







Bundan elli yıl önce köyde otururduk.
Ekmeğimizi annem tandırda pişirirdi.
Önce diz üstü çöker, un elerdi.
Sonra diz üstü çöker, hamur yoğururdu.
Daha sonra diz üstü çöker, tandırda ekmek pişirirdi.
Annem çamaşırı da diz üstü çökerek yıkardı.
O zaman köyde, köy odası sayılabilecek, taş duvarlardan oluşan büyük bir odamız vardı. Akşamları dedemin yaşıtları, babamın arkadaşları toplanır ya Hazreti Ali'nin kesik baş hikâyesini okurlardı ya cenk hikâyeleri anlatırlardı ya da Kerem ile Aslı hikâyeleri muhabbeti yaparlardı.
Biz çocuklar o zaman sekiz on yaşlarında, büyüklerin yanında diz çöker, otururduk.
Gençler de büyüklerin yanında diz çöker, otururdu.
Diz çöküp oturmak toplumda küçüklerin büyüklere gösterdiği saygı icabıydı.
Bu gün (Allah kabul etsin.) namaz kılarken diz çöküp ettehiyyatu'na oturunca, aklıma, bu oturuşun anlamı takıldı. Namazda Allah'ın huzurunda niçin bu şekilde oturduğumuzu düşündüm.
Düşündüm de bütün kılınan namazların süresinde en çok zaman ayrılan vücut şeklinin bu olduğunu buldum.
Peygamberimiz de Miraç'ta Allah'ın huzurunda bu şekilde oturmuştu.
İnsanlar bazı önemli hareketleri iyice yapabilmek için aynı hareketi defalarca yaparlar. Askerde erler selam vermeyi aynı hareketi yüzlerce defa yaparak öğrenirler.
Sporcular bir atlamayı, bir ağırlık kaldırmayı veya bir başka hareketi yüzlerce, binlerce defa yaparak pratikleşirler, vücutlarını alıştırırlar.
Demek ki insan da bu dünyada diz üstü oturmayı o kadar çok yapmalı ki ahirette Allah'ın huzurunda bu hareket ona çok doğal gelmeli. Orada otururken çok rahat olmalı.
Böyle düşününce namazlardaki diz üstü oturuşları o kadar çok hoşuma gitti ki:
Ettehiyyatu'lar hiç bitmesin istedim.
17.07.2020
Bandırma
Yorum yapmak için giriş yapın.
0 Yorumlar