UBEYDULLAH-I AFGÂNÎ İLE SEBÎLÜRREŞÂD İDÂREHÂNESI’NDE BİR MUHÂVERE

Ubeydullah-ı Afgānî” nâmında bir zât tarafından geçenlerde Kavm-i Cedîd ünvânıyla neşrolunan yazı yığını hakkında bazı muhterem kāri’lerimiz tarafından Sebîlürreşâd’ın nazar-ı dikkati celb olunmak istenilmiş, bu husûsda tenkīdâtta bulunulması arzusu izhâr buyurulmuş idi. Hâlbuki o kitabı daha çıkar çıkmaz biz de görmüş idik; fakat saçma sapan bir takım sözlerden ibâret olduğu için onu tenkīde kalkışmakla ona lâyık olmadığı bir ehemmiyeti vermiş olmamak için sükûtu ihtiyâr etmiş idik.


2024-06-22 14:40:16

"Ubeydullah-ı Afgānî" nâmında bir zât tarafından geçenlerde Kavm-i Cedîd ünvânıyla neşrolunan yazı yığını hakkında bazı muhterem kāri'lerimiz tarafından Sebîlürreşâd'ın nazar-ı dikkati celb olunmak istenilmiş, bu husûsda tenkīdâtta bulunulması arzusu izhâr buyurulmuş idi. Hâlbuki o kitabı daha çıkar çıkmaz biz de görmüş idik; fakat saçma sapan bir takım sözlerden ibâret olduğu için onu tenkīde kalkışmakla ona lâyık olmadığı bir ehemmiyeti vermiş olmamak için sükûtu ihtiyâr etmiş idik.

Sonra geçen gün koca Kavm-i Cedîdci, yanında bir delîli ile idârehânemize çıkageldi. O sırada bazı mesâil-i ilmiyyenin müzâkeresi zımnında Mehmed Âkif Bey, Dârülfünûn muallimlerinden İlâhiyât Şu'besi müdîr-i sâbıkı İsmail Hakkı Bey, Şevket Bey, Fehmi Efendi, Rasadhâne Müdîri Fatin Efendi hazerâtı da idârehânede bulunuyorlardı.

– Kavm-i cedîdci Ubeydullah-ı Afgānî!

Diye kendi kendisini huzzâra takdîm edince ortalığı bir hayret ve sükût kapladı. Afgānî sebeb-i ziyâretini yüksekten bir ifâde ile anlattı. Bunun üzerine huzzâr ile Kavm-i Cedîdci arasında bir muhâvere cereyân etti. Bu muhâvere Kavm-i Cedîdci'nin mâhiyet-i ilmiyyesi hakkında lâyıkıyla bir fikir vereceği için aynen nakli münâsib görülmüştür:

Kavm-i Cedîdci:

–Bizim Kavm-i Cedîd hakkında bazı i'tirâzlar etmişler. Buna dâir Şeyhülislâm'dan bazı şeyler soracağım. Sebîlürreşâd'a yazar mısınız?

Eşref Edîb: – Sizin tuttuğunuz yol Sebîlürreşâd gibi bir cerîde-i İslâmiyye'nin mesleğine muhâlif olduğundan kabûlde ma'zûruz.

 K – Ben evvelce de bir kere buraya gelmişidim. Bir makāle vermişidim. Kabûl etmediniz.

 Eşref Edîb: –Sizden, yazdığınız bazı ehâdîs-i şerîfenin naklini, senedlerini istemiştik. Getirmediniz. Senedsiz, nakilsiz sizin iddiâ eylediğiniz hadîse nasıl hadîs-i şerîf diyelim? Ehl-i ilm bize bu bâbda usûl-i hadîs ta'lîm etmişlerdir. Biz de o usûl-i hadîse riâyete mecbûruz.

 Sonra, siz geçenlerde Kavm-i Cedîd nâmıyla bir de risâle neşrettiniz. Bütün müslümanları dil-hûn eylediniz. Gelişi güzel, bilir bilmez, bir çok mes'eleler karıştırdınız. Müslümanlar arasına tohm-ı fesâd saçtınız. Artık siz İslâmlar nazarında müslümanlar arasına fesâd salmakla müttehem bir cür'etkârsınız.

İslâmiyet'e hizmetle müftehir olan bu cerîde sizin ancak tevbenizi kabûl edebilir. Bu gibi fitne ve fesâdlardan tevbe ediyorsanız evvel emirde onu yazalım, sonra makālelerinizi derc ederiz; Sebîlürreşâd sahâifi her müslümana açık olduğu gibi, size de açık olur.

İsmail Hakkı Bey –Yazdığınız Kavm-i Cedîd muhteviyâtı-na mu'tekid misiniz? Yoksa sizin ağzınızdan mı yazmışlardır?

K – Evet tamâmıyla mu'tekidim, hak öyledir.

İsmail Hakkı Bey –Öyle ise sözünüz yanlıştır. O, hezeyân mecmûasıdır.

K – Ben âyetten, hadîsden başka bir şey tanımam. Sizin hocalarınızın sözünü dinlemem.

İsmail Hakkı Bey –Onları da bilmezsiniz.

 K – Sen ne karışıyorsun? Sen ne anlarsın? Sus. Bu, sarıklı işidir. Fesliler böyle şeylere karışmaz.

Bunun üzerine İsmail Hakkı Bey hiddetlenerek ayağa kalktı: – Beni fesli gördüğünden dolayı mı böyle diyorsun? İşte fesimi çıkardım. Lütfen veriniz Fehmi Efendi, şu sarığınızı …. Ya hu! Sen Kur'ân'dan, sünnetten başka delîl tanımaz

mısın?

K – Hayır tanımam.

İsmail Hakkı Bey –Kur'ân'a nasıl i'tikād ediyorsun? Mücmel midir, muhkem midir, müteşâbih midir? Bu bâbda mezhebin nedir?

K –.. (Hiçbir cevap vermedi)

İsmail Hakkı Bey –İşte sen Kur'ân'dan da bir şey bilmiyorsun. Hadîse nasıl i'tikād ediyorsun? Hangi kısmı ile âmilsin? Sünnet-i şâyia ile mi, ehâdîs-i müsnede ile mi, ehâdîs-i mürsele ile mi amel ediyorsun? Hadîs-i zaîf de delîlin midir!

K –… (Buna da cevap vermedi. Sözü başka tarafa çevirmek istedi): Siz kadere tâbi' oluyorsunuz. Asıl müslümanlar –ki Kavm-i Cedîdcilerdir– böyle i'tikād etmez.

İsmail Hakkı Bey –Evvelâ şunu sorayım: Müslümanlık peygamberimizin haber verdiği gibi midir, yoksa onu nazar-ı i'tibâra almayıp bizim anladığımız gibi midir?

K –Peygamberimizin haber verdiği gibidir.

İsmail Hakkı Bey –İşte doğru olarak söylediğiniz yegâne söz budur. Bu bâbda târîhe mürâcaat edelim. Kader mes'elesi asr-ı celîl-i risâlette yok idi. En evvel kaderden bahseden seksen târîhinde Basra'da katl olunan Ma'bed el-Cühenî idi. Gaylan-ı Dımeşkī de ona tâbi' oldu. Ma'bed bu i'tikādı Esvârî'den ahz etmişti. Sonra kadere dalanlar çoğaldı. Vâsıl bin Atâ ibni Bâb, Cehm bin Safvân da kaderden bahsettiler. Selef-i ümmet bunları reddetti. Acaba kader mes'elesinde bu zevâttan hangisinin mezhebini kabûl ediyorsunuz?

K – … (Yine cevap veremeyip kendisi suâle başladı): Siz nasıl i'tikād edersiniz?

İsmail Hakkı Bey –Bizim i'tikādımız şudur: Emir müste'nef değildir. Şuûn, ilm-i Bârî ile mesbûktur. Yani senin anlayacağın, ilm-i ilâhî hayır ve şer bütün şuûnu evvelden muhîttir.

K – Böyle ince mes'elelerin sırası değil şimdi…

İsmail Hakkı Bey –Sen âyeti de bilmiyorsun, hadîsi de bilmiyorsun, ilm-i kelâmı da, târih-i ulûmu da bilmiyorsun, İlmî olarak bir sözün yoktur. Kitabın ve sözlerin serâpâ hezeyândır.

K – Siz benim kitabıma hezeyân diyorsunuz. Asıl hezeyân Halebî'dedir. Çünkü orada………. gibi ağzınıza alamayacağınız mes'eleler var.

Mehmed Âkif Bey –Be adam! Halebî fıkıh kitabıdır. Fıkıh ise bir fendir. Fen mesâilinde ayıb olmaz. Meselâ bir adam vücûdunun şer'an, âdeten mestûr olmak icâb eden a'zâsını açık bulunduramaz. Lâkin kalkıp Mekteb-i Tıbbiye'nin teşrîhhânesine girse teşrîh masaları üzerinde müşerrih tarafından gerek erkeklerin, gerek kadınların cihâz-ı tenâsülleri üzerinde uzun uzadıya ameliyât-ı teşrîhiyye icrâ olunduğunu, a'zâ-yı tenâsülün adalâtına, a'sâbına, evridesine, şiryânlarına varıncaya kadar birer birer o fenni okumak ihtiyâcında bulunanlara gösterildiğini görür. Bu nasıl bir ihtiyâc-ı mübrem olması dolayısıyla ayıb değilse, o senin Halebîde, yahud diğer fıkıh kitaplarında görüp diline doladığın mesâilin bast ü temhîdi de tıbkı onun gibidir. Aslâ ayıb değildir. Bir ayıp varsa o da senin şu câhilâne sözlerindir.

K – Siz ne derseniz deyin, benim kitabım pek çok satıldı. Kıymeti oradan anlaşılır.

Âkif Bey – Pek doğru! Zâten halkın ahlâkına, dinine, nâmûsuna, mukaddesâtına yürüyen ne kadar âsâr-ı sefîle varsa maalesef pek çok revâc görüyor. Kitabının çok satılması senin lehinde değil, aleyhinde çıkıyor da farkında de-ğilsin. Kitabını ben de aldım. Fakat estağfirullâh, istifâde için değil, belki ne hezeyân savurduğunu anlamak için.

Fatin Efendi –Hoca efendi senden bir ricâm var: İslâm'ın bu felâketli günlerinde aralarına tefrika salacak bu kabîl yazılardan, kitaplardan gelecek faydayı fedâ et. Yine yirmi, otuz seneden beri iştigāl ettiğin çiftinle, çubuğunla uğraş. Her hâlde daha me'cûr olursun.

Bunun üzerine Ubeydullah Efendi kalkıp gitti. Umulur ki yaptığına nâdim olmuş, Cenâb-ı Hakk'a rücû' ederek, an gafletin yaptığı bir hatâdan dolayı tevbe eylemiştir."

Sebillürreşad Mecmuası

Cilt: 11

Sayı: 277

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DİĞER YAZILAR

MUALLİMLERİMİZ NELERE DİKKAT ETMELİ?

MUALLİMLERİMİZ NELERE DİKKAT ETMELİ?

İnsanları tenvir ederek cehaletten halas eden, onları atalet ve sefaletin karanlık gecelerinden

HÜRRİYET ADINA KAYBETTİKLERİMİZ

HÜRRİYET ADINA KAYBETTİKLERİMİZ

Dr. Alexis Carrel Her insan keyfine göre yaşamak ister. Bu insanın doğuştan gelen bir dileğid

ŞAFAĞIN IŞIĞINDAKİ SIR

ŞAFAĞIN IŞIĞINDAKİ SIR

“Annemin memnun bir eda ile: “Bu sabah kahvaltıdan önce ne yaptığımı dünyada tahmin edeme

UBEYDULLAH-I AFGÂNÎ İLE SEBÎLÜRREŞÂD İDÂREHÂNESI’NDE BİR MUHÂVERE

UBEYDULLAH-I AFGÂNÎ  İLE SEBÎLÜRREŞÂD İDÂREHÂNESI’NDE  BİR MUHÂVERE

Ubeydullah-ı Afgānî” nâmında bir zât tarafından geçenlerde Kavm-i Cedîd ünvânıyla neş

MAÂRİF, DİN EĞİTİMİNİ EN İYİ ŞEKİLDE VERMELİDİR

MAÂRİF, DİN EĞİTİMİNİ EN İYİ ŞEKİLDE VERMELİDİR

İnanmak yaradılışın bir gereğidir. Din, aklın mâverâsında, zekânın fevkinde bir mürşi

MELİK FAYSAL’IN YAHUDİ KİSSİNGER'E VERDİĞİ TARİHİ CEVAP

MELİK FAYSAL’IN YAHUDİ KİSSİNGER'E VERDİĞİ TARİHİ CEVAP

Melik Faysal'ın en önemli gayelerinden birisi, Filistin meselesi ve Mescid-i Aksâ'nın hürriyeti

NESLİN EĞİTİMİNDE MAARİFE DÜŞEN VAZİFELER

NESLİN EĞİTİMİNDE MAARİFE DÜŞEN VAZİFELER

Mânevîyatsız ilmin, beşeriyete felâh ve huzur yerine, şüphe, tereddüt, hatta ızdırap verdi

NASIL BİR MAARİF?

NASIL BİR MAARİF?

Yıllardır ilmî ve fikrî çalışmalarım arasında memleketimizin mânevî, ahlâkî, derûnî

GENÇLERİ HEDONİZM ÇILGINLIĞINA İTENLER

GENÇLERİ HEDONİZM ÇILGINLIĞINA İTENLER

Diyorlar ki: Dünyaya bir kere gelinir. Sonun başlangıcı yoktur. Gülün, eğlenin, bir yıldır

HİCRET VE HAREKET

HİCRET VE HAREKET

Hicret, tâ ezelden ebede, âlem-i vücubdan âlem-i imkâna, daire-i ilimden daire-i kudrete, tâ

ORUÇ, ORUÇ BOZMAK VESAİRE

ORUÇ, ORUÇ BOZMAK VESAİRE

Ramazan ayının hususiyeti oruç. Orucun hususiyeti de kendisine ait meseleler. Başında; tutan tu

Andolsun ki biz, öğüt alsınlar diye, bu Kur'an'da insanlara her türlü misali verdik.

Zümer, 27

GÜNÜN HADİSİ

"Biriniz bir oturma yerine girince selâm versin. Oturmak isterse otursun. Kalkarken yine selâm versin. Çünkü, birinci selâm ikincisinden daha üstün değildir."

Ebu Davud

TARİHTE BU HAFTA

*Kanije müdafaası(18 Kasım 1601) *Hz.Fatıma'nın(r.anha) Vefatı(22 Kasım 632) *İstanbul'un Müttefikler Tarafından İşgali(23 Kasım 1918) *Alparslan'ın Şehadeti(24 Kasım 1072) *Öğretmenler Günü(24 Kasım)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SİTE HARİTASI