok öküz var" demiş.

*" İkinci mahmil: Sevr, imaret ve ziraat-ı arzın en büyük vasıtası olan öküzdür. (Muhakemat, s.61) O zamanın dünya geçimi iki şey üzerinde duruyordu, ona dayanıyordu. Birincisi tarım ki, onu öküz temsil eder.

*"Hut ise, ehl-i sevahilin belki pek çok nev'-i beşerin medar-ı maişeti olan balıktır" (Muhakemat, s. 61) O zamanki insanlığın ve sahilde yaşayan kesimin diğer büyük bir geçim kaynağı ise balıkçılıktır ki, balık onu temsil ediyor.

"Nasıl biri sual ederse: "Devlet ne şey üstündedir?" Cevab verilir: "Kılınçla kalem üstündedir." (Muhakemat, s. 61)Bir devletin güçlü bir ordusu yoksa -ki kılıç onu temsil eder ve de memurları yoksa -ki kalem de onu temsil eder, o devlet yıkılmaya mahkûmdur.

Not: Oradaki kalemi bilim, hür basın yayın, adaletli mahkemeler gibi hususlara teşmil etmek mümkün. Bu hususa işaret sadedinde Hz. Ömer(r.a) efendimizin "Adalet mülkün temelidir" sözü hemen akla geldiği gibi, Nicola Machiavelli'nin "bütün devletlerin başlıca temeli, kanunlar ve güçlü silahlar olmalıdır" sözünü hatırlatalım.(İrfan Tatlı, Özlü Sözler, s. 49, Papatya Yayınları, İst.2005)

"Veyahut "Medeniyet ne ile kaimdir?" "Marifet ve san'at ve ticaret ile" cevab verilir. Veyahut "Nev'-i beşer, ne şey üzerinde beka bulur?" Cevab ise: "İlim ve amel üstünde beka bulur."(Muhakemat, s. 61) Veya medeniyet ne ile ayakta durur denilse, ilim, sanat ve ticaret ile diye cevap verilebilir. Veya insanoğlu ne ile ayakta durur denilince ilim ve amel diye cevap verilir, birincisi; ilmi öğrenecek, diğeri de o ilim ile amel edecek.. Nazariyat ve pratik. Şimdi bu cevaplar nedir? Mecazdır.

Not: Bu konuda da istidradi olarak merhum Prof. Dr. Esad Coşan Hocaefendi'nin bir başyazısındaki ikazını nakledelim; "Tarihte, İslam'ın müdafaası ve yayılması, Müslümanların ilerlemesi ve yükselmesi ilim sayesinde olmuştur. Bizim ve İslam âleminin son birkaç asır ki gerilemesi de yine, ilmi ve fenni (teknolojik) üstünlüğün hasımların eline geçmesi yüzünden olmuştur

İslam âleminin inanç ve ahlakta olduğu kadar, ilim ve fende de önderliği tekrar ele alması gerekmektedir. Bu bir ölüm-kalım meselesi halini almıştır. Çünkü İslam düşmanları dünyanın her yerinde, İslam ülkelerine saldırmış, temiz imanımızı, masum kardeşliğimizi toptan imhaya yönelmiş görünüyor; meş'um heveslerini icra için kullandıkları vasıtaları ise korkunç ilmi ve fenni gelişmeler, elektronik cihazlar, füzeler, uzay uyduları, jetler, kimyasal silahlar, atom, hidrojen, nötron bombaları v.s. dır.

Açıkça görülmektedir ki milli bakamız, ilerleme ve kalkınmamız, halkımıza yönelik hizmetlerimiz, hayat standardını yükseltme, gelir ve konfor sağlama çalışmalarımız da ilme bağlı demektir. (İlim Ve Sanat; Temmuz, 1985)

* "Kezalik vallahu a'lem Fahr-i Kâinat buna binaen cevab vermiş. Şöyle sual eden zât -İkinci Mukaddeme'nin sırrıyla- böyle hakaika zihni istidad kesbetmediğinden vazifesi olmayan bir şeyden sual ettiği gibi, Peygamberimiz de asıl lâzım olan şöyle cevab buyurdu ki: "Yer, sevr üstündedir."(Muhakemat, s.61) Bediüzzaman Allahu âlem diyor, kesin konuşmuyor. Zaten mahmil diyor. Yani bu hadis-i şerif şayet hadis ise, bunun muhtemel manası şudur demek.

Yani bir rivayete göre Peygamberimize(aleyhissalatu vesselam) "dünya neyin üzerinde" diye soran bir zata Peygamberimiz(sallallahu aleyhi ve sellem) o zatın anlayış seviyesi henüz o seviyeye yükselmediğinden vazifesi olmayan bir şeyden sual ettiği gibi, Peygamberimiz de asıl lazım olana dikkat çekerek şöyle cevap buyurmuş; "Yer öküzün üstündedir" Çünkü ikinci meselede denildiği gibi geçmişte insanları o zamanın bilgi seviyesine göre gizli kalan birçok şey zamanın ilerlemesi ve uygarlığın gelişmesi ile herkesçe anlaşılır hale dönüşür. O suali soran zatın dünyanın çapı, yarıçapı maddi özellikleri ile bilgisi o konuyu anlayamaya yetemeyeceğinden, onun anlayacağı şekilde bir cevap kendisine verilmiş.

Buna Arap edebiyatında "Üslub-u Hakim" denilir.

Not: Prof. Dr. Şadi Eren Bey, bu üslup için şunları diyor; "doktorun hastanın isteğine göre değil, ihtiyacına göre reçete yazması misali, sorulan bir suale, soranın halini nazara alarak başka bir sual gibi telakki edip ona göre cevap vermek demektir." (Prof. Dr. Şadi Eren, Muhakemat Notları, s. 203)

"Bu, ya suale cevabı terk veya onun sormadığı bir sorunun cevabıyla cevap vermek, ya sual soranın kastetmediği bir manayı kelama yükleyerek olur. Bu işarettir ki; o sual sorana bu cevap, onun kastettiği ve sual ettiği manadan daha gereklidir." (Ali Carim, Mustafa Emin, Belagatu'l Vadıha, s. 360, Darul İlm-i Hadis, 1. Baskı, 2005) 

Bu edebi üsluba dair misaller Kur'an, hadis ve Arap şiirlerinde çokça vardır. Mesela Üstadın da burada misal verdiği ayet; 

يَسْأَلُونَكَ عَنِ الأهِلَّةِ قُلْ هِيَ مَوَاقِيتُ لِلنَّاسِ وَالْحَجِّ وَلَيْسَ الْبِرُّ بِأَنْ تَأْتُوْاْ الْبُيُوتَ مِن ظُهُورِهَا وَلَـكِنَّ الْبِرَّ مَنِ اتَّقَى وَأْتُواْ الْبُيُوتَ مِنْ أَبْوَابِهَا وَاتَّقُواْ اللّهَ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ

" Sana, hilâl şeklinde yeni doğan ayları sorarlar. De ki: Onlar, insanlar ve özellikle hac için vakit ölçüleridir" (Bakara:2/189)

"Âyetinde, tariz nevilerinden olan ve üslub-u hakîm" adı verilen edebî sanat vardır. Müşrikler Rasulullah (s.a.v.)'a yeni doğan ayın niçin küçük olduğunu, daha sonra ışığı artarak niçin dolunay haline geldiğini soruyorlar, Yüce Allah ise onları, hilâllerin bu şekilde olmasındaki hikmeti beyana sevk ediyor. Demek istiyor ki: "Si­zin için faydalı olan ayın ilk günlerinden itibaren ışığının artıp, sonuna doğru yine azalmasının sebebini sormanızı değil, hilallerin yaratılışındaki hikmeti sormanızdır. İşte edebiyatçılar bu sanata "uslûb-u hakîm" derler."(Muhammed Ali Sabuni, Safvetü't-Tefasir, Cilt, 1, s. 122-123, Daru's Sabuni, Kahire, tarihsiz) Alusi de ilgili ayetle alakalı tefsirinde bu üslubun üzerinde uzunca durmuş. (bkz. Alusi, Ruh'ul Meani, ilgili ayetin tefsiri, Cilt: 3, s 154 v.d., Müessesetu'r Risale, Beyrut, Lübnan, 2015, 3. Baskı)

Üstad devamla diyor ki; "Nev'-i beşerden olan ehl-i kura'nın menba-i hayatları ziraat iledir. Ziraat ise, öküzün omuzu üstündedir ve zimmetindedir. Kısm-ı diğeri olan ehl-i sevahilin a'zam-ı maişetleri, belki ehl-i medeniyetin büyük bir maden-i ticaretleri balığın cevfinde ve hutun üstündedir.

كُلُّ الصَّيْدِ فِى جَوْفِ الْفَرَى 

mes'elesine mâsadaktır. Bu latif bir cevabdır. Mizah da olsa haktır. Zira mizah etse de yalnız hak söyler(Muhakemat, s. 61) Özellikle o asırda insanlığın büyük geçim kaynağının ekseriyeti tarıma, sahil kesiminin geçiminin ekseriyeti de balıkçılığa dayanıyordu. Ekseriyeti ifade sadesinde burada bir Arap atasözü kullanılmış; "Bütün avlar zebranın karnındadır" 

Not: Prof. Dr. Şadi Eren hocamız bu atasözünün doğuş sebebini şöyle açıklıyor; "Birkaç kişi ava gitmişler. Kimi tilki, kimi tavşan, kimi benzeri küçük bir av yakalamış. Bir tanesi ise koca bir yaban eşeği veya zebra ile gelmiş. Avlarını ortaya koyduklarında, zebrayı avlayan "bütün avladıklarınız zebranın karnına sığar" demiş. Bu ifadeyle, diğer avların bunun yanında küçük kaldığını ifade etmiş. Hazret-i Peygamber, Ebu Süfyan(r.a) Müslüman olduğunda "Ey Ebu Süfyan! Bütün av Zebra'nın karnındadır" sözüyle anlatılan kimse gibisin" demiştir." (Prof. Dr. Şadi Eren, Muhakemat Notları, s. 203)

Not: 2; Üstad, 14. Lem'a'nın Birinci Makamında bu konuyu şöyle özetliyor; "Elbette devlet, seyf ve kalem üstünde durduğu gibi; Küre-i Arz da, öküz ve balık üstünde duruyor denilir. Zira ne vakit öküz çalışmazsa ve balık milyon yumurtayı birden doğurmazsa, o vakit insan yaşayamaz, hayat sukut eder, Hâlık-ı Hakîm de Arz'ı harab eder.

İşte Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, gayet mu'cizane ve gayet ulvî ve gayet hikmetli bir cevab ile:

 َاْلاَرْضُ عَلَى الثَّوْرِ وَالْحُوتِ demiş. Nev'-i insanînin hayatı, ne kadar cins-i hayvanînin hayatıyla alâkadar olduğuna dair geniş bir hakikatı, iki kelime ile ders vermiş.(Lem'alar, s. 93)

*"Üçüncü Mahmil: Sevr ve Hut, arzın mahrek-i senevîsinde mukadder olan iki burçtur."(Muhakemat, s.62) Öküz ve balık dünyanın senevi yörüngesinde takdir edilen birer burçtur.

Not; Güneş sisteminde bulunan on iki takım yıldızdan her birine verilen isim. Bundan dolayı köşke de burç denmiştir. Terim olarak ise, "gökteki bir takımyıldızlara ve yıldız kümelerine burç" denir. Burçlar on iki adettir. Bunların altısı kuzeyde, altısı da güneydedir. Gök bilimciler yıldız kümelerini, her ayda ve mevsimde göründükleri şekillere göre isimlendirmişlerdir. Buna göre burçların isimleri ve tekâbül ettikleri aylar şunlardır:

1) Koç (hamel) burcu, 21 Mart-19 Nisan. 2) Boğa (sevr) burcu, 20 Nisan-20 Mayıs. 3) İkizler (cevzâ) burcu, 21 Mayıs-21 Haziran. 4) Yengeç (seretân) burcu, 22 Haziran-22 Temmuz. 5) Aslan (esed) burcu, 23 Temmuz-22 Ağustos. 6) Başak (sünbüle) burcu, 23 Ağustos-22 Eylül. 7) Terazi (mîzân) burcu 23 Eylül-23 Ekim. 8) Akrep (akrep) burcu, 24 Ekim-21 Kasım. 9) Yay (kavs) burcu, 22 Kasım-21 Aralık. 10) Oğlak (cediy) burcu, 22 Aralık-19 Ocak 11) Kova (delv) burcu 20 Ocak-18 Şubat. 12) Balık (hût) burcu, 19 Şubat-20 Mart.

Yılın her ayında güneş bu burçlardan birine girer. Güneşin Koç burcuna girmesiyle ilkbahar; Yengeç burcuna girmesiyle yaz; Terâzi burcuna girmesiyle sonbahar; Oğlak burcuna girmesiyle kış başlar.

Türk Edebiyatında, hangi mevsimde hangi burcun bulunduğu şu şiirle açıklanmıştır:

"Hamel ü Sevr ile Cevza'da gelir fasl-ı bahar

Seratân ü Esed ü Sünbüle'dir yaz'a medar

Tuttu Güz faslını Mizan ile Akrep dahi Kavs

Cedi vü Delv ile Hut kıldı Zemistanda (kış'ta) karar."(Mehmet Bulut, Şamil İslam Ansiklopedisi, Burçlar maddesi)

*" O burçlar eğer çendan(gerçi) farazî ve mevhumedirler." Hayalidir, vehmidiler, aslında öyle bir şey yok. "Asıl ecramı nazm ve rabt ile yüklenmiş olan âlemde cârî ve lafzen ve ıstılahen cazibe-i umumiye ile müsemma olan âdâtullahın kanunu o burçlarda temerküz ve tahassül ettiğinden, "Arz burçlar üstündedir" olan tabir-i hakîmane caizdir"(Muhakemat, s. 62 ) Bu burçlar hayali ve vehmi olmakla beraber Allahu Teâla'nın gök cisimlerini bir arada tutan ve Astronomi ilminin terminolojisinde "genel çekim kanunu" denilen adet-i ilahisi o yörüngede cereyan ettiğinden dünya burçların üzerindedir denilmesi hem hikmetli, hem de caizdir.

"Bu mahmil, hikmet-i cedide nokta-i nazarındadır. Zira hikmet-i atîka burçları semada, hikmet-i cedide ise medar-ı arzda farz etmişlerdir. Bu tevil yeni hikmetin nazarında büyük bir kıymeti tazammun eder."(Muhakemat, s. 62) buradaki hikmet-i cedide sadece felsefe demek değil, günümüzdeki astronomi, fizik vs bilim dalları kapsıyor. Eski kozmografya ilmine göre bu burçlar semada idiler. Yeni astronomi ise bunlar arzın senevi yörüngelerinde farz edip her ay dünyanın bir burca konuk olduğunu kabul etti.

Not: Üstad buna Lem'alar'da şöyle değiniyor; "o halde Küre-i Arz her ayda buruc-u semaviyenin birinin gölgesinde ve misalindedir. Güya Arz'ın medar-ı senevîsi bir âyine hükmünde olarak, semavî burçlar onda temessül ediyor.

İşte bu vechile Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, sâbıkan zikrettiğimiz gibi bir defa عَلَى الثَّوْرِ, bir defa عَلَى الْحُوتِ demiş. Evet, mu'ciz-ül beyan olan lisan-ı nübüvvete yakışır bir tarzda gayet derin ve çok asır sonra anlaşılacak bir hakikata işareten bir defa عَلَى الثَّوْرِ demiş. Çünki Küre-i Arz, o sualin zamanında Sevr Burcu'nun misalinde idi. Bir ay sonra yine sorulmuş, عَلَى الْحُوتِ demiş. Çünkü o vakit Küre-i Arz, Hut Burcu'nun gölgesinde imiş(Lem'alar, s. 93)

Not-2: Üstad "İşte istikbalde anlaşılacak bu ulvî hakikata işareten" (Lem'alar, 93) diyor. Muhakemat İkinci Mukaddimede de "Mazide nazarî olan bir şey, müstakbelde bedihî olabilir"(Muhakemat, s. 16) diyerek bu gibi ilimlerin gelişmesi ile bazı ayet ve hadiselerin rumuz ve işaretlerinin de daha iyi anlaşılabileceğine dikkat çekiyor.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DİĞER YAZILAR

Nâziât, 37-38-39

Azana ve dünya hayatını ahirete tercih edene, şüphesiz cehennem tek barınaktır.

GÜNÜN HADİSİ

Her kim, inanarak ve karşılığını yalnız Allahtan bekleyerek Ramazan orucunu tutarsa, geçmiş günahları bağışlanır."

Buhârî

TARİHTE BU HAFTA

*Cumhuriyet'in ilanı(29 Ekim 1923) *Sütçü İmam Maraş'ta direnişi başlattı(31 Ekim 1919) *I.Dünya Harbine girdik(1 Kasım 1914) *İmam-ı Rabbani Hz.lerinin İrtihali(2 Kasım 1624) *Hz.Ömer(r.a.)'in Şehadeti(3 Kasım 644)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SİTE HARİTASI