İSLAM’IN DAHİLİ DÜŞMANLARI YA DA GÜNÜMÜZÜN YIKICI AKIMLARI

İhvan meşrepli Iraklı yazar ve düşünür Muhsin Abdulhamid, ‘ İslam’a Yönelik Yıkıcı Hareketler’ adıyla bir eser kaleme almıştır. Özellikle de 19’uncu yüzyılda ortaya çıkan Babilik ve Bahailik gibi akımları incelemiş ve ele almıştır.  Her dönemde benzeri akımlar zuhur etmektedir.  Akımlar veya hareketler zamanla mezhebe dönüşmekte ve bazen de mezhepler tekrar akım haline geri gelmektedir. 


Mustafa Özcan

mustafaahmetozcan@gmail.com

2022-04-01 08:42:47

İhvan meşrepli Iraklı yazar ve düşünür Muhsin Abdulhamid, ' İslam'a Yönelik Yıkıcı Hareketler' adıyla bir eser kaleme almıştır. Özellikle de 19'uncu yüzyılda ortaya çıkan Babilik ve Bahailik gibi akımları incelemiş ve ele almıştır. Her dönemde benzeri akımlar zuhur etmektedir. Akımlar veya hareketler zamanla mezhebe dönüşmekte ve bazen de mezhepler tekrar akım haline geri gelmektedir. 

1-Åžiilik

Günümüzden buna dair en çarpıcı örnek İran'dır. Veliyy-i fakih doktrini veya velayetçi Şiilik, On iki İmamcılık içinde gelişmiş yeni bir harekettir. Şah İsmail de 1501'den sonra Şiiliği veya Aleviliği yeni bir hareket haline getirmişti. Daha doğrusu Şah İsmail'in başlattığı süreç zamanla mezhepleşmeye dönmüştür. İran öncesinde genel anlamıyla Şii değil Sünni idi. Şah İsmail'in hareketi veya akımı söndükten sonra İran veya Pers illeri mezhep çeperine geri dönmüştür.

Ayetullah Humeyni de İran'da Şahlığın zayıflamasıyla birlikte, Osmanlı sonrası Müslüman Kardeşler gibi siyaseti yenilemeci veya hilafetçi hareketlerin zuhurundan etkilenmiş ve Şii doktrininde yeniliğe gitmiştir. Bu da yeni bir akıma ivme ve temel teşkil etmiştir. Humeyni'nin akımı veya devrimi bölgeyi ve dünyayı kasıp kavurmuş, çalkalamış lakin sonunda eski mezhep çeperine geri dönmüştür. Şah İsmail bu yapıyı kurmuş Humeyni ise yenilemiştir. Çünkü özünde vaat ettiklerini gerçekleştirecek bir potansiyel yoktur. Araplar bunu bir deyimle ifade ederler: "Fakidu'ş şey'i la yu'tihi." Malik olmayan sahip olmadığı bir şeyi başkalarına veremez! 

 İslam birliği Humeyni'nin aldatıcı propagandalarından biriydi. Elbette bazı Sünni kesimleri imale etmiş, kendisine çekmiş ve iğfal etmiştir. Bu yönüyle hareket olarak, akım olarak Şiilik mezhep olarak Şiiliğin ötesine geçmiştir. Kendisine yeni bendeler ve tabiler edinmiştir. Ali Şeriati bunu şöyle formüle etmiştir: "Hareketten devlete devletten harekete geçmek!" Kısaca akımlar yeni bir dinamizmi ve fikri dalgalanmayı tetikliyor. Bununla birlikte zamanla sönüyor ve nice tahribattan sonra eski kalıplarına geri dönüyor. Ya da kalıplaşıyor.

 Kısaca, velayet-i fakih, Şiilik içinde yeni bir akım olarak zuhur etmiştir. Kimileri buna Humeyni Devrimi de demektedir. Kimileri daha da öteye giderek İslam Devrimi adını vermektedirler. Bununla birlikte Humeyni ve çizgisi İslam ümmetini kucaklayıcılıktan son derece mahrumdur ve uzak kalmıştır. Özü mezhep taassubuyla kaynamaktadır. Şah dönemindeki ortak payda arayışına dair tomurcuklar Humeyni ile birlikte filiz vermiştir. Lakin Humeyni çizgiyi müstakim tutamamıştır. Tarih Şah İsmail'den sonra bir kez daha tekerrür etmiştir. 

Humeyni Devriminin hasadı acı olmuştur. İslam dünyasını kargaşaya boğduktan ve sürükledikten sonra zihinleri ve gönülleri darmadağın ederek fecri kazip gibi ortadan çekilmiştir. Bugün İslam alemine halkların aleyhine müdahalelerinden dolayı Humeyni'nin Lübnan'daki çömezine veya Dahiye Liderine yani Hasan Nasrallah'a 'Dahiye Decccalı' denmektedir. Fotoğrafa daha büyük ölçekten baktığınızda Şii dünyasının en önemli çağdaş deccallerinden birisi de bizzat Humeyni olmuştur. Zihinleri, gönülleri ve ülkeleri paramparça etmiştir.  Onunla ve ardıllarıyla birlikte gayri Müslim veya Batı dünyası içeriden bir yıkım aracı bulmuştur. Bunu çok mahirane bir şekilde kullanmıştır.

Selçuklu Veziri Nizamü'l Mülk döneminde iç düşman Batıniliktir, İsmaili akımlarıdır. Bununla birlikte Şah İsmail'den beri iç gaile ve tehdit kesinlikle yarı Batinilik olan ve bütün Şii fikriyatı kendinde cem eden On İki İmam Şiiliği ve anlayışıdır. Humeyni ile birlikte İslam dünyasının iç düşmanı kendisini yenilemiştir. Gerek Şah İsmail gerekse Humeyni kendilerini Mehdi'nin hazırlayıcısı saymışlardır.

Hadisler de iç düşman meselesine vurguda bulunmaktadır. Sözgelimi; "Ben Rabbimden üç şey istedim; istediklerimden ikisini verdi, birisini ise benden esirgedi: Rabbimden ümmetimi kıtlıkla helak etmemesini istedim; bu isteğimi kabul etti. Bir de kendisinden ümmetimi suda boğmakla helak etmemesini istedim, bu isteğimi de kabul etti. Sonra ümmetimin helakının kendi içlerinde meydana gelecek çekişmeler üzerinden olmamasını niyaz ettim, bunu benden esirgedi." (Müslim, Fiten, 20)

 Demek ki Müslümanlar iç kargaşadan masun olmayacaklar ve birbirlerinin başını vuracaklardır. Bu hususta açık bir başka hadis şudur: "Şeytan, Arap yarımadasında Müslümanların kendisine kulluk etmelerinden ümidini kesmiştir. Fakat onları birbirlerine düşürmeye, aralarını açmaya çalışacaktır. (Müslim, Münâfıkîn 65. Ayrıca bk. Tirmizî, Birr 35). "

Asr-ı saadetteki nifak hareketi zamanla tefrika odaklarına dönüşmüştür. Bu nedenle de ehl-i bidata karşı ihtiyatlı olmakta fayda vardır. İnsanların içine girdiklerinde mutlaka aralarını bozarlar ve karıştırırlar. Nitekim, Humeynici akım öyle yapmıştır. Bugün İran sadece Lübnan, Suriye, Irak ya da Yemen'i tutsak almış değil aynı zamanda Kays Bin Said liderliğinde Tunus'ta da etkin hâle gelmiştir. 40 yıldan beri atılan tohumlar meyvesini veriyor. Tunus içişleri bakanı ve yeni iki valinin Şiiliğe seçenlerden atandığı ifade edilmektedir. El Mustabsirun yani gözleri açılanlar olarak da ifade edilen bu zümre Tunus'ta devlet kurumlarına sızmıştır hatta çökecek ve çöreklenecek hale gelmiştir.

2-Ahbaşilik 

Dahili düşmanlığı körükleyen başka akım ve hareketler de vardır. Bunlardan birisi Eş'arilik adına ortaya çıkmıştır. Lakin işi gücü bir zümreye odaklanarak Müslümanlar arasında nifak ve şikak yaymaktır. Kurucuları Abdullah Habeşi el Hereri adıyla anılan bu grup vaktiyle Şam'da çekirdek halinde bulunuyor ve kendisini muhaddis olarak tanıtan bu zat Şam ve civarında insan devşiriyor ve çevre ediniyordu. Lakin Camiye akımını temsil eden şahsiyetlerde olduğu gibi bir dönem sonra çizgisini değiştiriyor ve istihbarat dehlizlerinde hormonlu büyümeye tabi tutuluyor. Bugün Lübnan, Suriye ve Ürdün gibi ülkelerde neredeyse ana akım haline gelmiştir. Bu üçgende (Suriye/Ürdün ile Lübnan) 30 hatta 40 yıldır etkin bulunmaktadır. Kimilerinin siyasal İslam markası olarak ana geldikleri İslam'ın siyaseten de var olmasını savunanlara karşı siperde bekliyorlar. Ürdün vakıflar bakanlarından birisinin de bu akıma mensup olduğu bilinmektedir. Ürdün ekonomik darboğaz yaşadığından bu grubun Lübnan'daki uzantıları Ürdün'e gelerek boş kalan imam ve müezzin kadrosunu deruhte etmekte ve devlet yerine Lübnan'daki ana cemaatten maaş almaktadırlar. Böylece Ürdün'ün bir nebze olsun ekonomik yükünü omuzlamakta ve buna mukabil Ürdün'ün veya Şerif Hüseyin ve torunlarının milli güvenlik anlayışına hizmet etmektedirler.

Ürdün de Suriye gibi muhaberat ülkesidir. Dahili istihbarat kurumları ABD tarafından yönlendirilmektedir.

 Abdullah Hereri Lübnan'a 1969 yılında gelmiş ve Rufai tarikatından olduğunu ileri sürmüştür. Şafii mezhebini ve Eş'ariliği esas alan bu akım fikri olarak tali çatışmaları körüklemektedir. Böylece yapıcı değil yıkıcı bir hüviyet ve kimlik kazanmıştır. Müslüman Kardeşler ( bilhassa Seyyid Kutup) ve Selefi akımları tekfir etmektedirler. 1910 yılında Somali'den koparılmış olan Etiyopya'nın L Herer bölgesinde dünyaya gelen Abdullah Habeşi taraftarlarının iddiasına göre 18 yaşında fetva vermeye başlamış ve ardından İslam dünyasını turlamış ve ilmi geziler yapmıştır. Duraklarından birisi de Medine-i Münevvere'dir. 

Ahbaş tarzı Selefi ekolü kuran Muhammed Eman Cami de kendisine ve fikriyatına Medine-i Münevvere'yi üs olarak seçmiştir. Abdullah Habeşi gibi o da Hererli'dir (1). Madalyonun değişik yüzlerini temsil eden bu akımların Herer'den çıkmaları ve Medine-i Münevvere'ye yerleşmeleri tesadüf eseri midir? Veya birileri onlara rota mı çizmiştir? Coğrafyanın çekim gücünden mi etkilenmişler yoksa birilerinin kurgularına mı alet olmuş ve hizmet etmişlerdir? Bir ara Mekke-i Mükerreme'de de bulunmuş ve ardından Şam'a gelmiş ve burada Ebu'd Derda'nın makamında hadis okutmuştur. Hatta Cami-i Emevi merkezli hadis okutmasından dolayı Faslı Muhaddis Bedreddin Haseni'nin halefi olarak da anılmıştır. En azından taraftarlarının iddiası bu merkezdedir. Zamanla bütün meşgalesi hilafiyat ve tali kavgalar üretmek olmuştur. Şam'dan sonra Beyrut'u mesken tutmuş ve zamanla burada İslami Hayır Projeleri Cemiyetini kurmuş ve faaliyetlerini burası aracılığıyla sürdürmüştür. Hizbu't Tahrir gibi parti veya hareketlerle de polemiğe girmiştir.

Lübnan-Suriye ile Ürdün üçgenindeki faaliyetlerinden önce 1940 yılında Müslümanlar arasında iç kargaşaya neden olmuş Haile Selassie'nin hısımıyla işbirliği yaparak İslami kesimlerde faaliyet yürüten bazı insanların zarar görmesine neden olmuştur (2) . Selefi muhalifleri de Abdullah Habeşi ve etrafının Cehmiye görüşlerini taşıdıklarını ileri sürüyorlar.  Cehmiye sıfatları tatil eden grup anlamına geliyor. Daha ziyade Selefi kesimlerin kullandıkları tartışmalı bir deyim veya akım! Bazen selefiler bu deyimi dolgu maddesi olarak kullanıyorlar. Cehmiye akımı veya terimi geniş bir çuval olarak görülüyor ve herkesi içine boca ediyorlar. Ehl-i Sünnet anlayışını önce Eş'ariliğe ardından da Abdullah Habeşi'nin görüşlerine indirgiyorlar. Selefilik içinde Ahbaş tayfasını andıran Camiye anlayışı da öyle. Selefilik bunlar tarafından Camiye veya Medhaliye anlayışına indirgeniyor. Kısaca Ahbaş tayfasıyla Camiye akımı madalyonun iki yüzü gibi duruyor. Abdullah Habeşi'nin halefi Nizar Halebi idi ve Hasan Halit Lübnan Müftüsü iken onu kafir sayıyor ve "Müftümüz Nizar Halebi'dir" mealinde duvarlara sloganlar yazıyorlardı. Nizar Halebi meçhul bir biçimde öldürüldü. İhvan'ın içinde bulunduğu sıralarda Fethi Yeken'e de sataşıyorlardı. Anlaşıldığı gibi bu akımın bütün derdi ve yaptığı Müslümanlar arasında zıtlık ve ikilik üretmek veya zıtlığın sahasını genişletmektir.

 Şiilerle yakınlaşmanın mahsulü mü bilinmez ama Hazreti Aişe, Muaviye Bin Ebi Süfyan, Halit Bin Velit gibi sahabelere Hazreti Ali'ye karşı çıktıkları için t'an etmektedirler. Seyyid Kutup'u haricilerden ve kafirlerden saymaktadırlar. Faysal Mevlevi gibi Lübnan 'lı İhvan üyelerine de saldırmaktadırlar. Nasda geçmediği için Ali Şeriati'nin kimi Şii ulemaya nispet ettiği gibi kağıt paralara yani banknotlara zekat düşmeyeceğine kail olmuşlardır. Böylece zekatı büyük oranda tatil ediyorlar. Birisi altın veya gümüş sikkesini dolara çevirse zekattan muaf olmakta ve kurtulmaktadır. Burada nassın ruhunu değil kendi heva ve heveslerini esas almışlardır. Böylece altının kullanım alanı daraldıkça zekat da atıl hale getirilmektedir. Kanada ile ABD'de İslami kesimlerin ortak kıble tayinine itibar etmiyorlar ve 90 derecelik bir açıyla başka bir yöne kuzeye doğru namaza duruyorlar. Gittikleri yerlerde imamları dövüyorlar ve onlardan izinsiz hitabe veriyor ve konuşma yapıyorlar.

Onlarla ilgili bir sitede Habeşi ve taraftarlarının Müslümanlar arasında tefrika ve velvele meydana getirmek için dış güçlerin sızdırması olabileceği öngörülmektedir. Bir dönem Abdulkadir es Sufi'nin de bu tarz bir deneme olduğu aynı kesimlerce ileri sürülmektedir. Esasında hem dış güçlerin hem de iç mihrakların ajandasına hizmet etmektedirler.

Camiye Selefilik içinde bir Ahbaş hareketidir

3-Medhaliye ve Camiye akımı

Diğer bir nev-i şahsına münhasır akım da Selefiliği temsilen Camiye/Medhaliye akımıdır. Muhammed Eman Cami ile Rebii Medhali'nin geliştirdikleri yıkıcı bir akım. Bu akımın doğuşu 1990'lı yılların başına denk geliyor. O sırada Amerikan askerlerinin körfez'e yerleştirilmesinin dini zemindeki tartışmalarından bazı akımlar zuhur ediyor. Bunlardan birisi Kaide ikincisi de Camiye akımıdır. Bunlar ifrat ve tefrit akımlardır. Halen hapiste olan Sefer Havali gibi müstakil selefi şahsiyetler Körfez'e Amerikan askerlerinin yerleştirilmesine karşı çıkıyorlar. Bir de 'devlet ne yaparsa doğrudur' anlayışında olan karşı bir akım doğuyor. Bunlar devleti tanrı gibi görüyorlar. Devlet adamına nasihati bir defalık ve gizli olarak caiz görüyorlar. Onun dışında açıktan devlet adamına nasihati caiz görmüyorlar. Firavun bile tebası karşısında bu kadar imtiyazlı olamamıştır. Bunlar şurada ve burada tezahür eden ulu'l emirci bir dini yapıyı temsil ediyorlar. Zamanla selefiliği indirgeye indirgeye Rebii Medhali ile Muhammed Eman Cami'nin anlayışına indirgiyorlar. 

Hülasa

Kısaca üç akım da şahıs üzerinden gidiyor. Bunlardan birisi velayet-i fakih doktrinini işleyerek yeni bir çığır açan Humeyni. Dini anlayışı velayet tekeline alıyor. Ulema konusunda geleneksel Şii anlayışının da dışına çıkıyor. 

Abdullah Habeşi de Eş'arilik Şafiilik ve Nakşibendilik veya Rüfailik namına kendi anlayışını dayatıyor, öne sürüyor. Eş'arilik veya Şafii mezhebi deseler de Eş'arilik içindeki çekişmeli meselelerden bazılarını öne çıkarıyorlar ve bunu mezhebin umdesi olarak telkin ediyorlar. Dolayısıyla bir mezhebi benimsemekten ziyade mezhep içinde çekişme alanları üretiyorlar.

Camiye veya Medhaliye olarak anılan grup da öyle. Bütün selefi akımları tenkit ediyorlar. Böylece selefi olarak sahada sadece kendileri kalıyor. Tebliğ Cemaati de olmak üzere bütün cemaatleri ve dini veya İslami hizipleri, yapıları aforoz ediyorlar. Zımni olarak devlet varken cemaate ihtiyaç olmadığı görüşünü dile getirmiş oluyorlar. Hasan el Benna ve Seyyid Kutup'u benimsediği için rahmetli İbni Cibrin'i selefilikten ihraç ediyorlar. Ortak değerlere ya da çekişme yerine uyumu esas alanlara ateş püskürüyorlar. Seyyid Kutup'a ağır bir şekilde yükleniyorlar ve onun vahdet-i vucutçu olduğunu ve ötesinde Kur'an-ı Kerim'in yaratılmışlığına inandığını iddia ediyorlar. Sefer el Havali, Selman Avde, Nasır el Umer ve Sahve liderleri bunların temel hedefinde olan isimler ve kesimler. Aiz el Karni ve İvad el Karni ve Muhammed Duveyş bunlar arasında. Bununla birlikte Aiz el Karni son dönemlerde eski görüşlerini bir kenara bıraktı. Bu yüzden Camiye liderleri onun hakkında yeni bir değerlendirme yapmış olabilirler. Abdulaziz Bin Baz ve İbni Useymin gibi klasik selefi ulema bile bunların dilinden kurtulamamıştır.

Herkesi cerhe tabi tuttukları için bunlara 'Selefiliğin cerrahileri' denilmiştir. Bilindiği gibi tarikatlar arasında cerrahilik diye bir kol var. Bunlar kimi Rufailerin yaptığı gibi burhan gösterirler yani ateşte kızartılmış şişleri yanaklarından geçirirler. Buna burhan denilir. Selefilerin de cerrahileri olmuş lakin bunlar cerrahlığı veya bürhanı kendi üzerlerinde değil sevmediklerinin üzerinde denerler. Bunlar bolca başkalarına ta'nda ve cerhte bulunurlar. Bundan dolayı selefilerin kollarından birisi de cerrahilik haline gelmiştir. Başkalarına sataşmaya cerrahilik denmektedir. Bunlar şiş atmıyor suç atıyorlar. Bunlar İbni Teymiye'yi esas aldıklarını söyleseler de devletle münasebetleri nedeniyle bunlara ehl-i irca denilmektedir.  Sefer Havali de Suudi Arabistan'da Mürciileşme akımından söz etmektedir. Nebil Ivadi gibi davetçiler bunlara asrın Mürciesi demektedir. Bu akım Arap dünyasında yayılmıştır. Zira yönetici sınıfın işine gelmektedir. Mısır'da Muhammed Said Raslan liderlerinden birisidir ve işi gücü Seyyid Kutup ile Hasan el Benna'ya saldırmaktır. Hasan el Benna'nın İngiliz ajanı olduğunu ileri sürmektedir. Seçimlerde Muhammed Mürsi yerine rakibi Ahmet Şefik'i desteklemiştir. Kendisinin çalıntı kitaplar yazdığı ve intihalci olduğu da ileri sürülmektedir.

Muhammed Eman Cami'nin halefi Rebii Medhali'ninSeyyid Kutup ile ilgili iki eseri bulunmaktadır. Bunlardan birisi 'Edva el İslamiyye ala Akideti Seyyid Kutup ve Fikrihi' adını taşımaktadır. İkincisi ise ' El Avasım Mimma Fi Kütübi Seyyid Kutup Mine'l Kavasım'dır.

İbni Teymiye'nin sık kullandığı kavramlardan birisi olan menhec bunlarca da sık kullanılmaktadır. Rebii Medhali, iddiasına göre bütün gücünü ve enerjisini yoldan çıkmış yöntemlerin sahipleriyle (ashabu'l menahic el münharife) mücadeleye adamıştır. Kısaca herkese reddiye yazmakla meşgul haşeviyeci birisi. Bunlar musallat tipler olup insanlar arasında, kitleler arasında ahenk ortamını bozmaktadırlar (3).

Bunların ileri gelen isimlerinden olan Şeyh Mukbil Bin Hadi el Vadii eserlerinde Yusuf el Kardavi'yi hedef almış ve son derece çirkin bir kitap telif etmiştir. Adı da şudur: İskatu'l kelb el Avi Yusuf Kardavi; " Uluyan Köpek Yusuf Kardavi'nin Susturulması!" Son derece sefil, düşük ve basit bir üslupla kaleme alındığı ortadadır. Iraklı ulemadan merhum Abdulkerim Zeydan da hedef aldıkları arasındadır. İlminin çöplükten ibaret olduğunu ileri sürmüştür. Bu ifadeler Zeydan'a ulaştığında göz yaşlarına hakim olamamıştır. Ali Tantavi de sataşmalarından kurtulamamış ve İslam'a hizmet dalında Faysal Ödülünü kazanan Ali Tantavi'yi ' mai ve zayi tiplerden; filozofların artığı, kuyruğu' ibaresiyle tanımlamaktadırlar.  Abdulfettah Ebu Gudde de yine sataştıkları isimler arasında bulunmaktadır. Abdulmecid Zindani için de "sapan ve saptıran" deyim ve ibarelerini kullanmıştır. Selefi kesimlerden Ebu İshak el Huveyni ve Abdurrahman Abdulhalik da sataşmalarından paylarını almışlardır.

Başa dönecek olursak; İslam'ın iç düşmanları olduğu ve bunların her renge ve bünyeye büründükleri ve girdikleri anlaşılıyor. Günümüzde yıkıcı iç hareketler hayli çoksa da bahse konu üç akım çok yayılmış ve yaygınlaşmıştır. Bunlardan birisi Humeyni Devrimi ve onun özü olan velayet-i fakih doktrinidir. Devlet destekli velayetçiler büyük bir akımdır. Arkalarında 2500 yıllık İran devlet geleneği durmaktadır.

Bir başka akım ise Herer kaynaklı Ahbaş tayfasıdır. Yine aynı coğrafyadan gelen Muhammed Eman Cami'nin kurduğu Rebii Mednali'nin geliştirdiği infiratçı Camiye akımıdır.

Bu akımlar ortak noktalarda buluşabilmektedirler. Camiye ile Ahbaş Seyyid Kutup'a düşmandırlar. Ali Hamaney ise Yoldaki İşaretleri kitabını Farsçaya çevirmiştir. O da Seyyid Kutup'u istismar etmekte ve Sünni kesimlere sızmak veya ulaşmak için bir araç ve kanal olarak kullanmaya çalışmaktadır. Bu akımlar da devlet desteklidir. Zira amaçları tefrika üretmek ve Müslümanların gücünü bölmek ve enerjilerini dahilde harcamak ve tüketmektir.

Dipnotlar

1-El Camiye Fi'l Mizan: MeÅŸari Said el Metrafi, Daru'n Nur, s: 29

2-https://ar.islamway.net/article/7617/

3- El Camiye Fi'l Mizan, s: 49

 

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DÄ°ÄžER YAZILAR

Ne yerde ne gökte zere ağırlığınca bir şey Rabbinden uzak (ve gizli) kalmaz.

Yûnus,61

GÃœNÃœN HADÄ°SÄ°

Kur'an öyle bir servettir ki, O'nu elde edenin hiçbirşeye ihtiyacı kalmaz. O'ndan daha büyük bir zenginlikte bulunmaz.

Camiü's Sagir, 4:535, Hadis No:6183

TARÄ°HTE BU HAFTA

*Kanije müdafaası(18 Kasım 1601) *Hz.Fatıma'nın(r.anha) Vefatı(22 Kasım 632) *İstanbul'un Müttefikler Tarafından İşgali(23 Kasım 1918) *Alparslan'ın Şehadeti(24 Kasım 1072) *Öğretmenler Günü(24 Kasım)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SÄ°TE HARÄ°TASI