Tarihte Bunlar Oldu

TARİHTE BUNLAR OLDU-22

AZAMET DEVRİ PÂDİŞAHLARININ GEÇİM KAYNAKLARI

Osmanlı İmparatorluğunun son dönem Pâdişahları devlet hazinesinden yüklü miktarda maaş almalarına mukabil, Azamet devri denilen Osmanlı'nın en görkemli zamanlarında yaşamış Pâdişahların ise hazineden maaş almadıklarını biliyor muydunuz?

O büyük Pâdişahlar kendi özel geçimlerini ganimetten hisselerine düşen paydan, İstanbul ile taşralarda bulunan meyve bahçelerinden ve her birinin el sanatı olmasından dolayı kendi elleriyle yaptıkları işlerin çarşı-pazarlarda satılmasından elde ediyorlardı.

Ayrıca İstanbul'da bulunan Dolmabahçe, Çırağan, Beylerbeyi gibi göz kamaştırıcı saraylar Osmanlı'nın çöküş devrinde yaptırılmış saraylardır. Azamet devri Pâdişahları devletten maaş almadıklarından Dolmabahçe vs. gibi saraylar hiçbir zaman yaptıramamışlardır. İsmail Hami Danişment, Topkapı Sarayının aslında bir saray olmadığını, İstanbul'un fethinden sonra Pâdişahların yaptırdıkları binalardan müşterek bir eser olduğunu söyler. Ama yine de Topkapı Sarayı bugün en çok ziyaretçisi olan tarihi mekânların başında gelir.

HERİF BANA MÜDERRİSLİĞİ BİR TÜRLÜ YAKIŞTIRAMADI!

Üstad Mehmed Âkif'in çok yakın arkadaşı Eşref Edib Fergan, Üstad'ın başından geçen ilginç bir olayı şöyle anlatmaktadır:

"Üstad'ın Eğinli bir arkadaşı var. Beşiktaş'ta oturuyor. Üstad ara sıra onu ziyarete gider. Eğinlinin ahbapları da gelir. Bunlardan bir tanesi, Üstad'ı ya bir kasap, ya bir et müteahhidi zannediyormuş.

Bir gün Üstad'a Dârülfünûn kapısında rast gelir. Ahbabın ahbabı diye bir tanışıklık var ya. Bu kasabın yahut bu et müteahhidinin burada bulunmasını merak eder. Merhabadan sonra:

"Hayrola! Buraya niçin geldiniz?"

"Ders için."

Anlayamaz. Biraz durur. Üstad'ın yüzüne dikkatle bakar. Kendi kendine: "Allah Allah, der, bu yaştan sonra, bu saç sakalla Darülfünun'a devam. Çok tuhaf şey! Belki adamcağıza ilim hevesi gelmiştir. Ama talebe de olamaz. İhtimal, dersleri dinliyor…" içinden gülerek, şaşarak:

"Sâmi'în sıfatıyla mı?" der. (Sâmî': Dinleyici)

"Hayır."

Yine anlayamaz. Düşünmeye, Üstad'ı süzmeye başlar. Gülümseyerek:

"Yoksa talebe mi kayd oldunuz?" der. Üstad'ın verdiği cevap, yine:

"Hayır."

Üstad'ın muzipliği görülüyor ya. Karşısındakinin alayı ile düşünüşü ile eğleniyor. Adamcağız şaşırdıkça şaşırıyor. Âdeta kızar. Sert bir sual fırlatır:

"Ya ne diye buraya geliyorsunuz?"

Sanki Üstad ona hesap vermekle mükellefmiş, ama Üstad hiç kızmıyor. Bıyık altından sadece gülüyor. Gayet soğukkanlılıkla cevap veriyor:

"Müderris sıfatıyla."

Adamcağızın hayreti artar. Bu nasıl müderris olur? diye düşünmeye başlar. Bir türlü havsalasına sığdıramaz. Bir ihtimal daha hatırına gelir:

"Belki vekâleten olacak!"

Üstad yine aynı soğukkanlılıkla ve gayet kısa:

"Hayır, asâleten" der.

Adamcağız büsbütün şaşkınlaşır. Artık söyleyecek söz bulamaz.

"Allah Allah!" der, çekilip gider. Üstad da:

"Güle güle!" diye onu uğurlar… Üstad diyor:

"Herif bana müderrisliği bir türlü yakıştıramadı."

Siz ne dersiniz? İlginç değil mi? İnsanları etiketlemeye çalışmamalı… Onları görmek istediğimiz şekilde değil de, oldukları gibi görmek ve önce tabiî ki düşünmek gerek… Belki de kendi çapımızda düşünmemek ve gerçekleri kabullenmek lâzım ne dersiniz…

KAYNAKLAR

1- İsmail Hami Danişmend, Tarihi Hakikatler, Hazırlayan Yasemin Çiçek, Timaş, İstanbul, 2007.
2- M. Ertuğrul Düzdağ, Mehmed Âkif Hakkında Araştırmalar, İFAV, İstanbul, 2000, I, 220-222.

 

1 Yorumlar

  • İlmiye sınıfının kıyafeti belliydi.Üstad ise sıradışı kıyafet giyerdi. Ondan olsa gerek.

    Bu yorum faydalı mı?

Yorum yapın

Yorum yapmak için giriş yapın.