Hatıralarla

MEŞRUTİYET DÖNEMİNDEN BEDİÜZZAMANLA İLGİLİ İKİ HATIRA

Kıymetli ziyareçilerimiz, yazarımız Mehmet Gürler beyin hazırladığı bu yazıda Üstad Bediüzzaman ile ilgili iki yeni hatıra bulacaksınız. Hocamızın geçen sene neşredilen eserinde geçen bu iki hatıra, İstanbul afakında parlayan "ateşpare-i zeka" genç Molla Said-i Meşhur'la ilgili iki yeni hatıradır. Hocamıza bu yazısından dolayı çok teşekkür ediyoruz. Cevaplar.org

Molla Said, hürriyet kavramını ilmiye sınıfından ziyade halka da mâletmek için yoğun bir faaliyet içindeydi. İhtiyaç duyduğu mahallerdeki konuşmaları, Beyazıt Meydanındaki hitabeti, Sultanahmet mitingindeki büyük bir kalabalığa sunduğu nutku ve akabinde İttahatçıların ileri gelenleri ile Selanik'e giderek Hürriyet Meydanında meşrutiyet ve hürriyet kavramlarını geniş bir İslamî perspektiften anlatması, yine Ayasofya'da ulema, milletvekilleri, medrese talebeleri ve halktan oluşan muazzam kalabalığa karşı irad ettiği muhteşem nutku, istikbale hakim olacak bu kavramlar için Bediüzzaman'ın çok önemli yatırımları sayılmalıdır.

Doğrularla yanlışların fevkalâde karıştığı ve yeterince anlaşılamadığı o yıllarda şarkın en büyük âlimi Molla Said'in tam zamanında kalkıp İstanbul'a gelişi tamamen isabetlidir. İstanbul'da nerede ihtiyaç varsa O, orada peydah olmuştur. Divan-ı Harb-i Örfi'de gerçekleri korkusuzca haykırmıştır. O günün İstanbul gazetelerinde sık sık yazılar yazmış, isyan eden asker ve hamalları yaptığı konuşmalarla yatıştırmıştır.

Dedemin Şahitliği

Payitaht İstanbul'un çok karışık olduğu Meşrutiyet yıllarında (1907-1908) merhum dedem Hafız İbrahim Ethem ile ağabeyi Hafız Mehmet Hilmi Efendi, Bediüzzaman Hazretlerini Bayezid Meydanında görüyor ve nutkunu dinliyorlar.

Hafız İbrahim Ethem Efendi'nin(*) anlattığı hâtırası özetle şöyledir :

"1907 yılı sonlarında olacak, Üstad Bediüzzaman'a, yanımda ağabeyim ile birlikte Beyazıt Meydanı'ndaki konuşmasında rastlamıştık. Kıyafeti Tarihçe-i Hayatındaki yeğeni Abdurrahman ile görülen fotoğraftaki gibiydi. O tarihlerde memleketine izafeten Said-i Kürdi veya Molla Said-i Meşhur diye anılan zatın etrafı öğrenciler, halk ve ulemadan müteşekkil büyük bir kalabalık tarafından sarılmıştı.

Molla Said, "Hürriyet" diye bağırarak bir nutuk verdi. Konuşması fevkalâde doyurucu ve tesirli idi. Hürriyet mefhumunun ne olduğunun yeterince bilinemediği, her kafadan bir ses çıktığı, yerli yersiz, ahkâmların kesildiği bir atmosferde "Şarktan gelmiş bir allâme, bir ateşpâre-i zekâ" doğru hürriyeti kalabalığa gür sesiyle bir müddet anlattı. Konuşmasını tamamlayınca Sultanahmet'e doğru yürüdü, kalabalık da peşini bırakmıyordu. Çemberlitaş'a varmadan sırtını duvara vererek ikinci bir mefhumu anlatmaya başladı: "Müsavat" (eşitlik)… Bu izah da bittikten sonra, Divanyolu'nda biraz yürüyüp yine durdu ve "Adalet" diye haykırdı. Adaletin ne olup-olmadığını da veciz ve ilmî bir şekilde anlattıktan sonra Sultanahmet'teki ikametgâhına doğru yürüyüp gitti. Biz ve kalabalık da dağıldık. O Hazrette bir başkalık vardı…"

 Başka Bir Şahit

1973 yılında İzmir-Şirinyer' de Saruhanlılı Mehmet Efendi'nin son yıllarına yetiştim. Bu zat Bediüzzaman'ın Ayasofya vaazını dinleyenlerden biridir..

İşte anlattıkları:

-Ben medresede talebeydim. Bir gün gazetede iri yazılarla bir manşet haber gördük. "Bediüzzaman Ayasofya'da konuşma yapacak" diye. Zaten şöhretini duymuştuk. Bir cuma vaazı idi.(5 Nisan1909) Bütün medrese talebeleri, hocaları ve cümle âlem oraya âdeta aktı… Yirmi beş- otuz bin kadar muazzam bir kalabalık… Öyle harika bir konuşma ki, o zamana kadar hiç duyulmamış fikirler, yepyeni bir üslup, âyet ve hadislerin yorumları tamamen orijinal.. Konuşurken ağzından sanki bal akıyordu mübareğin…

Gün geldi İzmir'de askerlik görevimi yapıyorum. Şimdiki Vilayet Konağının yanında büyük bir kıraathane vardı. Vali, paşalar, beyler yani kalburüstü insanlar orada bulunur, sohbet ederlerdi. Ben de deniz subayı idim. Zaman zaman oraya takılırdım. Bir gün, o zamanın İzmir Valisi, Hacı Hüseyin Paşa'ya bir sual tevcih etmişlerdi: "Paşam siz doğuda medrese tahsili yaptınız. Bediüzzaman' ı tanırsınız. O'nun ilmi nasıldır?"

Valinin cevabı şöyle oldu:

"-Tanımaz mıyım? Bediüzzaman Molla Said benim şerikimdir. Biz medresede okurken O da bir müddet devam etti. Lakin iki gün gelir, iki gün gelmez; üç gün gelir, bir gün gelmez. Fakat gelmediği günlerin malumatını aynen anlatır ve bilirdi. Yani O'nun ilmi kesbî değil, vehbîdir." demişti…

Bir gün Fıkıh âlimi Ö. Nasuhi Bilmen de bir sohbetinde "Kulağımıza fısıldayan olsaydı biz de yazardık" buyurmuş.

Dipnot

(*) Dedem Hâfız İbrahim Ethem Efendi (1884-1971) ile, ağabeyi Hafız Mehmet Hilmi Efendi(1882-1909) İstanbul medreselerinde okumuşlar ve Istanbul Dar-ül Muallimin mektebini bitirmişlerdir. Hâfız Mehmet Hilmi Efendi ise, Hukuk Fakültesine devam etmekte ve ayrıca Sarayda şehzadelere Özel hocalık yapmakta iken 27 yaşında Hamidiye Etfal Hastanesinde vefat etmiştir. Alim, edip ve şair bir

zat idi. İbrahim Ethem Efendi ise, ağabeyinin vefatı üzerine İstanbul'dan ayrılmak zorunda kalmış, Muallimlik görevleri yapmış, 1.Dünya Savaşı'na yedek subay olarak iştirak etmiş; İstanbul, Antalya ordu birliklerinde ve Kafkas cephesinde bulunmuştur.. M.G.

Not: Yazar Mehmet Gürler' in "Bir Üstad Tanıyorum" adlı eserinden Alınmıştır.

0 Yorumlar

Yorum yapın

Yorum yapmak için giriş yapın.