Röportaj

YAVUZ BÜLENT BAKİLER BEYEFENDİ İLE MÜLAKATIMIZ-3

-Hocam, dilimize sadece Arapçadan ve Farsçadan değil diğer dillerden mesela Yunancadan veya başka bir batılı dilden girmiş birçok kelime var. Tasfiyeciler onlarla değil de, Arapça ve Farsçadan giren kelimelerle uğraşıyorlar. Bunun başka bir sebebi olsa gerek?

- Bu şuradan kaynaklanıyor-ben bunu açık açık söylüyorum-bu, İslamiyet'e düşman olan bir takım kimselerin ileriye sürdükleri fikirlerdir. Birisi Müslüman olmayabilir, onlara bir şey söyleyemeyiz. Dinde zorlamak yoktur.

لاَ إِكْرَاهَ فِي الدِّينِ

 "Dinde zorlama (ve baskı) yoktur.(Bakara:2/256) Cenab-ı Hak bunu böyle söylüyor.

O bakımdan İslam bir telkin dini değildir. İslam bir tebliğ dinidir. Anlatırsınız. Kabul ederse, amenna. Kabul etmezse kendisi bilir. Kendisi ahirette hesabını kendisi görsün.

Şimdi, İslam'a bu nazarla bakmayan, İslam'dan korkan bir takım kimseler, sırf Müslümanlıktan, İslamiyet'ten bize giren kelimeleri dilimizden atmak için anlatılmaz bir gayret içerisine giriyorlar. Bu, aynı zamanda edebiyatımızı çok cılızlaştırıyor. Bizi edebiyatımızdan koparıyor. 

Sözlerimin başında ifade etmiştim, Necip Fazıl diyor ki; "Millet, edebiyatı olan topluluktur." Bir milletin edebiyatı yoksa o milletin hiçbir şeyi yok demektir. Şimdi, bizim dilimize bin yıldan beri giren ve tekrar söylüyorum, dağdaki çobandan Çankaya'daki Cumhurbaşkanına kadar herkes tarafından bilinen, kullanılan, konuşulan, sevilen kelimeleri "bunlar Arapçadır, bunlar Farsçadır" safsatasıyla dilimizden çıkarıp atmak, Rusya'nın Türkiye'deki politikasına omuz vermek manasına gelir. Dünyanın en büyük gafletlerinden, yanlış söyledim, dünyanın en büyük ihanetlerinden birisi budur.

Dediğim gibi bu, din düşmanlığından kaynaklanıyor. Din düşmanlarının ortaya çıkardıkları bir büyük rezalettir, bir büyük huzursuzluktur bu.

-Hocam, ben sizin iki ciltlik "Sözün Doğrusu" adlı eserinizi dikkatlice okuduktan sonra haberleri dinleyememeye başladım. Eminim, sizin kulaklarınız da çok rahatsız oluyordur. Bu konuda sizin ikazlarınızı bir dosya halinde TRT'ye gönderdim, tabii bir ses çıkmadı.. Sunucuların, muhabirlerin Türkçeyi yanlış kullanmaları hakkında neler dersiniz? Mesela "Neden" kelimesini "sebep" manasına kullanmak Türkçeyi bilmemenin bir ifadesidir. Ama ortalıkta bolca kullanılmasına şahidiz.

-Dünyalar kadar yanlış.. Biz eskiden "Neden sebepsiz yere susuyorsun" veya "neden sebepsiz yere gülüyorsun?" diyorduk değil mi? Ama bugünkü bu saçmalıklar yüzünden "neden nedensiz yere gülüyorsun?" veya "neden nedensiz yere susuyorsun?" gibi bir yanlışlığa giriyoruz. Sebep kelimesi ne kadar güzel, ne kadar yumuşak ve ne kadar Türkçeleşen bir kelime. Bunu dilimizden çıkarıp atarak yerine neden kelimesini getirip koymak bana göre yanlışların ötesinde bir büyük yanlıştır, kansız bir cinayettir, rezaletin dik âlâsıdır. Rezaletin ta kendisidir.

-Hocam son olarak, doğru Türkçeyi öğrenebilmek, bunun zevkini alabilmek için özellikle tavsiye ettiğiniz yazarlar ve eserleri sormak isterim..

-Ahh ahh.. Çok önemli bir soru… Cumhuriyet devrimizin yazarlarını kelimenin gerçek manasında dikkatle okumak bizi aydınlıklara çıkaracaktır.

O bakımdan mesela Peyami Safa'nın kitapları, Necip Fazıl'ın kitapları ve başkaları

-Arif Nihat bey..

-Tabii Elbette Arif Nihat Asya da Türkçenin en büyük üstatlarından birisidir. Bu kitapları okumak, bu kitaplardaki kelimeleri dikkate almak, benimsemek, sevmek, öğrenmek, bizi hep aydınlıklara çıkaracaktır.

Ama iş başında olan bazı kimseler bizi özellikle dünkü edebiyatımızdan koparıyorlar. Kırgızistan'ın dünya çapında bir yazarı var; Cengiz Aytmatov. Bir tarihte Türkiye'ye gelmişti. Bir basın toplantısı yapmıştı. O basın toplantısına zamanın Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel de katılmıştı. O toplantı da ben de vardım.

Bir açıklamada bulundu Cengiz Aytmatov. Dedi ki; "Biz de, Kırgızistan'da bir söz vardır; "Bana edebiyatını söyle. Sana nasıl bir millete mensup olduğunu anlatayım."

-Çok güzel..

-Evet, çok güzel. Edebiyatın temel malzemesi dildir. Dil olmazsa, edebiyat olmaz. Edebiyat olmasa, millet olmaz. O bakımdan bizi dünkü edebiyatımızdan koparmak isteyen kimseler, Rusya'nın kültür politikasını üzerimizde yürütmeye çalışan bir takım avanaklardır, bir takım akılsızlardır.

Ama ne yapalım ki bizim insanlarımız da bu avanakların, bu gafil insanların oyununa geliyorlar. O bakımdan, sözlerimi şu örnekle bitirmek istiyorum. Bunu kırk yerde söyledim ve yazdım, biliyorsunuz. Bizim evlerimiz kitapsızdır ve kütüphanesizdir. Kitapsız ve kütüphanesiz ev olmaz. Kitapsız ve kütüphanesiz evlerin mağara karanlığından hiçbir farkı yoktur. Bizim annelerimiz evlendikleri zaman-sizi anneniz de öyle, benim annem de öyle-babaların evinden kocalarının evine bir tek kitapla geliyorlar, iki kitapla değil. Bir tek kitap..

-Kur'an..

-Onu da okumasını bilmiyorlar. Güzel bir muhafaza içerisine alarak tavana yakın bir yere koyuyorlar. Öylece o orada kalıyor. Evlerimizde kitap olmadığı için evlerimizde güdük bir Türkçe ile yetişiyoruz, dikkat buyurun; güdük bir Türkçe. Çok basit bir Türkçe; "gittim, geldim, baktım, güldüm, ağladım, gezdim, oynadım" gibi basit bir Türkçe. Bu, sokak Türkçesi..

İlkokul, ortaokul veya Liseye başladığımız zaman –devletimizdeki bir takım gafil ve hain insanların tertipleriyle-güdük bir Türkçe ile okuyup yazıyoruz. Dilimizi zenginleştirmiyoruz.

Ve Üniversiteye geldiğimiz zaman –ben aşağıya yukarı 70 Üniversitede kürsülere çıktım konuştum-çocuklarımız hocaların ders kitaplarını okuyup anlayamıyorlar. Neden? Çünkü evlerinde, okullarda güdük bir Türkçe ile büyüyorlar da ondan..

Şimdi güdük bir Türkçe ile büyüyen kimselerin milletimize, memleketimize hiçbir faydası olmaz. Bunu aklımızdan çıkarmamalıyız ve evvel emirde evlerimizi kitapla zenginleştirmeliyiz. Annelerimize kitabı sevdirmenin yollarını aramalıyız, bulmalıyız.

-Efendim çok istifadeli bir söyleşi oldu. Çok teşekkür ediyorum.

-Ben teşekkür ederim. 

 

 

 

 

0 Yorumlar

Yorum yapın

Yorum yapmak için giriş yapın.