



Bayram Yuksel agabey ile









Kabri













Bülbül-ü ahir zaman konmuş Davras Dağı'na,
Gül-ü Mustafa açmış, Mustafa'nın bağına,
Sava'da kurulmuş bin kalemli matbaa-i Nur,
Şems-i Kur'an doğmuş bu felaketler çağına.
***
Hu kuşları bacadan inmiş Gül'lerin hanesine,
Kur'an nurları aksetmiş Mustafa'nın sinesine.
Haydin rükünler, talebeler, kardeşler, dostlar;
Gidelim Sav'a, kulak verelim Üstad'ın sesine.
Peygamberimizin gül kokusu Isparta'dan mı gitmişti; yoksa peygamberimizin kokusu bin dört yüz yıl önce Isparta'ya mı gelmişti? Eğer Peygamber'imizin gül kokusu Peygamber'imizden Isparta'ya gelmemiş olsaydı, bu gün Isparta'nın gül kokuları Mekke'ye Kâbe'ye gidip onu yıkamazdı. Çünkü ağacın meyveleri tohumun yanına düşer. Bazen dünya itibariyle birbirine uzak gibi görünen mesafeler hakikatte birbirine çok yakındır. Belki de biri birinin mayası veya çekirdeğidir. Öyleyse hem maddi hem manevi olan Isparta'daki güllerin asıl çekirdeği Mekke'dendir, Medine'dendir. Meyveleri de onlara ulaşmaktadır.
Isparta'nın Sav Karyesi'nden olan Mustafa Gül Ağabey, Üstad'ın tabiriyle matbaa gibi bin kalemli bir beldenin, geceleri sabaha kadar mum veya gaz lambası ışığında Risale-i Nur yazan kahramanlarından biridir.
1983 Yılı'nda Burdur'da askerlik yaparken, kurban bayramı tatilini geçirmek için Isparta'ya gitmiştik. Isparta'da bulunurken Sav Beldesi'ne Mustafa Gül Ağabey'i ziyarete gittik. Bizi Ağabey'e götüren kişi, Babası da Üstad'ın elini öpmüş olan Ispartalı fizik öğretmeni Abdulkadir Yörük Hoca'ydı. Namı diğerle Cürcan Hoca idi.
Şimdi odası muhafaza edilerek eski evinin ve bahçesinin yerine büyük bir dershane yapılan Mustafa Gül Ağabey'in o zamanki evine vardık. Bizi bir kapı ile içeri girilen misafir odasına aldı. O oda şu an dershanenin alt katında bulunan oda idi.
Üstadın talebesi Mustafa Ağabey, önce bize hoş geldin dedikten sonra, hemen bir risaleden ders yaptırdı. Âcizane bu güne kadar ziyaret edebildiğimiz bütün ağabeyler ve hizmette sebat etmiş bütün vakıflarda gördüğümüz ortak vasıf, onları ziyarete gelenlerle fazla bir dünyevi muhabbet yapmadan önce bir ders yaparak zamanın ve sohbetin yönünü hizmete çevirmeleriydi. Mustafa Ağabey de öyle yaptı. Önce ders yaptı, sonra da Abdulkadir Hoca'nın isteğini kırmayarak hatıra anlatmaya başladı:
-Üstad yer yer köyde risale yazanların yanına gelerek onların şevkini artırırdı. Yine bir gün Üstad bizim eve gelmişti. Onun gelmesiyle yazma isteğimiz artmış, hizmette aşk ve şevkimiz ziyadeleşmişti. Onun evden ayrılıp gidişiyle hüzünlenmiştik. Fakat yazma gayretimiz bir gün öncesine göre daha da artmıştı. Aradan yirmi dakika veya yarım saat geçmişti ki, bir kaza geçirdim. Düşüp ayağımı kırdım. Acılar içinde kıvranıyordum. Tam bu esnada Üstad Sav Köyü'nden çıkmak üzereymiş. Aniden durarak geri dönmüş. Yeni bir kararla tekrar benim yanıma çıkıp geldi. Üstad benim ayağımın kırıldığını ya görmüş ya da hissetmişti. Bana geçmiş olsun diyerek dua etti. Teselli ettikten sonra tekrar ayrılıp gitti. Üstad, Risale-i Nur hizmetinin her aşamasıyla ve her konumuyla ilgilenirdi. Nur talebelerinin de her halini anlar ve onlarla da ilgilenirdi. Allah hizmetle ilgili durumları sanki ona anında bildirirdi.
O zamanlar risale yazmak suçtu. Jandarmalar gece evlerimizi basar ve yazanları alıp götürürdü. Bunun için biz gece sabahlara kadar dışarıya ışık sızmayacak şekilde pencereleri kapatır ve ondan sonra risale yazmaya başlardık. Fakat bu defa da gece yarılarından sonra uykumuz gelirdi. Ancak hizmetin kerameti hizmetin aşk ve şevki uykumuzu kaçırır ve bizi sabahlara kadar yazdırırdı.
Yine bir defasında işte bu odada şuraya oturmuş gazlı lambanın ışığında risale yazıyordum. Vakit yarı geceden sonraydı. Belki de sabaha yakın bir zamandı. Uyku çöktü üzerime. Her ne kadar kendimi zorlasam da uyku ağır basıyor ve ben yazamıyordum. İşte tam bu sırada, (Abi eliyle duvardaki soba bacasını göstererek) bu baca deliğinden bir sesler gelmeye başladı. Gittikçe sesler yakınlaşıyordu. Nihayet baca deliğinden sivri gagasıyla ve iri iri parlak gözleriyle bir beyaz kuş atlayıp aşağı iniverdi. Çok korkmuştum. Ben ona bakıyordum, o bana bakıyordu. Bakışları kesintisiz, sade ve sakindi. Tavuktan biraz iri, kazdan biraz ufakçaydı. Biraz korktuğum için onu alıp şu kapıdan dışarı çıkarttım, karanlıkta ileriye doğru ittirerek uzaklaşmasını sağladım. Hemen içeri girip kalemi elime aldım, artık ne uyku kalmıştı ne de gaflet. Sabaha kadar yazdım. O zamanlar bu köyde yazan kardeşlerin çoğu buna benzer hadiseler yaşıyordu. Anladık ki bütün bunlar; bizim uykumuzu kaçıran, bizi gafletten uyandıran, hizmette aşk ve şevkimizi artıran Risale-i Nur'un kerametleriydi, bizim Risale-i Nur yazmamız için bir teşvikti.
Mustafa Gül Ağabey, bu hatıraları anlattıktan sonra o saf temiz ve masum Anadolu köylüsünün misafire ikram ve ihsan duygularıyla hemen gidip içi ceviz, fıstık, elma vb. köy ikramlarıyla dolu bir tepsi alıp gelerek kendi elleriyle ikram etti. Allah şahit o an aklımdan geçen duygu şuydu: "Bu nur talebeleri ne kadar mütevazı, ihlâslı, samimi, fedakâr ve hürmetkâr insanlar."
Üstad'ın ve Risale-i Nur'un en samimi talebelerinden biri olan bu Isparta kahramanı Ağabey'in ne hizmetini ne de insanlığını anlatabilmemiz mümkün değildir. Onların kıymetini bilen ancak Üstad'tı ki onlara "Isparta Kahramanları" unvanını vermişti.
Âcizane denizden bir katre, havadan bir hüve, ateşten bir kıvılcım kadar onun bazı hususiyetlerini aşağıya kaydettiğimiz şekilde anlayabildiysek ne mutlu bize:
1-Herkesin korkup kaçtığı zamanlar, o koşarak Üstad'a gelmişti..
2-Herkes geceleri mışıl mışıl uyurken o sabahlara kadar Risale-i Nur yazmış, akşamlara kadar da çiftinde çubuğunda; tarlasında takkesinde çalışmıştı.
3-O "Isparta Kahramanları"ndandı. Gül-ü Muhammedi olan Üstad'ın bir gonca Gül'üydü.
4-Risale-i Nur'ların ve Üstad'ın birçok kerametini görmüş bir kısmına da mazhar olmuştu.
5-Risale-i Nur Külliyatı'nı Osmanlıca yazmıştı. Onun hattıyla yazılan külliyat matbaada basılmış ve bütün Dünyada ve Türkiye'de okunmaya sunulmuştu.
6-Üstad'ın mezarını bilen birkaç ağabeyden biriydi. Isparta'yı ziyarete gelen ve bu arada Sav Köyü'nü de ziyarete eden Hulusi Ağabey'i Üstad'ın mezarına o götürmüştü.
7-Evini, bahçesini hizmete veren ağabeydi. Oraya bu gün koskoca bir dershane dikilmiştir.
8-Sağlığında evi Risale-i Nur'a hizmet eden bir mekân olduğu gibi, şimdi de evinin yerine yapılan Risale-i Nur külliyesi, yüzlerce binlerce okuma programına mekân olmakta ve on binlerce ve yüz binlerce nur talebesinin ziyaretine mazhar olmaktadır.
9-Halktan biriydi. Tam bir Anadolu efendisiydi.
10-Çok samimi, ihlâslı ve mütevazı bir kişiliğe sahipti.
11-Bediüzzaman Said Nursi'nin talebesiydi.
***
Gül gitti, bülbül gitti, Isparta kaldı mahzun,
Medine'den selam geldi bir gün Isparta'ya,
Isparta'dan salât gitti her gün uzun uzun.
Mekke gülleri beyaz, Isparta gülleri aldı,
Muhammed'in kokusunu Gül Mustafa,
Mustafa'nın kokusunu Muhammed aldı.
Felek Isparta'ya gül ve nur tohumları ekti,
Isparta erleri kahraman, fedakâr ve ihlâslı,
Isparta diyarı mümbit, sav toprağı mübarekti.
Yorum yapmak için giriş yapın.
0 Yorumlar