Ders Notları

RİSALE-İ NUR DERS NOTLARIM-19

Ders: Muhakemat, Birinci Makale, Dördüncü Mukaddime

İzah: Prof. Dr. Ahmed Akgündüz

*Geçmiş hükümetlerde bakanlık yapmış Hataylı bir zat, yine bakan olan bir arkadaşına demiş ki; "Efendim, bizde Sultan Hamid veya Reşad'dan alınmış bir ferman var. Biz Osmanlının asil bir ailesiyiz." Bir gün onun arkadaşı olan diğer bakan bana dedi ki; "Hocam bir gün seni o zatla tanıştırayım. O fermanı bir oku. Bu zat devamlı iftihar edip duruyor."

Bir gün tanıştık. O fermanı odasına da astırmış. Getirdi, baktık ki, hiç o sülaleyle bir alakası yok. Kütahya'da bir imam efendinin imamlık fermanı.."

*Erzurum'da Üniversite Camiinde imamlık yaptığım dönemdi. O zaman da Adıyaman'daki Şeyh Raşid Efendi'nin hakikaten çok büyük hizmetleri vardı. Mesela bazı geceler Üniversite Camiinde üçyüz kişi gelip zikir yapıyorlardı. Bana diyorlardı; "hocam, müsaade eder misin?" Diyordum; "müsaade ne demek, mümkün olsa ben de gelirdim. Ne demek, Allah'ı zikredecekler de müsaade etmeyeceğim. Bize sadece dua etmek düşer."

O sıralarda birisi bana dedi ki; "Hocam bu zatı(Raşid Efendiyi) tanıyor musunuz?

Dedim ki, "tanımıyorum, ama hürmet ediyorum. "Allah muvaffak etsin" diyorum.

Dedi ki; "Hocam buradaki halifesini tanıyor musunuz?"

Dedim, "tanımıyorum."

Dedi ki; "hocam halifesi ile her gün görüşüyorlarmış."

"Fazla masraflı olmuyor mu her gün telefonla görüşmek?" dedim.

Dedi ki; "Hocam, anlamadınız, manevi telefonla görüşüyorlar"

Dedim ki, "mübarek, sen bu sözü bana söyle de, başkasına söyleme. Bu söz onun aleyhinde bir söz. Aleyhinde konuşmaktır. Çünkü bir peygamberin mucizesi bile devamlı değildir. Devamlı olsa, her zaman herkese imam olmaz. Peygambere nasip olmayan bir iş, nasıl bir veliyullaha nasip olur. İnsaf et. Bu onu medh değil, zem etmektir."

*İnhisarcılık bir istibdaddır. "Sadece İslam'a biz hizmet ediyoruz. Bu meseleyi dünyada sadece benim efendim, hocam bilir" vs gibi.

*Mesela bir kardeşimiz iyi bir göz doktoru.. Ben desem ki "bu kardeşimiz bu sahada dünyada tekdir, ondan daha üstünü yoktur." Ya etme eyleme.. Bu bir istibdaddır.

*Bir zat eğer âlim ve kâmil bir zat ise, kendisinde olmayan vasıflarla övüldüğünde veya haddinde olmayan şeyler ona isnad edildiğinde onu red ve o gibi şeylerden tebrie etsin.

*Bir mantık kaidesi: "bir şey sabit olduğunda levazımatı ile sabit olur." Mesela desen ki "şu genç arslan gibi. Sadece başı 4o kilo." O zaman, vücudunun da 400 kilo olması gerekir.

*İranlılar tarihte mübalağayı en çok seven ve yapan milletlerden olmuşlardır. İşte onların destan kahramanı Zal oğlu Rüstem, mübalağalar ile şişerek onların bütün tarihi mefahirlerini sanki yutmuş bir heyulaya dönüşmüştür.

*Erzurum'dayken bana âlim bir zatı sormuşlardı. "Âlim bir zat. İslam'a hizmet ediyor, Allah razı olsun" dedim. Muhatabım dedi ki, "Hocam biliyor musun? 15 yaşına kadar Rasulullah'ı(aleyhissalatu vesselam) rüyasında görmediği bir gece olmamış.."

Not: Burada çekim hatasından meselenin devamı anlaşılmıyor. İnşallah Ahmed Hocamıza sorup cevabını buraya nakletmek istiyorum. Bu arada bendeniz de aynı zat hakkında o mübalağaları duyduğumu belirteyim, hatta bir gece görmeyince oturup bir şiir yazmış.. Mübalağa ile, aynı zat için "Meydan Larousse ansiklopedisini istibra yaparken ezberlemiş" diyenlerin de kulakları çınlasın(!)(Salih Okur)

*Yine bir zaman Erzurum'da bir dershanedeyiz. Tam namaza duracağız. Bir kardeş cebinden bir hocamızın fotoğrafını çıkardı, bir de öptü ve dedi ki; "Hocamı çok seviyorum." Dedim ki, "kardeş vallahi de billahi de ben senden çok seviyorum. Ama senin ifrat sevgin tarzında değil."

Şimdi o arkadaş o zatı sevmiyor. İfrattan tefrite düştü. Ona dedim ki; "Merhamet et, sen bir zaman böyle demiştin. O ifrat sevgin tefrite döndü. Benim sevgim ise hiç değişmedi, hatta arttı." Bu mesele de Üstadın, ağabeyi ile Şeyh Ziyaüddin hakkındaki muhaveresine bakılabilir.

*Yalan yalana mukaddimedir. Bir yalan başka yalanı doğurur. Adamın başı 40 kilo dersen, bir yalan daha uyduracaksın, ayakları da fil ayağı gibi diyeceksin.

*Ey hakikatı çıplak görmek isteyen zât!.. Bu mukaddemeye dikkat et; zira hurafatın kapısı bu yerden açılır. Ve bab-ı tahkik dahi bunun ile seddolur. Hem de kıssadan hisse ve meyl-üt terakkiyle mütekaddimînin esasları üzerine bina ve seleflerin mevrusatında tasarruf ve ziyadeye cesaret bu şûristanda mahvolur. Muhakemat ( 24 )

Selefi gözümüzde haddinden ziyade, ulaşılmaz derecelerde görmemiz, çalışmaya ve yeni şeyler üretmeye şevkimizi kırmış, tahkik kapısını bize kapatmış ve gelişmenin asırlarca önünü tıkamıştır. İslam âleminin perişaniyetinin önemli sebeplerinden biri de budur.

*İhsan-ı İlahîden fazla ihsan, ihsan değildir. Bir dane-i hakikat bir harman hayalâta müreccahtır. İhsan-ı İlahî ile tavsifte kanaat etmek farzdır. Muhakemat ( 25 )

Yine Erzurum'da bir arkadaş, bir hocaefendiyi övmek babında dedi ki, mevcut bütün hadis kitaplarını ezbere biliyor.. Dedim ki, "ya insaf et, sen o hocaefendiye bir sor bakalım, falan kitabı okumuş mu?" Arkadaş bir süre sonra geldi. Dedi ki; "Ya, herhalde o kitap hadis ilmiyle alakalı değil."

Çünkü bahsettiği hocaefendiyi mübalağa ve hayallerle gözünde öyle büyütmüş ki, o hadis kitabını bilememesini havsalasına sığıştıramıyor, kitabı inkar yoluna gidiyor..

* Cem'iyete dâhil olan, cem'iyetin nizamını ihlâl etmemek gerektir. Muhakemat ( 25 ) Mesela desem ki "şu arkadaş göz mütehassısı.. Şaşılıktan iyi anlar. Retinayı çok iyi bilir.." Bakın nizam ihlal olmadı. Ama eklesem, "böbrek hususunda dünyada eşi benzeri yoktur." Meselenin nizamı bozulmaya başlar. Bir de desem ki; "Apandisit ameliyatında zaten Türkiye'de tek." Konunun nizamı alt üst olur..

 

 

 

 

0 Yorumlar

Yorum yapın

Yorum yapmak için giriş yapın.