Yazılar

ÜSTADIN PİKNİĞİ

Bahar mevsiminin bütün güzelliği ile gelmeğe başladığı şu günlerde, kış ayları boyunca kapalı ve sisli mekânlarda sıkılan insanların çoluk çocuk piknik alanlarına aktıkları görülür.

Bütün canlıları çok etkileyen bu yeniden canlanış, adeta haşrin küçük bir numunesi gibidir.

Hayatı, hatta her şeyi farklı ve doğru okuyan insanlar her zaman dikkatimi çekmiştir.

Hayata bakıştaki doğruluğu tartışılan, fakat farklı bakışı ile diğer ressamlardan ayrılan Vincen Willem Van Gogh 1853 yılında Hollanda’da doğmuştur. Natürmort türü resimleri ile tanınan, birebir tabiatı aynen yansıtan diğer ressamların tarzına en büyük darbeyi vurduğu görülür.

Arkadaşına yazdığı bir mektup da bunu dile getirir. “Ben, gözlerimin önünde olanı olduğu gibi vermekten çok, boyayı kendime göre bir amaçla anlamak istediğimi daha bir kuvvetle dile getirmek için kullanıyorum.” Der.

Dünyaca meşhur  “Ayçiceği” tablosunda ne anlatmak istediği, konunun ehli ressamlarca bile hâlâ çözülememiştir. Yani oldukça farklıdır.

Ülfet, alışmak, alışkanlık ve ünsiyet etmek anlamlarına gelir. İnsanların çoğu çevrelerindeki güzellikleri ülfet ettikleri için fark edemezler. Bakıp geçerler. Görmezler. Maalesef alınması gereken dersleri de alamazlar.

Bir bahar mevsiminde çoğumuzun görüp geçtiği çiçekleri nasıl görmemiz gerektiği, her fırsatta gerçek hayattan ayrılmadan, Allah(CC)’ımızı unutmadan, bu fırsatı da en iyi değerlendirmemiz gerektiğini Bediüzzaman hazretlerini pikniğinden öğreniyoruz.

“Bu şa’şaalı baharın çiçeklerini temaşa etmek için, araba ile bir-iki saat geziyorum. Hiç hayatımda görmediğim bir tarzda, bütün çiçekli otlar âdetin fevkinde bir tarzda büyümüş, çiçekler açmış, tebessümkârâne tesbihat edip, lisan-ı hâl ile Sâni-i Zülcelâlllerinin sanatını takdir ve alkışlıyorlar gibi hakkalyakîn hissettiğimden;

Hayat-ı dünyeviyeye müştak hissiyatım ve gafil ve tahammülsüz nefsim, bu halden istifade ederek, dünyadan nefret ve hastalıklı ve sıkıntılı hayattan usanmak ve berzaha gitmeye ve oradaki yüzde doksan dostlarını görmeye iştiyak cihetinde karar veren kalbime ve fânide bâki zevk arayan nefsime itiraz geldi.

Birden- hissiyata da, damarlara da sirayet eden îman nuru, o îtiraza karşı gösterdi ki;

Madem toprak, bu kadar cemal ve rahmet ve hayat ve zînetlere, maddî cihetinde mazhar olmasında hadsiz bir rahmetin perdesidir… ve içine giren hiçbir şey boş kalmıyor, elbette, bütün bu zahîri ve maddî zînetlerin ve güzelliklerin ve hüsün ve cemal ve rahmet ve hayatın mânevî merkezlerinin ve bir kısım tezgâhlarının faal bir nev’i toprak perdesinin altında ve arkasındadır.

Elbette bu hamiyetli annemiz olan toprak altına girmek ve kucağına sığınmak ve o hakikî ve daimî ve mânevî çiçekleri seyretmek, daha ziyade sevilir ve iştiyaka lâyıktır.- diye, o kör hissiyatın ve dünyaperest nefsin itirazını tamamiyle izale ve defetti; (Elhamdülillahi alâ nûr-il îman min külli vechin) dedirtti.” Tarihce-i Hayat-423

Elbette ihtiyaç olduğunda, fakir ve fukarayı gıpta edip tahrik etmeden, hatta aramıza katarak, meşru dairede yakınlarımızla vakit geçirebiliriz. Ancak bu zamanlar bizim ötelere, gerçek bağ ve bahçelere ve Rabbimize olan yakınlığımızı arttırmağa vesile olmalıdır.

Gerçi ince ve hassas insanlara hatırlatma gerekmez. Fakat ne yapayım, benim de farklılığım hatırlatırken hatırlamak…

04 /04 /2009

HİLMİ ARKIN

0 Yorumlar

Yorum yapın

Yorum yapmak için giriş yapın.