NECATÄ° KURÅžUNOÄžLU AÄžABEYDEN HÄ°ZMET HATIRALARI-2

1979 senesiydi. Memlekette anarşi olayları en üst düzeye çıkmış, kan gövdeyi götürüyordu. Hocamla bir yerdeydik. Dedim ki; “hocam, bu anarşi nasıl duracak?


Salih Okur

nedevideobendi@gmail.com

2022-02-23 12:33:49

HOCAMIN, SEKSEN İHTİLALİNİN HEMEN ÖNCESİ, BANA DEDİKLERİ 

 1979 senesiydi. Memlekette anarşi olayları en üst düzeye çıkmış, kan gövdeyi götürüyordu. Hocamla bir yerdeydik. Dedim ki; "hocam, bu anarşi nasıl duracak?

Dedi ki; "Hz. Musa(a.s) kavmini Mısır'dan çıkarttı. Kızıldeniz kenarına geldiler. Arkalarından da Firavun ordusu onlara yetişti. Önlerinde deniz arkalarında deniz gibi kalabalık düşman. O zaman İsrailoğulları Hz. Musa'nın(a.s) sakalına sarılmışlar; "hani bizi buraya getirdin, şimdi nolacak?" demişler. Hz. Musa(a.s) demiş ki; "İşte sabır burada lazım. Ümitlerin tükendiği zamanda sabır." Dolayısıyla, denize asasını çalınca, deniz yarılıverdi. İşte şimdi biz de o noktadayız." Hocamın bunu demesinden kısa bir süre sonra askeri harekât oldu.. Anarşi durdu..

HOCAMIN KENDÄ°SÄ°NÄ° SETRETMESÄ°

Hocam İstanbul'da ameliyat olmuştu. Ameliyat sonrası bir kardeşin Çengelköy'deki köşkünde misafir kalıyordu. Ben de bir geçmiş olsun ziyaretine gittim. Çok sıcak karşıladı. Hoş beş derken kendisine dedim ki; " Hocam, benim şimdiye kadar gördüğüm insanlar içinde manevi makamını en çok gizleyen bir insansınız ki, anlamak çok zor. Sizi anlamak da anlatmak da çok zor" filan derken, hocam birden ani bir refleksle oradakilere yiyecekleri göstererek; "hele ne duruyorsunuz, yeyin, ben yiyemiyorum. Sizin yemenizden ben de yemiş gibi seviniyorum" diyerek, profesyonel bir şekilde mevzuyu değiştirdi. Bizim medih havada kaldı, kimse de farkına varmadı. Kendini örttü yine. Hocam çok mütevazi, bambaşka bir insandı.

Hocam, kendisi saklayan ama velayet yönü de olan bir insandı. Ben çok kerametlerine rastlamışımdır yani..Bir evlâdım üniversitede doktora sınavına girmişti. Ben o zaman Urfa'daydım. Hocam bana telefon açtı ve "o kazandı" dedi. Ben çocuğuma telefon açtım. "Baba daha sonuçlar açıklanmadı" dedi. Sonradan baktık ki kazanmış.

Bir defasında İstanbul'da bulunduğumuz yere derse gelmişti. Ders sonunda ayaküstü hocamla konuşuyoruz. Bana bir ara; "başınızda büyük bir felaket var" dedi. Ben kendi kendime "acaba hocam ne demek istiyor" dedim. Neyse orada konuştuk, ayrıldık. Ben bir yere giderken kızım telefon açtı; "baba çabuk gel, annem çok fena, bayıldı, düştü" dedi. Beyninde ur varmış. Hastahaneye kaldırdık. Kırk gün yattı, sonra vefat etti.

MANTIK KÃœPÃœNDEN Ä°KÄ° MÃœTHÄ°Åž CEVAP

Hocamın medreseden gelen yüksek bir ilmi var; Mantık ve İlm-i Kelam'da çok ileriymiş yani. Risale-i Nur da mâlum, ilm-i Kelamda bir inkilâptır. Risaledeki o ilimlere dair kavramları ilmi olmayan birisi ne kadar anlayabilecek? Onun için ben hocam gibi eserlere vâkıf kimse görmedim.

Veysel Sağdıç kardeşimiz anlatmıştı; "Bir gün hocama sordum; "Hocam, bir veli ile normal bir insan arasında nasıl bir fark vardır?" Cevab verdi; "Evin kedisi ile evin sahibi gibi."

Yine diyor, bir gün hocama sordum; "Hocam, Cenab-ı Hak kâinatı belli bir safhada ve zamanda yaratmış. Bir anda yaratamaz mıydı?" dedi ki; "O zaman hiçbir şey anlayamazdık, marifetullah (Allah'ı tanıma) olmazdı." 

Bir gün hocamla birlikte kahvaltıyı Veysel kardeşimizin iş yerinde yapmıştık. Ayrılırken hocam bana asansörde dedi ki; "Veysel kardeşe söyle. Eskiden fakirlik makbuldü. Şimdi ise zenginlik daha makbul."

"BU FENAFÄ°LLAH MERTEBESÄ°DÄ°R"

Hanımımın vefatından sonra bir gün hocam İstanbul'da bizim eve ziyarete gelmişti. Orada sohbet sırasında Niyaz-ı Mısri merhumun aklımda olan şu ifadelerini okumuştum;

"Öyle sanırdum ayriyam, dost ayrıdır ben gayriyam,

Benden işitip göreni bildim ki ol cânân imiş."

Hocam dedi ki; "Fesubhanallah, bu fenafillah mertebesidir." Hocamla böyle çok tatlı konuşurduk. Benim kitap sevgimi de bilirdi. Bize ve ailemize çok şefkat göstermiştir, çok.

KIRKINCI HOCAMIN BANA GÖNDERDİĞİ İKİ MEKTUP

Hocam, biz Eskişehir'de hizmet ederken Erzurum'dan gönderdiği bir mektup; "Muhterem Necati Bey ve refika-i muhteremesi Zeynep Münteha Hanım,

Namütenahi bir sürur ile kalbimi tesrir ve tes'id eden mektubunuzu, lehülhamd vel minne aldım. Lillah için muhabbetlerimiz, uhuvvetlerimiz, Nur'a ait ulvi hizmet ve sohbetlerimizden teşekkül eden çeşit çeşit sermedî levha ve manzaraların veyahut nescedip dokuduğumuz rengarenk zümrüd misal haliçelerin ebed alemindeki seyir ve temaşalarını tefekkür etmek, bu ulvi levhaları kalben zevk etmek elbette nâmütenahi sürur ve saadetten başka ne olabilir ki?

İşte, sabırşiken bir meşakkat ve külfetinizden tezahür eden teessürünüz avânında bizleri derhatır ederek yazdığınız zevk ve şevk-aver şu mektubunuz bu ulvi hâlleri bizlere tezekkür ettirdi. Saha-i kalbimden gam ve kasavetin perdeleri refte refte selb olub gittiler. Nihayet; kalb ve gönül âlemlerim ziyadesiyle sürur ve saadetlere cilvegâh oldular.

Hakikaten, sizlere karşı lâyıkıyle calib-i ül kulûb bir şefkat ve teveccühü mucib bir re'fetde olmadığımı beyan etsem, herhalde malumu i'lamdan başka bir şey söylemiş olmam. Fakat, sizin gibi yâr-ı vefakârların hüsn ü zanlarına mazhariyetimi dua kabul ediyorum. Cenab-ı Hak, cümlemizi azâmî sadakat ve ihlas ile hizmeti Kur'âniyede istihdam etsin.

Hâdiselerin lehinizde tecelli etmesi için dua ve niyazlarımı dergah-ı bâriye takdim ettim ve ediyorum. Malumunuz, hâdiseler kader ile merbuttur. Bu ise kederden emin olmamıza kâfi ve vâfidir.

Hem bilirsiniz ki, Cenab-ı Hak, daha büyük hüzün ve belalardan necat verib bizleri azad etmesi için muvakkaten bazı cüzi esefleri estiren rüzgarlara güzergah etmesi, hikmetinin iktizasındandır. Bu hadiselerin mebdei her ne kadar elem bile olsa, müntehası sürurdur inşallah.

Sultanım Necati bey, endişeye mahal yok. İstikbal devr-i necat ve devr-i Said'dir. Selam eder, sizlerinde semere-i fuadı, fakirin de nur-u didesi olan Said ve Nuriye'nin gözlerinden öperim. Bir kapının örtülmesine bedel binbir kapıyı açan ol Erhamürrahimin'e emanet olasınız.

Vahdet bey selam eder, Rabbimizin sizleri rızası dairesinde istihdam etmesini Allah'tan diler.

1978

Mehmed KIRKINCI

Bir de Samsun'dayken hocama bir mektup yazmış ve emeklilikten sonra nereye yerleşeceğim hususunu sormuştum. Bana şefkat dolu şöyle bir mektup göndermişti;

"Muhterem Efendim Necati Bey,

Hasan Efendi ile göndermiş olduğunuz iltifatnamenizi aldım. Defalarca okudum. Fevkalade memnun ve mesrur oldum.

Bizim için bais-i teselliyat ve meserret olan iade-i afiyetinize suret-i mahsusada hamdettim. Cenab-ı Hak maddî manevî sıhhat ve afiyetinizi berkemal buyursun.

Ayrıca mektubunuzda tahassürünüz icabı hissiyatınızı bir derece dile getirmeniz, elhak bizi de ihtisas ve ihtizaza getirdi. Gönüllerimizi dalgalandırdı. Eski halleri tahayyül ettirdi. Doğrusu kitab-ı hayatımızın ibretamiz yapraklarını çevirip revnaklı sahifelerini okutturdu. Böylece sergüzeşt-i hayatımızın en uzak âsûde ve mutlu sahillerine götürdü ve gönül âlemimizi yeniden coşturdu.

Hususan o medrese-i Yusufiyede geçirdiğimiz tatlı anları, tatlı demleri, yeniden tahattur ettik. O şirin ifadelerinizle bilhassa: "…Misaliler meclisi, o meclisin Reisi, tekrar sordu, hem dedi:.." ilaahir bahsini okumalarınızı hatırlamak, kalbimi firakın zülumatmdan bir derece azade edip, envar-ı tahassüratla tenvir etti. O tahatturattan şöyle tasavvur geldi:

Başta Üstadımızın ve O'nun davasını derûhte edip, çile ve hissiyatına ortak olan talebelerinin musibet anlarındaki niyazları, ahû eninleri, arzuları, hususan o latif ifadelerle okunan zarif ibareli kudsî hakikatlar, onların tefekkürü, tezekkürü, mütalaası, onların berrak ve saf nefeslerine bürünüp tebahhur ederek, sanki başlarında ayrı birer rahmet bulutları halinde teşekkül etti. Pare pare bu bulutlar, hafif hafif, aheste aheste, dalga dalga, tabaka tabaka yükselerek, Anadolu'nun dağ ve sahralarına açılmış, neticede bir bâd-ı rahmetin esmesiyle bütün zemini ve asumanı ihâta etmiştir.

Hamdolsun artık cennetâsa bir bahardayız. Zaman zaman o münevver, mülevven bulutlar açılıp saçılmakta, ufuklar üzerinde nurdan birer dağ şeklini alarak, rahmet katrelerini nurun bağ ve bostanlarına dökmektedirler. O zeminde ekilen nur tohumlarının neşvünemasına, yeşillenip çiçeklenmesine, neticede semere vermesine vesile olmaktadırlar…

Benim Efendim;

Cennet turunçları misüllü, gayet leziz ve şirin şu manevî çiçek ve semerelerin ayrı ayrı fidan ve ağaçları mesabesinde olan Saidler, Hamzalar, Ahmedlerin teşkil ettiği şu bağlar bahçeler, letâfetlerine doyulmaz hedeya-i kudretten bir numune ve şâyan-ı şükran birer bediadırlar. Bu lâleler, sünbüller, güller açılarak, saçılarak latif latif, çeşit çeşit renkleriyle bağ ve bostanımızın zerâfet-i mevcudanesini itmam ediyor.

Fakiriniz de bu manzaraları, dünyada medar-ı tesellisi olan o malum, göz bebeğinin karası misüllü o ufacık hücremin penceresinden seyretmekteyim. Sanki, renk renk çiçeklerle donanmış, bezenmiş ve meyvalarını takdime müheyya bulunan eşcar-ı müsmirenin envarına cami bir baharistanm menazır-ı âliyelelerini temâşâ etmekle inşirah duyuyorum.

Bazan da o bağ ve bostanların içinde gezinip, seyahat etmekle saatlanmı, günlerimi nurlandırarak bereketlendirmeye çalışıyorum ve her gelen yeni günün nazenin nazenin, rengin rengin manzaralarını, bereketlerini bir önceki günde daha âlâ, daha rânâ görüyorum.

Bizler ki; o bağ ve bahçelerden, deste deste, beste beste derlediğimiz çiçekleri, Üstadımızın Horhor medresesinin başında, bir mezar taşı hükmünde dikili bulunan o yüksek Van Kal'asına, Şu büyük mezar taşına "Binler selam sana ya Üstad…" nidalarıyla hediye olarak takdim ediyoruz, karşılığında "henien leküm" sadalarını işitiyoruz.

Hamdolsun; gün be gün, günâ gün münkeşif olan şu türlü türlü, rengarenk goncalar, şükûfeler, benefşeler o muhibbinizin hayatını okşuyor, tecdid ediyor, saâdetini temdid ediyor.

Artık bizler için bahtiyarlıktan başka ne olabilir? Bu rayiha-i tayyibeleri koklamak, bu bülbülllerin tegannilerini büyük bir hazla dinlemek, renkle rin cilvelerini hayretfeza bir nazarla seyre koyulmak, zannederim ki bizlere kâfi ve vâfidir. Hastalıklar, musibetler yüz derece şiddetiyle de hücum etse yine bize bahşedilen safa ve saâdet surundan bir gedik açamaz.

Erhamürrahimin bizlere bahşettiği bu lütuf ve ikramları içinde, dünyanın servet ve samanına, zevk ve safasına nasıl iltifat edilir? Elbette ki edilmez ve edilmemeli… Zira dünyanın bela ve sıkıntıları, musibet ve meşakkatleri geçicidir, fânidir. Fakat hizmet-i nura taalluk eden manzaralar ise, cennetidir, firdevsîdir." Alâ sürurin mütekâbilin" sırrınca cennet iskemlelerinde karşı karşıya oturulup seyredilen ve ehl-i cenneti gıptaya sevkeden ebedî levhalardır.

Cenab-ı Hak'ın lütuf ve kereminden umudumuz kavidir ki, bu manzara ve levhalar, ebedî sohbetimize biiznillah mevzu teşkil etsinler.

Devr-i Nur ve Devr-i Said olan bu devirde sizi, Münteha hanım ve çocukları Allah'a emanet ederim.

Emekli olduktan sonra nerede iskân edeceğinizi soruyorsunuz? Misafirimiz olan Osman Hoca, Vahdet ve Oktay Beylerle bu meseleyi müşavere ettik. Onlar, İstanbul'a yerleşmenizi sıhhat ve hizmetiniz bakımından uygun gördüler. Bana kalırsa Erzurum ve İstanbul'dan hangisini tercih etseniz istişareye uymuş olursunuz.

4 Temmuz 1986

Mehmed KIRKINCI

-devam edecek-

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DÄ°ÄžER YAZILAR

Maide-7

"Allah'ın, üzerinizdeki nimetini ve "İşittik, itaat ettik" dediğinizde sizden aldığı ve kendisiyle sizi bağladığı ahdini hatırlayın. Allah'tan korkun, çünkü Allah göğüslerin özünü çok iyi bilir."

GÃœNÃœN HADÄ°SÄ°

Evlad ve Akrabalara Ä°yilik

"Bir baba çocuğuna güzel ahlaktan daha üstün bir miras bırakamaz" [Tirmizi, Birr 33, (1953)]

TARÄ°HTE BU HAFTA

*Kanije müdafaası(18 Kasım 1601) *Hz.Fatıma'nın(r.anha) Vefatı(22 Kasım 632) *İstanbul'un Müttefikler Tarafından İşgali(23 Kasım 1918) *Alparslan'ın Şehadeti(24 Kasım 1072) *Öğretmenler Günü(24 Kasım)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SÄ°TE HARÄ°TASI