Sahabe Tabloları

EBÛ EYYÛB EL-ENSÂRÎ-2 (Radiyallâhü anhü)

Savaş Meydanlarında Ebû Eyyûb El-Ensârî

Ebû Eyyûb el-Ensârî (Radiyallâhü anhü), Bedir Savaşı’nda Efendimiz’in (Aleyhissalâtü vesselâm) yanında bulunmuştur.(1) Hicretten iki sene sonra, Mekkeli müşrikler Müslümanlarla savaş hazırlığı yapmak üzere Şam’a ticaret kervanı göndermişlerdi. Hicret sırasında, Mekke’de Müslümanların mallarına el koyan müşriklerin savaş hazırlıklarına darbe vurmak üzere Allah Resûlü de ashâbıyla Medine’den hareket etmişti. Bedir civarında düşman ordusunun üzerlerine doğru geldiğini haber alan Allah Resûlü, ashâbıyla savaş konusunda istişare etmişlerdi. Onlar, Medine’den hareket ederken her ne kadar savaşa hazırlıklı olarak çıkmamışlarsa da, Allah Resûlü’nün yolunda seve seve savaşacaklarına dair konuşmalar yapmışlardı.(2) Bu konuşmaların Hz. Ebû Eyyûb (Radiyallâhü anhü) tarafından rivayet edilmesi, kendisinin de Efendimiz’in yolunda her şeyini fedâ etmeye hazır olduğunu göstermektedir.

Bedir’den itibaren Uhud, Hendek ve diğer savaşlarda Allah Resûlü’nün yanında bulunan Ebû Eyyûb’un (Radiyallâhü anhü) fedâkârlık ve kahramanlıklarına dair -ne yazık ki- kaynaklarda geniş bilgiye yer verilmemiştir. Ancak, bu savaşların gecelerinde, Efendimiz’in çadırının önünde gelecek saldırılara karşı birkaç sahâbîyle birlikte sabaha kadar nöbet tutması O’nun Allah Resûlü’ne gösterdiği sevgiyi göstermektedir. Hayber fethi gecesinde, Efendimiz istirahat buyurdukları çadırın önünde Hz. Ebû Eyyûb’un nöbet tuttuğunu görünce, “Allah’ım, beni korumak için bütün bir gece uyumadığı gibi, Sen de Ebû Eyyûb’u koru.” diye duâ etmişlerdir.(3) Allah Resûlü’nün bu duâsı ile, Ebû Eyyûb (Radiyallâhü anhü) İstanbul önlerinde vefât ettikten sonra defnedildiği andan günümüze kadar korunmuştur.

Hz. Ebû Eyyûb, Efendimiz’in (Aleyhissalâtü vesselâm) ahirete irtihalinden sonra, Hz. Ebû Bekir döneminde, yalancı peygamberlere karşı yapılan savaşlara katılmıştır. Hz. Ömer döneminde de, Filistin, Suriye ve Maraş’a kadar İslâm’ın yayılması için cepheden cepheye koşmuş, Mısır fethine katılmıştır. Hz. Osman döneminde de Kıbrıs’ın fethine giden orduya katılan Ebû Eyyûb (Radiyallâhü anhü), daha sonra bir müddet Medine’de kalmıştır.

Hz. Ali halifeliği döneminde, Kûfe’ye yerleşmeye karar verdiğinde Medine’den ayrılırken yerine, Hz. Ebû Eyyûb’u idareci ve cemaate namaz kıldıran imam olarak tayin etmişti. O da bir müddet bu vazifeyi yerine getirdikten sonra, Hz. Ali’nin yanına giderek Haricilerle yapılan Nehrevan Savaşı’nda ordunun sancağını taşımıştır.(4)

İstanbul Fethine Katılması

Allah’ın yüce adını götürebildikleri yerlere kadar ulaştırma azminde olan sahâbîler ve onlarla birlikte savaşan Müslümanlar, Hz. Muaviye zamanında İstanbul önlerine kadar gelmişti. Pek çok sahâbînin katılmış olduğu bu ordu içinde Ebû Eyyûb el- Ensârî de bulunmaktaydı. Allah Resûlü’nün vermiş olduğu, “İstanbul mutlaka fetholunacaktır. Onu fetheden komutan ne güzel komutan; onu fetheden asker ne güzel askerdir.”(5) müjdesine nâil olmak isteyen Ebû Eyyûb el-Ensârî (Radiyallâhü anhü), seksen yaşına ulaşmasına rağmen bu kutlu seferden geri kalmak istemiyordu.

Aylar süren bir deniz yolculuğundan sonra İslâm orduları İstanbul önlerine geldiğinde, Ebû Eyyûb el-Ensârî’nin (Radiyallâhü anhü) yaşlı vücudu bitkin hâle gelmiş ve hastalanmıştı. Kendisine, ordu saflarının gerisinde kalması rica edilmesine rağmen o, askerler ile bulunarak onlar için moral kaynağı olmuştu. Nitekim savaşın başladığı sırada o, büyük bir vazifeyi yerine getirmiş, Müslümanlar tarafından yanlış değerlendirilen bir konuda uyarıda bulunmuştur. Savaşın başlangıcında, Müslümanlar arasından bir kahraman, düşman orduları içine dalarak vuruşmaya başladığında bazıları, onun bu davranışını doğru görmediklerini ifade için, “Kendi elinizle tehlikeye atılmayınız.”(Bakara Sûresi, 2/195) âyetini okuyorlardı. Tam bu sırada, Hz. Ebû Eyyûb (Radiyallâhü anhü) askerlere bir konuşma yaparak, onların bu âyetin yanlış değerlendirdiklerini hatırlatıyordu. O, bu konuda şunları söylemiştir:

“Ey insanlar! Siz bu âyeti yanlış değerlendiriyorsunuz. Bu âyet, biz Ensâr topluluğu hakkında nâzil oldu. Allah dînini yücelttikten ve dîne yardımcılar çoğaldıktan sonra; biz de, Allah Resûlü’nden habersiz olarak kendi aramızda, (uzun zamandan beri işimizden uzak kaldığımızdan) mallarımız yok oldu. Bundan sonra, ‘İşlerimizin başına dönsek de, elimizden çıkan mallarımızı yeniden kazansak iyi olur,’ demiştik. Bunun üzerine, Rabbimiz,

وَأَنفِقُواْ فِي سَبِيلِ اللّهِ وَلاَ تُلْقُواْ بِأَيْدِيكُمْ إِلَى التَّهْلُكَةِ وَأَحْسِنُوَاْ إِنَّ اللّهَ يُحِبُّ الْمُحْسِنِينَ

 ‘Allah yolunda mallarınızı harcayınız. Kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayınız. İyilik edin; çünkü Allah iyilik edenleri sever.’ (Bakara Sûresi, 2/195) âyetini indirerek, hatalı düşündüğümüzü bizlere hatırlattı. yâni ‘Ellerimizle kendimizi tehlikeye atmak’ demek, malın-mülkün başında kalıp cihadı terk etmektir.”(6)

İslâm askerleri Bizans ile savaşmaya devam ederken Ebû Eyyûb’un (Radiyallâhü anhü) hastalığı daha da artmıştı. O, bu durumda iken, Efendimiz’den işittiği, “Kostantiniye surlarının dibinde sâlih bir kişi defnedilecektir.” Hadîs-i şerifini naklederek, “Ümit ederim ki; o, ben olayım.”(7) diye duâ ediyordu. Bu sırada ordu komutanı, kendisine bir vasiyetinin olup olmadığını sorunca, Hz. Ebû Eyyûb, “Ben vefât edince, cesedimi alınız; düşman toprağında ilerleyebildiğiniz yere kadar götürüp, oraya gömünüz.” diye vasiyette bulunmuştu.(8) Mücahidlere verdiği ders ile büyük bir vazifeyi yerine getiren Ebû Eyyûb Radiyallâhü anhü, daha sonra savaş meydanındaki çadırı içinde hicri 51/672 m. yılında vefât etmişti.Onun vasiyeti üzerine askerler, onun mübarek cesedini ortalarına alıp düşman saflarını yararak ilerleyebildikleri yere kadar götürüp oraya defnetmişlerdi.

Ebû Eyyûb (Radiyallâhü anhü), yaşının ilerlemiş olmasına rağmen Efendimiz’in (Aleyhissalâtü vesselâm) adını dünyanın en uzak noktalarına ulaştırma azmi ile İstanbul önlerine kadar gelmişti. Ebû Eyyûb’un da aralarında bulunduğu sahabî ve tabiîn nesli, Allah Resûlü tarafından verilen müjdeye nâil olmak için İstanbul önlerine gelirken Fatih Sultan Mehmed ve askerlerine öncülük yapmışlardır.

Hz. Ebû Eyyûb’ün cihad yolunda vefât ederek şehitlik mertebesine ulaşmasından sonra defnedilmiş olduğu bu kutlu Mekân, asırlardan beri, mü’minlerin kalplerinin ulvî duygularla attığı bir yer olagelmektedir... Ziyaretçiler, o atmosfer içinde Efendimiz’in huzuruna gitme bahtiyarlığını elde etme imkânını bulabilirler...

Ülkemiz insanının, Hz. Ebû Eyyûb’un kabri konusunda sahip olduğu yaygın bilgiye göre, burası İstanbul’un fethinden sonra Akşemseddin (Radiyallâhü anhü) tarafından keşfedilmiştir. Osmanlı kaynaklarında olduğu gibi, erken dönemden başlamak üzere İstanbul’un fethine yakın zamana kadar yazılan İslâm tarihlerinde Ebû Eyyûb’un (Radiyallâhü anhü) kabri hakkında verilen bilgiler oldukça ibretlidir. Bu kaynaklarda verilen bilgilere göre, Ebû Eyyûb’un (Radiyallâhü anhü) kabri, asırlarca Bizanslılar tarafından dahi muhafaza edilerek(9)saygı ile ziyaret edilmiş; hatta Hristiyanlar, dîn farkını bir tarafa bırakarak, yağmursuz kaldıklarında, Allah’tan onun yüzü suyu hürmetine yağmur istemişlerdir.(10)

İstanbul’un Türkler tarafından fethinden önce Latinlerin istilasına uğradığı dönemde şehir harap edilirken Ebû Eyyûb hazretlerinin türbesi de tahribata uğradığından kabir yeri olarak bilinmesi konusunda şüpheler meydana gelmişti. İstanbul’un fethiyle Fâtih’in yaptırdığı ilk işlerden biri, şehrin surlarına yakın yerdeki Hz. Ebû Eyyûb’un kabr-i şerifini buldurmak olmuştu. O, hocası ve büyük gönül insanı Akşemseddin’den rica ederek bu mübarek kabrin yerinin keşfedilmesini istemiştir. Efendimize (Aleyhissalâtü vesselâm) ve O’nun sahabîsine duyduğu derin saygıyı gösteren bu büyük vazife ile yetinmeyen Fatih, milletimiz açısından büyük bir mânevî hazine olan Ebû Eyyûb (Radiyallâhü anhü) için türbe ile türbenin yâni başında bir de câmi inşa ettirmiştir.

Şahsiyeti, Ahlâkı, Fazileti

Efendimiz’in ashâbının, her birinin kendine has fazilet ve yüceliği bulunmaktadır. Ebû Eyyûb el-Ensârî de fazilet ve kemâl sahibi bir sahâbîdir. Hicret günü Efendimiz’in duracağı yer konusunda, “Görevlidir.” dediği mübarek devesinin Hz. Ebû Eyyûb’un evinin önünde çökmesi ve böylece Allah Resûlü’nün onun evinde misafir kalması, “Mihmandâr-ı Resûl” ün faziletini ortaya koymaktadır.

Hiç şüphesiz ki, Efendimize (Aleyhissalâtü vesselâm)aşk derecesinde bağlı olan Ebû Eyyûb’un (Radiyallâhü anhü) kalbindeki safî duygular, onun bu şerefe ulaşmasına vesile olmuştur. Böylece, Allah Resûlü ile yakınlık kuran Hz. Ebû Eyyûb, O’nun mânevî iklimi altında yetişme imkânını bulmuştur. Ebû Eyyûb (Radiyallâhü anhü) yüce ahlâk sahibiydi. Allah Resûlü’nü hanesinde misafir ederken O’na karşı beslediği saygı ve edepten dolayı evinin üst katında kalamadığı bilinmektedir. Ayrıca, canından daha aziz tuttuğu Allah Resûlü’ne kötülük yaparlar endişesi ile yanına aldığı birkaç sahabîyle birlikte elinde silâhıyla aylarca Efendimiz’in kapısında nöbet tutmuştur.

Peygamber Efendimiz(Aleyhissalâtü vesselâm), ticaretle meşgul olduğu bir dönemde oldukça büyük bir servete kavuşmuştu. Ancak, peygamberliğinin ilk senelerinde Mekke’de Kur’ân hakikatlerini etrafındakilere anlatabilmek için evinde verdiği büyük ziyafetlerle bu serveti tüketmişti. Medine’ye geldiği günlerde vaktinin tamamını tebliğ yolunda harcadığından para kazanmaya da vakti yoktu. Günlük olarak az bir miktarla yetindiği yiyeceği, samimi dostlarının ikramlarıyla karşılanıyordu. Bu sebeple zaman zaman aç kaldığı; hatta mübarek karnına taş dahi bağladığı günler olurdu. Yine bir gün, mübarek hanesinde, yiyecek bulamamışlardı. İşte o anda da, Ebû Eyyûb’un evine giderek açlığını giderebilmişti. Şu rivayet, aynı zamanda Allah Resûlü ile onun arasındaki yakınlığı göstermektedir:

Bir gün, kuşluk vaktinde Efendimiz(Aleyhissalâtü vesselâm), Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer mescitte karşılaşırlar. Her üçü de, evlerinde yiyecek bulamadıklarını ve açıktan kıvranır hâlde olduklarını ifade ederler. Birlikte Hz. Ebû Eyyûb’ün evine giderler. Bu sırada, ailesinin geçimini sağladığı hurmalığında çalışan Ebû Eyyûb, misafirlerinin geldiğini duyunca, koşarak evine gelir. Aziz misafirlerinin yiyecek bulamamaları sebebiyle evine geldiklerini anlayınca, derhal hurmalıktan bir tabak hurma getirip bir hayvan keseceğini de belirtir. Allah Resûlü (Aleyhissalâtü vesselâm) “Eğer keseceksen sakın süt veren hayvanı kesme!” buyururlar. Hazırlanan yemek, Efendimiz’in önüne konulduğunda, Resûlullah bir parça eti bir ekmeğin içine koyup, “Ey Ebâ Eyyûb! Bu eti, Fatıma’ya götür. Çünkü, o da birkaç günden beri böyle bir şey yememiştir.” demişlerdi. Efendimiz ve arkadaşları ikram edilen yemeği yerken, Allah Resûlü “Ekmek, et ve çeşitli hurmalardan kurulu bir sofra! Muhammed’in nefsini Kudret elinde tutan Zât’a yemin ederim, kıyamet gününde bu nimetlerin hesabı sorulacaktır.” buyurdular.

Onun bu sözleri, arkadaşlarını endişelendirmişti. Allah Resûlü “Yemeğe başladığınızda, ‘Bismillah’ deyiniz. Doyduğunuzda, ‘Elhamdü lillahilezî et’amenâ ve sekânâ/Hamd o Allah’a mahsustur ki bizi doyurdu, bize nimet verdi.’ diye duâ ediniz, Sizin böyle demeniz, bu nimetlerin şükrü olur.” buyurdular.(11)

Efendimize olan sevgisinden dolayı O’nun gibi yaşamaya çalışan Ebû Eyyûb’un (Radiyallâhü anhü) anlattığı şu hâdise oldukça ibretlidir:

“Biz hazırladığımız yemekleri, önce Allah Resûlü’ne takdim ediyorduk. Kendileri, yemeğin ancak bir kısmını yerlerdi. Mübarek parmaklarının değdiği kaptaki yemeğin kalan kısmını bitirmek bizim için zevk ve bereket vesilesiydi. Bir gün, kendilerine takdim ettiğimiz yemekten hiç yemeyerek yemeği geri gönderdiğini gördük. Bu yemeğe sarımsak (veya soğan) koymuştuk. Resûlullah’ın yemeği niçin geri çevirdiğinin sırrını anlamak isteyince, Resûlullah bize şöyle cevap verdi: ‘Ben, o yemekte sarımsak (veya soğan) bulunduğunu gördüm. Ben Cebrâil’le görüşmekteyim. Rabbimle de yakın kulluk içindeyim. İnsanlarla da konuşmaktayım. Bu sebeple, soğan ve sarımsak kokusunun bende bulunmasını istemiyorum. Ancak, sizler yiyebilirsiniz.” buyurdular.” Hz. Ebû Eyyûb Allah Resûlü’nden aldığı bu cevap üzerine, “Yâ Resûlallah! Sizlerin hoşlanmadığı şeyden biz de hoşlanmayız.”(12) demiştir.(13)

Ebû Eyyûb (Radiyallâhü anhü), Allah Resûlü’ne yaptığı hizmetlerden dolayı sahabî arasında saygı duyulan bir insandı. Şu tarihî rivayet bu konuda nakledilmiş olan bir örnektir:

Hz. Ebû Eyyûb el-Ensârî, Efendimiz’in amcasının oğlu Abdullah İbn Abbas Basra’da vali iken onun ziyaretine gitmişti. Efendimiz’i evinde misafir etmekle şereflenen Ebû Eyyûb’ün (Radiyallâhü anhü) bu ziyareti Basra halkında bayram sevinci meydana getirdiği gibi, İbn Abbas da onu en iyi bir şekilde karşılamıştı. O, “Peygamberimize (Aleyhissalâtü vesselâm) hizmet ettiğin gibi, bugün ben de sana hizmet edeceğim.” diyerek konağını içindeki eşyalarıyla Ebû Eyyûb’a (Radiyallâhü anhü) hediye etmiş; ayrıca, kırk bin dirhem ile kırk köleyi de ona bağışlamıştı. O da, kendisine hediye edilen bu kölelerin tamamını Allah rızası için hürriyetlerine kavuşturarak kendisine bağışlanan kırk bin dirhemi de onlara vermiştir.(14) Hiç şüphesiz ki, onun bu hareketi, dünya malını toplamaya karşı bir hırs, olmadığını ve ihtiyaç sahiplerine dağıtmaktan zevk alan cömert bir şahsiyet olduğunu göstermektedir.

Hz. Ebû Eyyûb, Allah Resûlü’nden aldığı ders ile, namazlarını vaktinde kılmaya çok dikkat ederdi. O, Mısır’a ziyareti sırasında, Mısır valisinin bir akşam namazını geç kılması üzerine, “Resûlullah’ın, ‘Ümmetim akşam namazını yıldızların gökyüzünü kaplamasına kadar tehir etmedikçe hayır üzeredir...’ dediğini duymadın mı?” diyerek onu uyarmıştı. Valinin meşguliyetinden dolayı namazı geciktirdiğini belirtmesi üzerine de, Hz. Ebû Eyyûb, “Senin bu davranışı gören halkın da, Resûlullah’ın da böyle yaptığı zannına kapılmasından endişe ederim.” dedi. (15)

Efendimiz döneminde, bütün savaşlara katılmış olan Ebû Eyyûb (Radiyallâhü anhü), ömrünün sonuna kadar Allah’ın yüce adının dünyanın dört bir tarafına yayılması için yapılan savaşlara katılmıştır. O,

انْفِرُواْ خِفَافًا وَثِقَالاً وَجَاهِدُواْ بِأَمْوَالِكُمْ وَأَنفُسِكُمْ فِي سَبِيلِ اللّهِ ذَلِكُمْ خَيْرٌ لَّكُمْ إِن كُنتُمْ تَعْلَمُونَ

“Sizler gerek hafif, gerek ağırlıklı olarak hep birlikte seferber olunuz...” (Tevbe Sûresi, 9/41) âyetindeki “Hifâfen” ve “Sikâlen” kelimelerinden hareketle, “Zenginlik, fakirlik; gençlik, ihtiyarlık... gibi her ne hâl üzere olursa olsun Müslüman’ın savaşa çıkması farzdır.” diye mana çıkarmıştır.(16) Böylesine bir mesuliyet duygusuna sahip Hz. Ebû Eyyûb, Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer dönemlerinde olduğu gibi, Hz. Osman ve Hz. Ali dönemlerinde de ilerleyen yaşına rağmen cihat meydanlarından geri kalmamıştır. Özellikle, 80 yaşına geldiği dönemde dahi İstanbul fethine katılması, Allah yolunda cihada gitmeye verdiği önemi göstermektedir.

Dipnotlar

1-İbn Sa’d, Tabakât, III, 485.

2-Kandehlevî, Hayâtü’s-Sahâbe, I, 413-416.

3-İbn Hişâm, Sire, III, 354-355.

4-İbnü’l-Esîr, Kâmıl, III, 172.

5-Ahmed İbn Hanbel, Müsned, IV,335.

6-Tirmızî, Tefsir, Bakara 2, Kandehlevî, Hayâtü’s-Sahâbe, I, 470-471.

7-İbn Sa’d, Tabakât, III, 485.

8-İbn Sa’d, Tabakât, III, 485; Kandehlevî, Hayâtü’s-Sahâbe, I, 458-459.

9-Ebû Eyyûb el-Ensârî’nın Vefâtından sonra, kendisinı aralarına alan Müslüman askerler savaşmaya devam ederken Bizans saflarını yararak ilerleyebildikleri yere kadar onu götürmüşler ve oraya defnetmişlerdi. Bizans komutanı, Müslümanların komutanına, gördüğü manzaranın ne olduğunu sorunca, Ebû Eyyûb’un (radıyallahu anh) Peygamber Efendimız’in bir sahâbîsi olduğu ve vasiyeti gereği onu Bizans toprakları içine defnettikleri haber verilir.Burada iki komutan arasinda yapılan görüşmeden sonra, Bizans komutanı, “Elimden geldiği kadar onun kabrinı koruyacağıma, Mesih hakkı için söz veriyorum” demışti. (C. Öğüt, 160- 161); İbn Abdi Rabbih, “Tevâtür (sözüne güvenılir insanların nesilden nesile aktarmasi) yoluyla işittim ki, Kayser, Müslümanların komutanı ile görüşmesi ve verdiği söz üzerine, Allah Resûlü’nün (Aleyhissalâtü vesselâm) sahâbîsinın kabri üzerine güzel bir türbe inşa ettirmıştir ve bugüne kadar (h. 325/937) türbede Hrıstiyan âdeti üzerine kandil yakılmasına devam edilmektedir.” (İbn Abdi Rabbih, İkdu’l-Ferid, 5:128)

10-İbn Sa’d, Tabakât, III, 485; Cemal Öğüt, s. 169. (Merhum Öğüt, yaptığı araştırmasinda, Fatih Sultan Mehmed devrıne kadar İslâm tarihi müelliflerinden on altısinın eserlerinde bu konuya dair bilgilerin yer verildiğinı bildirmıştir Hz. Ebû Eyyûb’ün Vefâtından (h. 51/672) yaklaşık 150 sene sonra yazılan “Ensâbü’l-Eşrâf “ müellifi Vâkidî’den (v. 207/821) itibaren İstanbul’un fethine yakin tarıhe kadar kaleme alınan on altı eser, bu konu üzerinde durmuştur. Bu müelliflerden İbn Abdilber şöyle demektedir: “Ebû Eyyûb el-Ensârî’nın mübarek kabri, Kostantinıyye kalesinın yakinındaki bilinen yerinde günümüzde dahi hürmet ile korunmaktadır. Bizans halki, yağmur kuraklık olduğu zamanlarda, türbenın civarında yağmur için duâ etmektedirler. Yüce Allah da, Resûlü’nün (Aleyhissalâtü vesselâm) hürmetine rahmet ve bereketinı ihsan ederek yağmur yağdırmaktadır.’ (İbn Abdilber, İstiâb, I, 156)

Hatîb el-Bağdâdî (v. 463/1071) de, “Ben, sözüne güvendiğin değerli birinden duydum.” diyerek bu konuda şunları kaydetmiştir: “Kostantinıyye kalesine yakın beyaz ve güzel bir bina gördüm. ‘Burası nedir?’, diye sorduğumda, Allah Resûlü’nün ashâbından Ebû Eyyûb el-Ensâri’nin türbesi olduğunu haber verdiler. Ben de oraya girerek mübarek kabri zıyaret ettiğimde, tavanında zincir ile asılı bir kandilin yandığını gördüm.”

11-Yukarıda anlatılan böyle bir hadisenın Efendimız (Aleyhissalâtü vesselâm) ile ashâb arasında iki defa yaşandığını belirten Hâfız Münzırî, bir defasında Ebû Eyyûb diğer defasında da, Ebü’l-Heysem tarafından Efendimız ile birlikte iki dostuna ziyafet verildiğinı anlatmıştır. (Bkz: Kandehlevî, Hayâtü’s-Sahâbe, I, 310)

12-Kandehlevî, Hayâtü’s-Sahâbe, II, 328.

13-Soğan ve sarımsağın cemaat içine çıkılmayarak çevredekileri rahatsız etmeyeceği ortamlarda veya pişirilmiş olarak yenilebileceği hakkında İslâm terbiyesine dair eserlerde bilgilere rastlanmaktadır. Ancak, Allah Resûlü’nün hoşlanmadığı bir şeyden Ebû Eyyûb el-Ensârî’nın de kaçınacağını ifade etmesi Kâinatın Efendisine (Aleyhissalâtü vesselâm) göstermiş olduğu saygının bir ifadesidir.

14-İbnu’l- Esîr, Üsdü’l-Gabe, II, 89; İbn Kesîr, Bidâye, VIII, 58.

15-Ahmed İbn Hanbel, Müsned, 5:147.

16-Kandehlevî, Hayâtü’s-Sahâbe, I, 457.

 

0 Yorumlar

Yorum yapın

Yorum yapmak için giriş yapın.