ÇANAKKALEDEKİ MANEVİ GÜÇ

Bu makalemizde, Çanakkaledeki manevi güçten ve Çanakkale’yi, Çanakkale yapan ruhun esintilerinden bahsetmeye çalışacağız. Fakat evvela Çanakkale Savaşının basit bir savaş olmadığının idrak edilmesi lazımdır.


Ali Haydar Çetintürk

cetinturkalihaydar@gmail.com

2021-04-01 09:54:50

Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla...

Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın

Gömelim gel seni tarihe desem sığmazsın

Ey ÅŸehid oÄŸlu ÅŸehid isteme benden makber

Sana âğûşunu açmış duruyor Peygamber.

Bu makalemizde, Çanakkaledeki manevi güçten ve Çanakkale'yi, Çanakkale yapan ruhun esintilerinden bahsetmeye çalışacağız. Fakat evvela Çanakkale Savaşının basit bir savaş olmadığının idrak edilmesi lazımdır.

Şöyleki; boğaza akan gemiler, Avusturalya'dan Kanada'ya kadar ehl-i salîb'in kalplerindeki en az 1000 yıllık kinin icraat'a dökülmüş halidir. Zira o yıllarda batılıların "tarihin babası" dedikleri İngiliz Arnold Joseph Toynbee (1889-1975), Osmanlı'ya yapılması gerekenleri şu cümlelerle özetliyordu; "Şayet tarih sahnesinden Osmanlı'yı çekip alırsanız geriye ne kalır? Osmanlı olmasaydı bugün Kuzey Afrika, Balkanlar, Kafkaslar'ın batısı, Anadolu ve tabi Kudüs ve Kostantinepolis, Hristiyan ülkesi olacaktı. Ortadoğu ise İslamiyyet adacıkları halinde azınlık dini olarak kalacaktı."

Fransız Napolyon: "İstanbul bir anahtardır. Gelecekte İstanbul'a egemen olan, dünyaya hükmedecektir. Eğer Rusya Çanakkale Boğazı'nı ele geçirecek olursa, Toulon, Napoli ve Korfi'ye dayanmış olacaktır" sözü, aslında dünya siyasetinin de şifrelerini vermekte idi.

Bundan dolayı geçmişden gelen kinleriyle koca imparatorluğu tarihin çöplüğüne atmak için yola çıkan İngilizler, istemedikleri halde pastadan pay almak isteyen Napolyon'un çocuklarını da bu yolculuğa dahil etmek zorunda kaldılar.

29 Mayıs 1453'ün intikamını almak için yola çıkanlar, hayalleri kursaklarında kalarak geri döneceklerini nereden bileceklerdi ki!

Evet, ayaklarının ucuna basarak Ege'nin karanlık sularına geri dönmek için geldikleri bu vatanda, karşılarında, geri dönmemek için gelen vatan evlatlarını buldular.

Analarının ırzı kabul ettikleri vatan toprağını çiğnemeye gelen ırz düşmanlarına karşı kazması ve küreği olmayan bu millet, bahçe çitlerinden dikenli teller ile, yıkılan evlerden de elde ettikleri kerestelerle sığınaklarını inşa ettiler.

Bu millet sıradan bir millet değildir. Bayrağını bikiniye değil göklere diken bir milletdir. Bayrağı bir ağacın dalına astıkdan sonra şehadete koşan 57. alayın en son neferini Anzaklar bile unutmadı.

Şehid olduğunda, cebinden çıkan mektupda "Ayşe! Sabah yıldızım!" derken hayallerini, özlemlerini ve ümitlerini mahşer gününe te'hir ediyordu yüzbaşı Mustafa!

Zira bu millet, yârine sevdalandığı gibi sevdalı idi vatanına ve bayrağına.

Donanmalarını gördüğü zaman Türklerin ellerini kaldırıp hemen teslim olacağını zanneden İngilizler, analarının vatana kurban olsun diye kınaladıkları, çocuk yaştaki kınalı kuzuların koçyiğitliğine şahitlik ettiler.

Yani, etle kemiğin, çeliğe galib olduğu yerdir Çanakkale.

MANEVİ GÜÇ 

Manevi güç karşısında beceriksizliğine mazeret arayan İngiliz general Joen Hamilton şöyle diyordu; "Daha bugün 1800 top mermisi gönderdik. O son derece yıpranmış Türkleri koruyan Allah'larından (Celle Celâluhû) ayırmak için daha başka ne yapılabilirdiki? Biz Gelibolu'da Türklerle değil onların Allah'ıyla (Celle Celâluhû) harb ettik."  

Bu sözleriyle Hamilton aslında karşılarında manevi bir gücün olduğunu da itiraf etmiş oluyordu. Zira bunun başka bir izahı yoktu.

18 Mart 1915'de Çanakkale Boğazı'nda, mağrur bir şekilde 30 km. ilerleyen İngiliz donanması, Sideli Mahmud'un, iki bacağını kaybetmek pahasına gönderdiği top mermisinin tutuşturduğu gemi, yüzbaşı Hakkı bey'in Nusret mayın gemisiyle döşediği 26 mayından birisiyle selamlaşınca, ortaya çıkan gürültü Barbaros ve Pîri Reis'in tarihde attığı tokatları hatırlatıyordu İngilizlere.

Son olarak "Lâ havle velâ kuvvete illâ billâhil aliyyil azîm" diyerek, ingilizlerin gururu olan Ocean'ı vuracak olan, Niğdeli Ali'nin yardımıyla 276 kg.lık topu sırtına alarak 5 basamaklı top rampasına çıkaran Havranlı Seyid Onbaşı, son imzayı atmaya hazırlanıyordu.

Denizden geçit olmadığını anlayan güçler, karadan ilk 30 bin kişiyi çıkardıklarında, 20 km uzunluğunda kıyı şeridini korumak için, binbaşı Mahmud Sabri Bey'in komutasındaki, 15 ila 20 yaş arası, kemiklerinden kale yapmaya yemin etmiş 1500 vatan evladıyla karşı karşıya geldiler.

Tıpkı Arıburnu taarruzunda Bombasırtı vakasında, aralarında 8 metre kalan siperlerde burun buruna geldikleri gibi.

Üç dakika sonra öleceğini biliyor ama tereddüt etmeden boşalan siperleri Kur'an ve kelime-i şehadet okuyarak dolduruyordu.

250 bin küsur körpe fidanın düştüğü toprak, düğüne gider gibi ölüme gidenlerin vatanı olmayı hak ediyordu.

Dr. Yüzbaşı Hikmet Arda anlatıyor; "2. Alay'a bağlı birliğimizde 1. Tabur Komutanı Binbaşı Lütfü Bey vardı. Eşi öldüğünde oğlunu verecek yer bulamamış, yanında gezdiriyordu. İçine kapanık sessiz biriydi. Boş zamanlarında eratın çarıklarını, silahlarını tamir eder, yırtık ve sökükleri diker, siperlerden uzaklaşmazdı.

Temmuz ayı içinde savaşın çok kanlı geçmekte olduğu bir gündü. Ben sıhhiye bölüğümle beraber siperdeki yaralılarla meşgul oluyordum. Alçıtepe eteklerinde vaziyet kritikleşmiş, askerlerimiz geriye çekilmeye başlamıştı.

Savaşın belki de en tehlikeli sattleri yaşanıyordu. 219 rakımlı Alçıtepe düşmek üzere idi. Tabi bu tepe düşerse Kilitbahir ve Maltepe platolarının yolu açılacak, boğaz tahkimatı arkadan vurularak çökecek ve büyük ihtimal İstanbul düşecekti.

Ben bu duygularla işimi yaparken etrafta siyâhi Fransız askerleri de çoğalmaya başladı. Tam bu sırada o sessiz zayıf ve uzun boylu 1. Tabur Komutanı Binbaşı Lütfü Bey'in gür sesini duydum;

"YETİŞ YA MUHAMMED!!! KİTABIN GİDİYOR!!!" diye bağırarak ve kılıcını havada sallayarak askeri galeyana getiriyor ve uzun bacakları ile siperin üzerinden atlayarak Kerevizdere'ye doğru koşuyordu. Birden 19. ve 20. alayların geri çekilen askerleri o sese doğru Allah! Allah! diyerek koşmaya başladılar.

Küçük Emrullah bir yandan aldığı taşları düşmana doğru atarken, bir yandandan da: "Yürü aslan babacığım! Vurun asker ağabeylerim!" diye bağırarak herkesi coşturuyordu. Yani tam ana baba günüydü.

Fransız askerleri en modern silahlarını atıp kıyıya doğru koşmaya başladılar. Çanakkale savaşı birkaç saat içinde gitti geldi. Bu arada yaralanmıştım. iki gün sonra Akbaş hastanesinde kendime geldim. "Alçıtepe kimin elinde?" dedim "Bizde" dediler. Dünyaya tekrar gelmiş gibi oldum.

Daha sonra Binbaşı Lütfü Bey'in ve küçük Emrullah'ın ise yine birbirlerinden hiç ayrılmadan şehitler bahçesine atladıklarını öğrendim. 

NORFOLK TABURUNUN ORTADAN KAYBOLMASI

3 Yeni Zelandalı askerin, noter huzurunda yıllar sonra yaptıkları açıklama Çanakkale'deki manevi yardımın ne kadar büyük olduğunu birkez daha gözler önüne seriyordu. Özetle şöyle söylüyorlardı;

"21 Ağustos 1915 günışığında Anzak koyu 60. tepede ekmek somunu gibi üç tane bulut duruyordu. Onların altında 250 metre uzunluğunda, 65 metre yüksekliğinde 60 metre genişliğinde başka bir bulut vardı. Gri bir bulut Norfolk taburunun olduğu yere indi. Askerler buluta vardıklarında hiç çekinmeden dosdoğru içine girdiler. Ama tekrar içinden çıkıp 60. tepede savaşa katılan hiç bir kimse olmadı. Sonra o bulut sanki yükünü almış gibi yerden yükseldi. Diğer bulutların yanına ulaşınca Trakya istikametine doğru gittiler. Ve bir saat içinde gözden kayboldular. Savaş sonunda bu tabur kayıp veya yok edilmiş sayıldı. Anlattığımız bu olayın kelimesi kelimesine doğru olduğunu beyan ederiz" (F.Reıchardt, D.Nevnes, J.L.Newman)

HATÄ°ME

26. alaya bağlı 3. taburun 10. bölüğünden sadece 1 takımı 64 gönüllüden teşkil ediliyor ve başlarında Ezineli Yahya Çavuş'un bulunduğu bu takım tam 3 alayla yani bir düşman tugayı ile cenk ediyordu. 25-26 Nisan günleri 21 saat süren savunmanın bir benzeri yoktu. Ama bu 64 kişiyi yüzbaşı Smith kendilerinden 20 misli fazla olarak gördüklerini anlatıyordu.

Doğusuyla batısıyla, Mardin'iyle Muğla'sıyla "biz şuncağızlara yenilecek adammıyız ulen arkadaşlar" diyerek Ertuğrul destanını yazanların, düşmana 20 misli gösterilmesi manevi yardım değil de nedir?

Din, vatan ve namus müdafasında, çelik çomak oynaması gerekirken, vatanıyla oynayanlara bedenini siper eden ve kaşı kadar bıyığı terlememiş olanların 20 misli fazla görünmelerini anlayamayanlara şunu söylemek lazım; Görene değil gösterene bak!

Çanakkale'deki kınalı kuzuların annelerini de hatırlayarak, makaleme Bilecik garında oğlu Hüseyin'e nasihat eden anasının sözleriyle son veriyorum. Abisini, kocasını ve diğer üç oğlunu uğurladığı gibi son oğlunu da cepheye uğurlayan çilekeş Anadolu kadını şöyle diyordu:

"Hadi git Hüseyinim! Hadi git ama, eğer bayrağımız göklerden inecekse, eğer minarelerde ezanlar susacaksa, eğer camilerin kandilleri sönecekse, eğer namusumuza yâd eli değecekse; öl de gelme Hüseyinim! Gözüm! Sakın buralara dönme!"

İşte Çanakkale'yi Çanakkale yapan ruh ve bu işin özeti budur. Vesselam

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DÄ°ÄžER YAZILAR

Artık kim doğru yolu seçerse kendi lehinedir; kim de saparsa ancak kendi aleyhine sapmış olur.

Zümre, 41

GÃœNÃœN HADÄ°SÄ°

"Kişinin yapacağı en üstün iyiliklerden biri, ölümünden sonra babasının dostlarına sıla-i rahimde bulunmasıdır"

Müslim, Birr, 11-13 (2552);

TARÄ°HTE BU HAFTA

*Kanije müdafaası(18 Kasım 1601) *Hz.Fatıma'nın(r.anha) Vefatı(22 Kasım 632) *İstanbul'un Müttefikler Tarafından İşgali(23 Kasım 1918) *Alparslan'ın Şehadeti(24 Kasım 1072) *Öğretmenler Günü(24 Kasım)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SÄ°TE HARÄ°TASI