

Sezai Karakoç
Oruç, hiç gecikmeden, yolunu şaşırmadan, tam saatinde, dinç ve genç, tarihin dinamizmini de özünde gaybın bir üfleyişi gibi taşıyarak geldi. Madem ki geldi, onu iyi tanımak gerek.
Oruç, boş bir çerçeve olarak veya bir mevsim gibi sadece tabiatın bir parçası olarak gelmedi. Tarihin de bir parçası olarak geldi.
Dolu geldi, kendindekini boşaltacak. Giderken de dolu gidecek, dolu gitmeli..
Her yılın büyük oruç kitabına, sabırla ve meleklerin üslubuyla işlenmiş bir sayfa, bir yaprak gibi eklenir.
Taşların, ağaç kavuklarının, toz zerrelerinin bile en keskin bir hafızaya sahiplik yapacağı büyük hesap gününde, şüphesiz, oruç kitabı en büyük şahitler arasında , dosyasında en çok belge bulunduran suç ve sevap araştırıcıları arasında görünecektir.
Demek ki oruç, çağımıza, göklere mahsus nişanlarla donanmış büyük ve yetkili bir şahit olarak geliyor ve geldi.
Siz sanmayın ki, oruçta yalnız siz susar, siz acıkırsınız. Oruç da susar, oruç da acıkır. Çünkü oruç da canlıdır, sizin gibi..Hatta sizden fazla..Çünkü; onda ölümün eriteceği et ve kemik de yok. İnsan sağken bile ölümle karışıktır. Biz, hayatla ölümün karıştığı bir terkibiz. Sağken, hayat ölüme baskındır ve ölümü kullanır. Sonra yaşlandıkça, ölüm güçleri yavaş yavaş artar ve ölüm yüzdesi hayat yüzdesinin üstüne çıkar bir gün. İşte o gün ölmüşüzdür. Ölüm hayatı kullanmaya başlamıştır. Toplum yaşayışında da öyle. Ecel olarak gelen ölüm, bu hayat-ölüm çatışmasını kesin bir sonuca bağlar. Ama oruç yüzde yüz diri, saf olarak diridir. Net diridir, insan gibi brüt diri değil.
Bizden daha canlı, bizden daha cıvıl cıvıl olan bu gök varlığı orucun susadığı su acıktığı yemek nedir öyleyse? Şairin şair için dediği;
“Cins şaire mahsus yiyecekler,
Deniz yosunları mavilik medüzaları” tarzında
“Oruca, gök şahidi oruca mahsus besinler
Yükseltilen dualar, derinleşen secdeler
Kur’an sesiyle aydınlatılan ikindiler
Allah adıyla diriltilen geceler” diyebiliriz belki..
Evet, oruç da susar, oruç da acıkır. Orucun susadığı ve ab-ı hayat gibi kanamadığı su Kur’an sesi, acıktığı namaz, örtündüğü merhamet, kuşandığı-giyindiği Allah adının yükseltilmesi, yani cihad’dır.
Ve orucun da iftarı vardır. Oruç, müminin kalbinde iftar eder. Onun sofrasında işte saydığımız göğe mahsus yiyecekler bulunur.
Yalnız, insan orucu özlemez, oruç da insanı özler. Ramazan ayı gelince, sıla-i rahim edenler gibi, meleklerin bile önünde eğildiği insana koşar. Oruç insana acıkır ve koşarak gelir.
Oruç geldi, öyleyse oruca yiyecekler taşımalı, su sunmalı, orucun lambasını yakmalı, örtüler atmalı üstüne ki, geldiğinden daha zengin gitsin. Verdiğinden daha çok alsın. Yanına gideceği eski oruçlara katacağı, söyleyeceği çok şeyler bulunsun. Çağımız Müslümanlarının portresini eski çağ müminlerinin portrelerinin yanına çizecek ya, bizim öyle portremizi çizsin ki, ileride gün olur ki, o portreyi bize gösterirler, utanmayalım ondan o zaman.
Oruç geldi, ondan bize ölümsüz bir şeyler katılacak demektir. Giderken, bizden de ona ölümsüzleşecek bir şeyler katılmalı..
Sütun adlı eserinden..
Yorum yapmak için giriş yapın.
0 Yorumlar