ERZURUM TEDÂİLERİ-3

ERZURUM’DA BİR BAYRAM HAVASI Benim çocukluk ve gençlik yıllarımda âdeta zifiri bir karanlık yaşanıyordu. Bütün basın İslamiyet’in aleyhinde idi. Çeşitli menfi cereyanlar, imansızlık ve sefahat ateşi her tarafı kasıp kavurmaktaydı.


Mehmed Kırkıncı

.

2021-10-21 13:03:55

 ERZURUM'DA BİR BAYRAM HAVASI

Benim çocukluk ve gençlik yıllarımda âdeta zifiri bir karanlık yaşanıyordu. Bütün basın İslamiyet'in aleyhinde idi. Çeşitli menfi cereyanlar, imansızlık ve sefahat ateşi her tarafı kasıp kavurmaktaydı. Başta Nur Talebeleri olmak üzere Kur'ana ve imana hizmet eden bütün ilim ve irfan erbabı sürekli takip edilip, her türlü zulüm, istibdat, hapis ve sürgün gibi eza ve cefalara maruz bırakıyorlardı. 

Medrese eğitimime başladığım zamanlar, gizlice okuduk. Hocalarımız bizi ağlayarak okuturlardı. Medreseler kapatılmış, Kur'an okumak ve Arapça öğrenmek yasaklanmış, ezanlar Türkçe okutulmaya başlanmıştı. Birçok cami ibadete kapatılmış, bazı camiler depo, bazısı ise hapishane yapılmıştı. O zamanlar yaklaşık elli camii bulunan Erzurum'da sadece Gürcü Kapı Camii, İhmal Camii, Lala Paşa Camii ve Murat Paşa Camii ibadete açıktı. Ulu Camii depo, Kurşunlu Camii ise hapishane yapılmıştı. Birçok ilde de aynı durum söz konusu idi.

Bediüzzaman Hazretleri bu elim vaziyeti şöyle ifade etmektedir:

"Zulüm, başına adalet külâhını geçirmiş; hıyanet, hamiyet libasını giymiş; cihada bagy (eşkıyalık) ismi takılmış, esarete hürriyet namı verilmiş. Ezdad, suretlerini mübadele etmişler.(1)

 Hocam Mustafa Necati Efendi'nin hususen Pazar günleri evinde yapılan sohbetlerde; "Zaman ahir zamandır, bundan sonra durumun iyi olacağını beklemek yanlıştır. Gittikçe zaman daha da kötüleşecek" gibi şeyler konuşulur, ümitsizlik içinde gözyaşı dökülürdü. Biz de orada konuşulanlardan ziyadesiyle etkilenirdik. İnsanlar bir nur bekliyorlardı. Mehmet Akif Ersoy'un dediği gibi;

 Yârâb! Bu uğursuz gecenin yok mu sabahı?

Mahşerde mi bîçârelerin yoksa felahı!

 Nur istiyoruz… sen bize yangın veriyorsun!

"Yandık" diyoruz…. Boğmaya kan gönderiyorsun!

O yıllar insanlar bir taraftan maddi sıkıntı içerisinde yaşarken, diğer taraftan da bütün maneviyat ve feyiz kaynakları kurutulmuştu. Millet madden ve manen huzursuz ve perişan bir vaziyette idiler. Bir köyde sadece birkaç hane kendini geçindirebiliyordu. 14 Mayıs 1950'de Demokrat Parti kahir bir ekseriyetle iktidara gelince, maddeten ve manen bir ferah ve sürur devri başladı. İnsanlar adeta kıştan bahara, zulmetten nura çıkmış gibi idiler.

Demokrat Parti iktidara gelince, ilk icraatı olarak ezanın tekrar Arapça olarak okunmasını sağlamak oldu. Ezan-ı Muhammedî, 10 Ocak 1932 senesinden itibaren Türkçe olarak okunmaya başlanmıştı. Minarelerden Allah'ın büyüklüğünü ifade eden, insanın kalbine ve ruhuna inşirah veren 'Allah u Ekber, Allah u Ekber' nidaları yerine, 'Tanrı uludur, Tanrı uludur' sesleri söylenmeye başlanmıştı. Bu durum müminlerin rikkatine dokunur, fevkalade rahatsız eder, onları karamsarlığa sevk eder ve sürekli olarak ağlamalarına sebep olurdu.

16 Haziran 1950 yılında ikindi vaktinden itibaren ezanın aslıyla okunacağını haber alan Erzurum halkı, o gün sokaklara döküldü. Caddelerde ve sokaklarda adeta bir bayram havası yaşanıyordu. Kadınlar ehram ve çarşaflarıyla toprak evlerin bacalarına çıkmış, bu bayramı bekliyorlardı. Ezanın okunmasını bekliyorlardı. Kurban bayramında her köşede bir hayvan kesildiği gibi, o gün de insanların ekserisi  Tebriz Kapı mevkiinden Lala Paşa Camiine kadar dizilmiş, kiminin elinde bir koyun, kiminin elinde bir koç, bazılarının yanında bir tosun ve bir kısım insanların yanlarında da birkaç düve olduğu halde büyük bir heyecanla, iştiyakla, hasretle ve sabırsızlıkla ezanın okunmasını bekliyorlardı.

Minarelerden Ezan-ı Muhammedî  okunmaya başlayınca herkes bir sürur içerisinde bıçağını kurbanının boğazına çalmıştı. İnsanlar tekbirlerle kurbanlarını kesiyor, kadınlar ve yaşlı insanlar da göz yaşı döküyorlardı. Bütün bunlar sevinç ve şükür gözyaşları idi. Zira, tam 18 yıl devam eden bir zulüm bitmiş ve o büyük hasret sona ermişti.

Biz de büyük bir huzur ve sürurla arkadaşlarla beraber Fetvahane'ye (Müftülüğe) gittik. Müftü Solakzade Sadık Efendiyi sevincinden ağlıyordu. Bizi görünce ellerini kaldırdı ve şöyle dua etti:. "Ya Rabbi! Ölmeden önce bu günleri bizlere gösterdin ya Sana sonsuz şükürler olsun." On sekiz yıldır hüzün ve kederinden ağlayan ehl-i iman, şimdi de, sürur ve sevincinden ağlıyorlardı. Bu bakımdan, o günü unutmak asla mümkün değildir. O zamanlar iletişim araçları yaygın değildi. Sonradan haber aldığımıza göre başta İstanbul olmak üzere Türkiye'nin bir çok ilinde de aynı sevinç, aynı heyecan yaşanmıştı.

 Cenab-ı Hak, Adnan Menderes'ten ebediyen razı olsun, makamını âli eylesin! Onun bu büyük hizmeti inşallah günahlarına kefaret olur. Zaten zulmen şehit edildi. Nitekim Üstad Bediüzzaman Hazretleri Adnan Menderes'e yazmış olduğu bir mektubunda; "…Ezan-ı Muhammedî'nin (A.S.M.) neşriyle demokratlar on derece kuvvet bulduğu gibi;…. O vakit âlem-i İslâm'ın teveccühünü kazandıkları gibi, başkalarının zalimane kabahatları onlara yüklenmez fikrindeyim. Dindar Demokratlar, hususan Adnan Menderes gibi zâtların hatırları için, otuz beş seneden beri terk ettiğim siyasete bir-iki saat baktım ve bunu yazdım."(2) sözleriyle onu takdir etmiştir.

Dipnotlar

 1-Nursî, B.S. Mektubat

 2-Nursî, B.S. Emirdağ Lahikası 2. Cilt

 

 

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DÄ°ÄžER YAZILAR

Ey iman eden kullarım! Şüphesiz benim arzım geniştir. O halde (nerede güven içinde olacaksanız orada) yalnız bana kulluk edin.

Ankebut, 56

GÃœNÃœN HADÄ°SÄ°

Her kim bir namazı (kılmayı) unutursa (onu) hatırladığında kılsın. Onun bundan başka keffâreti yoktur.

KİTÂBU MEVÂKÎTİ'S-SALÂT-Buhari

TARÄ°HTE BU HAFTA

*Kanije müdafaası(18 Kasım 1601) *Hz.Fatıma'nın(r.anha) Vefatı(22 Kasım 632) *İstanbul'un Müttefikler Tarafından İşgali(23 Kasım 1918) *Alparslan'ın Şehadeti(24 Kasım 1072) *Öğretmenler Günü(24 Kasım)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SÄ°TE HARÄ°TASI