PROF. DR. ŞENER DİLEK BEY’DEN KIRKINCI HOCAMIZLA ALAKALI HATIRALAR

Benim kanaatime göre hocamın mümeyyiz üç vasfı vardı; Birincisi: Kırkıncı Hocamda mükemmel bir bakış derinliği vardı. Fikir dünyasının,


Salih Okur

nedevideobendi@gmail.com

2022-05-03 07:33:28

Takdim 

Değerli ziyaretçilerimiz, vefatının altıncı sene-i devriyesinde merhum Mehmed Kırkıncı Hocaefendi'yi yâd etmek için İstanbul'da bir program yapılmıştı. Bu programda Hocamızın talebelerinden Prof. Dr. Şener Dilek ve Prof. Dr. Ahmet Akgündüz beyler veciz birer konuşma yapmışlar, Erzurum'dan da Prof. Dr. İrfan Küfrevioğlu ve Doç. Dr. Mehmet Göktaş beyler zoom üzerinde katılımda bulunmuşlardı. Bu konuşmalardan Şener hocamızınki çok dikkatimizi çektiğinden, yazı üslubuna geçirip hizmete sunmaya karar verdik.

Şener ağabeyi Hocamızla tanıştıran Hınıslı merhum Fahreddin Büyükyıldız Hocaefendi olmuş. Kırkıncı hocamız buna "Hayatım Hatıralarım" adlı eserinde bilvesile şöyle değiniyor; " Risale-i Nur'un büyük bir kahramanı, sadık ve ihlaslı bir şakirdi olan Şener Dilek Bey'i de bize gönderen o idi." 

Konuşmayı yazı üslubuna geçirdikten sonra tasnife tabii tuttuk. Daha sonra tashih için Şener beye gönderdik. Kendisinin onayını aldıktan sonra bugün hizmetinize sunuyoruz. İstifadeye medar olması dileğiyle. Salih Okur/cevaplar.org

MEHMED KIRKINCI HOCAEFENDİ'Yİ YÂD EDERKEN

"1968'den 1984'e, yaklaşık 16 sene kadar Erzurum'da hocamla iç içe, beraber yaşadık. Her gece dersteydik. Gâliben derslerde ben okuyordum, hocam da izah ediyordu. Ondan çok istifade ettik. Cenab-ı Hak makamını Cennet etsin.

Ben Kırkıncı Hocamın şahsiyeti üzerinde, temel vasıfları üzerinde durmak istiyorum.

MÜMEYYİZ ÜÇ VASFI

Benim kanaatime göre hocamın mümeyyiz üç vasfı vardı; Birincisi: Kırkıncı Hocamda mükemmel bir bakış derinliği vardı. Fikir dünyasının, düşünce dünyasının yelpazesi fevkalade genişti. Tahlil dirayeti, intikal keskinliği vardı. Hocamda mantık ve muhakeme gayet keskindi. Sürat-i intikali mükemmeldi. Bakış açısı çok derindi. Rahmetli Necip Fazıl onun hakkında "Mantık Küpü" demişti.

İkincisi: Hocamda marifet yoğunluğu ve mütalaa ve müzakere ciddiyeti vardı. Bu biraz da Arapça okumasından kaynaklanıyordu. Arapçada müzakere ve mütalaa manası daha geniş olduğu için, hocamızda mütalaa ve müzakere ciddiyeti vardı. Bu nokta itibarıyla da mümeyyizdi.

Üçüncüsü; Zannediyorum bu diğer vasıflardan daha önemli, Kırkıncı Hocamızdaki hizmet aşkı ve hizmet sürekliliği idi.  Yani onda hizmet yorgunluğu yoktu. Hani bir insan çalışır, gayret gösterir, bir noktadan sonra yorulur, -tabiri caizse- havlu atar. O durum hocamızda hiçbir zaman olmadı.

Hocamız son zamanlarında namaz kılarken de zorlanıyordu. Güneyden, Antep taraflarından çağırmışlar. Ben onu götüren merhum Hacı Cahit ağabeyimize dedim; "Ya, hocam çok rahatsız, çok hasta. Çok yormayın, biraz teneffüs etsin. Bir ders, arkasından bir ders, bir ders... Günde üç ders olmaz" filan dedim. Hacı ağabey bana dedi ki; "Ağabey, Kırkıncı Hoca dinlemez. Hizmet oldu mu, onun önünü kesemezsin. Onu yönlendiremeyiz."

Yani tebliğ onun dünyasında bir dava idi, bir sevda idi. Daha on iki yaşından itibaren hedefini çizmişti. Aslında müftü olabilecek, Diyanette görev alabilecek durumu vardı. Onlara iltifat etmedi. Maaş da almadı. Hasbi olarak hayatını hizmet-i iman ve dava-yı Kur'aniye'ye hasretti, nezretti.

Hizmet itibarıyla bir hatırayı anlatmak istiyorum. Erzurum'da okuyan bir kardeşimiz üniversite döneminde Risale-i Nur'la çok meşgul oluyordu. Sonra fakülteyi bitirdi, ayrıldı. Bir başka şehre gitti. O şehre gidince de, hizmetle rabıtasını azaltmış. O eski halindeki Risale-i Nurları okuyan, mütalaa ve müzakere eden vasfını önemli ölçüde kaybetmiş.

Sonra hocam o şehre geldiğinde onun evine ziyaretine gitmişti. Hocam demiş ki; "Ne yapıyorsun, ne haldesin?" O kardeş hemen kütüphaneden bir kitabı çıkarmış, "hocam" demiş, "derslere gitmiyorum ama hep okuduğum kitapların altını çizdim. Kendi kendime dikkatle okuyorum." Hocam bakmış gerçekten kitapların altı hep çizilmiş. Hocam ona demiş ki; "Kitapları çizmekten ziyade, sen medresede güreş tutsan, senin hakkında daha hayırlıdır."

Yıllar önce hocam Sarıkamış'a giderken, bir tren yolculuğunda elinde 33. Söz var. Ama üzeri kaplı. Yani yazarın ismi görünmüyor. Hocam diyor ki; "Karşımda bulunan genc bir öğretmene kitabı açtım, okudum, şerh etmeye başladım. Öğretmen takdir etmeye başladı; "Ya maşallah hocam, ne güzel fikirler, ne güzel düşünceler. Ne güzel bir mesaj. Nasıl anlatıyor..." dedi. Merak etti, "hocam o kitabı verir misin" deyip kitabı eline aldı, "Said Nursi" ismini görünce, sanki elinde bir akrep varmış gibi kitabı elinde attı. Eli ayağı titremeye başladı. "Ne oldu" dedim. Dedi ki; "Hocam ben hiçbir kitabın tesiri altında kalmama manasına hizmet ediyorum." Hocamın cevabı; "Sen hiçbir kitabın tesiri altında kalmama fikrinin tesiri altındasın" olmuş.

ÖRNEK DAVA ADAMLIĞI

Diğer bir nokta, Kırkıncı Hocamızın ruhunda çalkantılar, gel-gitler yoktu. Durgun bir deniz gibiydi.Yıllarca biz beraber oturduk, kalktık. Sonra ben Malatya'ya girdikten sonra da devamlı görüşüyorduk. Çeşitli seyahatlerimiz de oldu. Yani ben Hocamda şunları gördüm; insanları tezyif ve tahkir, şiddet ve hiddet kılıncını çektiğini görmedim. Gayet mu'nis, gayet müşfik, gayet hasbi ve samimi bir lisanla hakikatleri dile getiriyordu. Bu nokta-i nazardan da Hocamızın ayrı bir vasıf ve özelliği vardı.

ECDADA HÃœRMETÄ°

Başka bir nokta; Hocamız memleket meselelerine fevkalade hassas ve duyarlı idi. Bana demişti; "Ben İstanbul'a her gittiğimde Fatih Sultan Mehmed Han'ın kabrini ziyaret ediyorum. İstanbul'u bize o kazandırdı." O sıkıntılı, sancılı, anarşik dönemlerde bile her gidişinde Fatih'i ziyaret edermiş.

Aynı şekilde Yavuz Sultan Selim'e karşı da fevkalade bir hayranlığı ve takdiri vardı. Eğer Yavuz olmasaydı, belki Şia'nın taslit ve tahakkümü içerisinde Osmanlının nefesi kesilir, işi bitebilirdi diye, ona karşı çok hürmeti vardı.

SİYASİLERLE GÖRÜŞMESİ

Bir gün "Siyasette Ölçü" adlı kitabı hazırlıyordu. O zaman biz de genciz. Kâtip manasında, o Osmanlıcadan okuyor, ben de Latinceye çeviriyor, zaman zaman fikrim varsa, söylüyordum. Bir gün bana dedi ki; "Şener Efendi, emin ol, Türkiye Amerika gibi olsaydı, Amerika'da iki parti var; iki partinin de rejim noktasından bir sıkıntısı yok. Aralarında siyasi bir yarış var. Bazen Cumhuriyetçi parti bazen de Demokratlar iktidara geliyor. Ama Türkiye öyle değil. Türkiye'de rejim kavgası ve tehlikesi var. O zalim parti var ya, Allah ona fırsat vermesin. Allah onların şerrinden ümmet-i Muhammed'i korusun. Eğer Türkiye Amerika gibi olsaydı, emin ol Şener Efendi benim siyasetle ilgili hiçbir alaka ve irtibatım olmazdı." 

Hocam her dönemde devlet ricaline din nâmına, Kur'an hesabına, hizmetin intişarı nâmına yapılması lazım olan görevleri kalemiyle, beyanıyla, sohbetleriyle her yerde yaptı, Allah ondan ebediyyen razı olsun...

Bu cihetle siyasi insanlarla da görüşüyordu. Siyasilerle görüşmesi tamamıyla memleket meseleleri itibarıyla, devletin hıfz ve muhafazası, anarşiyi def etmek, emniyeti tesis etmek, kalb-i külli ve vicdan-ı umumiyi dine, İslamiyete müheyya kılmak içindi ve bu konuda çok ciddi gayretleri vardı.

MANEVÄ°YAT BÃœYÃœKLERÄ°YLE DÄ°YALOÄžU

Üzerinde durmamız lazım gelen diğer bir konu, Kırkıncı hocamızın o dönemin bütün manevi şahsiyetleri ile çok güzel, samimi bir diyaloğu vardı. Bu söylediğim insanların çoğunu ziyarete beraber gitmiştik. Mesela Hacı Salih Efendi vardı. Çok salih, âbid, evliyadan bir zat. Onu ziyarete gitmiştik. Ramazanın son on günü itikaftaydı. Hocamız onunla beraber oturdu, konuştu...

Iğdırlı Halife İbrahim Efendi vardı. O, Köşk mahallesindeydi. Onu ziyarete hocam ve Hacı İshak Ağabey ile bir kaç defa gitmiştik. Sohbet etmişlerdi.

Tufanç köyünde Seyyid Abdulgafur Has Efendi vardı. Ona bir hayli gittik. Hatta bir sohbette şöyle anlatmıştı; Tufanç köyünün varidatını Medine'ye vakfetmişler. Abdülgafur Efendi dedi ki; "Hocam, bu Tufanç köyünün sınırı belli. O sınırın içindeki tarlaların hiçbirine toprak fareleri musallat olmuyor. O sınırın dışındaki yerlere her sene tarla fareleri musallat olduğu halde, bu vakıf araziye onlar ilişmiyorlar."

Bir umre ziyaretinde merhum Hacı Musa Topbaş Efendi bir yerde müridanıyla oturmuştu. Hocam; "Şener, gel onların yanına oturalım. Biraz dinleyelim" dedi. Gittik, oturduk. Fakat Musa Efendi de hiçbir şey konuşmadı. Böyle huzur hâlinde oturmuştu.

Osman Bektaş Hoca vardı. Hakikaten büyük bir fakihti. Hocamın onunla da sohbetlerinde bulunmuştum.

Hocamın merhum Naim Hoca ile de yakın ilişkisi vardı. Molla Nadir Efendi Hocamızın hocasıydı. O da zaman zaman Erzurum'a geldiğinde onunla da görüşmüştük.

Ağrı'da Molla Nusret Hocamız, Molla Selahaddin, İdris Hoca gibi bir çok hocalarla çok güzel, uhuvvet ve muhabbet, saffet ve samimiyet içerisinde bir diyaloğu vardı.

ESERLERÄ°

Hocam bir de kitap çalışmaları yapıyordu. Yani hakikaten dine hizmet etmenin zannediyorum üç önemli boyutu var;

1-Kıymettar kalem; 

2-Halisâne lisan; Samimi bir sohbet havası. Yani sırr-ı ihlas fıtriliğin, saffetin ve samimiyetin içerisinde tecelli ve tezahür ediyor.

3-Fıtri ahval. Bu üçü bir araya geldiği zaman Cenab-ı Hak bereketini, inâm ve ihsanını lütfediyor. Hizmet bereketleniyor.

Tabii Kırkıncı Hocamızın yazdığı birçok kitaplar var. Özellikle ilk dönemler yani 1975-85 arasında Marksist ideoloji ve 68 kuşağı döneminde gerçekten hocamın Hikmet Pırıltıları ve Nükteler adlı eserleri büyük hizmet gördü. Çok kısa, çok net, çok açık ve vurucu darbeler gibi tevhid hakikatlarını insanların idrakine sunacak keyfiyette o iki kitabın çok büyük hizmeti oldu. 

Hakikaten kelam ilmi noktasından bakınca hocamızın yazdığı Kader Nedir risalesi fevkalade hizmet etti. Bir İlahiyatçı profesör demişti; "Benim doktora tezim Kader bahsi hakkındaydı. Kırkıncı Hocanın Kader Nedir adlı kitabını önüme koydum. Ona baktım, doktoramı tamamladım."

Yine Ruh Nedir, Nasıl Aldanıyorlar gibi eserleri de iman hakikatlarının o gençliğin kalb ve ruhlarına nakşı noktasında büyük faydalara medar oldu. O noktadan da hocamızı rahmetle anıyoruz. Cenab-ı Hak makamını âli etsin.

O zamanlar biz dershanede kalıyoruz. Hocam zaman zaman gelir, gayet yumuşak şekilde; "Şener Efendi, hele kalemi al" derdi. Kalemi çıkarırdık. "hele bir yaz" derdi. Biraz yazardık. Yorulduğumuzda "hele kalk" der, arabamız var, hocam ve Hacı İshak ile beraber Abdurrahman Gazi hazretlerinin türbesine çıkardık. Merhum Hacı İshak Ağabeyimiz de ehl-i kalb bir insandı, kâmil bir insandı, hocamı ferahlandırırdı. Beraber Abdurrahman Gazi türbesine çıkardık. Hocam orada dua eder, teneffüs ederdi. Böyle çok güzel günlerimiz geçti.

Bir başka hususu daha izninizle anlatayım. Kırkıncı Hocam şahs-ı maneviye ve meşverete kuvvet verirdi. Hatta Meşveret'in ehemmiyeti üzerine çok kıymettar, faydalı küçük bir risale te'lif etmişti. Ve o risalenin kardeşler tarafından okunmasını arzu ediyordu.

ÜNİVERSİTE HİZMETLERİNDE TEKADDÜMÜ

Bir de Kırkıncı Hocamın Üniversite hizmetlerinin teşekkülünde çok büyük faydası oldu. Erzurum Üniversite açılırken Üstad demiş ki; "onun adını rüşvet verdiler ama üniversite benim olacak." Gerçekten bu mana tahakkuk etti. Hakikaten Özal zamanında o kurucu rektörlerin çoğu Erzurum'dan yetişmişti. Çok küllî hizmetler teşekkül etti. Bu noktadan da elhamdülillah büyük hizmetler oldu. Özellikle mesela Celaleddin Atamanalp beyi(Allah rahmet eylesin) üniversiteye girmesi için teşvik etti. Celaleddin bey muhasebecilik yapıyordu. Ya kırk yaşından sonra öğretim üyesi olur mu? olur. Bıraktı muhasebeciliği, üniversiteye girdi. Daha sonra Alaaddin Ağabey, biz, diğerleri derken elhamdülillah çok muazzam, muhteşem bir akademik kariyerin teşekkülünde hocamın azim himmetleri ve teşvikleri oldu.

UBUDÄ°YET CEPHESÄ°

Hocamla alakalı enteresan bir hatırayı da bu vesileyle anlatmak arzu ediyorum. Sakıp ismindeki bir kardeşimiz anlatmıştı; "Bir gün Kümbet'e gelmiştim. Hocam yalnızdı. Bana dedi ki; "Sakıp sen kuşluk namazını kılıyor musun?" Dedim ki; "Hocam arasıra." "Peki evvabin namazını kılıyor musun?" "pek değil." "Teheccüd namazını kılıyor musun?" "O da ara sıra" "Peki abdest namazı?" "yok." Hocam o zaman dedi ki; "Sakıp, farz namazlar bizim görevimiz, onları kılacağız. Ama sen Cennete adım atmak, Cennete yaklaşmak istiyorsan, bu nafile ibadetleri katiyyen terk etme." 

Hakikaten hocamın bu ilmi kariyeri, hocalığı, ilm-i kelamdaki vukufiyeti, Risale-i Nur hizmetinin yanında bir de vird ve evrad noktasından, tesbih noktasından da ayrı, mümeyyiz bir özelliği vardı. Hep elinde tesbihi vardı ve İhlas suresini çok okurdu. Zannediyorum Hocam her gün bin kere İhlas suresini okuyordu. Bu da onun ibadet, tesbih, ubudiyet cephesi.

MUHTELÄ°F HATIRALAR

Kırkıncı Hocamız Hazret-i Üstadın hizmetkârlarına karşı da fevkalade hürmet, takdir ve tahsini vardı. Ben bunu bir kaç kere söyledim. Bir gün şöyle demişti; "Ben bütün hizmetimi, din namına sergilediğim her şeyi, Bayram ağabeyin Sidre'den Üstada su alıp getirme ecrine bila tereddüt feda ederim." Şimdi Bayram ağabey, Üstad Isparta'da iken Sidre mevkiinden üstada su alıp getiriyor. Kimse ilişmesin, zehir dökmesin diye hızla getiriyormuş.

Hocamla alâkalı diğer bir hatırayı da anlatmak istiyorum. Erzurum ve çevresindeki ilçe ve köylere her tarafa gidiyor, iman hakikatlarını anlatıyorlar. Bir köyden acele geçecekler. Yanındakilere demiş ki; "Köydeki çocuklara bir şeyler hediye verin. O çocuklar desinler ki; "Buradan nur talebeleri gelip geçti."

HOCAMIZDAN BAZI LATÄ°FELER

Son olarak Hocamızın birkaç latifesini anlatmak arzu ediyorum.

 ...Bir akşam namaz kılmış, Kümbet'te oturuyorduk. Bir genç yanında iki kişi ile beraber geldi. Akşam namazına durdular. Namaz bittikten sonra hocam bana eğildi, dedi ki; "Bu gencin okuduğu Fatiha Kur'an'da yok." Yani kıraat o kadar yanlış demek istedi.

 ...Bir keresinde şimdi Profesör olan Ahmed Apay o zamanlar Trabzon'da hizmetlerle meşgul oluyor. Erzurum'a gelmişti. Niyetleri bir araba almak. Vahdet Ağabeyin de Allah rahmet eylesin, yeşil bir renosu vardı. Hocam dedi ki; "Ahmet, sen bu arabayı al." "Hocam niye?" Hocam dedi ki; "Bu araba hendek atlamasını çok iyi becerir."

 Bayburtlu İnam Hocamız(1910-1995) vardı, Allah rahmet eylesin, suyu biraz sertti. 1960'da vaaz ederken İnönü'ye çatmış. İçeri atmışlar.

 Hakim mahkemede sormuş;

- "Ä°smin ne?

"Ä°nam."

"Ne demek İnam? Bu ne biçim isim?"

-"Hâkim Bey sen anlamazsın! Eneme, yunimu, inam.. ifal babından gelir!" demiş. Üç ay içeride yatmış.

İmamlık yaptığı camide küçük bir odası vardı. Bir gün orada hocama dedi ki; "Hocam, bu Cuma günü halka ne anlatsam?" Hocam gayet sakin dedi ki; "İnam Hocam, sen bu hafta hiç vaaz etmezsen, daha hayırlı olur." 

Cenab-ı Hak garik-i rahmet eylesin. Makamını âli eylesin. Bizleri de şefaatine mazhar kılsın...

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DÄ°ÄžER YAZILAR

Dua eden, bana dua ettiği zaman onun duasına karşılık veririm.

Bakara, 2/186

GÃœNÃœN HADÄ°SÄ°

Yanında ana babası, ya da onlardan biri yaşlanıp da, gerekeni yaparak cennete giremeyen kimsenin burnu sürtülsün!"

Müslim

TARÄ°HTE BU HAFTA

*Kanije müdafaası(18 Kasım 1601) *Hz.Fatıma'nın(r.anha) Vefatı(22 Kasım 632) *İstanbul'un Müttefikler Tarafından İşgali(23 Kasım 1918) *Alparslan'ın Şehadeti(24 Kasım 1072) *Öğretmenler Günü(24 Kasım)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SÄ°TE HARÄ°TASI