HZ. MUÂVİYE RÂŞİD HALÎFELERDENDİR

Muâviye'nin (r.a) hayatına az çok vakıf olan biri, onun hidayete eren ve erdiren raşid halifelerden olduğundan şüphe etmez


Muhammed Salih Ekinci

sghursi@gmail.com

2022-09-01 23:31:39

Muâviye'nin (r.a) hayatına az çok vakıf olan biri, onun hidayete eren ve erdiren raşid halifelerden olduğundan şüphe etmez.(1)

Muhammed b. Sa'd, ez-Zührî'nin şöyle dediğini nakleder: "Muâviye halifeliğinde iki sene hiçbir sapmaya kapılmadan Hz. Ömer'in (radıyallâhu anh) davrandığı gibi davrandı. Ancak daha sonra bu tutumundan uzaklaştı." 

Bu uzaklaşmanın sebebine de bizzat kendisi, oğlu Yezid ile yaptığı bir konuşmada temas ediyor: İbn Ebi'd-Dünya naklediyor: Muâviye, oğlu Yezid'e sordu: Eğer idareci olursan halka nasıl davranacağını tahmin ediyorsun? Yezid şöyle cevab verdi: Allah'a yemin olsun ki ben Ömer b. Hattâb'ın davrandığı gibi davranırım. Bunun üzerine Muâviye şöyle dedi: Sübhanallah! Ey oğlum! vallahi ben onlara Osman b. Affan gibi davranmaya gayret ettim ama başaramadım. Sen nasıl olur da Ömer gibi davranacağını söylersin."(2)

Bu çelişkinin sebebi şudur: Bir idareci ne kadar gayret ederse etsin, idealindeki gibi olamaz. Zira çevrenin insan üzerinde büyük tesiri vardır.

Hz. Ali de (radıyallâhu anh) kendisine yöneltilen bir soruya verdiği cevapta bu hususa işaret ediyor: Adamın biri Hz. Ali'ye soruyor: "Neden halk senden önceki halifelere karşı ihtilafa düşmedikleri halde sana karşı ihtilafa düştüler?" O da cevaben şöyle dedi: "O halifeler benim gibi kimselere idarecilik yaptılar. Ben ise senin gibilere idarecilik yapıyorum."

Aşağıdaki âyetler de aynı manayı ifade etmektedir: "Bir topluluk kendi durumunu değiştirmedikçe Allah, onların durumunu değiştirmez."(3)

Takiyyudin İbn Teymiyye diyor ki: "Muâviye Müslüman padişahların ilki idi. Onda hem padişahlık hem de rahmet vardı. Nitekim hadis-i şerifte şöyle buyruluyor: "Benden sonra nebevî hilafeti olacaktır. Sonra padişahlık ve rahmet dönemi olacaktır. Daha sonra padişahlık ve zorlama dönemi gelecektir. Sonra da tebanın ısırıldığı (yani zulüm gördüğü) bir padişahlık dönemi olacaktır.(4)

Allâme İbn Haldûn diyor ki: Muâviyeyi de Hulefâ-i Râşidîn arasında saymak ve onunla ilgili haberleri onlarınki ile beraber nakletmek hakkaniyet gereğidir. Zira o fazilet, adalet ve nebevî sohbete iştirak konusunda onlardan hemen sonra gelmektedir. "Hilafet benden sonra otuz senedir" şeklinde rivayet edilen hadis ise sahih değildir.(5)

Ancak tarihçilerin Hz. Muâviyeyi onlardan sonra ve ayrı bir bölümde zikretmesinin iki sebebe dayanmaktadır:

Birinci sebeb: Muâviye (radıyallâhu anh) döneminde hilâfet, o asırda baş gösteren asabiyetten[6] dolayı insanların birbirlerine galebe çalma yoluyla elde edilirdi. Oysa bundan önceki dönemlerde hilafet seçim ve icmâ yoluyla gerçekleşirdi. İşte tarihçiler bu noktayı dikkate alarak bu dönemleri ayrı ayrı ele almışlardır. Dolayısıyla Hz. Muâviye de asabiye ve galebe yoluyla işbaşına gelen halifelerin ilkidir. Ancak zayıf görüşlü kimseler bu gibi halifelerden kral ve padişah (melik) diye söz etmekte ve bunları birbirlerine benzetmektedirler. Oysaki Hz. Muâviye kendisinden sonraki padişahlara benzemekten son derece uzaktır. Zira o raşid halifelerdendir. Dini hayat ve fazilet mertebesi bakımından ondan sonra gelen bazı Mervani/Emevî ve Abbasî halifeleri de aynı kategoridedirler. Binaenaleyh biri kalkıp da: Padişahlık hilafetten rütbece daha aşağıdadır, dolayısıyla bir şahıs hem halife hem de padişah olamaz, şeklinde itirazda bulunmamalı. Şurası da bilinmelidir ki: Hilâfetten ayrı olan ve belki de hilafete ters düşen padişahlık, ceberutluk[7] yani zulme ve zorbalığa dayanan idaredir ki buna kisralık diyoruz. Nitekim Hz. Ömer de Hz. Muâviye'nin yönetiminde böyle bir görüntü müşahede edince onu tenkit etmiştir. Yoksa asabiyet ve kuvvete dayanarak galebe çalma ve üstünlük sağlama manasındaki padişahlık ne halifeliğe ne de peygamberliğe ters düşmez. Nitekim Süleyman ve babası Davud (aleyhimesselam) hem padişah hem de peygamber idiler. Oysa ikisi de hem dünyevi işlerinde hem de Rablerine karşı itaatlerinde son derece istikamet üzere bulunuyorlardı. İşte Muâviye de aynı şekilde padişahlığı ve onun ihtişamını elindeki dünyalığı çoğaltmak için istememiştir. Asabiyyet, yapısı gereği onu bazı uygulamalara sevketmiştir. Nitekim müslümanlar birçok devlete hükümran oldukları zaman, onların başındaki halife de o idi. Dolayısıyla o da, asabiyetin baş gösterdiği ve (idareciyi) padişahlık tabiatına götürdüğü durumlarda padişahların kavimlerine davrandıkları gibi davrandı. Ondan sonraki Müslüman halifelerin durumu da böyle idi. Yani, idari zaruret onları zorlayınca padişahlar gibi davranırlardı.

Herhangi bir padişahın padişahlığının hilafete ters düşüp düşmediğini belirlemedeki ölçü, onların durumlarını zayıf rivayetlerle değil, bilakis sahih hadislerle değerlendirmektir. Buna göre bakılır: Kimin hareketleri sahih hadislere uyarsa işte o Hz. Peygamber'in (sallallâhu aleyhi ve sellem) halifesi olarak kabul edilir. Kimin hareketleri de bu hadislerdeki ölçülere aykırı düşüyorsa o dünya padişahlarındandır. Ona halife isminin verilmesi sadece mecaz yoluyla mümkündür.

İkinci sebep: Muâviye'nin dört halife ile değil de Benî Ümeyye halifeleriyle zikredilmesinin ikinci sebebi ise, Beni Ümeyye ile aynı soydan gelmesidir. Bilindiği üzere Ümeyye oğullarının hepsi bir soydandılar. Onların en büyüğü ise Muâviye idi. İşte bundan dolayı kendi soylaydaşları ile birlikte ele alınıp zikredilmiştir. Önceki halifelerin ise nesebleri farklı farklı idi. Bundan dolayı da tek bir kategoriye konmuşlardır. Hz. Osman (radıyallâhu anh) ise, her ne kadar neseb bakımından Ümeyye oğullarından ise de fazilet bakımından diğerlerine yakın olduğundan onlarla birlikte zikredilmiştir. Allah bizi onlarla haşretsin ve bize, onları takip etmeyi nasip etmek suretiyle merhamet eylesin.(8)

Dipnotlar 

1- Hulefa-i Râşidîn'den sayılmasının manası, adil olarak kabul edilmesidir. Zaten raşit kelimesi de bu manadadır. Raşit olduğuna dair birçok delil vardır:

1. Nebevî sohbete mazhar olup sahabi olması

2. Güzel idare ve yaşantısı

3. Hilafet dönemini idrak eden Sahabe ve büyük tabiinin onun hakkındaki övücü sözleri ki bunların bir kısmını daha önce zikrettik.

2-el-Bidâye ve'n-Nihâye, VIII/229.

3-Râ'd: 11.

4- Hadisi Ebû Dâvud, Tirmizî ve İmâm Ahmed rivâyet etmişlerdir. İbn Teymiyye, Hukuku Âli'l-Beyt, 34.

5- İbn Hacer Fethu'l-Bârî'de şöyle diyor: Sefine hadisinde "hilafet benden sonra 30 sene olacaktır. Daha sonra Padişahlık olacaktır." şeklindeki ifadeyi Sünen sahipleri rivayet etmişlerdir. Ayrıca İbn Hibban ve başkaları bunun sahih olduğunu belirtmişlerdir. 30 seneye ancak dört halife ile Hz. Hasan'ın (altı aylık) dönemi sığmaktadır. Kâdi İyâz der ki: Bu hadisin zahiri, Câbir b. Semure'nin rivayet ettiği ve sahihliği hakkında ittifak bulunan hadisle ters düşmektedir. Cabir'in hadisi şöyledir: Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Sizin başınıza, ümmetin hakkında ittifak edeceği on iki halife olduğu sürece, bu din ayakta kalmaya devam edecektir." Hadisin lafzı Ebû Davud'a aittir. Daha sonra Kadi İyaz bu itiraza şöyle cevap vermektedir. "Peygamber'in (sallalahu aleyhi ve sellem) Sefine hadisindeki hilafetten maksadı nebevî hilafettir. Cabir'in hadisinde ise böyle bir kayıt yoktur. Bkz. Fethu'l-Bârî, XIII/180. Dolayısıyla Sefine hadisindeki hilafetten maksat, padişahlığın hiç karışmadığı saf nebevî hilafettir. Muâviye'nin hilafeti ise rahmetle birlikte bir nebze padişahlığın da karıştığı bir hilafettir. Nitekim İbn Kesîr Muâviye'nin (radıyallâhu anh) şöyle dediğini naklediyor: Ben (İslâm) padişahlarının ilki ve son halifesiyim." el-Bidâye ve'n-Nihâye, VIII/135.

6-İbn Haldûn, Mukaddime adlı eserinde İslâm tarihindeki olayları asabiyetle ilişkilendirerek değerlendirmekte ve bunların asabiyetin bir sonucu olarak görmektedir. Ona göre asabiyet, aşiret ve ailedeki yardımlaşma ve dayanışma bağlarını ifade eder. Buna göre en güçlü aşiret ve aile, en güçlü asabiyete sahip olan aşiret ve ailedir. Böyle bir asabiyet tabiatı gereği sahiplerini egemen (mülk) yapar. Bu durum tabii bir şey olup sosyolojinin temel kurallarındandır. Bu kurala göre krallık ve hâkimiyet asabiyyetin tabii bir sonucu olarak meydana gelmektedir.

7- İbn Haldûn padişahlığın iki ayrı çeşidi olduğunu savunur: 1) Hakka ve adalete dayalı padişahlık. 2) Batıl ve zulme dayalı padişahlık. İbn Haldûn şeriatın birinci çeşidi zemetmediğini, zira bunun hakka ve iyiliğe hizmet ettiğini vurgular. Mezmum olan şey padişahlığın ikinci çeşididir. Zira bu batıla yöneliktir; zulüm ve haksızlık içermektedir. Ona göre hilafet, yukarıda zikredilen birinci çeşit padişahlığa dönüşmüştür ve bu dönüşme o devirde baş gösteren asabiyyetin zaruri bir sonucu olarak gerçekleşmiştir. Ancak hilafetin sahip olduğu mana yani dinin temel maksatlarını gerçekleştirip İslam şeriatına göre hükümde bulunmak değişmemiştir. Değişme sadece halifeyi seçmeye götüren faktörde olmuştur. Önceleri bu faktör din iken daha sonra asabiyyet ve kılıca dönüşmüştür. Şöyleki insanlar daha önceleri dinî saiklerle hareket ediyolardı. Halifelik de şuraya dayanıyordu. Ancak daha sonra idare asabiyyet ve kuvvete dayanmaya başladı. Ancak bununla birlikte idare, İslâmî ve şer'î olarak varlığını sürdürmüştür.

8- İbn Haldûn, Mukaddime, II/188.

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DİĞER YAZILAR

AFETLER VE KURTULMA YOLLARI

AFETLER VE KURTULMA YOLLARI

A-ZAHİRİ AFAT: -İflas. Müslümanların çoğu iflasla kuşatılmasının sebebi: bilgi azlı

TEŞRİK TEKBİRLERİ

TEŞRİK TEKBİRLERİ

Teşrik tekbirlerinin ve ihlas suresinin Arefe gününde 1000 defa okunmasının bazı hikmetleri:

İSTİKBAL İSLAM’INDIR-3

İSTİKBAL İSLAM’INDIR-3

Bediüzzaman’ın Müdellel Ümidi: Bediüzzaman hazretleri, (31 Mart hadisesinden bir müddet son

İSTİKBAL İSLAM’INDIR-2

İSTİKBAL İSLAM’INDIR-2

II. HZ. PEYGAMBERDEN GELEN BEŞARETLER Hayatı boyunca ümmetine karşı gösterdiği ilgi, şefkat

İSTİKBAL İSLAM’INDIR-1

İSTİKBAL İSLAM’INDIR-1

Gelecekte İslamiyet’in hâkimiyetine işaret eden beşaretler: Kur'an-ı Kerim'in istikbalin hâ

ÖLENLER EŞİT DEĞİLDİRLER

ÖLENLER EŞİT DEĞİLDİRLER

İnsanların ölüme negatif düşüncelerle bakmalarındaki sıkıntılardan biri de şudur ki, onu

CENNET VE CEHENNEM SADECE MANEVİ DEĞİLDİR

CENNET VE CEHENNEM SADECE MANEVİ DEĞİLDİR

Cennet ve Cehennem iki yurttur; birisi sevaba birisi azaba, birincisi muttakilere, ikincisi kâfirle

ACBU’Z ZENEB HADİSİ

ACBU’Z ZENEB HADİSİ

Bir sorunun cevabı; “Müzedeki bir insanın iskeleti 2.000 senedir var olduğu söyleniyor. Halbu

NAMAZDA 17 SIRRI

NAMAZDA 17 SIRRI

İslam Literatüründe “el-Mabud” kelimesi hakiki mabud olan Allah’ın bir vasfıdır. Ebced d

İNSANLARIN AYIBINI GİZLEMEK

İNSANLARIN AYIBINI GİZLEMEK

Kişi kendisine nasıl davranılmasını istiyorsa, başkalarına da öyle davranmalıdır. Bu minva

CEHENNEM NEREDEDİR?

CEHENNEM NEREDEDİR?

Soru: Cehennem Nerededir? Cevap: Cennet ise Kur’an-ı Kerim'de zikredildiği gibi yüksektedir ve

Sana vahyedilen Kitabı oku ve namazı kıl. Muhakkak ki namaz hayasızlıktan ve kötülükten alıkoyar. Allah'ı anmak elbette en büyük ibadettir. Allah yaptıklarınızı bilir.

Ankebut:45

GÜNÜN HADİSİ

Kim Allah'ın Kitabını öğrenir ve sonra da onda bulunanlara uyarsa, Allah onu, dünyada dalaletten çıkarıp doğru yola sevkeder, ahirette de kötü hesabtan korur

Ravi:İbnu Abbas(r.a.)

TARİHTE BU HAFTA

*Kanije müdafaası(18 Kasım 1601) *Hz.Fatıma'nın(r.anha) Vefatı(22 Kasım 632) *İstanbul'un Müttefikler Tarafından İşgali(23 Kasım 1918) *Alparslan'ın Şehadeti(24 Kasım 1072) *Öğretmenler Günü(24 Kasım)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SİTE HARİTASI