KIZIL İCAZ BİRİNCİ VE İKİNCİ BEYİT
Burada Abdülmecid Efendi اي ترتب النتيجة علي المقدمات عادي لااستعدادي ولا تولدي “Neticelerin mukaddemelere dayandırılması adiyattandır. Yoksa ne istidadi ne de tevellüdidir.” ifadesinde, Mutezile’nin tevlid ve tevellüd mevzusuna hiç değinmemiş haşiyesinde. Ama burada not olarak düşülse iyi olur gibime geliyor. Çünkü Hazret-i Üstad burada Mutezileye itirazı da kastetmesi büyük ihtimaldir.
Ders : Kızıl İcaz 1. Beyit
İzah: Ali Haydar Çetintürk
Burada Abdülmecid Efendi
اي ترتب النتيجة علي المقدمات عادي لااستعدادي ولا تولدي
"Neticelerin mukaddemelere dayandırılması adiyattandır. Yoksa ne istidadi ne de tevellüdidir." ifadesinde, Mutezile'nin tevlid ve tevellüd mevzusuna hiç değinmemiş haşiyesinde. Ama burada not olarak düşülse iyi olur gibime geliyor. Çünkü Hazret-i Üstad burada Mutezileye itirazı da kastetmesi büyük ihtimaldir.
Ef'al-ü halk meselesinde malumunuz iki mesele var;
Birisi fiil-i mübaşere, diğeri ise fiil-i tevlid. Fiil-i mübaşereye misal , insanın elinin hareket etmesi. Yani; her hangi bir vasıtaya gerek olmadan, bizzat teşebbüs. İnsanın elini kaldırması. Bu, Mutezile mezhebine göre "kul fiilinin halıkıdır" diye formüle edilmiş.
İkinci mesele ise fiil-i tevlid. Bu da ikiye ayrılıyor;
1-İnsanın kudret mahallinde olan şeyler. Mesela insanın fikrinden meydana gelen ilim misal verilebilir. Bu, insanın kudret mahallinde vuku bulan bir şeydir. Burada da Mutezile "kul fiilinin halıkıdır" diyor.
2-İnsanın kudret mahallinde olmayan şeyler. Kudret mahallinde olmayana misal verecek olursak, anahtar misal verebilir. İnsan anahtarı çevirir, kapıyı açan anahtardır ama kapıyı açma fiiline sebeb olan benim elimi çevirmemdir.
Hz. Üstad;
ولا تولدي
Derken buna işaret etmiş olabilir mi acaba diye gönlümden geçiyor. Yani burada اخرجا yerine rattebe kelimesinin olması gerektiğini ifade ederken, aslında orada Mutezile'nin bu görüşünü de red ediyor.
Konumuza dönersek; Süllem'in musannifi;
الحمد لله الذي قد اخرجا نتــــــائج الفكــــر لارباب الحجــــــــــا
"Hamd, akıl sahipleri için fikrin neticelerini ortaya çıkarıp ortaya koyan Allah'a mahsustur" demiş idi. Hazret-i Üstad da burada "beraat-ü istihlal" olduğunu söylemişti. Beraat-u istihlal konuya uygun bir şekilde kelinme ve cümlelerle söze başlamak demektir. Bunun diğe adı; "hüsnü ibtida"dır.
Hazret-i Üstad da bu"beraat-ü istihlal" i şu cümlelerle ifade ediyor;
خص هذه النعمة ليبرع مستهله كأن المعني اذا مر في خزانة الخيال ما وجد ما يلبس الا صورة صنعت
خصzikredildi, (ne?) هذه النعمة bu nimet, (yani Allahu Teala'nın akıl sahipleri için fikrin neticelerini ortaya çıkarması) (niçin zikretti?) ليبرع galib olsun, bilinsin diye, (ne?) مستهله kitabın bağıranı..
Şimdi lugat manasını verirsek mana bu kadar çıkar. Ama ıstilahi manasını verdiğimiz zaman da mana şöyle olur; "Süllemin müellifi niye bu nimeti girişte zikretti? "beraat-ü istihlal için" yani konuya ugun bir ifade ile söze başlamak için..
Üstad devam ediyor;
"كأن المعني" sanki mana اذا مر yürüdüğü zaman(nereye?) في خزانة الخيال hayal hazinesine ما وجد bulamadı, ما يلبس giyecek bir şey. الا صورة صنعته ancak o sanatın suretini buldu. Yani Hazret-i Üstad kendisine yakışan bir üslupla "beraat-ü istihlal"i manidar bir şekilde izah etmiş oldu. Yani "mana, hayal hazinesine uğradı ve giyecek bundan başka bir elbise bulamadı."
Musannif Abdurahman Ahdari 2. Beytinde diyor ki;
وحط عنهم من سماء العقل كل حجاب من سحاب الجهل
Ve onlardan(akıl sahiplerinden) akıl semasındaki cehalet bulutlarından oluşan bütün perdeleri izale etti."
Ama burada şu sözün sahibi olan, "sathi zihinleri dikkate alıştırmak" sözünün sahibi olan Hazret-i Üstad'ın kelimelerin üzerinde durmaması mümkün değil. Onun için burada "حط" değil de " قشع" veya "كشف" olsa daha iyi olurdu diyecek. Çünkü حط fiilinin özüne baltığımız zaman da deve ile aklakalı olduğunu görüyoruz; "devenin inmesi, devenin boynunu kaldırması" gibi bir mana karşımıza çıktığı için, burada da cümlede bir deve olmayıp sema kelimesi, bulut kelimesi hicab(perde) kelimesi olduğu için, bunlara daha yakışan bir fiil kullansa idi daha iyi olurdu diyecek.
-Soru: Hocam o iki kelime kullanıldığında aruz veznine uygun oluyor mu, حط kelimesi iki hece, قشعkelimesinde üç hece var?
-O dediğinizi ben de düşündüm. Muhtemelen Hazret-i Üstad da o dediğinizi düşünmüştür hocam. Ama burada okuduğunuz kitap Mantık kitabı olduğu için bence Hazret-i Üstad mantık tarafına, akıl tarafına, yakışan tarafına daha çok ehemmiyyet vermiş.
Muhlis Hoca;
-Zaten üstadın adeti de öyle; "vezin için manayı feda etmem" diyor. "benim takkem püskülsüz olur" diyor.
Not: Üstadın Lemaat'ın başındaki ifadesi şöyle; "Safiye'yi kafiyeye feda etmek tarzında hakikatın suretini nazmın keyfine göre tağyir etmek hiç istemezdim. Şu kafiyesiz, nazımsız kitabda en âlî hakikatlere, en müşevveş bir libas giydirdim. Evvelâ: Daha iyisini bilmezdim. Yalnız manayı düşünüyordum. Sâniyen: Cesedi libasa göre yontmakla rendeleyen şuaraya tenkidimi göstermek istedim."(Sözler, s. 748 )
" Nazma benzer bir nesir yazdım. Fakat vezin için kat'iyyen tekellüf yapmadım. İsteyen adam, nazmı hatıra getirmeden zahmetsiz, nesren okuyabilir. Hem nesren olarak bakmalı, tâ mana anlaşılsın. Her kıt'ada ittisal-i mana vardır. Kafiyede tevakkuf edilmesin. Külâh püskülsüz olur, vezin de kafiyesiz olur, nazımda kaidesiz olur. Zannımca lafz ve nazım, san'atça cazibedar olsa, nazarı kendiyle meşgul eder. Nazarı manadan çevirmemek için perişan olması daha iyidir.(Sözler, s.749)
Muhlis hocamız diyor ki; "Yani burada mana şöyle; ya hiç külah hiç püskülsüz olu mu?" Olur olur, niye olmasın? Yani külah püskülsüz olur anlamında değil, püskülsüz de olabilir anlamında. Vezin kafiyesiz de olur, Nazım da kaidesiz olur, olabilir, niye olmasın?"
Not: Hazret-i Üstad, Muhakemat'ta bu meseleye uzun boylu değinerek der ki; "Gide gide elfaz manaya galebe etmekle istihdam ederek; lafz, manaya hizmet etmek olan kaziye-i tabiiye aksine çevrildiğinden, tabiat-ı belâgattan böyle lafızperest mutasallıfların san'atına kadar.. yok belki tasannularına uzun bir mesafe girmiştir. Eğer istersen Harîrî gibi bir dâhiye-i edebin Makamat'ına gir, gör! O dâhiye-i edeb nasıl hubb-u lafza mağlub olarak lafızperestlik hevesi o kıymetdar edebini lekedar ettiği gibi, lafızperestlere de bast-ı özür etmiştir ve nümune-i imtisal olmuştur. Onun için o koca Abdülkahir bu hastalığı tedavi etmek için Delail-i İ'caz ve Esrar-ül Belâgat'ın bir sülüsünü onun ilâçlarından doldurmuştur. Evet lafızperestlik bir hastalıktır, fakat bilinmez ki hastalıktır.
Tenbih: Lafızperestlik nasıl bir hastalıktır.. öyle de; suretperestlik ve üslûbperestlik ve teşbihperestlik ve hayalperestlik ve kafiyeperestlik şimdi filcümle, ileride ifrat ile tam bir hastalık ve manayı kendine feda edecek derecede bir maraz olacaktır. Hattâ bir nükte-i zarafet için veya kafiyenin hatırı için, çok edib edebde edebsizlik etmeye şimdiden başlamışlardır. Evet lafza zînet verilmeli, fakat tabiat-ı mana istemek şartıyla.. ve suret-i manaya haşmet vermeli, fakat mealin iznini almak şartıyla.. ve üslûba parlaklık vermeli, fakat maksudun istidadı müsaid olmak şartıyla.. ve teşbihe revnak vermeli, fakat matlubun münasebetini göze almak ve rızasını tahsil etmek şartıyla.. ve hayale cevelan ve şaşaa vermeli, fakat hakikatı incitmemek ve ağır gelmemek ve hakikata misal olmak ve hakikattan istimdad etmek şartıyla gerektir."(Muhakemat, s.88 )
Katılımcılardan birisi soruyor; "Muhlis hocam, Bediüzzaman hazretlerinin yazdığı bir şiir var mı?"
Muhlis Hoca;
-Var.. şöyle; Münacat tarzında Şeyh Abdülkadir Geylani hazretlerinin Münacat'ına bir nazire yapmak istedim diyor.
Not: Üstadın ifadesi şöyle; "Yirmibeş sene evvel Ramazanda ikindiden sonra Şeyh-i Geylanî'nin (K.S.) Esma-i Hüsna manzumesini okudum. Bana bir arzu geldi ki, esma-i hüsna ile bir münacat yazayım. Fakat o vakit bu kadar yazıldı. O kudsî üstadımın mübarek Münacat-ı Esmaiyesine bir nazire yapmak istedim. Heyhat!. Nazma istidadım yok. Yapamadım, noksan kaldı."(Sözler, s. 221)
Okuyayım;
"لَطِيفُ الْمَزَايَا وَ النُّقُوشِ فِى صُنْعِهِ ٭ هُوَ الْفَاطِرُ الْوَدُودُ لَهُ الْحُسْنُ وَ الْبَهَاءُ
جَلِيلُ الْمَرَايَا وَ الشُّؤُنِ فِى خَلْقِهِ ٭ هُوَ الْمَلِكُ الْقُدُّوسُ لَهُ الْعِزُّ وَ الْكِبْرِيَاءُ
بَدِيعُ الْبَرَايَا نَحْنُ مِنْ نَقْشِ صُنْعِهِ ٭ هُوَ الدَّائِمُ الْبَاقِى لَهُ الْمُلْكُ وَ الْبَقَاءُ
كَرِيمُ الْعَطَايَا نَحْنُ مِنْ رَكْبِ ضَيْفِهِ ٭ هُوَ الرَّزَّاقُ الْكَافِى لَهُ الْحَمْدُ وَ الثَّنَاءُ
جَمِيلُ الْهَدَايَا نَحْنُ مِنْ نَسْجِ عِلْمِهِ ٭ هُوَ الْخَالِقُ الْوَافِى لَهُ الْجُودُ وَ الْعَطَاءُ
سَمِيعُ الشَّكَايَا وَ الدُّعَاءِ لِخَلْقِهِ ٭ هُوَ الرَّاحِمُ الشَّافِى لَهُ الشُّكْرُ وَ الثَّنَاءُ
غَفُورُ الْخَطَايَا وَ الذُّنُوبِ لِعَبْدِهِ ٭ هُوَ الْغَفَّارُ الرَّحِيمُ لَهُ الْعَفْوُ وَ الرِّضَاءُ
Sözler (s. 221 )
Ali Haydar Çetintürk; "Burada çok sanat var hocam..."
Bir başka şiirinden bir kısmını okuyayım;
"Dema gaflet zeval buldu Ve nur-u Hak ayân gördüm.
Vücud, bürhan-ı Zât oldu Hayat, mir'at-ı Hak'tır gör.
Akıl, miftah-ı kenz oldu Fena, bab-ı bekadır gör.
Kemalin lem'ası söndü Fakat, şems-i Cemal var gör.
Zeval, ayn-ı visal oldu Elem, ayn-ı lezzettir gör.(Sözler, s. 220)
Ali Haydar Çetintürk; "Burada yine kaide var hocam, kaide var. Yani püskülsüz de değil aslında."
Bir de şunu okuyayım;
Dinle de yıldızları, şu hutbe-i şirinine,
Name-i nurîn-i hikmet, bak ne takrir eylemiş.
Hep beraber nutka gelmiş, hak lisanıyla derler:
Bir Kadîr-i Zülcelal'in haşmet-i sultanına
Birer bürhan-ı nur-efşanız vücub-u Sâni'a, hem vahdete, hem kudrete şahidleriz biz.
Şu zeminin yüzünü yaldızlayan nazenin mu'cizatı çün melek seyranına
Bu semanın arza bakan, Cennet'e dikkat eden, binler müdakkik gözleriz biz."(Mektubat, s. 20)
Bu tarz Üstadın şiirleri epey var, ama kısa ve çok acayip..
Not: Bununla beraber, Hazret-i Üstad der ki; " Şiir ise çendan kıymetdar, şirin bir vasıta-yı ifadedir. Fakat şiirde hayal hükmettiği için hakikata karışır, hakikatların suretini değiştirir. Bazan hakikat birbirine geçer. Hâlis hak ve mahz-ı hakikat olan Kur'an-ı Hakîm'in hizmetinde istikbalde bulunacağımız mukadder olduğundan, kader-i İlahî, bir inayet olarak bize şiir kapısını açmadı."(Barla Lahikası, s. 334)
Evet, konuya dönersek, Hz. Üstad diyor ki;
الاولي قشع للسحاب
Bulut için ugun olan قشع fiilidir. قشع saçtı, dağıttı manasınadır. او كشف للحجاب Veya كشف(Açtı)kelimesi daha uygundur, hicab kelimesinden dolayı..Yoksa والا فالابل ينص تليله تحت حط عنهم hatta anhüm cümlesinin altında boynunu kaldıran bir deve aramamız lazım gelir.
Muhlis hoca; Yani bir çöl olaydı, bir seyahat olaydı, hatta güzel olurdu.
-Devam edecek-
Bu yazıya yorum yazın
Bu yazıya gelen yorumlar.
DİĞER YAZILAR
Ey iman edenler! Allah'a karşı gelmekten sakının ve doğrularla beraber olun.
Tevbe, 119
GÜNÜN HADİSİ
Gece içinde öyle bir saat vardır ki, müslüman olan herhangi bir kimse, dünya ve ahiret hususlarında Allah'dan bir hayır isterken duasını ona denk düşürürse, Allah; muhakkak istediğini kendisine verir.
Müslim, Ravi[Cabir (r.a.)]
SON YORUMLAR
- Bütün beytlerin tercümesini gönderebilir misiniz? sitede sadece son birkaç...
- Fıtrat, namaz, tevafuk, sırlar ve tüm bunların sahibi zişanı İlahi kusur...
- Selamünaleyküm İnternette mütalaalı risale i nur dersleri diye arama yapt...
- bu kıymetli yazıdan dolayı ahmed izz kardeşimize teşekkür ederiz çok mani...
- selamün aleyküm Ahmed kardeşimizi tebrik ediyor ve bu faideli tercümelerin...
- Yanında okuyan diğer öğrencileri; Molla Muhammed Kasori Molla Muhammed Era...
- Benim merhum babam Molla İbrahim Azizi de onun yanında icazeti tamamlamıştı...
- Teşekkürler. Sanırım Envar neşriyat idi.Tam hatırlayamıyorum.....
- Çok güzel bir çalışma Rabbım ilminizi arttırsın bu çalışmalarınızı...
- Merhaba, Ben Foliant yayınlarından uğur. Sizinle iletişim kurmak istiyoruz ...
TARİHTE BU HAFTA
*Kanije müdafaası(18 Kasım 1601) *Hz.Fatıma'nın(r.anha) Vefatı(22 Kasım 632) *İstanbul'un Müttefikler Tarafından İşgali(23 Kasım 1918) *Alparslan'ın Şehadeti(24 Kasım 1072) *Öğretmenler Günü(24 Kasım)
ANKET
Sitemizle nasıl tanıştınız?
Yükleniyor...