Sifa Tefsiri Notları
ŞİFA TEFSİRİ NOTLARI-51
Kamer Suresi
*Ay'ın yarıldığı hadisini, Buhari, Müslim, Ahmed b. Hanbel ve diğer muhaddisler haber vermektedir. Çok sahih haberlerdir. Çok sika, yani güvenilir raviler bunu rivayet etmişlerdir. Efendimiz hicret etmeden 5 sene önce, Mina'da Mekke'li müşriklerin de bulunduğu bir esnada, kendisinden bir mucize istediklerinde -bir rivayete göre böyle- ayın tam 15'i olduğu bir anda sevgili Peygamber eliyle aya işaret edip ayın bölünen bir parçasının bir ufukta, öbürününde diğer ufukta görüldüğünü hadisler bize haber vermektedir.
Hadisi Buhari Kitabu'l-Menâkıbin 27. Babında 3627 nolu hadisinde; yine, Buhari Kitabu'i-Tefsirinde birinci babında 4864. hadisinde, yine Buhari Menakibu'l-Ensar'da 36. Babında 3868 nolu hadisinde; Müslim Kitabu'l-Münafikîn de 43-44, 47-48 nolu hadislerinde; Ahmed b. Hanbel Müsned'inde ise birinci cildin 377, 413, 447. sayfaları, ikinci cildin 275-278, sayfalarında, 4, cildin 82. sayfasında ayın yarılma olayını beş ayrı sahabeden bize nakletmelerdir.
Günümüzde bir kısım insanımızın batıya olan imanı, Kur'ân'a olan imanının önüne geçiyor. Diyorlar ki; "efendim böyle bir olay olsa idi Batılı uzay bilimcileri bunu görürler ve de kaydederlerdi. Batının hiçbir tarih kitabında, hiçbir ilmi kitabında, hiçbir uzay kitabında bu olay nakledilmemektedir." Tek gerekçeleri bu. Yani herşeyleri batının kaydına bağlı. Batı yazmışsa doğrudur, yazmamışsa doğru değildir. Kur'ân yazmışsa . ama Batı onaylamışsa doğrudur. Batı onaylamamışsa, doğru değildir.
Tarih boyunca bütün müfessirlerimizin % 99'u, bu ayetin böyle anlaşıldığını ifade ediyorlar. Hadisleri de hemen arkasından zikrediyorlar. Batıya olan imanı, Kur'ân'a olan imanlarından fazla olan insanlarımız, hadisler onların bütün düşüncelerini altüst ettiğinden, hadisleri yani sevgili Peygamberimizi devreden çıkarmaya yöneliyorlar. Sevgili Peygamberimizin hadislerinin, sözlerinin öneminin olmadığını söyleme tarafına gidiyorlar.
Sonra bu ayet şöyle anlaşılır diyorlar; "Ay yarılacak" manası da verilebilir. Nereden anladın? İşte hicri 5. asır da gelen filan tefsirci böyle de anlamış, peki; sevgili peygamberimizin sözüne inanmıyorsun da, son hicri beşinci asırda gelen zatın sözüne niye inanıyorsun? Her taraftan tutarsız bir mantık ve düşünce.
*Diyorlar ki; "Eğer ay ikiye yarılsaydı batılılarda görürdü," Niye batılılar diyorsunuz da, "Doğudaki de görürdü" demiyorsunuz? Yani siz batı insanını insan kabul ediyorsunuz da, Doğu insanını insan kabul etmiyor musunuz? Çinlileri, Hintlileri, Türkleri insan kabul etmiyor musunuz? Siz Japonları insan kabul etmiyor musunuz?
Allah rahmet eylesin Mevdudî, Tefhimül-Kur'ân'ında diyor ki; "Hindistan'ın Malabar kentinde o günün bir Raca'sı yani hükümdarı, Peygamberimizin ayı yarma mucizesi neticesinde, yarılmış olan ayı gördüğünü Malabar tarihinde yazmıştır." Şu anda Hindistan piyasasında alınan ve satılan Malabar Tarihinde, Efendimiz zamanında yaşamış bir kralın hatıratında ayın yarıldığını gördüğünü anlatmaktadır."
Rahman Suresi
*Nimetlerin en başına Kur'-an-ı Kerim'i yerleştirmiş. Allah (c.c.) ilk önce Kur'an-ı Kerim nimetini hatırlatıyor. Maide Suresinde de ifade edildiği gibi Kur'an bir nimettir.
*Sevgili Peygamberimiz Uhud Dağına, sığındığında; "Bu Dağ bizi sever, biz bu dağı severiz" demiştir. "Dağ sever mi? demiş o günün imansızları. Günümüzde araştırmacılarımız çiçeklerin, kendisine gösterilen sevgiyi anladığını ifade ediyorlar. Sevilen çiçekle, ilgi gösterilmeyen çiçeğin gelişmesinde farklılık ortaya çıkıvermektedir.
*Ekmeği yalanlayan yok. İmansızı da, imanlısı da, ateisti de, ataisti de komünisti de alıyor ve yiyorlar. Orada yalanlayan yok. Ama bu insanların gözlerini toprak perdeliyor. İnananların ufku imansızlardan daha geniştir. Bu dünyada toprağı perde yapmayan, ekmeği perde yapmayan ve "bütün bunları yaratan Allah'dır." diyenler, ahiret nimetlerini de elde edecekler, cennete kavuşacaklar, iki dünyasını da mutlu edeceklerdir.
*Allah (c.c.) insanı ve insanlığın ana kaynağı olan Hz Adem'i kurumuş, tamtakır çamurdan, balçıktan yaratmıştır. Yani Allah'tır toprağa can veren. Şu anda yeryüzünde dolaşan, gökyüzüne uçmaya çalışan, yıldızlarla oynamaya çalışan bizler bile yeryür zünden toplanan toprakların en saf, en süzülmüş hali değilmiyiz? Ana rahminden dünyaya geldiğimizde 2-3 kilo idik. Ama şimdi 60- 70- 80-kiloluk insanlar olduk. Peki nereden geldik, nasıl büyütüldük biz?
Yine o toprak; koyunda ete dönüştü, ağaçta elmaya dönüştü, yine o toprak buğdaya, ekmeğe dönüştü, vb. ve hepsi bizde toplanmaktadır. Dünyanın en harika bir sanatı olarak, Allah (c.c.) tarafından yaratılmaktayız. Aslımız yine toprağa dayanmaktadır. Allah (c.c.)'ın Hz Adem'i topraktan yarattığına aklı ermeyen, -bir türlü aklı basmayan-insanlar bir ara demişler ki; insanın aslı maymundandır. Peki ne olacak? Maymunu araştıracaksınız? O nereden geldi? Sonunda bir yere varacaklar. Ya toprak diyecekler ya da taş diyecekler.
Yani insanoğlu aklını ne kadar gergef gibi gererse, ne kadar üzerinde işleme yaparsa, o oranda Allah'a (c.c.) mutlak surette yaklaşacaktır.
*İki doğu ne demek oluyor? Yazın güneşin doğduğu yer ile kışın güneşin doğduğu yer ayrı ayrıdır. Bir başka ayette; "doğuların ve batıların Rabbi." buyrulmaktadır.
*Kızıl denizin içerisinde tatlı suların olduğunu, bizim Osmanlı gemicileri kendi kitaplarına da yazmışlardır. Kızıl denize vardıklarında kovalarını sarkıtıp tabanından tatlı su ihtiyaçlarını karşıladıklarını hatıratlarına yazıvermişler. Oradan tatlı su çıkıyor, tuzlu şu ile karışmadan yaşayıp gidiyorlar. Tatlı suyun içerisinde tatlı su hayvanları yaşayıp gidiyor
*Eski bir Osmanlı şairi şöyle demiş;
Eğerçi hane-i pür nakşdir sarayı cihan
Veli kitabeleri "küllü men aleyha fan"
Cihan sarayının odaları çok süslüdür, amma duvarındaki levhada "Herşey yok olacaktır" yazılı diyerek, iktibas yapar.
*Allah tecellisini tekrar etmez,
Bir şeyi iki defa izhar etmez.
Asarı neva nevdir olan mamurun
Bilmez bunu kim, dikkati nazar etmez" Merzifonlu Muallim Cudi
Vakıa Suresi
*Bu dünyada, "ben dünyamdan razıyım" diyenler iç dünyalarında bunu onaylamıyorlar. Binlerce sıkıntı onların beraberinde. Onun için sıkıntısız yaşayan yok. Sıkıntısız bir hayat ahirette var.
Bu dünyada imanları yüreklerine yerleşmiş ve hücrelerinde imanları çiçek açmış insanlar, biraz olsun bu dünyanın sıkıntılarını atmış olanlardır. Bu özelliğe sahip olan insanlar, ellerinden kaçana üzülmezler, ellerine geçene sevinmezler. Yunus Emre'nin dediği gibi;
-Ne varlığa sevinirim
-Ne yokluğa yerinirim
-Aşkın ile övünürüm,
-Bana seni gerek seni;
Diyenler mukarrabinden olabilecek insanlardır. Onlar Öncüdürler. (Yunus'un bu şiiri, Hadid suresinin 23 ncü ayetinin türkce tercemesi gibidir.)
*Şu anda Türkiye'de ve Dünya'da İslâmî hizmetler yapan çok çeşitli insanlarımız var. Öncülük yapıyorlar. Allah onların hepsinden razı olsun. İtalyan parlementosunda, Alman parlementosunda insanları tanıyıp, onlara İslam'ı anlatan insanlarımız var. Avrupa'da bir ay müddetle kaldığımda görmüştüm. Starzburk'taki Avrupa parlementosundaki üyelerle ilişki kuran tüccarlarımız var bizim. Ekonomik olarak üstünlük sağladığından, karşı tarafta buna boyun eğmek zorunda kalıyor. Bunlar öncü kuvvetlerimiz bizim. Kur'an'da övülen öncülerdir bunlar. İnşallah bunlar mukarrabun'dan olurlar.
Onları sevdiğimiz için, Rabbim bize de; "haydi onlarla birlikte gidin, siz bunları seviyordunuz" der İnşallah. Battal Gazi'yi seviyoruz. Neden? Çünkü o, bütün kafir ülkelerindeki insanlar iman etsinler, onlar da yanmasınlar diye itfaiye erinden daha fazla koşturan insandı. Biz Halid b. Velid'i seviyoruz Cebel'i Tarık'ı geçen Tarık b. Ziyad'ı seviyoruz.
Avrupa insanı kafir olarak ölmesin ve bu insanlar müslüman olsun, ahirette yanmasın diye denizi aşıp, Avrupa'ya ulaşan öncüler bunlar. Bunları sevdiğimizden dolayı inşallah Rabbim bize; "siz onları seviyordunuz, haydi sevdiklenizle beraber olun" deyiverir.
*Sevdiklerimiz hep İslam'a hizmet edenler olsun. Bu günlerde buna biraz daha fazla ihtiyacımız var. Şöyle bir ara işinizi bırakın. Durun ve dinleyin. Bu günlerde müslümanlar birbirlerine biraz daha kenetlenmelidirler, dua etmelidirler.
*Yönünü kıbleye dönmüş, Kur'an'ı bağrına basmış, yani kalbinin en derin yerine yerleştirmiş ve hatalı da olsa İslam'a gönül vermiş insanların hepsini sevmek mecburiyetindeyiz.
Çünkü biz, dünya siyasetinde şunu gördük; Müslümana, müslümandan başka yardım eden yoktur. Hem Türkiye içinde, hem Türkiye dışında hangi grubtan olursa olsun, hangi yönde hizmet verirse versin, İslam'a hizmet veren insanların tenkid edilecek tarafını değil, tasvip edilecek taraflarını tanıyacağız ve de tanıtacağız. İyi taraflarının güçlenmesi için yardımda bulunacağız.
Bu günlerde biz buna biraz daha muhtacız ve bunu yapmaya da mecburuz. Biz, birimizin yapamadığı hizmeti diğerimizin yaptığına inanacağız. "Niye herkes benim gibi hizmet etmiyor?" demiyeceğiz. "Ben yapmak istediğim hizmeti yapıyorum, gücümün yettiğini yapıyorum. Öbür kardeşim de benim yapamadığımı yapıyor, diye düşüneceğiz.
Bir binanın tamamlanışı gibi. Kapısını yapan ayrı, penceresini yapan ayrı, duvar yapan ayrı. Bütün bunlar bir binanın oluşması için çalışıyorlar. İslam binasınında topyekün insanlığa huzur vermesi için herkes bir gayretin içerisine girmiş. Bu konuda da yarış yapılıyor diye kabul edeceğiz.
*Dünyadaki ...izmler ve sistemlerin geliştirdiği pislikler varya, işte onların akması cennette yok. Dünyada, o pislikler beyinlerimize aktığından dolayı birbirimize kurşun sıkıyoruz. Cennette bunlar da yoktur. Böylesine pisliklerin yaklaşamadığı bir aleme gideceğiz.
*Bazen bize dünya siyasetinde başkaları isim veriyor, ad takıyorlar. Mesela Fundamantalist Müslüman, Radikal Müslüman, Radikal İslamcı, demokrat müslüman, laik müslüman gibi... Bazı arkadaşlara baktığımda bu isimleri benimseyiverdiklerini görüyorum. Benimsememeye dikkat edeceğiz.
Allah-u Teâla Kur'an-ı Kerim'inde; "İnsanları Allah'a davet eden, iyi ameller yapan ve Müslümanım diyenden daha güzel sözlü kim vardır."diyor. "Ben Müslümanım" diyenden daha güzel sözlüsü yok. Bizim bu ifadenin önüne veya sonuna bir isim getirmeye ihtiyacınız yoktur. "Müslim", Müslimin" Türkçemize Müslüman olarak geçmiş-bizi ifade etmeye yeterli bir kelimedir. Kur'an'i bir kelimedir.
Öyleyse başkalarının verdiği veya ilave ettiği, kelime veya sözcükleri kabul etmemeye dikkat edeceğiz. Kabul edersek ne olur? demeyin. O ismi koyan adam, nasıl bir netice vereceğini bilerek o adı koymaktadır.
*Allah (c.c.) ahireti tarif ederken bu dünyada bildiğimiz şeylerle tarif ediveriyor. Nasıl ki bu dünyada Zakkum'u yiyemiyorsunuz. Halbuki bildiğimiz topraktan bitiyor. Ahiretteki zakkum ise, cehennemde bitiyor, cehennem ateşinden gıdasını alıyor, yakılan insanların irinlerinden sulandığına göre, onun acısı hayal bile edilemez.
*Her amel işleyişimizde dikkat edelim. Haram bir lokma boğazımızdan girerken, bir gün onun yerine kaynar suların girip onunla azab edileceğini düşünelim. Işıklı salonlarda yetimlerin hakları yenirken, bunları hatırlarsak boğazımızdan geçmeyiverir.
*İşte bazı insanların; "canım İslam'dan bahsetmeyin, şimdi yeri değil, buralarda olmaz, Onu camide konuşun" dediklerini duyarsınız. Beş yıldızlı otellerin salonlarından birinde, siz bu ayetlerden bahsetseniz, herkes rahatsız olur. Zaten köşe dönerek yapılmış bir otelde, köşe dönenlerin toplandığı bir yerde, siz bu ayetleri okuyacak olursanız, adamlar fena halde rahatsız olurlar. İşlerinden biri nazikçe "hocam bunları Sultanahmet camiinde, Süleymaniye'de okusanız, olmaz mı?" deyiverir.
Onun için diyorlar ki; "Camilerde namaz kıldınız da, biz karıştık mı? Siz camiye gittinizde, biz sizi yoldan mı çevirdik" Yani caminin içerisinde okuyun, bizim bulunduğumuz yerlerde okumayın, rahatsız oluyoruz diyorlar.
Gerçekten rahatsız olurlar. Neden rahatsız olurlar? Adamlar yaptıkları işin yanlış olduğunu biliyorlar. Onun için; "müslümanların dedikleri doğruysa, bizim halimiz perişan" diyorlar. Bunu da biliyorlar.
Peki neden dönmüyorlar ve niye dinlemiyorlar? Bazı şeyleri hatırlamak ve bilmek veya bildiğini hatırlamak insana acı verir, üzüntü verir, keder verir. Onun için Allah'ın ayetleri ile, Allah'ın ayetlerini söyleyecek insanlarla bir araya gelmemeye çok dikkat ediyorlar.
*Bu günlerde, Türkiye'de bir haber nedeniyle bir taraftan dinime sataşma ihtiyacı hisseden, Mehmet Akif'in tabiriyle;
Şarka bakmaz, Garbı bilmez görgüden yok payesi
Bir utanmaz, yüz kızarmaz büsbütün sermayesi.
dizelerinde ifadesini bulan, kaba, yobaz, imansız softa tipinde bazı insanlar, imansızlığını ortaya koyarak herşeyden yararlanma tarafına gidiyorlar. Son günlerdeki, bir koyun kopyalama meselesinde de hemen, "bakınız insanlar da birşey yarattı, Allah'ın bu işte müdahalesi yok" diyen ateistler kendilerine bir malzeme çıkarma tarafına gidiyorlar.
Halbuki seri üretim diye birşey yok. Ben bu işi Çapa Tıp Fakültesinde ehline sordum. Dediler ki; "hocam dışta döllenme meydana getiriliyor, koyunun menisinden (meni olması lâzım) alınan bir şeyle meydana getirilen bu döllenme, yine koyunun ana rahmine koyuluyor. Yani 6 ay koyunun ana rahminde büyüyecek. Burada bizim yine müdahalemiz yok.
Bir arkadaş; "hocam şöyle anlatayım" dedi; "Nasıl ki tüp bebek dediğimiz olayda babanın spermi ile annenin yumurtası dışarda döllendikten sonra ana rahmine yerleştiriliyor, koyunda da yalnız koyundan alınan ve kendi arasında döllenme meydana getirilen madde koyunun ana rahmine konuluyor. "Orada 6 ay yine bizim müdahalemizin dışında gelişmesini devam ettiriyor, doğumu da kendi müddeti içerisinde meydana geliyor."
Allah (c.c.) da; "O ana rahmine yerleşen meniyi siz mi yaratıyorsunuz, yoksa bizmi yaratıyoruz?" diyor. Allah'ın koyduğu kanunlar içerisinde insanoğlu iş yapıyor. Doktorlar, bu işi yapan kişiler. O, Rabbimin tabiata koyduğu kuralları keşfediyor, o kurallar ye kanunlar içerisinde işini devam ettiriyor. İlim adamı fiziki tarafını keşfediyor. Koyunun ruhunu görebilmiş değil.
*Son günlerde Dünyadaki bir kısım müslümanlara ümitsizlik çökmüş durumda. Bu ümitsizliğin sebebi de şudur; "Efendim, dünyanın her tarafında, Amerika'sı, Rus'u, Japon'u, Çin'i ve bu ülkelerin çeşitli uzmanları, "dünyayı tek devlet yapalım ve bu devlette bizim sözümüz geçsin" diyorlar ve pürüz olarak ta yalnız müslümanları görüyorlar ve bu müslümanları yok etmek için plan ve programlar yapmaya çalıştıklarını görüyorsunuz." diyorlar. Sakın ümitsizliğe düşmeyin. Bunlar yeni bir şey değil. Sevgili Peygamberimiz Mekke'de iken, Fetih sûresinin son ayetlerinde Rabbim, o toplumun yetişmesini, topraktan çıkan nebatatın yetişmesine benzetiyor.
Sahabenin gelişmesini böyle tarif etmiş Rabbim. Şu anda mü'minlerin gelişmesi de, böyle bir gelişmedir. Kâfirler ne kadar irinlenirse kinlensinler, ne kadar parmaklarım ısırırlarsa ısırsınlar, baharın gelmesiyle toprağın yeşermesini engelleyemezler.
Şöyle düşünün... Amerika'nın, Japon'un, İngiliz'in Fransız'ın askeri uzmanları, siyasi uzmanları bir araya gelseler, Türkiye'de baharın gelmesini engelleyebilirler mi? Engelleyemezler. Asit yağmuru yağdırsalar, bunu da en çok 10 dağın tepesine yağdırıp, yeşilliğini kurutabilirler. Ama top yekûn Türkiye'nin baştan başa tepesine ateş yağdıramazlar. Uludağ'ın dan, Suphan Dağı'na kadar dağların tepesine kadar asit yağdıramazlar.
Bu, İslam ümmetinin bağrına düşen bir çekirdek gibi, gönüllerine yerleşen "kelime-i tevhid'in" amel çiçekleri halinde görülmesini de engellemeleri mümkün değildir. Onlar ne kadar plan kurarlarsa kursunlar. Bu onların görevi. Ateşin görevi yakmak, akrebin görevi sokmaktır. Ateş niye yakıyor diye kızılmaz, tedbir alınır.
Eken de, biçen de Allah (c.c.) dır. Bizim gönüllerimize de bu imanı rabbim ekmişse, bunu kimse engelleyemez.
*Ben çiftçi bir ailenin çocuğuyum. Ekinlerimiz güzel olurdu, içine girdiğimizde boyumuza yetişirdi. Tabi o günlerde çocuğuz. Ama bir gün bir haber gelirdi; "Dolu yağmış, ekinlerin belini yarıdan büküvermiş. Ekin yeşil derilmiş." Babamız iman sahibi bir insandı. "Hasbünallah ve ni'mel vekil" derdi. "Allah(cc) "bizi aç bırakacak değil ya, bir başka yönden verir" derdi.
Ama bir başka gün gelip baktığında şöyle dedi; "Bu güne kadar görülmeyeni gördük. Ekini yarısından bölen Allah (c.c), kökünden yeniden sürgün verdi ve geçen senekinden daha iyi ekin aldık." denirdi. Yani bir yerden verir, bir yerden alırdı. Yeter ki biz verdiğinde de şükredelim, aldığında da şükredelim. Her halükârda Allah'a (c.c.) şükredelim.
*Niye şükretmezsiniz? Şükretmeniz gerekmez mi? diyor Allah (c.c.) Allah (c.c); -insanoğlunun yeni bulduğu- su arıtma sistemini, ta dünyayı yarattığında tabiat kanunlarına koymuş. Güneş, denizlerin, göllerin, ırmakların üzerine doğuyor. Orada toplanan sular hava imbiğinden geçiyor, buhar haline geliyor. Hava içerisinde, güneş ışınlarıyla o buharın bütün mikroplarını tertemiz hale getiriyor.
Ya denizin suyunu, tuzuyla beraber bulutlara çıkarmış olsaydı!!. Onu da uçacak hale getirseydi!!. Bu defa gökyüzünden tuzlu su yağacağından, olacakları düşünün!!!
Yani Allah (c.c.) "hasib" sıfatıyla milyonlarca hesab içerisinde, herşeyi en ince teferruatına kadar bir plana dayandırmış. Sularımızı indirirken de binlerce hikmetiyle indiriyor, yukarıya çıkarırken de binlerce hikmetiyle çıkarıyor.
*Tertemiz meleklerin dokunduğu Kur'ân'a, bizler de dokunurken abdestli olmaya dikkat edelim. Herhangi bir insanın kitabına değil Allah'ın kitabına dokunuyoruz..
*Bu dünyadaki sarayların, köşklerin ve yalıların bir iç dizayn ve mimari planı var. Bu konuda hem Türkiye'de hem de Batı'da eserler var. Bu eserlerde çok güzel şekilde çizilmiş evler, bahçeler, bahçelerde dikilecek ağaçların birbirine uyumu ve ağaçlar arası dizaynları, bu ağaçların mevsimlere göre çiçek açanları, yaprak dökenleri, dökmeyenleri, meyva verenleri ve vermeyenleri hesap edilmiş. Bunlar kim tarafından yapılmış? Hatırınıza, Batılılar tarafından yapılmış cevabı gelecektir. Ama değil. Avrupalı bu konuda çok güzel eserler vermiş ama, bu uzmanlar Türkiye'ye geldiklerinde Yıldız parkını uzaktan ve yakından incelediklerinde şunu söylüyorlar; "Bizim hayal ettiğimizi Osmanlı yapmış." Hangi ağaç hangi ağacın yanına dikilir, hangisi yaprağını döker, hangisi dökmez bunu hesab etmişler. Çünkü biri yaprağını döktüğünde diğeri dökmez, biri sarardığında diğeri yeşerir. Bunun hesabı yapılmış ve Yıldız parkı'nda bu gerçekleştirilmiş. Yani bizim ecdadımız tarafından gerçekleştirilmiş.
*Özellikle açık oturumlara panellere katılan, dinime karşı cephe almış insanlarla sohbet imkanı bulan arkadaşlarımıza, kardeşlerimize söylüyorum. Bu insanlara söyleyin; "bu halde gidersen yanacaksın beyefendi, biz seni seviyoruz, sen Hz. Adem'in çocuğusun, peygamber neslinden gelmektesin, yeryüzünün yaratılmışlarının en değerlisisin, yanmana göz yumamam, yanmaman lazım senin" diyeceğiz.
Şöyle diyebilirler: "Bırak yahu yanayım, arkadaşlığımız devam etsin ama ben yanayım, sen cennete git, ben kaynar suların içerisinde haşlanayım" Bunu niye söylerler? Çünkü cenneti ve cehennemi göremiyorlar da ondan.
Görmedikleri ve de inanmadıkları için bu sözü söylemek kolay ama, mü'minler bu dünyada iken Allah'a ve Kur'an'a -cehennemi görmeden, sanki görmüş gibi- iman ederler. "Aynel-Yakin" ahirette görülecek ama bu dünyada ilme'l-Yakin olacak, yani görür gibiyiz. Onun için yanmalarına müsade edemeyiz. Sultanahmet veya Taksim meydanında bir adam, üzerine benzini dökmüş, eline de kibriti almış," ben kendimi yakacağım" diyor. Biz orada gönül rahatlığı içerisinde; "Canım 20 yaşına gelmiş, aklı başında bir adam, ister yakar, ister yakmaz. Dünyada hürriyet var, insanlar istediği yerde istediğini yapabilir. Adam kendini yakmak istemiş kim ne karışır?" deyip de orada hürriyet nutukları atabilirmiyiz.? Atılamaz. Ne yapılır? İkna edilmeye çalışılır; kandırılmaya çalışılır, gafletinden istifade edip, hemen ellerinden yakalanıp, kipritle benzini bir araya getirmemeye çalışırız. Sonra da tedavi edilmek için hastaneye gönderilir. "Bırakın beni, cehennemde yanayım" diyen bir profösör, kendini yakmak üzere, etrafına ateşten duvarlar ören, sonra benzin döken, sonra da o duvarın içerisine girip kendini yakan adam gibidir. Buna müdahele ediniz, onu engelleyiniz. Niye? Çünkü onu Hz. Adem'in çocuğu, olduğu için sevmemiz gerekiyor.
-devam edecek-
Yorum yapın
Yorum yapmak için giriş yapın.
0 Yorumlar