Safvetüt Tefasir Notları

SAFVETÜ'T TEFASİR NOTLARI-39

Enam: 19

Rivayet olunduğuna göre Mekke'nin reisleri Hz. Peygamber (s.a.v.) e dediler ki: “Ya Muhammed! Peygamberlikle ilgili olarak söylediklerinde, seni doğrulayan hiç kimse göremiyoruz. Seni Yahudilere ve Hıristiyanlar sorduk, kitaplarında, adının ve sıfatlarının geçmediğini söylediler. İddia ettiğin gibi bir peygamber olduğuna dair, bize lehinde şahitlik yapacak biri­ni göster. Bunun üzerine Yüce Allah:

قُلْ أَيُّ شَيْءٍ أَكْبَرُ شَهَادةً قُلِ اللّهِ شَهِيدٌ بِيْنِي وَبَيْنَكُمْ

"De ki: "Şahitlik yönünden hangi şey daha büyüktür?" De ki: "Benimle sizin aranızda Allah şahittir.." mealinde­ki âyeti indirdi. (Vahidî, Esbâbu'n-nüzûl s. 122)

İbn Abbâs şöyle der: Allah, Rasulu Muhammed (s.a.v.)'e buyurdu ki: "Onlara hangi şey en büyük şahittir?" de. Eğer sana cevap verirlerse ne âlâ. Cevap vermezlerse onlara de ki: Benimle sizin aranızda Allah şahittir.” (Ebu Hayyan, el-Bahr 4/90)

İbn Cezzî şöyle der: “Bu âyetten maksat, Rasulullah (s.a.v.)'in doğruluğuna, en büyük şahit olan Yüce Allah'ı şahit tutmaktır. Allah'ın bu husustaki şahitliği ise Efendimiz Muhammed (s.a.v.)'in peygamberliğinin doğruluğunu bilmesi ve onun doğruluna delalet eden mucizesini göstermesidir.”( et-Teshil 2/5)

أَئِنَّكُمْ لَتَشْهَدُونَ أَنَّ مَعَ اللّهِ آلِهَةً أُخْرَى قُل لاَّ أَشْهَدُ قُلْ إِنَّمَا هُوَ إِلَـهٌ وَاحِدٌ وَإِنَّنِي بَرِيءٌ مِّمَّا تُشْرِكُونَ

Yoksa siz, Allah ile beraber başka ilâhlar olduğuna şahitilik mi ediyorsunuz? De ki: "Ben buna şahitlik etmem. O ancak bir tek Allah'tır, ben sizin ortak koştuğunuz şeylerden kesinlikle uza­ğım.” Bu soru kınama ifade eder. Yani, Ey müşrikler! Siz gerçekten Allah'la beraber başka ilâhların varlığını ikrar mı ediyorsunuz? Allah'ın birliğine dair açık deliller ve hüccetler getirildikten sonra onunla beraber başka ilâhların varlığına nasıl şahitlik ediyorsunuz? "Onlara, ben buna şahitlik edemem." de. Ey Muhammed deki: Ben ancak Allah'ın bir ve tek olduğuna ve herkesin ona muhtaç olup kendisinin kimseye muhtaç olmadığına şahitlik ederim, Ben şüphesiz sizin ortak koştuğunuz bu putlardan uzağım.”

Enam: 20

الَّذِينَ آتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ يَعْرِفُونَهُ كَمَا يَعْرِفُونَ أَبْنَاءهُمُ الَّذِينَ خَسِرُواْ أَنفُسَهُمْ فَهُمْ لاَ يُؤْمِنُونَ

"Kendilerine kitap verdiklerimiz onu, oğulla­rını tanıdıkları gibi tanırlar. Kendilerini ziyana sokan­lar var ya, işte onlar inanmazlar.”

Zemahşerî şöyle der: “Bu âyet Ehl-i kitabın. Hz. Peygamberi (s.a.v.) tanımasını, dolayısıyla onun peygamberliğinin doğruluğunu Mekkelilere karşı şahit olarak göstermektedir.” (Keşşaf 2/9)

Enam: 21

وَمَنْ أَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرَى عَلَى اللّهِ كَذِباً أَوْ كَذَّبَ بِآيَاتِهِ إِنَّهُ لاَ يُفْلِحُ الظَّالِمُونَ

 Allah'a karşı yalan sözlerle iftira edenden ve­ya O'nun âyetlerini yalanlayandan daha zâlim kimdir? Şüphe yok ki, zâlimler kurtuluşa ermezler!” Bu soru ayıplama ve kınama ifade eder. Mânâsı olumsuzdur. Yani Allah'a karşı yalan uydurandan veya Kur'an'ı ve açık mucizeleri yalanlayıp onlara "sihir" adını veren­den daha zalim hiç kimse yoktur.

Enam: 22

وَيَوْمَ نَحْشُرُهُمْ جَمِيعاً ثُمَّ نَقُولُ لِلَّذِينَ أَشْرَكُواْ أَيْنَ شُرَكَآؤُكُمُ

الَّذِينَ كُنتُمْ تَزْعُمُونَ

“Unutma o günü ki, onları hep birden toplaya­cağız sonra da, Allah'a ortak koşanlara: "Nerede boş yere davasını güttüğünüz ortaklarınız" diyeceğiz.” İbn Abbâs şöyle der: Kur'an'da geçen bütün  (zu'mlar) yalan ifade eder.

Enam: 25

İbn Abbâs'tan rivayet olunduğuna göre Ebu Süfyan, Velid b. Muğire ve Nadr b. Haris Rasulullah (s.a.v.) Kur'an okurken onun yanına oturdular. Nadr'a: "Muhammed ne diyor?" diye sordular. Nadr: “Benim size geçmiş milletler hakkında anlattığım gibi, eskilerin hikâyelerini anlatıyor, dedi. Bunun üzerine Yüce Allah:

وَمِنْهُم مَّن يَسْتَمِعُ إِلَيْكَ وَجَعَلْنَا عَلَى قُلُوبِهِمْ أَكِنَّةً أَن يَفْقَهُوهُ وَفِي آذَانِهِمْ وَقْراً

"Onlardan seni dinleyenler de vardır. Fakat onu anlamalarına engel olmak için kalplerinin üstüne perdeler koyduk" mealindeki âyeti indirdi.

(Kurtubî, 6/414)  “Kulaklarında bir ağırlık vardır" ifadesini kullandı. Bu onların Kur'an'dan yüz çevirmelerini istiare yoluyla gösteren bir temsildir.

Enam: 27

وَلَوْ تَرَىَ إِذْ وُقِفُواْ عَلَى النَّارِ فَقَالُواْ يَا لَيْتَنَا نُرَدُّ وَلاَ نُكَذِّبَ بِآيَاتِ رَبِّنَا وَنَكُونَ مِنَ الْمُؤْمِنِينَ

Onların, ateşin karşısında durdurulup, "Ah, n'olur keşke dünyaya geri gönderilsek de bir daha Rabbimizin âyetlerini yalanlamasak ve müslümanlardan ol­sak" dediklerini bir görsen!..”

Bu öyle bir olaydır ki, onun şiddetinden saçlar ağarır. Beyzâvî şöyle der;  وَلَوْedatının cevabı mahzuftur.” Fahreddin Râzî şöyle der: “Ateşin karşısında tu­tuldukları zaman bir görsen." Bu şartın bir cevabı olması gerekir. Ancak olayın azametini ve şanının büyüklüğünü ifade etmek için bu cevap hazfedilmiştir. Kur'an ve şiirde bunun benzerleri çoktur. Bu tür yerlerde cevabın hazfedilmesi, mânâ bakımından, zikredilmesinden daha beliğdir. Sen kö­lene: "Vallahi, eğer kalkarsam.., dedikten sonra, ne yapacağım söylemeyip susarsan, kölenin aklına dövmek, öldürmek ve bir yerini kırmak gibi çeşitli cezalar gelir ve daha çok korkar. Çünkü o, bu ceza türlerinden hangisini uy­gulamak istediğini bilemez. Eğer sen: "Vallahi kalkarsam, mutlaka seni döverim" diyerek şartın cevabını da söylersen, köle senin dövmekten başka bir şey yapmayacağını anlar. Anlaşılıyor ki, şartın cevabım hazfetmek, kor­kutmak için daha etkilidir. (Tefsir-i Kebir, 12/190)

Enam: 31

خَسِرَ الَّذِينَ كَذَّبُواْ بِلِقَاء اللّهِ حَتَّى إِذَا جَاءتْهُمُ السَّاعَةُ بَغْتَةً قَالُواْ يَا حَسْرَتَنَا عَلَى مَا فَرَّطْنَا فِيهَا وَهُمْ يَحْمِلُونَ أَوْزَارَهُمْ عَلَى ظُهُورِهِمْ أَلاَ سَاء مَا يَزِرُونَ

Allah'ın huzuruna çıkmayı yalanlayanlar ger­çekten ziyana uğramıştır. Nihayet onlara Kıyamet vakti ansızın gelip çatınca,  onlar,  günahlarını sırtlarına yüklenerek diyecekler ki "Dünyada iyi amelleri terk etmemizden dolayı vah bize!" Yüklendikleri şey ne kötü­dür!”

 

Kurtubî şöyle der: “Kıyamet gününde hesap süratli olacağından ona, bir an ismi verilmiştir.(Kurtubî, 6/412)

 فِيهَا وَهُمْ يَحْمِلُونَ أَوْزَارَهُمْ عَلَى ظُهُورِهِمْ

 

günahlarını sırtlarına yüklenerek” Beyzâvî şöyle der: “Bu, onların günahlarının ağırlığını taşımaya müstehak olduklarım ifade eden bir temsildir.” (Beyzâvî, s. 169) Genellikle ağır yükler sırtta taşındığı için Allah" sırtlarında" buyurdu. İbn-i Cüzeyy şöyle der: “Bu, onların günahlarını yüklenmelerinden kinayedir. Onların günahlarını gerçek­ten sırtlarına yükleneceğini söyleyenler de vardır. Rivayet edildiğine göre, kâfirin ameli en çirkin bir şekilde girip sahibine göründükten sonra, onun sırtına biner. Mü'minin ameli ise sahibi için en güzel bir şekli aldıktan son­ra sahibi ona biner.”( et-Teshîl, 2/7)

 

Enam: 32

وَمَا الْحَيَاةُ الدُّنْيَا إِلاَّ لَعِبٌ وَلَهْوٌ وَلَلدَّارُ الآخِرَةُ خَيْرٌ لِّلَّذِينَ يَتَّقُونَ أَفَلاَ تَعْقِلُونَ

“Dünya hayatı bir oyun ve eğlenceden başka bir şey değildir. Muttaki olanlar için âhiret yurdu muhak­kak ki daha hayırlıdır. Hâlâ akıl erdiremiyor musu­nuz?

Burada teşbih-i beliğ vardır. Zira mübalağa ifade etmek için dünya, oyun ve eğlencenin kendisi gibi ifade edilmiştir. Nitekim Hansâ'nın şu sözünde de durum böyledir: “Dünya ancak talih ve talih­sizlikten ibarettir."

Enam: 33

Rivayet olunduğuna göre Ahnes b. Şüreyk, Ebu Cehil b. Hişam'a rastladı, ona dedi ki: Ey Ebu'l- hakem! Muhammed doğru mu söylüyor, yok­sa yalan mı? Bana haber ver. Bak, yanımızda hiç kimse de yok.” Ebu Celil dedi ki: “Vallahi, Muhammed doğru söylüyor. O, asla yalan söylemedi. Fa­kat Kusayyoğulları sancağı, hacılara su verme ve Beytullah'a hizmet edip onu koruma görevlerini ve peygamberliği alınca, diğer Kureyşlilere ne kalacak?”

Bunun üzerine Yüce Allah:

قَدْ نَعْلَمُ إِنَّهُ لَيَحْزُنُكَ الَّذِي يَقُولُونَ فَإِنَّهُمْ لاَ يُكَذِّبُونَكَ وَلَكِنَّ الظَّالِمِينَ بِآيَاتِ اللّهِ يَجْحَدُونَ

"Onların dediklerinin hakikaten seni üzmekte olduğunu biliyoruz. Aslında onlar seni yalanlamıyorlar..." mealin­deki âyeti indirdi. Tefsir-i Kebir, 12/205

Hasan-ı Basrî şöyle der; “Müşrikler Peygambere (s.a.v.)"Sihirbaz, şâir, kâhin ve deli" diyorlardı, Onlar seni kalben yalanlamıyorlar, senin doğruluğuna inanıyorlar. Fakat inatlarından dolayı inkâr ediyorlar. Onların yalanlamasına üzülme.” İbn Abbas şöyle der: “Rasulullah (s.a.v.)'a "Emîn" ismi verilmişti. Onun hiçbir hususta yalan söy­lemeyeceğini biliyorlardı. Fakat yine de onu inkâr ediyorlar. Ebu Cehil şöy­le diyordu: “Ey Muhammed! Biz sana yalancısın demiyoruz. Bize göre sen doğru bir insansın. Biz ancak, senin bize getirdiğin kitabı yalanlıyoruz.” (el-Bahru'l-Muhît, 4/112)

-devam edecek-

 

0 Yorumlar

Yorum yapın

Yorum yapmak için giriş yapın.