PEYGAMBER EFENDİMİZ’İN “İSMET”İ VE “İSTİĞFAR”I

Özet: Kulun işlediği günahlardan pişmanlık duyma ve Allah’ın affına sarılma anlamını ifade eden istiğfar, müminler için mânevî temizlenme vesilelerinden biridir. Allahu Teâlâ, Kur’ân’da pek çok ayetiyle müminleri tevbe ve istiğfara davet ettiği(1)


Dr. Saim Arı

2024-06-22 14:49:41

Özet: 

Kulun işlediği günahlardan pişmanlık duyma ve Allah'ın affına sarılma anlamını ifade eden istiğfar, müminler için mânevî temizlenme vesilelerinden biridir.  

Allahu Teâlâ, Kur'ân'da pek çok ayetiyle müminleri tevbe ve istiğfara davet ettiği(1) gibi, Peygamber Efendimizin (Aleyhissâlatü vesselâm) de bu konuda pek çok hadîs i şerîfi bulunmaktadır.(2) Ümmetine her hususta örnek olan Allah Resûlü (Aleyhissâlatü vesselâm), Kendileri günaha kapalı oldukları halde günde yüz defa istiğfar getirerek bizlere istiğfar dersini de vermiştir. Bu konuda: "Şurası muhakkak ki, bazen kalbime bulut gibi perde iner. Ancak ben Allah'a günde yüz sefer istiğfar ederim."(3) buyurmuşlardır.

Bu yazımızda söz konusu, "bulut" anlamına gelen "Ğayn" kelimesine verilen, "Kalbime gaflet çöker" şeklinde yapılan tercümenin yanlışlığını ele alarak, Fahr-ı Kainat'ın (Aleyhissâlatü vesselâm) Allah'tan mağfiret dilemesinin ne anlama geldiği üzerinde karınca kadarınca durmaya çalışacağız.

Kur'ân-ı Kerim'de bazı ayetler zahiren, Allah Resûlünü ikaz mahiyetindedir. Bu ikazlar, Onun ismetine ve günahsızlığına ters düşer gibi görünmektedir. Bu konuda gelen uyarılar, bir hatırlatma mahiyetinde olup, bir hata ve günah sebebiyle olmamıştır. Bu hatırlatmalar, O'nun yapmış olduğu içtihatlarda, daha iyisi dururken iyiyi tercih etmesi sebebiyle olmuştur. Onun için Allah Resûlünü uyarıldığı konuları, bizim hareketlerimize göre değerlendirip hüküm vermek konunun esasına aykırı bir davranıştır.

Günaha Açılan Kapıların Allah Resûlü'ne Kapalı olması:

Allahu Teâlâ'nın mesajlarını insanlara tebliğ etme vazifesi ile görevli bulunan peygamberlerin özelliklerinden biri "ismet" sıfatı olup, bu kelime diğer peygamberler gibi O'nun da (Aleyhissâlatü vesselâm) günaha açılan kapılarının kapalı olması anlamına gelir. Yüce Allah'ın Peygamber Efendimiz'e (Aleyhissâlatü vesselâm) hitaben, "Allah, Senin geçmiş ve gelecek günahlarını affetti. Üzerindeki nimetini tamamladı ve Seni doğru yola iletti." (Fetih, 2) âyet-i kerimesinde, "Zenb" kelimesi kullanılarak ifade buyurulan anlam; insani anlamda bizlerin bildiği anlamıyla "günah" değildir. Çünkü Allahu Teâlâ, ismet sıfatına sahip olan Resul-i Ekremini her türlü ayıplardan uzak kılıp Onun, küçük günahlar da dahil günahsızlığını beyan buyurmaktadır. Bazı âlimler de bu âyet-i kerimeyi şöyle açıklamışlardır: "Allahü Teâlâ, seni geçmişte ve gelecekte günah işlemekten korudu."(4) Söz konusu ayetteki "mağfiret", günahların affı sebebi ile olmayıp, makam-ı nübüvvete layık bir mâna ile Peygambere mağfiret müjdesi vermektir.(5)

"Fahr-ı Kainat'ın Kalbine Gelen Perde"

Fahr-ı Kâinat Efendimiz (Aleyhissâlatü vesselâm), günahtan uzak kalma konusuna Allahü Teâlâ'nın koruması ve teminatı altında bulunmasına rağmen, günde yüz defa istiğfar getirmiştir. "Şurası muhakkak ki, bazen kalbime bulut gibi perde iner. Ancak ben Allah'a günde yüz sefer istiğfar ederim." (6)şeklinde buyurdukları kutsî söz ile O'nun istiğfara vermiş olduğu önemi izah etmeden önce, bu hadis i şerîfteki, "bulut" anlamına gelen "Ğayn" kelimesine günümüz yazar ve araştırmacıları tarafından yapılan, "Kalbime gaflet çöker" şeklindeki tercümenin de yanlışlığına işaret edelim.

Her şeyden önce, "ismet" sıfatıyla Allah tarafından günahlara karşı koruma altına alınmış, sözün sahibi olan Fahr-ı Kâinat Efendimiz hakkında "Kalbime gaflet çöker" şeklinde yapılan tercümenin yanlışlığını şu şekilde ortaya koyabiliriz:

Fahr-ı Kainat'a Gaflet Hâli Yaklaşmamıştır:

 Sözlükte, terk etmek, önemsememek anlamlarına gelen 'Gaflet' kelimesi; ıstılah (terim) olarak; dikkatsizlik, dalgınlık, ihmal, bile bile terk etmek gibi anlamlara gelir. Kur'ân'da, "İnsanların hesap verme vakti yaklaştı, Hâlbuki onlar, gaflet içerisinde (Kur'ân'dan) yüz çevirmektedirler." (Enbiya, 1) buyurulmuştur. Bu ayette görüldüğü üzere, iman hakikatlerinden yüz çevirme anlamına gelen "Gaflet", insanı Allah'dan uzaklaşmaya giden yolun başlangıcıdır.

Uyku ile istirahat halinde iken dahi, "Benim gözlerim uyur; kalbim uyumaz."(7) buyuran Fahr-ı Kainat'ın en kısa zaman parçasında dahi Allah'tan uzak olmayı ifade eden gaflet halinden uzak bulunduğu halde, O'nun kalbine (Hâşâ) gafletin çöktüğünü düşünmenin hatalı olduğu ortadadır. Zira O, "Ey Hayy ve Kayyûm olan Allah'ım! Sen'in rahmetine iltica ediyor ve Sen'den yardım diliyorum. Benim bütün işlerimi düzelt ve beni göz açıp kapayıncaya kadar bir an bile olsa nefsimle baş başa bırakma!" (8)buyurmuştur. Bu duadan da O'nun kalbinin, daima Allah ile birlikte olduğu anlaşılmaktadır.

Ğayn, kelime anlamı itibari ile örtü ve bulut anlamlarına gelmektedir. Ancak, bu bulut çöl ikliminin bulunduğu yerlerde olan bu "Ğayn" anlamına gelen ince bir bulut olup, güneşin ışınlarının geçmesine engel olmaz. Bu itibarla Fahr-ı kâinat Efendimizin (Aleyhissâlatü vesselâm), "Kalbimin üzerine "ğayn" gelir buyurduğu bu mânevî bulut, Ona Allah'tan (Celle Celalühü) gelen nurlara ve feyizlere engel olmaz.(9)

Diğer taraftan Allah Resûlü (Aleyhissâlatü vesselâm), yeme - içme ve uyku gibi şahsî beşerî hallerinde de daima Allah'ı zikir ve dualardan uzak kalmazdı.

Ashabına "Dilin daima, zikrullah tesbihiyle ıslak olsun." (Tirmizi, Daavât, 4) yani, daima dilinle Allah'ın zikri bulunsun, buyuran Habîbu'llâh'ın (Aleyhissâlatü vesselâm), hayat-ı seniyyelerinde zikirsiz bir an dahi geçirmediğini yine ashâbı bizlere haber vermiştir.

Fahr-ı Kâinat Niçin İstiğfar Etmişti:

İstiğfar, sadece günahların affı için yapılan bir dua olmayıp, aynı zamanda, Allah'ı anmak ve O'na kul olduğunu ilan etmektir. Nitekim, "Arafat'tan indiğiniz zaman, Meşari'l-Harâm'ın yanında Allah'ı zikr edin." ayetini takip eden ayette, "Estağfirullah" (diyerek) Allah'tan mağfiret dileyin buyurulmuştur. (Bakara, 188, 199) Bu itibarla, Peygamber Efendimizin istiğfarı, O'nun Allah'ı tesbihlerindendir.

Diğer taraftan, dua ve tevekkülün insandaki hayra yönelişine büyük bir kuvvet vermesi; istiğfar ve tövbenin dahi, insanın şerre olan yönelişini kesip, nefsin saldırısını kırması hükmünce, Fahr-ı Kâinat Efendimiz, dua, tevekkül ve istiğfar ile kendilerini koruma altına almışlardır. Böylece, - zaten Allahü Teâlâ tarafından koruma altına alınıp ismet sıfatı ile donatılmış olan Efendimizin- (Aleyhissalâtü vesselâm) en küçük bir hataya dahi düşmesi kapalı hale gelmiştir.

Bedir esirlerinin serbest bırakılması,(10) Tebük seferi sırasında savaşa katılmamak için izin isteyenlere izin vermesi, Hz. Zeyneb ile evlenmesi, Fakirleri meclisinde bulundurması, Sakif Kabilesinin teklifi, Abese Sûresi gibi hadiselerin iç yüzünü anlamayanların Allah Resûlüne hatâ isnat etmeleri, peygamberlerin ismet sıfatına sahip olma gerçeği ile bağdaşmaz. Zahiren hata gibi görünen bu olayların hakikatleri anlaşıldığı zaman Efendimizin olaylara karşısında duruş ve karar verişinde, yine bir peygamber sıfatı olan "Fatânet"i ile hareket ettiği anlaşılacaktır. İnsanlara hata gibi görünen bu konular, Allah Resûlü'nün olaylar karşısında yaptığı içtihatlarla vermiş olduğu kararlarda, "en güzeli" verme yerine "güzel"i tercih edişine karşı Yüce Allah tarafından yapılan bir hatırlatma olmuştur. Bu da, "Hasenâtül-Ebrâr, Seyyiâtü'l-Mukarrabîn" yani, İyilerin iyilikleri, mukarrabin (Allah'a yakınlıkta zirvede) olanların hataları durumundadır, hükmüne dâhil olmaktadır.

Fahr-ı Kâinat Efendimizin (Aleyhissâlatü vesselâm), Allahü teâlâ'ya istiğfar sebebinin bir yönü ilim adamları tarafından şu şekilde izah edilmiştir: Allahü teâlâ'ya yaptığı kulluğu ile seyr-i sülük içerisinde bulunan ve her an gittikçe mânevî mertebesi yükselmekte olan Peygamber Efendimiz (Aleyhissâlatü vesselâm), bir sonraki hâli ile bir önceki hâli arasında farklılıklar bulunmasından dolayı bir önceki hâli için Allah'a istiğfarda bulunmuştur. O'nun bu durumu yukarıda belirtildiği üzere, "Hasenâtül-Ebrâr, Seyyiâtü'l-Mukarrabîn" olarak değerlendirilmiştir.

Fahr-ı Kâinat Efendimizin Allah teâlâ tarafından ismet sıfatı ile donatılmasının ispatı için şu iki hadise oldukça önemlidir:

Bunlardan birincisi; üç defa "Şakk-ı sadr" denilen hadise ile melekler tarafından mübarek göğsünün yarılmasıdır(11)

Bunların ilki Sütannesi Halime'nin yurdunda beş yaşlarında iken meydana gelmiştir. Burada iki melek gelerek Onu yatırıp göğsünü yarmışlar, kalbini çıkarıp oradaki siyah kan pıhtısını çıkarmışlardır ve Ona, "Bu, şeytanın Sen'deki nasibidir" demişlerdir. Sonra kalbini altın bir tasın içinde zemzem suyu ile yıkayıp kapatmış, sonra da yerine geri koymuştur.(12)

Fahr-ı Kâinat Efendimiz (Aleyhissalatü vesselam)'ın kalb-i şeriflerinden çıkarılan bu siyah kan pıhtısı, kalb üstündeki Lümme-i şeytaniye yani, şeytanın vesvese verdiği merkezdir(13)

Allah Resûlü'nün (Aleyhissalatü vesselam) kalbinden çıkarılan siyah kan pıhtısı hakkında İmam Ebu'l-Hasen es-Sübkî, "Bu kan pıhtısı, şeytanın vesvesesiniattığı insan kalbindeki noktadır. Şakk-ı sadr ile bu siyah kan pıhtısının melekler tarafından çıkarılmasından sonra Allah Resûlü'nün kalbinde şeytanın vesvesesini atacağı yer kalmadı." şekline açıklama yapmıştır.(14)

İkincisi: Allah Resûlü (Aleyhissalatü vesselam), "Sizden herkese, mutlaka biri şeytandan diğeri melekten olmak üzere yanından ayrılmayan iki "karîn/yoldaş" vekil kılınmıştır. (…) Ancak, Allah, şeytana karşı bana yardım etti de o Müslüman oldu. Artık o bana hayırdan başka bir şey emretmiyor!"(15) buyurmuştur. Bu hadis-i şeriften de anlaşılmaktadır ki, insanın ayağını kaydırıp günah işleten şeytan, Allah Resûlünü hiçbir zaman etkisi altına alamamıştır.

İslam mezhepleri imamları tarafından da ele alınan İsmet konusunu şu şekilde özetleyebiliriz:

Eş'arî'ye göre İsmet: "Allah Teâlâ'nın peygamberlere itaat gücü verip masiyet gücü vermemesidir"(16) Diğer bir ifade ile ismet, "Masiyet işlemeye engel olan ruhi bir melekedir" (17) Buna göre peygamberlerin masiyet işlemeye güçleri yetmeyeceğinden onların günah işlemeleri mümkün değildir.(18)

Matürîdî'ye göre İsmet: "Allah'ın peygambere tahsis ettiği öyle bir lütfu ve ihsanıdır ki, bundan sonra peygamber artık, irade ve ihtiyarı baki kalmakla beraber devamlı itaat eder ve günahlardan uzak durur" (19)

Mu'tezile'ye göre İsmet: Allah'ın, masum olan peygambere öyle bir lütfudur ki, o bunun sayesinde günahlardan uzaklaştırılmış olur. İsmet sahibi olan peygamberin irade ve ihtiyarı elindedir. Peygamberin günah işlemeye de itaat işlemeye de gücü vardır(20) Bu sıfat peygamberlere büluğ çağından itibaren gereklidir. Dolayısıyla onların peygamber olmadan önce ne küfrü ne de büyük günahı işlemeleri caiz değildir.(21)

 Şia'ya göre İsmet: Şia, peygamberlerle beraber imamları da masum sayarak bu sıfatın ibadet, riyazet, ilâhî hidayet ve tevfikle elde edilebileceğini savunur.(22)

Sonuç:

Bu açıklamalardan anlaşılacağı üzere, Peygamberler küçük, büyük günah işlemezler. Zelle işleyebilirler. Bu da günah anlamına gelmez. Zelle, onların en faziletli ve en üstün olanı yapmayıp; faziletli olanı tercih etmeleridir.

Kadı İyâz hazretleri, Şifa-i Şerîf isimli kitabında şöyle buyuruyor: "Küçük günahları Peygamberlere caiz görenler, bu cevazlarına birçok âyet-i kerime ve hadis-i şeriflerin zahirlerini delil olarak almaları, büyük günahları caiz görmeye, icmâyı parçalamaya ve Müslüman bir kimsenin söyleyemeyeceği şeyleri söylemeye sevk etmiştir."(23)

Dipnotlar

1-Bakara, 222; Âl-İ İmrân, 135; Zariyât, 17, 18; Furkân, 70; Enfâl, 33.

2-Bu hadis i şeriflere örnek olarak şu rivayeti verebiliriz: "Allah Teâlâ, gündüz günah işleyenin tövbesini kabul etmek için geceleyin (rahmet) elini açar. Geceleyin günah işleyenin tövbesini kabul etmek için de gündüz elini açar. Güneş battığı yerden doğuncaya, yâni kıyâmete kadar bu böyle devâm edip gider." (Müslim, Tevbe, 31)

3-Müslim, Zikr 41, (2702); Ebü Dâvud, Salât 361, (1515).

4-Kâdî İyâz, Şifa-i Şerîf, Terc.Naim Erdoğan, Hüseyin S. Erdoğan, Bedir Yayınevi, sh.570.

5-Nursi, Lem'alar, Yedinci Lem'a, Yedincisi.

6-Müslim, Zikr 41, (2702); Ebü Dâvud, Salât 361, (1515).

7- (Buharî, Menâkıp, 24; Müslim, Babu salâti'l-leyl) kıp, 24) 

8-Neseî, Sünenü'l-Kübrâ, H.No: 10405: Hâkim, el-Müstedrek, H.No:2000.

9-Kâdî İyâz, 504; Salih el-Müneccid, https://almunajjid.com/courses/lessons/516 (ed-Dîbâc alâ'l-Müslim, c.VI, sh.58).

10-Yukarıdaki, Kur'ân ayetlerinde, Allah Resülü'ne uyarı gibi görünen ayetlere teker teker cevap vermek makalemizin hacmini aşacağından bunlar arasından sadece, "Bedir Esirleri'nin Serbest Bırakılması Meselesi"sini ele aldık. Makalemizin bu bölümü, Muhyiddin Akgül, "Diyanet İlmi Dergi , PEYGAMBERİMİZ Hz.MUHAMMED (SAV) – ÖZEL SAYI- Hz. Peygamberin İsmetiyle İlgili Bazı Ayetlerin Yorumu, Ankara -2003"den alınmıştır.

Bedir Savaşı sonucunda, Müslümanlar galip gelirken yetmiş kadar esir almışlardı. Müslümanların ilk karşılaştıkları esir alma olayı hakkında henüz vahiy de gelmemişti. Öteden beri, karşılaştığı olaylarda ashabıyla istişare eden Allah Resûlü (Aleyhissalâtü vesselâm) onların görüşlerine müracaat etti. Önce Hz. Ebu Bekir'in görüşünü aldı. O: "Ey Allah'ın Resûlü!, Gerçi bunlar Sana ve Müslümanlara çok kötülük ettiler. Fakat Sen, onları aff et. Böylece kalblerini kazanır ve onların hidayetine vesile olursun." dedi. Daha sonra Hz.Ömer'e sordu. O da: "Ey Allah'ın Resûlü! Elimizdeki esirler, Mekke'nin önde gelenleridir. Bunlar öldürülürse, küfür bir daha belini doğrultup karşımıza çıkamaz. Dolayısıyla bunların öldürülmesi gerekir." demiştir. Allah Resûlü (Aleyhissalâtü vesselâm) bu iki görüşten Hz. Ebu Bekir'inkini tercih edip esirleri aff ettiğini açıkladı. Bir süre oradan ayrılıp tekrar geri gelen Hz. Ömer, Allah Resûlü ve Hz. Ebu Bekir'in hıçkırarak ağladıklarını gördü. Onlara, niçin ağladıklarını sorduğunda Allah Resûlü, o sırada nazil olmuş olan Enfâl Süresinin 67, 68 ve 69. ayetlerini okudu. Yüce Allah şöyle buyuruyordu: "Yer yüzünde savaşırken, düşmanı tam yere sermeden esir almak, hiçbir peygambere yaraşmaz. Geçici dünya malını istiyorsunuz, halbuki Allah, ahireti kazanmanızı istiyor. Allah Aziz'dir, Hakîm'dir. Daha önce Allah'tan verilmiş bir hüküm olmasaydı, aldıklarınızdan dolayı size büyük bir azap erişirdi. Elde ettiğiniz ganimetleri temiz ve helal olarak yiyin. Allah'tan korkun. Doğrusu Allah bağışlayandır. Merhamet edendir." (Enfâl, 67,68,69)

Şurası muhakkak ki, esirler hakkında hüküm ortaya koyan ayet yeni nazil oluyordu. Eğer daha evvelden bu konuda bir ayet nazil olmuş olsaydı Allah Resûlü, istişare etmeden ayetin hükmü uygulardı. Hiçbir peygamberin, yer yüzünde ağır basıp (harpler) zaferler kazanıncaya kadar, esirler alma doğru değildir." ifadesi, esir almanın meşru olduğunu; ancak ne var ki bunun, daha önce yer yüzünde ağır basma, hakimiyet kurma şartına bağlandığını gösterir. Ayetteki "Hatta yüshine" ibaresiyle öldürmek ve şiddetli bir korku salmak anlamı kasd edilmiştir. Ayet, yeryüzünde hakimiyet kurduktan sonra esir almanın meşruiyetini göstermektedir. Binaenaleyh bu ayet, ihtiva ettiği hükme göre, sarih bir şekilde esir almanın caiz olduğuna işaret etmektedir. Dolayısıyla buna göre, esir almanın bir günah olduğu neticesi, bu ayetten çıkarılamaz. Bu görüşü "Nihayet onlar mecalsiz bir hale getirdiğiniz zaman artık bağı sıkı tutun. Sonra ise, ya karşılıksız; ya da fidye karşılığı salıverin." ayeti de desteklemektedir.(Muhammed Sûresi, 4) Buradan da anlaşılmaktadır ki, esirlerin serbest bırakılması ile ilgili hüküm, eğer tamamen hatalı olacak olsa idi, Yüce Allah, onu ortadan kaldıran bir hükmü de peşinen verirdi. Yani esirlerin öldürülmesini ve onlardan alınanın malın geri verilmesini emrederdi. Sonuç olarak anlıyoruz ki, Allah Resûlü'nün (Aleyhissalâtü vesselâm) vermiş olduğu bu hükümde de kesinlikle bir hata söz konusu değildir. Ayrıca O, bir tevbe ve istiğfar cihetine gitmemiştir. Bu da, geçmişteki uygulamanın bir günah olmadığını gösterir. Buradan da, esirler konusunda daha iyi bir uygulama terk edilmesinden dolayı Yüce Allah tarafından bir hatırlatma mahiyetinde "uyarı" dedikleri bir ayet nazil olmuş sonucunu çıkarabiliriz. Ayetteki, " Siz geçici dünya malını istiyorsunuz…" ifadesi çoğunluğa yapılan bir hitaptır. Şayet bu hitap Allah Resûlü'ne yapılmış olsaydı, tek şahsa hitap eden bir fiille yapılmış olurdu. "Daha önceden Allah'tan bir hüküm olmasaydı" ayetinin anlamı ise, "Ganimetlerin helal kılındığına dair önceden verilmiş bir hüküm olmasaydı, söz konusu fidyeyi aldığınız için size kesin azap dokunurdu. ." şeklinde olduğu söylenmiştir.( Zemahşef, Keşşâf, 2/236; Kurtubî, e/-Câmiu li Ahkâmi'I-Kur'ân, 8!50)

 Bedir esirleri hakkında nazil olmuş olan ayet, Allah Resülü'nün vahyi tebliğdeki güvenirliliğini ve Allah'tan indirilen şeyleri asla gizlemediği vasfı ön plana çıkartılmıştır. Çünkü şayet o bir şey gizleyecek olsaydı, kendisine ikaz mahiyetinde gelen bu ayetleri gizlemiş olurdu. Aynı zamanda burada, Hz. Peygamber'in ümmetinin, karşılaşmış oldukları ve hakkında kesin bir delil bulunmayan konularda içtihada etmeye ve fikir üretmeye teşvik vardır. (Hadîdî, Muhammed Ebu'n-Nur, lsmetü'I-Enbiya, Mısır 1979, s. 450-455.)

11-Dr. Rabî' Muhammed Muhammed Yunus, Hâdisetü Şakki's-Sadr fî Dav'i's-Sünneti'n-Nebeviyyeti, adlı makalesinde bu konuyu ele almıştır. Fahr-ı Kainat Efendimizin üç defa "Şakk-ı Sadr" hadisesi yaşadığını belirten Dr. Rabî', İbn Hacer'nin Fethu'l-Bârî'sinden (7/226) yaptığı nakillerle konuya açıklık getirmiştir. Bunlardan ilki Efendimiz beş yaşlarında iken Halimetü's-Sa'diye yanında, ikincisi, nübüvvetin başlangıcında, üçüncüsü, İsra ve Mirac hadisesinden önce meydana gelmiştir. Bkz:https://journals.ekb.eg/article_61166_9d4edb9bb21581e6a2b9a469fff1416a.pdf

12-Efendimize on yıl hizmet etme şerefine nail olmuş olan ve olayın görgü şahidi ve ravisi Hz. Enes (r.a.) "Ben Allâh Resûlü'nün sadrındaki o dikiş izini hep görürdüm." demiştir. (Müslim, Îman, 261; Ahmed, III, 149, 288)

13- "Bazen şeytan, kalb üstündeki lümmesi cihetinde Cenab-ı Hak hakkında fena sözler söyler. (…) O sözler kalbinden gelmiyor, belki lümme-i şeytaniyeden geliyor veya şeytan tarafından ihtar ve tehayyül ediliyor." Nursi, Lem'alar, Onüçüncü Lem'a, 6. İşaret.; "İnsanda kalbinin bir köşesinde lümme-i şeytaniye denilen bir âlet-i vesvese (…)Nursi, Lem'alar, Onüçüncü Lem'a, 10. İşaret.

14-Rabî' Muhammed Muhammed Yunus, Hâdisetü Şakki's-Sadr fî Dav'i's-Sünneti'n-Nebeviyyeti, https://journals.ekb.eg/article_61166_9d4edb9bb21581e6a2b9a469fff1416a.pdf

15-Müslim, Münafıkûn, 69.

16-Bağdâdî, Abdulkahir, Kiâabü Usûli'd-Dîn, Dârü'l-Kütübi'l-İlmiyye, Beyrut, 1981, s. 169;Râzî, Muhassalü Efkâri'l-Mütekaddimîne ve'l-Müteahhirîn, Kahire, 1323/1905, s. 158-159; İbnü'l-Hümâm, el-Müsâyere fi İlmi'l-Kelâm, nşr. M. Muhyiddin Abdulhamîd, Mısır,tsz., s. 158-159; Devvânî, Celâlüddin, Celâl (Şerhu Akâidi'l-İcî), İstanbul, 1321/1903, s.130.

17-Aliyyü'l-Kârî, Şerhu'l-Fıkhi'l-Ekber, Dârü'l-Kütübi'l-İlmiyye, Beyrut, 1984, s. 94

18-İsfahânî, Ebu's-Senâ, Metâliu'l-Enzâr alâ Tavâlii'l-Envâr, Dersaadet, 1305/1887, s. 429.

19-Râzi, Muhassal, s. 158.

20-Aliyyü'l-Kârî, Şerhu'l-Fıkhi'l-Ekber, Dârü'l-Kütübi'l-İlmiyye, Beyrut, 1984, s. 94

21-Kadı Abdülcebbâr, Şerhu'l-Usûli'l-Hamse, Mektebetü Vehbe, Kahire, 1988, s. 780.

22-Kadı Abdülcebbâr, a.e., s. 573; Râzî, Mefâtîh, III, 7.

23-Râzî, Mefâtîh, III, 7; el-Mahsûl, III, 225; İsmetü'l-Enbiyâ,

 

 

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DİĞER YAZILAR

BEDİÜZZAMAN HAKKINDA ÖN-YARGI SEBEBİ OLAN İKİ MESELE

BEDİÜZZAMAN HAKKINDA ÖN-YARGI SEBEBİ OLAN İKİ MESELE

-Bediüzzaman Ne Demek?- -Yazdı mı? Yazdırıldı mı?-

Sadık Tanrıkulu(Dr.)

Sadık Tanrıkulu(Dr.)

sadiktanrikulu@hotmail.com

BİR TERCÜME CİNAYETİ ÖRNEĞİ; ASIM BİN SABİT

BİR TERCÜME CİNAYETİ ÖRNEĞİ; ASIM BİN SABİT

Her mütercim bir katildir, kahve bile fincana dökülürken taşar” sözünü çoğumuz duymuşuz

ALLAH RASULÜ HAKKINDA ÖZ BİLGİ

ALLAH RASULÜ HAKKINDA ÖZ BİLGİ

Annem, babam ona feda olsun. O, zamanen, şanca, cemâlen ve kemâlen Peygamberlerin hâtemidir. Onl

KIRKINCI HOCAEFENDİ’NİN ESERLERİNİN YENİ BASKISI TAMAMLANDI

KIRKINCI HOCAEFENDİ’NİN ESERLERİNİN YENİ BASKISI TAMAMLANDI

Ülkemizin mühim âlimlerinden olan merhum Mehmed Kırkıncı Hoca Efendinin tüm eserlerinin yer a

AKSA TUFANI BASKINININ BIRKAÇ NEDENİ

AKSA TUFANI BASKINININ BIRKAÇ NEDENİ

Hamas açısından Aksa Tufanı baskınının meşrulaştırıcı yönleri tartışılmaz bir gerçe

BU ÇOCUK DEĞİL, SANKİ BABAN

BU ÇOCUK DEĞİL, SANKİ BABAN

Bir defasında Mirza Mazhar Can-ı Cânan (ö.1195/1781) hazretleri bir müridine şöyle demişti:

TEŞRİK TEKBİRLERİ

TEŞRİK TEKBİRLERİ

Teşrik tekbirlerinin ve ihlas suresinin Arefe gününde 1000 defa okunmasının bazı hikmetleri:

NURDAN VECİZELER-14

NURDAN VECİZELER-14

Ey insan! Şu kâinattan maksad-ı a'lâ; tezahür-ü rububiyete karşı, ubudiyet-i külliye-i insa

KUR’AN’I TAHRİFTEN SONRA BİR DE TASHİH ETME-DEĞİŞTİRME TALEBİ

KUR’AN’I TAHRİFTEN SONRA BİR DE TASHİH ETME-DEĞİŞTİRME TALEBİ

Günümüzde bazı yazarlar ve akademisyenler Kur’an’ı Kerim’in bazı âyetlerinin akla ve ç

SAFVETÜ’T TEFASİR NOTLARI-33

SAFVETÜ’T TEFASİR NOTLARI-33

Maide: 41: Berâ b. Âzib'ten rivayet edildiğine göre, tahmim(Zina eden kimseye liflerden örül

Bilin ki, Allah'ın lâneti zâlimlerin üzerinedir.

Hûd,18

GÜNÜN HADİSİ

"Allah katında, duadan daha kıymetli bir ibadet yoktur."

Tirmizî

TARİHTE BU HAFTA

*İzmir'in Kurtuluşu. (9 Eylül 1922) *IV.Murad Han Tahta Çıktı(10 Eylül 1623) *REGAİP GECESİ(12 EYLÜL PERŞEMBE) *Sakarya Zaferi(13 Eylül 1921) *Süveyş Kanalının Açılması(15 Eylül 1889)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SİTE HARİTASI